3 Eylül 2010 Cuma

Bulunmaz, Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu Demirkanlı'yı fena haşlıyor!

Bu yazı, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Mustafa Demirkanlı tarafından yazılmış "Büktel, Bulunmaz’ı 'Aşil Topuğum' Olarak Lanse Etti, Peki 'Aşil' Kimdir?" başlıklı yazının değerlendirilmesidir! (HB)

***


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, Ekim 1994 tarihinde, "yazılanların hepsi gerçeğin ta kendisi" diye başladığı kitabının hemen başında demiş ki:


"Artık işin içinden çıkamaz oldum. Sorunları, sorunlarımı her zaman çözerdim. Bu kez çözemiyorum. Anlamaya, bir başkasını, yedi buçuk yıldır birlikte olduğum insanı; karımı, çocuğumun annesini anlamaya, yaşadıklarını, yaşattıklarını algılamaya çalışıyorum, ama olmuyor. Ben ona yaklaşmak istedikçe, o daha karmaşıklaşıyor, anlaşılması güçleşiyor. Beyin hücrelerimin sıkıştığını, cenderenin her yanımı sıktığını hissediyorum. Yetmiyorum. Yetemiyorum. Sorunlarımı, sorunlarımızı çözmeye yetemiyorum. Başka şeyler, başka bir şeyler olmalı. Benim anlayamadığım. Çözemediğim. Bilmiyorum."


(Kaynak: Mustafa Demirkanlı, Biz çok özgürdük!, Boyut Yayınevi, 1994, sf. 9)


***


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, Coşkun Büktel için diyor ki:


Coşkun Abin açıklamamış ama ben açıklayayım, eski eşinin katkısı, ricasıyla Devlet Tiyatroları'na girecekti, diğerleri sefalet yaşamıyorsa o da yaşamayacaktı, ama o ne yaptı? Rejisör kadrosundan girmek istedi. Oyun yönetmemiş bir rejisörü kim kadroya alabilir ki? İşte Coşkun Abin bunları anlatmadan, arabesk açlık metinleri yazar ve seni ve diğerlerini kandırır, benim anlattıklarıma da yanıt veremez, Aşil topuğu ile birlikte Rahmi döneminde değil Lemi döneminde başvurmuştum "sen yalancısın" derler, Aşil topuğu da Coşkun Abi "Ha Lemi Bilgin ha Rahmi Dilligil dönemi ne önemi var, sen Devlet Tiyatroları elemanı olmayı kabul etmiş miydin sahiden? demez, diyemez, ilkeler artık fıııstır Aşil topuğu için..


(Kaynak: Mustafa Demirkanlı, "Lütfen benim Aşil topuğum(*) olma" ve "yakinda pembe dizi yazmaya baslarsan valla sasirmam:)")


***


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, Hilmi Bulunmaz için diyor ki:


O yaşıyor, sağına soluna bakmadan, en yakınlarına bile bakmadan yaşıyor, en temel sorumluluklarından bile kaçarak yaşıyor. (Bana söz ver, Hilmi’ye iletmeyeceğim de, sana aile bireylerinin facebook’da nasıl yer aldığının linklerini göndereyim, çok utanırsın ama gerçek.)


(Kaynak: Mustafa Demirkanlı, "iftardan sonra, sahura dek sürecek!")



***



Hilmi Bulunmaz

3 Eylül 2010


Evet değerli okurlar, aşağıdaki yazı, LİNÇÇİ ve pespaye yayın Tiyatro... Tiyatro... Dergisi ile LİNÇÇİ ve pespaye yayın tiyatrodergisi.com.tr sitesi yöneticisi LİNÇÇİ ve pespaye yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı tarafından kaleme alınmış "Büktel, Bulunmaz'ı 'Aşil Topuğum' Olarak Lanse Etti, Peki 'Aşil' Kimdir?" başlıklı yazısının değerlendirilmesidir...


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Troya Savaşı’nın en önemli figürlerinden biri Akhilleus (Aşil)’dir. Annesi ona ölümsüzlük kazandırmak için Stiks Irmağı’na daldırmış, bunu yaparken topuğundan tuttuğu için topuğu suya değmemiştir. Aşil'in ölümü ancak topuğuna alacağı bir darbeyle olacaktır. Paris onu attığı bir okla topuğundan vurur ve Aşil'i öldürür. http://nedir.antoloji.com/asilin-topugu


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Son derecede gerekli ve zorunlu hâllerde bile asla link vermeyen LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, kaleme aldığı bu dezenformatif yazısında, hem bilimsel görünme kurnazlığı ve hem de önemli bir iş yapıyormuş edasıyla, link verecek bir alıntı yaparak, sözde her zaman link veriyormuş izlenimi uyandırıp, okurlarını dolaylı yollardan aldatmaya, onların, yazının ileriki bölümlerinde bilgi kirliliğiyle donanmalarına yönelik davranışlar geliştirmeye çabalıyor. Biz, değerlendirme yapmaya başlarken, okurlarımızı bu konuda ciddi olarak uyarmayı bir görev sayıyoruz!


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Hikaye kısaca bu…


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Bu hikâyeden doğru dürüst bir şey anlaşılmasa da, Pinokyo Demirkanlı, derdini bir türlü anlatamasa da, okur, bu hikâyenin özünden hiçbir şey çıkaramasa da, (bu hikâyeyi okurlara değil de, bu yazının muhatabı olan sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'a anlatmaya çalıştığı izlenimi veren) zâten yazı yazma özürlü biri olduğu için hiçbir derdini, hiçbir zaman anlatamayan LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'ya pek bir şey söyleyemeyiz. Hattâ, Pinokyo Demirkanlı'ya doktorlar bile hiçbir şey söyleyemez...


Çünkü...


Pinokyo Demirkanlı, kendisini hâlâ askerî bir tulumun içerisinde mışıl mışıl uyuyan Kuleli Askeri Lisesi'nde tıfıl bir öğrenci sanarak, kendisine yakışan "Kemalist entelektüel" uyuzunu kaşıyor. Demirkanlı, üzerine bir üniforma gibi geçirdiği bu "Kemalist entelektüel" havayla, "devlet içinde devlet" olan Devlet Tiyatroları'nın bir uzvu gibi yaşıyor. Bu zât-ı muhtereme anlayış göstermek, sanırım en doğru iş olur! Bu zât-ı muhterem, 1994 yılında gaza gelerek, "romandan başka her şeye benzeyen" bir roman yazmış ve böylelikle, zâten yazar olamayacağını dosta-düşmana göstermiş ve içindeki son insanlık kırıntılarını da, çürük birer diş gibi bu kağıt parçasına boca etmiştir. Pinokyo Demirkanlı, küçücük evrenlerinde minnacık dünyalar kuran küçük burjuva birkaç toplum kaçkını tipi, asla karakter düzeyine taşıyamadığından, sayıklamalar havuzunda kulaç atan kartondan kişiler olarak okurun gözlerini rahatsız edecek bir biçimde piyasaya sürmüş. Biz, bu kardeşimizin yazma özürlü biri olduğunu bilmemize karşın, bu kardeşimizin de ifade özgürlüğünü savunduğumuz için; bırakalım konuşsun, bırakalım yazsın, bırakalım yalan söylemeyi sürdürsün...


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Coşkun Büktel, Yeni Tiyatro Dergisi’ne verdiği söyleşide Hilmi Bulunmaz’ı kendisinin Aşil topuğu olmakla itham etti. Hilmi Bulunmaz ise buna itiraz eder gibi yaparak, hayır ben hiç kimsenin Aşil topuğu olmam sadece işçi sınıfının Aşil topuğuyum, dedi, o kadar.


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yi değerlendirelim:


"Coşkun Büktel, Yeni Tiyatro Dergisi'ne verdiği söyleşide Hilmi Bulunmaz'ı kendisinin Aşil topuğu olmakla itham et"miş mi etmemiş mi? Öncelikle buna bakalım:


(...)


..........Sema Göktaş: Hangi konuda 1100 tane imza toplandı?


..........Coşkun Büktel: Bana karşı niye o insanlar o imzaları verdiler? Ve o imza attıkları bildiride ne yazıyordu? Benim Özdemir Nutku'ya iftira attığım yazıyordu. Yani diğer Hilmi Bulunmaz ile ilgili, benim de zaten karşı olduğum, ölülerin arkasından konuşmak gibi şeyler de vardı içinde… Ya da benim de karşı olduğum köpek resmi ve çanak yalatma şeyi. Bunları Hilmi'ye yapmamasını ben de söyledim. Ama “Çanak resmi koydu-lar!", "-lar!", özellikle "Bunlar!" diye vurgulayarak, "Ölülerin arkasından konuştu-lar!", "-lar!", "Ölüm halinde olan Lale Oraloğlu'na hakaret etti-ler!" gibi cümleler var o bildiride. Bütün bunlara ben karşıydım. Bu konularda Hilmi Bulunmaz'ı uyarmıştım, yazılı olarak da eleştirmiştim. Yazılı olarak eleştirilerim orada. Mustafa Demirkanlı, o linç kampanyasını kuran adamların başındaki adam da bunları okumuştu. Biliyordu. Bunu bile bile bu ifadeleri oraya koydu ve 1100 kişi de bunları kuzu kuzu imzaladı. Özdemir Nutku dahil! Bir kere Özdemir Nutku'nun o linç kampanyasını imzalaması onun kalitesini ele vermiyor mu sizce?... Benim bunlarla ilgili Hilmi'yi eleştiren yazılarım vardı. Ama onlar "böyle yaptı-lar, böyle etti-ler, bilmem ne" diyerek, hani manavlar yaparlar ya kese kağıdının altına çürükleri koyarlar ve üstüne de iki tane iyisini koyarlar, bu çürüklerle dolu bildiriye iki tane de Hilmi hakkında doğru olan, gerçekten gayri insani saydığım benim de, Hilmi'ye de söyledim, yazdım da bunları, "ben Lale Oraloğlu'nu severdim" filan dedim, niye dedim yani, "insanların arkasından konuşmak zaten gayri insani, bu yüzden bir kere karşıyım, bu senin aleyhine ve dolayısıyla benim aleyhime çok kullanılabilecek bir şey" dedim. "Lütfen benim Aşil topuğum olma", dedim. Evet, özetle bu şeyi aynen söylemiştim. "Lütfen benim Aşil topuğum olma", demiştim. Ama bundan öteye bir şey söyleyemem, elli beş yaşında adam, ne isterse onu söyler, ne isterse onu yazar. İsterse de Aşil topuğum olur. Ben topuğumu kendim kollamak zorundayım, o benim topuğumu kollamak zorunda değil. O istediğini söyledi, ben de eleştirilerimi yazdım Hilmi’yle ilgili. Ama buna rağmen öyle yaptı-lar böyle yaptı-lar bilmem ne yaptı-lar… Bu arada, araya da "Özdemir Nutku'ya iftira ettiler" diye de bir ifadeyi koydular ve 1100 tane imza topladılar. 1100 tane iftiracı dolaşıyor şu anda Türk tiyatrosunda. Ben "böyle bir ülkede tiyatrodan filan bahsedilemez" diyorum. "Benim oyunlarım oynansa ne olur, oynanmasa ne olur" diyorum, "böyle bir ülkede... Böyle bir tiyatro ortamında?…" Çok önemsemiyorum oyunlarımın oynanmasını.


(...)


(Kaynak: Yeni Tiyatro Dergisi, Haziran-Temmuz 2010, sayı 20, sf. 10-11 ve

Hiçbir "birey"in "AŞİL TOPUĞU" olmayı asla kabul etmeyen sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, sadece "İŞÇİ SINIFININ AŞİL TOPUĞU" olabileceğini yazacak!)

LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, artık meslek hâline getirdiği iftiracılığını, linççiliğini, saptırmacılığını, yalancılığını... her zaman olduğu gibi, yine işin içine sokuyor; daha yerinde bir deyişle, bu kavramları, hiçbir zaman tedavülden asla kaldırmıyor.

Hilmi Bulunmaz; "ben hiç kimsenin Aşil topuğu olmam sadece işçi sınıfının Aşil topuğuyum" sözünü, hiçbir zaman, hiçbir yerde kesinlikle kullanmamasına, Demirkanlı, Hilmi Bulunmaz'ın bu sözü kullandığına dair, hiçbir belge, hiçbir delil, hiçbir ispat, hiçbir kanıt, hiçbir kaynak göstermemesine karşın, Hilmi Bulunmaz'ın aynen bu sözleri söylediğini, hiç utanmadan, hiç yüzü kızarmadan iddia edebiliyor.

Oysa...

Hilmi Bulunmaz, bu konuyla ilgili olarak bir yazı yazdı ve bu yazının küçücük bir kısmını tadımlık olarak yayınladı ve bu yazıda, Demirkanlı'nın idida ettiği sözü asla söylemedi. (Bakınız: Hiçbir "birey"in "AŞİL TOPUĞU" olmayı asla kabul etmeyen sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, sadece "İŞÇİ SINIFININ AŞİL TOPUĞU" olabileceğini yazıyor!)

Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, yukarıda linkini verdiğimiz yazısının başlığında, çok net bir biçimde görünen bu sözü söylerken, işçi sınıfının siyasal ideolojisi sosyalizm konusunda herhangi bir "yanlış" yaparsa, yapacağı bu yanlışın, işçi sınıfı hareketine zarar verebilme olasılığını gündeme getirme gayreti içerisine girdi. Hilmi Bulunmaz, zâten işçi sınıfı içerisindeki siyasal kavganın bir neferi olduğu için, şimdiye dek, işçi sınıfına hiçbir zarar vermediğinden, bu sınıfa zarar veren tiyatrocuları yargılamıştı, yargılıyor. (Örnekse bakınız:"Ben Tiyatrocuyum Soyarım")

Hilmi Bulunmaz, "İşçi Sınıfı'nın Aşil Topuğu" olma gafletine asla düşmedi; düşünleri de uyardı. Bu nedenle, şimdiye dek, işçi sınıfı mensubu hiçbir kimse, Hilmi Bulunmaz'ı karakola çektirmedi, savcılığa vermedi, mahkeme koridorlarına tutsak ettirmek için yedi dereden su getirmedi, hattâ LİNÇ etmek istemedi. Şimdiye dek, işçi sınıfı düşmanı kişiler, Hilmi Bulunmaz'ı karakola çektirdi. savcılığa verdi, makheme koridorlarına tutsak ettirmek için yedi dereden su getirdi, hattâ LİNÇ etmek istedi. Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, işçi sınıfının değil, Pinokyo'ların egemen olduğu bir coğrafya ve bir zamanda yaşamanın diyetini ödedi, ödüyor, ödeyecek! Çünkü Hilmi Bulunmaz, zalimin yanında değil, mazlumun yanında saf tutuyor!!!

"Aşil Topuğu" olma düşüncesi, sadece bir olasılık olarak, Hilmi Bulunmaz'ın beyninin bir köşesinde, uyarıcı bir kavram olarak, tazeliğini her daim koruyor. Hilmi Bulunmaz, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün bir uzantısı, bir kuyruğu, bir kölesi, bir hizmetçisi, bir cilacısı, bir imajcısı, bir "Pinokyo burnu"... olsaydı, o zaman, Hilmi Bulunmaz'ın "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" olma olasılığı vardı.


Mustafa Şükrü Demirkanlı, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nden reklâm (sadaka) alarak ve bunun karşılığında, bu bakanlığın toplum katında şirin görünmesi için "Pinokyo"luk yaparak yaşayan bir asalak, bir tufeyli olduğu için, arka kapağını sürekli olarak Lemi Bilgin'e vermek zorunda. Benden, halkımdan ve tüyü bitmemiş yetimden, devlet zoruyla elde edilen vergilerle beslenen Lemi Bilgin yönetimindeki Devlet Tiyatroları, bütçesinin önemli bir bölümünü, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Mustafa Şükrü Demirkanlı'ya reklâm (sadaka) olarak vermek zorunda. Kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, zorunlu uygulamalardan biri de LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin beslenmesidir!


Çünkü...


"Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, arka kapağını Lemi Bilgin'e vererek, bu adamın ilelebet iktidarda kalmasını sağlamlaştıracak ve Lemi Bilgin de, bunun karşılığını ödemek zorunda kalacak. Bu kısır döngü, kapitalizmin varlığına yapışık bir sülük gibi, menfaat ilişkisi değerinde sürüp gidecek! Yeter ki, toplum sahnesine çıkan "Pinokyo"ların, "dostlar alışverişte görsün" oyunu ilelebet muhafaza ve müdafaa edilsin!


Bu arada olan; bana, halkıma ve tüyü bitmemiş yetime olacakmış; kimin ipinde, kimin kuşağında? Bu tür asalakların dilinde gezdirdikleri sözlerden biri de şudur: "İpimle kuşağım..." Bu Pinokyo'lara karşı, halk nasıl bir davranış geliştirir, tüyü bitmemiş yetim nasıl bir "ooof" çeker, nasıl "karşıki dağlar yıkılır"? Şimdilik tam olarak bilemiyorum. Ancak ben, benim ödediğim vergilerle, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Pinokyo Demirkanlı'ya reklâm (sadaka) veren Lemi Bilgin'i hayatım boyunca affetmeyecek ve bu Pinokyo'yu, bu yalan makinesini beslediği için, Lemi Bilgin'e, halkımızın deyimiyle, hakkımı asla helal etmeyeceğim. Lânet olsun Lemi Bilgin'in "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu"na verdiği reklâm (sadaka) paralarına!!! Yetim paralarını yediği için, lanet olsun Pinokyo Demirkanlı'ya!


Bu reklâm (sadaka) alma alışkanlığıyla, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için ömrünü tüketen Pinokyo Demirkanlı, seri yalanlarıyla, hızla, hem de şimşek hızıyla Türkiye tiyatrosunu kirletirken, bu kirletilmişlik karşısında sadece dilini değil, küçük dilini bile yutan tiyatro esnafına yuh olsun!


Pinokyo Demirkanlı'nın, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" olması karşısında süt dökmüş kedi gibi susan ve hattâ LİNÇ KAMPANYASI sürecinde, Pinokyo Demirkanlı'ya ellerindeki tüm destekleri sunan tiyatro profesörlerine yuh olsun!!

Kötücül Pinokyo Demirkanlı'nın zulmü karşısında kılını bile kıpırdatmayan tiyatro yayıncılarına yuuuh olsun!!! (Sahi, bir zamanlar "Tiyatro Yayıncıları Birliği" denen bir güruh vardı. "Ne oldu sana / Ne oldu böyle / Nerde o eski" "Tiyatro Yayıncıları Birliği"?)

"Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" olmak için sırada bekleyen tiyatro yayıncılarının bu eyyamcı tavrına milyonlarca kez yuuuuuh olsun!!!...

LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, icralardan bunaldığı zaman, borçlarından sıkıldığı zaman, en önemlisi, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın gerçekçi ve emekçilerden yana yaptığı yayınlardan boğulur hâle gelip pes ederek beyaz bayrak salladığı zaman, şimdi susup "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" olmak için fırsat kollayan "diğer tiyatro dergilerinin patronları", hep bir ağızdan, birbirlerinin seslerini, sözlerini asla dinlemeden, artık slogan hâline gelmeyi bekleyen şu sözü haykıracaklar:


"AŞİL ÖLDÜ, YAŞASIN AŞİL!"


Bu sözü haykırırlarken de, birbirlerinin seslerini, sözlerini dinlemedikleri gibi, birbirlerinin gözlerine, yüzlerine bakmayıp, "kendilerini kendilerinin istediği gibi gösteren lunapark aynaları"na bakacaklar.


"Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu", LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın dili sürçüp, eli titreyip, dizlerinde derman kalmadığında, yere düşer düşmez, birer akbaba gibi, birer çakal gibi, birer leş kargası gibi, birer sırtlan gibi, bütün tiyatro yayıncıları, bu dili sürçen, bu eli titreyen, bi dizlerinde derman kalmayan zavallının üzerine çullanacak ve Pinokyo Demirkanlı'nın birer parçasını kopararak, gagalayarak, parçalayarak, yutarak, toprağa gizleyerek, her biri, kendisinin "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" olduğunu kabul ettirmeye çalışacaklar. Bunun için, Hades'in kapısında nöbet tutan üç kafalı Cerberus gibi kuyruk sallayacaklar! Ancak, Ceberus'la yüzleşmeyi göze alabilen Herkül'ün varlığını unatarak...

"Devlet Tiyatroları'nın Yeni Aşil Topuğu", Pinokyo Demirkanlı'nın parçaları yok olduğunda, hâlâ iktidarda Lemi Bilgin olursa onun, Lemi Bilgin'in bir parçasını kopararak, kendisini "Yeni Lemi Bilgin" olarak kabul ettiren başka biri iktidara gelirse o kişinin karşısına geçip yerlere dek eğilecek. İşte o zaman, Hilmi Bulunmaz yada Hilmi Bulunmaz'ın dünya görüşü sosyalizmi benimsemiş başka biri yada birileri, "Devlet Tiyatroları'nın Yeni Aşil Topuğu"na, bıkıp usanmadan "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" olduğunu, suratına tükürür gibi, günde beş vakit haykıracak:
.
"Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu", "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu", "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu", "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu", "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu"



LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Acaba hangisi haklı?


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Ben, "haklılık/haksızlık" gibi kantara vurulması zor, kerteriz noktası tutturmanın olanaksız, somut hâle gelmesi için başka etmenler gerektiren kavramlarla düşünce geliştiremem. İdealist felsefe tutsağı biri olmadığım için, ben, sadece ve sadece işçi sınıfının siyasal kültürüne yararlılık bağlamında eylemlilikleri değerlendiririm. Sözcüklere, tümcelere, paragraflara, sınıfsal temelde yaklaşır, her türlü ifade biçimini, bu bağlamda kavramsallaştırırım...
.
"Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Mustafa Demirkanlı, bana defalarca sorduğu için, benim de defalarca yinelediğim gibi, bir kez daha belirtiyorum; ben, hiçbir bireyin "Aşil Topuğu" olmam. Bana biri, Pinokyo Demirkanlı'nın çarpıttığı örnekte görüldüğü gibi, varsayalım ki Coşkun Büktel, "Aşil Topuğum" derse, ben bunu asla kabul etmem.
.
Yeni Tiyatro Dergisi'nin yirminci sayısında yayınlanan, "Coşkun Büktel'le 'Coşkun Büktel' Üzerine!.." başlıklı bir röportaj gerçekleştirildi. Sayın Sema Göktaş'ın gerçekleştirdiği bu röportajda, Yeni Tiyatro Dergisi okurlarının benim hakkım yanlış bilgi edinmeleri olasılığına karşı, Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetme Erbil Göktaş'a, Yeni Tiyatro Dergisi'nin yirmi birinci sayısında yayınlanmak üzere, şöyle bir "not" göndermiştim. Bu "not" yazısını burada da yayınlamayı doğru buluyorum:
.
..........Yeni Tiyatro Dergisi okurlarının dikkatine...
.
..........Elinizde tuttuğunuz bu derginin yirminci sayısında "Coşkun Büktel'le 'Coşkun Büktel' Üzerine!.." başlıklı bir röportaj gerçekleştirildi. Sayın Sema Göktaş'ın gerçekleştirdiği bu röportajda, benim de adım geçmiş ve Coşkun Büktel tarafından, okurların beni yanlış tanımasına neden olacak şu sözler söylenmiştir:
.
.........."'Lütfen benim Aşil topuğum olma', dedim. Evet, özetle bu şeyi aynen söylemiştim. 'Lütfen benim Aşil topuğum olma', demiştim. Ama bundan öteye bir şey söyleyemem, elli beş yaşında adam, ne isterse onu söyler, ne isterse onu yazar. İsterse de Aşil topuğum olur."
.
..........Ben, hayatım boyunca hiç kimsenin "Aşil Topuğu" olmadım. Yeni Tiyatro Dergisi okurlarının, beni yanlış tanıyacağını düşünerek, bu küçücük notu yazdım. Bu çok kısa uyarıcı yazının ötesinde, "Aşil Topuğu" konusunu işleyeceğim geniş bir yazı yazmayı düşünüyorum. "Aşil Topuğu" konusunu işleyecek böyle bir yazı yazarsam ve bu yazının yayınlanması için, Yeni Tiyatro Dergisi yöneticileriyle anlaşabilirsem, bu yazıyı da sizlerin dikkatine sunmak isterim.
.
..........Hilmi Bulunmaz
.
Ben, herhangi bir bireyin bireysel mücadelesini vermeyeceğim için, hiçbir bireyin "Aşil Topuğu" olmam. Ben, Coşkun Büktel'e ve onun yapıtı Theope'ye atılan iftiraya karşı olduğumdan, onun "yanında saf tuttum". Beni, öncelikle, Theope'ye ve onun yazarı Coşkun Büktel'e atılan bu iğrenç iftira ilgilendiriyor. Yarın, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Mustafa Demirkanlı'ya herhangi bir iftira atılsa, o zaman da, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Mustafa Demirkanlı'nın haklarını savunmak için mücadele ederim. Nasıl ki, LİNÇÇİ Tuncay Özinel'e, hiç de hak etmediği hâlde, LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan ve Nedim Saban, "ırkçı" dediklerinde, bu nitelemeye karşı çıkan Feridun Çetinkaya'nın yazılarını sahiplenmiş olduğum ve bu noktada Çetinkaya'nın (bana göre anti-faşist) tavrını nasıl ki sürekli olarak gündemde tuttuğum gibi...

Ben, Türkiye tiyatrosunu ameliyat masasına yatıran bir cerrah olarak görüşlerimi dile getirdiğimde, Pinokyo Demirkanlı'ya "özel mektup" yazmış olmuyorum. Ben, bu siteden yüzlerce, binlerce insana sesleniyorum. Ben, Coşkun Büktel'e, Feridun Çetinkaya'ya, Mustafa Demirkanlı'ya yada bir başka birisine "sosyalizm dersleri" vermiyorum. Ben, bildiklerini papağan gibi, yakın çevresindekilere yada içinde "mücadele verdiği dar alanın" ilgili kişilerine yineleyen bir zavallı değilim. Ben, işçi sınıfı bireylerinin de, sanat yapması gerektiğini, onların da böyle bir hakları olduğunu dile getirerek, emekçilerin bu alanı da "işgal etmesini" arzu ediyorum.
.
Ben; benim, halkımın ve tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle beslenen Devlet Tiyatroları'nın reklâm (sadaka) vererek, kapitalizmi cilalayan Pinokyo Demirkanlı'yı beslemesini asla istemiyorum. Ben, Devlet Tiyatroları ve/ya Şehir Tiyatroları'ndan herhangi bir avanta beklemediğim için, mücadelemi çok net ve halk yararına verebiliyorum.
.
Çünkü...
.
Ben, benim çıkarlarım için değil, halkımın ve tüyü bitmemiş yetimin çıkarları için yaşıyorum. Tabii ki bu durum, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Pinokyo Demirkanlı'yı çok rahatsız ediyor! Onu çileden çıkarıyor; reklâmının, sadakasının, mamasının kesileceğini düşünüyor. Pinokyo Demirkanlı, midesinden Devlet Tiyatroları'na bağlı/bağımlı olduğundan, halka bağlı/bağımlı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarının imha edilmesi için LİNÇ KAMPANYASI bile düzenleyebilecek kadar alçalabiliyor!

LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Bulunmaz, Büktel’in Aşil topuğu oldu mu olmadı mı? Önce yukarıdaki efsaneyle, konuyu örtüştürmeye çalışalım. Birkaç gündür size Aşil topuğunun sözlük anlamını yazıyorum, o tanımı yukarıda kısa açıklaması olan efsaneyle açıklamak daha doğru olacak.


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Biz, hemen bu konuya müdahale edelim: Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel'in "Aşil Topuğu" olmadı, olmuyor ve asla olmayacak. Hiç kimse heveslenmesin. Birinin, birilerinin, bana bir sıfat takması pek önemli değil. Önemli olan, benim o sıfatı kabul etmem ve/ya toplumun bu sıfatı bana yakıştırması. Herhangi bir sıfatın toplum tarafından benimsenmesi için, öncelikle, o sıfatı yakıştıran kişinin dürüst, gerçekçi, insancıl, halktan ve haktan yana biri olması gerekir. Yalancı, sahtekâr, insanlıktan nasibini almamış, halka ve hakka karşıt birinin, herhangi bir sıfatı "piyasaya sürmesi" olanaksızdır. Asla tutmaz...

Türkiye tiyatrosunu kirletenlere takılan ve hemen tutan sıfatlardan birkaçını sıralamakta yarar var: "LİNÇÇİ", "Yalan Makinesi", "3. Abdülhamid", "Bileyci", "Feci Felsefeci"...

Türkiye tiyatrosunu, bir asker disiplini içerisinde sürekli olarak kirleten Demirkanlı'ya bu yazı içerisinde takılan ve hemen tutacak olan üç örnek verelim: "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu", "Pinokyo" ve "Ölü Sevici"...

Pinokyo Demirkanlı, LİNÇ KAMPANYASI sürecinde 1100(?) alçağı, budalayı, cahili, çapulcuyu, düşkünü, enayiyi, fedaiyi, garibi, hademeyi... kandırıp kafaya alarak, bana, bize karşı bu zavallıları kışkırttı. Ancak, aradan uzun yıllar geçmemesine, bu kampanyanın belleklerden henüz silinmemesine karşın, Pinokyo Demirkanlı, şimdi bana karşı yaptığı alçakça saldırı sürecinde, o 1100(?) kişilik alçaklar ordusundan hiçbiri, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu", "Pinokyo" ve "Ölü Sevici" keratanın safını tutmuyorlar, bu zavallıyı, cami avlusuna bırakılmış bir piç gibi algılayıp, hızla, hem de şimşek hızıyla onu terk ediyorlar!

Yineliyorum; benim "Aşil Topuğu" olabilmem için, ya ben bu sıfatı kabul etmem ve/ya Türkiye tiyatrosundaki LİNÇÇİ alçaklardan değil de, nesnel anlamda sözü dinlenen birçok kişiden icazet alman gerekir Pinokyo'cuğum. Ha, onlardan aldığın icazet sonrası, ben, senin yakıştırdığın sıfata boyun eğersem ne âla; boyun eğmeyip, LİNÇ KAMPANYASI sürecinde verdiğim mücadele gibi sert bir mücadele verirsem, sen yine avucunu yada bir başka yerini yalayıp durursun! Nasıl olsa, senin miden her şeyi kaldırır!!!



LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Bu efsaneye bakarsak, Aşil, annesi sayesinde suya batırılarak ölümsüzlük zırhıyla kaplanmıştır. Sadece suya batırılamadığı için en zayıf noktası olarak topuğu kalmıştır. Yani burada bir olumluluk değil olumsuzluktur Aşil’in topuğu, Aşil’in zayıf noktasıdır. Aşil’e zarar verilmesine sebep olacak tek uzvudur. Dolaysıyla Büktel, Bulunmaz’dan “Aşil topuğum” diye söz ederken bir olumluluktan söz etmiyor. Kendini benim için siper etti, benim uğruma kendini ortaya koydu, beni korudu gibi bir anlam çıkmıyor bu benzetmeden. Ne çıkıyor? Ben tepeden tırnağa korumalıydım, kendimden tılsımlıydım ama Hilmi çıktı ve Aşil’in tılsımsız topuğu gibi ortaya atıldı, benim Aşil topuğum olmakla zayıf noktam oldu, benim vurulmama, zarar görmeme neden oldu, anlamı çıkıyor. Yani burada Hilmi Bulunmaz’a bir teşekkür, bir övgü yok, iyi ki sen varsın, iyi ki ortaya çıkıp yanımda yer aldın gibi bir yandaşa takdir de yok. Ne var? Sen benim yanımda yer aldın ama benim zarar görmeme neden oldun, açıklaması var. Zaten bunu da cümlesinin devamında açıkça belirtiyor. Ben onaylamasam da şu şu sözleri etti benim de zarar görmeme neden oldu şeklinde. ‘


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Canım Mustafacığım, okuru aptal yerine koyarak, ana okulu çocuklarına masal anlatan stajyer öğretmen gibi, sıkıcı bir paragrafın ipine yapışınca, bilimsel bir kaportaya sahip olmuş gibi görünüyorsun. Ancak, henüz okuma yazma öğrenmeye yeltenen ufaklıklar bile senden çok daha rahat bir dille, çok daha rahat bir biçimde anlatabilirler bu "efsane"yi!
.
Okurlardan özür dileyerek, bir yinelemede daha bulunacağım; ben, hiçbir birey için kendimi durduk yerde siper etmem, ben sadece ve sadece haksızlığa uğramış insanların hakkını savunurum. Prof. Dr. Özdemir Nutku, Coşkun Büktel'e iftira attı ve hemen hemen bütün Türkiye tiyatrosu, "mağdur"un yanında değil, iftiracının yanında saf tuttu. Ben, alçak bir insan olmadığım, bu alçaklık bana göre bir davranış olmadığı için, ben, "mağdur"dan yana tavır alıp, her zaman yaptığım gibi "mağdur"u savundum. Hepsi bu...
.
Pinokyo Demirkanlı, sanki ben, "Aşil Topuğu" lâfını kabul etmişim gibi hareket edip, sayıklamalarını sürdürüyor. Demirkanlı'da bir gram, bir santim, bir nebze zekâ ve akıl olsa, bir yudum ahlâk olsa, sayıklamaları bir kenara koyup nesnel değerlendirme yapmaya çalışır. Ancak, Pinokyo Demirkanlı'nın Lemi Bilgin'den alacağı reklâm (sadaka) dışında hiçbir düşüncesi olmadığı için, ne kadar aklı varsa, işte o kadarıyla duvarlara kafasını çarpa çarpa yol almaya çalışıyor.

Coşkun Büktel, Marksist olmadığı, sosyalist olmadığı, diyalektik materyalist yöntemle düşünüp hareket etmediği için, "ölülerin arkasından konuşmak" konusunda benim gibi davranmak zorunda değil. Nasıl ki, ben de onun gibi davranmak zorunda değilsem. Ben, ölülerin arkasından her zaman için düşünce geliştirir, bu düşüncemi sözlü ve/ya yazılı olarak gündeme getiririm. Pinokyo Demirkanlı'nın mantığına göre, insanlık düşmanı Adolf Hitler'in de, insanlık dostu Karl Marks'ın da arkasından asla konuşmamam gerekir. Bana göre, bu "ölünün arkasından konuşmama" düşüncesi (konuşma yasağı) sadece diyalektik materyalist düşünce biçimine değil, doğanın diyalektiğine de aykırı, hattâ nesnel tarih bilimine de aykırı...


Benim, bu en doğal konuşma/yazma hakkımı, ne Coşkun Büktel, ne Pinokyo Demirkanlı, ne polis, ne savcı, ne yargıç engelleyebilir. Ben, hiçbir kimsenin, hiçbir yazarın, hiçbir polisin, hiçbir savcının, hiçbir yargıcın, hiçbir müştekinin görüşü doğrultusunda düşünce geliştirmem. Ben, başkalarının direktifi doğrultusunda yazı yazmam. Beni, sadece sol mememin altındaki vicdanımın sesi ilgilendirir. Bu ses de, emekçilerin iktidarına giden yoldaki haritaya bakarak hareket eder.


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


O kadar söyledim uyardım benim Aşil topuğum olma’, dedim derken bunu bana kol kanat germe, bana siper olma, sen de zarar görürsün anlamında değil bana kol kanat germe, bana siper olma senin yüzünden ben zarar göreceğim, şeklinde okumak da mümkün. Hilmi Bulunmaz ortaya çıkmasaydı, Büktel’in kendince hasım saydığı kişiler ona asla zarar vermeyecekti ama Bulunmaz ortaya çıkıp Aşil’in topuğundan vurulmasına neden oldu. Yani bunca flörtün ve cansiperane savunmanın ardından Büktel’den Bulunmaz’a duyduğumuz bir teşekkür değil, suçlama. Zaten Hilmi Bulunmaz’ın ölmüş veya ölüm döşeğindeki bazı sanatçıları (Mehmet Akan, Lale Oraloğlu, Zeki Göker gibi.) suçlamalarını da “insanlık dışı” olarak tanımlıyor Büktel Yeni Tiyatro Dergisi’nde.


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Vallahi, canım Mustafacığım, neyi, nasıl okursan oku, neyi, nerenden anlarsan anla; pek umurunda değil. Ben, seni ciddiye aldığım için değil; sadece okurları ciddiye aldığım için, bazı açıklamalar yapmaya çalışıyorum. Ben, "Çanakkale Boğazı" dediğimden, birinin "yandı götümün ağzı" demesi beni ilgilendirmiyor. Beni, "başkaları"nın nasıl gördüğü, benim görüşlerimi nasıl okuduğu, beni pek fazla ilgilendirmiyor. Benim için, entelektüel olmayı, Devlet Tiyatroları bütçesinden reklâm (sadaka) almaya programlanmış, bu programlanmayı bir iş sayan insanlardan daha çok, emekçilerin iktidarı için savaşım veren halktan insanlar ilgilendiriyor.
.
Canım Pinokyo kardeşim benim, yine ağzına almaktan zevk duyduğun Mehmet Akan, Lale Oraloğlu ve Zeki Göker adlarını gündeme getiriyorsun. Peki, benim bunlar hakkında yazdığım yazılara neden link verme cüretini gösteremiyorsun. Köpeksiz köyde değneksiz gezmek hoşuna mı gidiyor? Olay çok basit Pinokyo kardeşim; ver linki, okurlar da paşa paşa okusunlar görüşlerimi. Sen, neden okurların gözlerinden korkuyorsun? Demek ki, sende "göz korkusu" var! Yeni Tiyatro Dergisi'nde Zeki Göker adı geçiyor mu canım Mustafacığım. Geçiyorsa, nasıl bir bağlamda dile gelmiş yazar mısın lütfen?... Yazarsan sevinirim. Ben de bilgilenmiş olurum...

Ben, Ankara Birlik Tiyatrosu'nun patronu Zeki Göker'in beni, bizi (Bulunmaz Tiyatro'yu) dolandırdığını, 1994 yılında (Zeki Göker ölmeden on iki yıl önce) yayınladığım MuM Kültür-Sanat Dergisi'nin ilk sayısında dile getirdim. (Bakınız: Hilmi Bulunmaz, "Ben Tiyatrocuyum Soyarım") Zâten, MuM Kültür-Sanat Dergisi'ni yayınlamamın nedenlerinden biri de, Zeki Göker'in bana, bize (Bulunmaz Tiyatro'ya) ve Türkiye tiyatrosuna verdiği zararları anlatabilmekti. Zeki Göker, bana, bize (Bulunmaz Tiyatro'ya) kazık atıncaya dek, birçok insana da kazık attığını duymuş, ancak elimde belge, delil, ispat, kanıt olmadığı için, Türkiye tiyatrosuna karşıt bu kişiyi deşifre edememiş, bu zararlının Türkiye tiyatrosuna verdiği zararların listesini asla çıkaramamıştım.

Pinokyo Demirkanlı ise, benim, işçi sınıfı bilincine nicelik bir katkı sunmak düşüncesiyle kaleme alıp Ekim 1994 tarihinde yayınladığım bu yazıyı okumamış olmakla birlikte; küçük burjuvaların kusmuk kokulu ruhlarını, "roman demek için bin şahit gerektiren" romanı "Biz çok özgürdük!" zırvasının içerisinde yayınlayıp, bu "roman demek için bin şahit gerektiren" şeyi piyasaya sürüp burjuva kültürünün bile yanlış tanınmasına neden oluyordu. "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Demirkanlı, böylelikle, Batılı anlamda bir sınıflar ilişkisi, Batılı anlamda bir sınıflar çelişkisi yaşamamış olan ülkemizde, burjuva kültürünün bir ögesi olan romanı bile özümsememiş toplum yapımıza, "roman olmayan şeyi roman diye yutturarak" bir katkı değil, bir batkı (hüsran) armağan etmiştir!

Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, "Ben Tiyatrocuyum Soyarım" başlıklı yazıda, Zeki Göker'in sosyalizme değil, kendi çıkarlarına hizmet ettiğini anlatıyordu. Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, sadece kapitalistleri değil, ikiyüzlü ve/ya yüzsüz solcuları da eleştiri oklarıyla yerden yere vururken, Pinokyo Demirkanlı, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için inşa edilmiş küçükburjuva ruhuna tutsak olarak, insanlara kösnül duygular aşılayan ve üzerinde "roman" yazdığı için "roman" diye okurlara kakalanan, yutturulan, aslında sümüklü bir mendilden hiçbir farkı olmayan bir karalama defteri yayınlıyordu.

Ben, bir insan yaşarken, onun hakkında söz söyleyemeyecek, yazı yazamayacak kadar alçak, korkak biri değilim. Ben, köpeksiz köyde değneksiz gezmiyorum. Ben, köpekli köyde değnekle geziyorum. Köpekleri çok yakından tanıdığım için, hangi köpeğe nasıl, ne kadar değnek vuracağımı çok iyi biliyorum. Yani özetle, ben asla orrrospu çocuğu değilim.
.
Pinokyo Demirkanlı'nın, Recep Bilginer'in ölümünden sonra neler yazdığını, tiyatro kamuoyu çok iyi biliyor. Peki, Pinokyo Demirkanlı, neden Recep Bilginer öldükten sonra, kendini savunamayacak bir duruma geldikten sonra o ağır sözleri söyleyebilecek cesaret gösterebildi? "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu", Pinokyo Demirkanlı, sen, gözü dönmüş, ölüden göz isteyen, bir ölü sevici misin? (Bakınız: Mustafa Demirkanlı, "Acı Üzerine Acı") "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Demirkanlı, bir ölü sevici olarak, bakınız Recep Bilginer'in ölümünün ardından ne diyor:

"Oyunları oynanmıyor diye Cumhurbaşkanı’na bile şikâyet etti Devlet Tiyatroları’nı. Oyun yazarlığına çok zarar verdi ve gitti, anahtarlarıyla ve dernek defterleriyle birlikte."
"Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" , "Pinokyo" Demirkanlı, ne kadar itici, ne kadar alçakça bir yaklaşım içerisinde değil mi? Ben, böyle alçak adamlara(!) "ölü sevici", "ölüden göz isteyici" diyorum. Halkımız, bir adım ileri çıkıp biraz daha ağırını, daha okkalısını söylüyor.



LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Bulunmaz ne diyor? Ben kimsenin Aşil topuğu değilim, olsam olsam işçi sınıfının Aşil topuğu olurum, diyor. Eğer bu efsaneye oturtursak, Bulunmaz burada da iyi bir şey söylediğini sanarak yine yanlış bir niteleme yapıyor. Aşil topuğu, Aşil’in zarar görebileceği en zayıf noktası. Ve Aşil, topuğu ortaya çıkınca sadece topuk vurulmuyor topuktan vurularak Aşil öldürülüyor. Yani Bulunmaz, Aşil topuğu olduğunu söylerken işçi sınıfına iyilik yaptığını mı sanıyor bilmiyorum ama (Aşil’in) işçi sınıfının vurulup yok olmasına sebep olacak uzvu olmaya niyetleniyor. Doğrudur, Bulunmaz bu tutumla işçi sınıfına da zarar verecektir. Zaten geçmişten gelen siyasi tavırlarını da göz önüne alınca işçi sınıfına hep zarar verenlerin içerisinde olmamış mı? (Bir dönem Fetullahçı yakınlaşması gibi, Sosyalistliği, beğenmediği insanlara hakaret etme olarak lanse etmesi gibi.)


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Yineliyorum; "Ben kimsenin Aşil topuğu değilim, olsam olsam işçi sınıfının Aşil topuğu olurum"demedim, demiyorum, demeyeceğim. "Olumlu" bir şey söylemediğimin, "olumsuz" bir şey söylediğimin farkındayım; dangalak kardeşim benim.
.
Ben, bir şeye niyetlenmiyorum... Ben, bir şey diyorum: "İşçi Sınıfının Aşıl Topuğu olursam, bu sınıfa zarar verebilirim". Örnekse, benim düşünceme göre, sosyalist sanaçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek isteyen LİNÇÇİ Orhan Aydın, LİNÇÇİ olması nedeniyle, hem üyesi olduğunu sandığım Türkiye Komünist Partisi'ne (TKP) ve hem de TKP'yi kendi haklarını savunduğunu sanan işçi sınıfına zarar verdiği için, "İşçi Sınıfı'nın Aşil Topuğu"dur. Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek isteyen LİNÇÇİ Metin Boran, LİNÇÇİ olması nedeniyle, hem üyesi olduğunu sandığım Emek Partisi'ne ve hem de EMEP'i kendi haklarını savunduğunu sanan işçi sınıfına zarar verdiği için, "İşçi Sınıfı'nın Aşil Topuğu"dur.

Bana bak canım Pinokyo Mustafendi, ben, hiçbir zaman "Fethullah yakınlaşması" içerisinde bulunacak kadar alçalmadım. Ben, "Fetullah yakınlaşması" içerisinde bulunmuşsam, kendimi orrrospu çocuğu olarak ilan edebilirim. Ancak, bu konuda belge gösteremeyip üfüren, hızla, hem de şimşek hızıyla burnu uzayan Pinokyo Demirkanlı'nın ne olduğuna kendisi karar versin! Ben, herhangi bir insanı beğenmediğim için değil, işçi sınıfına zarar verdiği için eleştiririm.
.
Ben, Mustafa Kemal Atatürk'ün gölgesinin vurduğu Kuleli Askerî Lisesi ve Kara Harp Okulu'ndaki disiplinle yetişmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne hizmet etmiş Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın, kendinden olmayan herkesi "Fethullah potasındaki kota"ya dahil etme refleksini çok iyi anlıyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde, her zaman için, böyle "kuvvetsiz" darbeciler olabilir. Zâten, Mustafa Kemal Atatürk ruhuyla yetişmiş Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın ruhsal davranışlarını anlayabilmek için, Türk Silahlı Kuvvetleri tarihine şöyle bir bakmanız, 1971 ve 1980 darbelerini anımsamanız yeter de artar bile!

LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Şimdi konuyu bir de kim haklı olarak ele alalım.


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Ben, hayatı ve sanatı, kim haklı, kim haksız ölçütleriyle değerlendiren biri değilim. Benim için, her sözcük, her kavram, mutlaka sınıfsaldır. Örnekse Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün çanağını yalayan Mustafa Demirkanlı, sadece bu davranışıyla bile, hayatın ve sanatın içinde tamamıyla "haksız"dır. Yine örnekse, Coşkun Büktel, Türkiye tiyatrosunun en ünlü profesörü, Türkiye tiyatrosunun Kenan Evren'i Özdemir Nutku tarafından iftiraya uğradığı için, sadece bu durum nedeniyle bile, hayatın ve sanatın içinde tamamıyla "haklı"dır.
.
Yineliyorum; benim için her kavram mutlaka sınıfsaldır. Çünkü, şuna çok eminim; kapitalizm, bir yanılsama fabrikası olduğu için, yalan üretme üzerine inşa edilmiştir. Sen de onlarca, yüzlerce yalan üreten makine olduğun için, sen de niyetten bağımsız, nesnel değerlendirmeyle baktığımızda, kapitalizmin hizmet eri olduğun, kendiliğinden ortaya çıkar. Yani, ben sosyalist olduğum, hiçbir bireyin "Aşil Topuğu" olmayı kabul etmediğim, ezilen sınıfın sanatını yaptığım için, "haklı"yım; sen çanak yaladığın ve yalan söylediğin için "haksız"sın! Bunun lamı cimi yok!!!

LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Hilmi benim Aşil topuğum oldu diyen Büktel mi haklı, yoksa ben asla kimsenin Aşil topuğu olmam diyen Bulunmaz mı haklı?


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Böyle eklektik, sentetik, direktif verir gibi bir karşılaştırma yapmak, pek akılcıl değil. Böyle anlamsız karşılaştırmalar, ancak nizamiyenin içerisinde olabilir!
.
Ben, okurlara karşı sorumluluk duygusuyla hareket etmek zorunda olduğumdan, şunu hemen belirtmek zorundayım; işçi sınıfının sanatçısı olduğum, ürettiklerimi bu sınıfın geleceğini düşünerek ortaya koyduğum için, yineleyorum; ben illa ki, bir "Aşil Topuğu" olacaksam, böyle bir trajik durum gerçekleşecekse, ancak işçi sınıfının "Aşil Topuğu" olurum. İlla ki, biri "Aşil" olacaksa, benim siyasal görüşüme göre bu işçi sınıfı olur. Nasıl ki, su testisi su yolunda kırılırsa, ben de, işçi sınıfının "hizmetkârı" olduğum için, yaptıklarımla ancak bu sınıfa "ihânet" edebilme olasılığının hesabını yaparım.
.
Ben, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü çanağı yalamış olsam, benim zararım, benim "Aşil Topuğu" olma durumum, o zaman kapitalizm için geçerlidir. Bu bağlamda baktığımızda, Pinokyo Demirkanlı "Devletin Aşil Topuğu"dur. İşte ben, tam da bu nedenle sürekli olarak Pinokyo Demirkanlı'yla uğraşıyorum. En azından, tiyatral mücadele içerisinde, Pinokyo Demirkanlı'nın süngüsünü iyice düşürürsem, onu Kuleli Askerî Lisesi yıllarının gerisine sürükleyebilirsem, onun, o saçma ve pespaye dergisinin okunamaz duruma gelmesi için mücadelemi hızla ve aynı kararlılıkla sürdürebilirsem, tiyatro dünyası içerisinde bulunan "devlet"in can çekişmesini çabuklaştırmış olurum.

LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Bulunmaz’a sorarsanız o, ne kimsenin Aşil topuğudur ne de fedaisidir. (Fedai kelimesini özellikle seçtim, Bulunmaz Aşil topuğu olmayı fedai olmak gibi algılıyor o nedenle de işçi sınıfının Aşil topuğu olabileceğini söylüyor.) Bulunmaz’ın bu Aşil topuğunu yanlış algılaması ile devam edersek Büktel’in de fedaisi olmamıştır. Sadece onu gerçekçi yazar bulduğu için, haksızlığa uğradığını düşündüğü için bir gerçekçi, bir sosyalist, bir mazlumdan yana, bir ezilenden yana kişi olarak onun yanında yer almıştır.
LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Ben, sadece Aşıl Topuğu olmayı değil, beni "Coşkun Büktel, Yeni Tiyatro Dergisi’ne verdiği söyleşide Hilmi Bulunmaz’ı kendisinin Aşil topuğu olmakla itham etti." sözleriyle, benim Aşıl Topuğu olduğumu iddia edebilecek kadar alçalan bir insanın sözlerini asla kabul etmem. Demirkanlı'nın tümce içerisinde kullandığı "itham etmek" sözü Osmanlıca'dır ve sözlük karşılığı "suçlamak"tır. Varsayalım ki, biri beni "Aşil Topuğu" olmakla "itham etti", o kişinin ithamı, benim Aşıl Topğu olduğum anlamına mı gelir? Demirkanlı, her zaman yaptığı numaraları, tekrar tekrar gündeme getirerek, yalanını gerçek kılmaya çalışan simyacılara benziyor.


Demirkanlı'nın, "Aşil Topuğu=Fedai" benzetmesine de hayran olduğumu(!) hemen belirtmeliyim. Kendi kafasından, kendi kıçından bir şey yumurtluyor; sonra bu durumu kerteriz noktası olarak algılayıp sapla samanı birbirine karıştırıyor; elmalarla armutları topluyor ve ayvalarla şeftalileri aynı küfede taşımaya çalışıyor. Tabii, böylelikle, samanın altından su yürütürken, sap gözüne batıyor. Gözüne batan sapı çıkarırtmaya çabalarken, kafasına çürük elmalar düşünce, kendisini Newton kadar akıllı sanıyor! Armudun iyisini yemek için öne çıkma hareketlerini mekanik bir biçimde yinelerken, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" sıfatını, taammüden ve kendiliğinden elde etme başarısı gösteriyor. Bu arada, aynı küfede bulunmaları nedeniyle, ayvalar şeftalileri teker teker ezerden, Demirkanlı, armudun iyisini yiyememe (Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nden reklâm -sadaka- alamama) ihtimalinin büyümüsiyle, ayvayı yemeye başlıyor!...


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Acaba durum gerçekten öyle midir? Eğer Bulunmaz, Büktel’i sadece mağdur olduğunu, haksızlığa uğradığını düşündüğü konularda cansiperane savunsaydı buna inanabilirdik. Ama şu son birkaç yıldır gördük ki Bulunmaz, Büktel’in en ağır suçlarına (Bize göre değil, Bulunmaz’a göre suç.) ortak olmuştur, göz yummuştur. Onun, ‘aç mı kalsaydım, dizi de yazdım, bu halkı uyutan dizilere katkı da sundum, hatta halkı uyutma başarısı demek olan reytingle de övündüm’ tavrını eleştirir ve arkadaş bu işin mazereti olmaz eğer sen aç mı kalsaydım diyorsan aynısı dizilerde oynayanlar için de geçerli, derdi ve ben Büktel’in haksızlığa uğradığı konularda yanındayım ama şu bakımlardan da eleştiriyorum, onaylamıyorum diyebilirdi. Diyemedi tabii hiçbir zaman, sadece öfkelenip başkalarına hakaretler yağdırdı.


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Evet, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" canım Mustafacığım, ben, içinde bulunduğumuz koşullarda, televizyon dizilerinde göreve alınmasından yana değilim. Taaa, başından beri Coşkun Büktel'in "Arka Sıradakiler" dizinde görev aldığını biliyordum. Coşkun Büktel, bu konuyu asla gizlemedi. Madem ki, senin paşa gönlün, senin beceriksiz subay gönlün öyle istedi, bu konudaki görüşümü belirteyim; televizyon dizilerine hizmet eden herkese karşı olduğum gibi, Coşkun Büktel'in bu yanına da karşıyım. Ancak, ben, hiçbir zaman Coşkun Büktel'in "Arka Sıradakiler" dizisini övücü herhangi bir haber yapmadım. Bu konuda Coşkun Büktel'in doğru yaptığı ima eden herhangi bir söz söylemedim. Sözün hemen burasında durup, kendimizi mola taşı"na yerleştirip


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Oysa ne yaptı? Tam bir fedai ya da sorgusuz sualsiz bir teslimiyetçilikle onun en olumlamayacağı tavırlarını bile görmezden geldi, susma hakkını kullandı. Kendisi de bu tavrı içine sindiremediğinden olsa gerek “Ben Theope yazarı Coşkun Büktel’le ilgileniyorum, Dizi Yazarı Coşkun Büktel’le ilgilenmiyorum” gibi tuhaf bir açıklama yaparak Büktel’i şimdilik ikiye ayırdı. Onayladığı Büktel, onaylamadığı Büktel… Harika ikilinin, harika ilişkileri…
LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Eeee!!!... "Herkes", benim televizyon dizileri hakkında ne düşündüğümü biliyor. Televizyon dizilerinde görev almayı doğru bulmadığımı, Coşkun Büktel de biliyor, sen de biliyorsun, hattâ, "Mısır'daki Sağır Sultan" da biliyor. Ben, öncelikle dünya görüşünü değiştirenlerle ilgileniyorum. Örnekse Mehmet Akan, 12 Eylül Faşizmi öncesi, "keskin oyunlar" oynayan Dostlar Tiyatrosu'ndaydı ve bizlere, bizim gibi yeni yetme devrimcilere, sahnedeki uygulamalarıyla, âdeta "devrim provaları" yaptırıyorlardı. Mehmet Akan, tıpkı LİNÇÇİ Genco Erkal gibi, 12 Eylül Faşizmi rüzgârıyla birlikte, burjuvazinin imgecisi oldu. Belki, şu anda yaşıyor olsaydı, LİNÇÇİ bile olabilirdi! Oysa, Coşkun Büktel, hiçbir zaman için, hiçbir koşulda, hiçbir kimseye "komünizm, sosyalizm, sosyalist gerçekçilik, diyalektik tiyatro" konularında, yeni yetmelerin kulaklarına hiçbir şey fısıldamadı. Coşkun Büktel, televizyon dizisine "katkıda bulunurken", yaptığı işin bir sanat, hele hele devrimci bir sanat olduğu zorlamasında bulunmadı. Ben, Coşkun Büktel'e Marksist bir sanatçı gözüyla bakmadığım için, aldatılma olasılığım pek yok.


Ben, Coşkun Büktel'in televizyon dizisinde yaptığı işleri yanlış bulduğumu dile getirmemiş olsam bile, ne zaman, nerede, onun televizyon için yaptığı bu iş için kendisine destek sundum? Ne zaman, nerede, yaptığı dizinin övgüsünü yaptım? Mustafacığım, sen, öyle bir tablo çizmeye kalkıyorsun ki, insanı şabalak yerine koymaya çalışıyorsun. Evet, ben, Coşkun Büktel'in ve onun başyapıtı Theope'nin, Türkiye'nin en ünlü tiyatro profesörü Özdemir Nutku tarafından iftiraya uğramasıyla ilgilendim. Onun "mağduriyeti", benim için çok önemliydi. Ben, bütün "tiyatro tanrılarının hışmını" göze alarak, "güçlü tiyatral iktidar"ın yanında değil, "haklı tiyatral muhalefet"in yanında saf tuttum. Yineliyorum, bir gün, sen de bir iftiraya uğrarsan, "haklı tiyatral muhalefet" olmamana karşın, senin de yanında saf tutarım. Nasıl ki, şu anda iftiracı olduğun için, sana da sonuna kadar karşı çıkıyorsam...


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


‘Ben imkanlarım olduğu halde kızımı koleje değil devlet okuluna yolladım, senin azıcık paran oldu, oğlunu artist olarak yetiştiriyorsun, oğlumun jakuzili evine kalıyorum diye anlamsız böbürlenme açıklamaları, yapıyorsun’ diyemedi. Biz seninle facebook’u bataklık ilan ettik sen şimdi facebook’da fink atıyorsun, diyemedi. (Bütün bunları demesi gerekirdi gibi bir anlam çıkmasın, Büktel normal, doğal hayat akışı içinde yaşamını sürdürüyor ve yaşamındaki hiçbir uğraş bizi ne rahatsız ediyor ne de karşı duruşumuz var.) Onu her şeyiyle bir ilah görüp arada bir de olsa tiyatrosuna gelmesini gurur vesilesi sayıp sayfalarına taşıdı, videolar çekip övünç kaynağı saydı…
LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


İlahi Mustafa!... Sen çok yaşa, emi!... Çürük elma düşmüş ve örümcek bağlamış kafanın içerisinde yapay bir denklem kuruyor ve bu denklemi çözdüğünü sanıp, şöyle yanlış bir sonuca ulaşıyorsun: Coşkun Büktel=Hilmi Bulunmaz. Bak canım kardeşim, sapla samanı birbirine karıştırma; gözüne sap kaçar. Ben, sosyalist bir insan olduğum için, ideolojime uygun yaşıyorum. Ben, kulübede yaşayan insanla, sarayda yaşayan insanın aynı düşünceye sahip olamayacağına eminim. Ben, maddenin düşünceyi belirlediğini biliyorum. Bu yüzden, ömrümün tamamı, yeraltında geçiyor. Sabahın köründen akşamın körüne kadar, yaklaşık 12-13 saat bir bodrum katındaki işyerimde çalışıyorum. Akşamları birkaç saatliğine bodrum katındaki tiyatromda bulunuyorum. Geceleri bodrum katındaki evimde yaşıyorum. Bütün bu mekânları, ben, seçerek elde ettim. Merak etme, mazoşist falan değilim. Hem Tolstoy'un ruhuna sahip olduğum ve hem de maddenin düşünceyi belirlediğini bildiğim için, ben böyle yaşamayı yeğliyorum. Ben, ne Coşkun Büktel, ne de Mustafa Demirkanlı'yım. Benim adım Hilmi Bulunmaz.


Ben, taaa başından beri, kurulduğu andan bu yana, facebook'a bataklık muamelesi yapıyorum; facebook hakkında yazarken, zaman zaman bir harfini (o) düşürüp, facebok olarak yazıyorum. Canım Mustafacığım, elmalarla armutları toplama; Coşkun Büktel=Hilmi Bulunmaz sonucuna ulaşma. Böyle yapay denklemler oluşturursan, başına kırmızı elma düşmüş Newton amcan, sana çok fena halde bozulur sonra!...


Bana bak canım kardeşim, yine yavşaklıklar yapmak için, yedi takla atıyorsun. Ben, komünist, sosyalist olduğum, diyalektik materyalist yöntemle düşünebilme becerisi geliştirmiş bir sanatçı olduğum için, hiç kimseyi ilah olarak görmediğim gibi, Coşkun Büktel'i de bir ilah olarak görmedim, görmüyorum, görmeyeceğim. Yineliyorum; benim için, Coşkun Büktel'in "mağduriyeti" başat etmendir. Senin de içinde bulunduğun iftira çetesinin, LİNÇ sürüsünün saldırısına karşı, onun gereksinimi olmasa bile, "mağduru korumu refleksi"yle hareket ettim. Benim için bu çok önemli bir konu... Theope gibi bir "Everest" üretmiş bir kişinin LİNÇ edilmek istenmesine, ona iftira atılmasına karşıydım, karşıyım ve mütemadiyen karşı olacağım. Hoş, Theope gibi bir yapıt üretmeseydi, yine de "mağdur" olduğu için, mutlaka Coşkun Büktel'in yanında saf tutardım. Yineliyorum; yarın, sana da iftira atılsa, sen de LİNÇ edilmek istensen, senin de yanında saf tutarım...


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Büktel, bu bakımdan daha mert, daha dürüst. Zaman zaman çıktı, açıkça, dürüstçe, mertçe (Büktel’in kendi deyimi.) ‘ben Hilmi’nin şu şu konularda tavrını yanlış buluyorum’, diye açıklayabildi. Ama Hilmi Bulunmaz, Büktel için asla bir tek satır eleştiri getiremedi, getiremez de, ancak “Büktel beş günde eleştirilemez” diye mahcubiyetine gerekçe oluşturur... Bir efendi-köle ilişkisi şeklinde olmasa da bir gövde-ayak ilişkisi olduğu resmedilmiştir üç yıldır. Gövde nereye giderse ayak da oraya gidecek, ayak gövdeye başkaldıramayacaktı. Ayak olmasına olmuştu ama onun bu yürüyüşüne eşlik ederken bu tılsımlı suya batmamış ayak onun topuğundan vurulmasına, zarar görmesine de sebep olmuştu. İşte durum budur, Büktel’in açıkladığı ve Bulunmaz’ın tahammül edemediği gerçek budur, tahammül edemediği için de Büktel’e değil onun dışında aklına gelen herkese hakaretler yağdırmaktadır, her çaresiz kaldığında yaptığı gibi... Tabi buna bir kılıf bulup açıklamak bir hayli zordur ve Bulunmaz da bu zor dönemde yazmakta zorlanmaktadır. Çünkü, Büktel bugün değil iki yıl önce ve yüzüne söylemiştir, bu zaman farkını da açıklamakta zorlanmaktadır, açıklayamayacaktır da. Sadece sanki yeni öğrenmiş gibi davranıp oyalanacaktır.
LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Cancağızım, soyut, hep soyut sözler kullanıyorsun. Hayır canım; felsefi anlamda soyut değil. Çemberden bile daha yuvarlak sözler kullanıyorsun. Bir insanın, bir dünya görüşü olur; bu dünya görüşüne omurga da denilebilir ve bu dünya görüşüne, bu omurgasına göre değerlendirilir kişi. Aklınca, beni kışkırtmaya çalışıyorsun. Ben, seni ve senin LİNÇÇİ yoldaşlarını ciddiye aldığım için değil; okurları ciddiye aldığım için yazı yazıyorum. Hep aynı kısır döngü içerisinde gezindiğin için, beni de sürekli olarak aynı kısır döngünün içerisine çekmek istiyorsun. Ben, öncelikle tiyatral iktidarı ele geçirmiş alçaklar sürüsüne karşı eleştiri oklarımı kullanıyorum. Sen, illaki bir efendi-köle ilişkisi kurmak istiyorsan, tek başlarına hiçbir boka yaramadıklarını bildikleri için, bir araya gelmek zorunda kalan 1100(?) kişilik alçaklar ordusunun içerisindeki insanlarda ara efendi-köle ilişkisini. Bir sosyalist, ancak ve ancak, sadece ve sadece işçi sınıfına karşı sorumludur. Yeri geldiğinde ve gereksinme duyduğumda, herkesi eleştirme hakkına sahip olduğum gibi, Coşkun Büktel'i de eleştirebilirim. Ancak, bu konuda, bana hesap soracak en son kişi sensin. Çünkü sen, LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorusun. Çünkü sen, iftiracı Özdemir Nutku'nun kankasısın. Çünkü sen, iftiracı, yalancı ve en önemlisi "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu"sun... Yaptığın sözde eleştirlerde kaynak göstersen, çok sevineceğim. Gerçi senin gibi biralçaktan belge, delil, ispat, kanıt, kaynak beklemek, ölüden öpücük beklemeye benzer!!!


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Bu ikilinin ilişkisinde söylenecekleri Büktel söylemiştir ve olay bitmiş, gerisi teferruattır. Ama bana sorarsanız diyorum ki aman ha Hilmi, sakın İşçi sınıfının Aşil topuğu falan olayım deme. İşçi sınıfına vuran vurmuş bir de sen topuk mopuk olup topuğundan vurdurma!


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Söylemin, LİNÇÇİ site tiyatrodergisi.com.tr'ye çok yakışıyor. Söylemin, LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin yayın politikasına çok yakışıyor. Söylemin, kötürüm olmuş Türkiye tiyatrosunun zavallı portresine çok yakışıyor. Söylemin, LİNÇÇİ ve küfürbaz Yücel Erten'in gölgesine sığınmış bir türkünün notalarına çok yakışıyor...

Çok komiksin Mustafacığım; komik olduğun kadar da savruk birisin. Bana bak "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" kardeşim; sen en iyisi bir felsefe ve bir de ekonomi sözlüğü al ve bu sözlüklerdeki sözcüklerin içerdiği kavramları kavramaya çalış. Sanırım, entrika çevirmek için harcadığın zamanın çokluğu nedeniyle, kitap okuyabilecek bir zamana sahip olamıyorsun; hiç olmazsa, sözlüklerdeki maddelerle işi idare et ki, işçi sınıfı hakkındaki bilgin kulaktan dolma, ağızdan üfürme aşamasını geçsin! Tamam mı, anlaştık mı?...

"Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" kardeşim Mustafa; işçi sınıfına yaklaşımınla, Lemi Bilgin'e yaklaşımını birbirine karıştırma; Lemi Bilgin'le yan yana fotoğraf çektirmiş olduğun gibi, belki "enseye tokat, göze parmak" da atabilirsin, ancak işçi sınıfı çok önemli bir mevzudur kardeşim; işçi sınıfıyla fotoğraf çektirmek zor, işçi sınıfıyla "enseye tokat, göze parmak" oyunu oynamak çok zordur.

Benim için, işçi sınıfı çok önemli bir olgudur; gerisi teferruattır. Benim için, başat ölçüt, işçi sınıfının iktidarının sanatsal planlamasıdır. Benim için, sosyalist sanat çok önemli olduğundan, benim yapabileceğim herhangi bir sanatsal yanlışta, bu sınıf zarar görebilir. İşçi sınıfına zarar verdiğim zaman, işçi sınıfı, arka kapağını verdiğin Lemi Bilgin kadar zayıf bir durumda olmadığı için, beni kendi karakterine göre uyarır. Ancak, arka kapağını verdiğin Lemi Bilgin, bırak seni uyarmayı bir yana, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'a saldırdıkça, senin mamanı, senin sadakanı, senin reklâmını artırır, artırıyor, artıracak.
.
Sahi Mustafacığım, şu İstanbul Devlet Tiyatrosu reklâm panoları konusunda neden susuyorsun? Ağzın dilin mi tutuldu; yoksa küçük dilini mi yuttun? Sahi o neydi öyle; Devlet Tiyatroları Cennet Sahnesi'nin açılışında, İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü Şakir Gürzumar'ın karşısında süt dökmüş kedi gibi sesizce durup sıranı bekliyordun! Senin, secdeye varmak üzere olan bir mümin gibi süklüm püklüm durman, yürek burkuyordu.
.
Oysa...
.
Ben, Coşkun Büktel ve Feridun Çetinkaya, Şakir Gürzumar'la "sohbet" ederken, İstanbul Devlet Tiyatrosu reklâm panoları da gündeme gelmişti. Ben, kuyruk sallayıp reklâm ağacındaki sadaka meyvelerini toplamak yerine, İstanbul Devlet Tiyatrosu reklâm panolarını konuşuyordum. Sen, hemen kıçımızın kenarındaydın; sanırım, muhtemelen sen de duyuyordun bu konuyu. Ama Mustafacığım, biz ayrı dünyaların insanlarıyız. Sen "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu"sun; ben, "İşçi Sınıfı'nın Aşil Topuğu"yum. Biz, seninle "kardeş kardeş" bir araya gelemesek de, "topuk topuğa" karşı karşıya gelebiliriz...

LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı diyor ki:


Not: Kazım Şimşek’in uzman tavrı ile kaleme almış olduğu açıklamalarını belgelerle çürütmüş olmamıza karşın, bu açıklamaları görmeyerek, yanıt veremeyerek hâlâ Kazım Şimşek’in yanlış açıklamalarına sığınmasını, belge diye sunmasını anlamakta zorluk çekiyoruz, demeyeceğim, Bulunmaz’ın genel tavrıdır. Kendini mutu hissediyorsa bizce sorun yok. Dünyanın 95 ülkesinden izlenmekte, katkılarını Türkiye sınırlarını aşıp Dünya’ya aktarmakta.


LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı değerlendirelim:


Yazının başından buraya kadar "lan/ulan" sözcüklerini kullanmamak için, kendimi oldukça zorladım. Ancak, başaramadım, başaramıyorum; lan oğlum, ulan Mustafa, Kâzım Şimşek, senin yalancı olduğunu bilmem kaçıncı kez kanıtladı... Sahi sen hâlâ, kendini Türkiye tiyatrosunda yayıncı mı sanıyorsun? Sen, kendi bacaklarının üzerinde durabilecek, kendi omuzlarının üzerinde kendi kafasını taşıyabilecek bir insan değilsin! Sen, ancak "Devlet Tiyatroları Aşil Topuğu" olarak soluk alıp veren sentetik bir "şey"sin!!! Sen, sesin, sözün, etiğin, estetiğin bittiği yerdesin!!!...


(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)

***

Ayrıca bakınız:
.
Bulunmaz Tiyatro oyuncuları, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu"nun kitabını değerlendiriyor!
Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Bir
YENİ YAZARIMIZ: MUSTAFA DEMİRKANLI

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: İki
DEMİRKANLI İKİNCİ YAZISIYLA DERGİMİZDE

Demirkanlı'nın Birli Çamaşırları Serisi: Üç
DEMİRKANLI ÖLÜNÜN ARKASINDAN YAZIYOR
Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Dört
DEMİRKANLI İŞBAŞINDA

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Beş
DEMİRKANLI TEMİZ OLMAYA ÇAĞIRIYOR

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Altı
DEMİRKANLI KİŞİLERLE UĞRAŞIYOR
Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Yedi
DEMİRKANLI KİŞİLERLE UĞRAŞIYOR
Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Sekiz
DEMİRKANLI TİYATROYU ZEHİRLİYOR

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Dokuz
DEMİRKANLI PANELİZME BEL BAĞLAMIŞ
Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: On
DEMİRKANLI YALANLARINI SÜRDÜRÜYOR

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: On Bir
YALANI YALANLA ÖRTMEK

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: On İki
COŞKUN BÜKTEL BULAŞMA, İŞİNE BAK!

***