28 Ağustos 2010 Cumartesi

Marksist ve doğal olarak ateist sanatçı Hilmi Bulunmaz'a "oruç tutturan" LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, dezenformasyona devam ediyor hâlâ...

Yazı üzerindeki çalışmalarımızı sürdüreceğiz! (HB)


***


Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri - 6 Aralık 1945

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
.................meyve çağında ağacın,
.................serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
..................................- çürüyen diş, dökülen et -,
....................bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
....................................bu güzelim memlekette hürriyet...

Nâzım Hikmet


***


Oyun'un notu: Aşağıdaki yazıyı, Sayın LİNÇÇİ Gülhan Avşar'ın sahibi, Sayın LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü, Sayın LİNÇÇİ Ayşe Nalân Özübek'in Yazı İşleri Müdürü olduğu ve AKP'li Sayın Ertuğrul Günay'ın yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı emrinde çalışan Sayın Lemi Bilgin'in yönettiği Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün verdiği reklamlarla beslenen LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin yan kuruluşu, gölgesi gibi hareket eden LİNÇÇİ tiyatrodergisi.com.tr sitesinden alarak olduğu gibi yayınladık! Ancak, yazıda bulunan LİNÇÇİ ada biz link verip, bu adı kırmızı renkle biz belirginleştirdik. Ayrıca, yazıdaki bariz yazım yanlışlarını kırmızı renkle belirtip, doğrularını yeşil harflerle biz yazdık! Bunun yanı sıra, anlaşılması güç ve okunamaz hamlıktaki yazıyı, biraz olsun olgunlaştırıp okunur hâle getirmek için yaptığımız müdahaleleri de kahverengi harflerle yine biz yazdık!!!

Yazının hiçbir müdahaleye uğramamış, "tertemiz" ve özgün hâlini okumak isteyenler, aşağıda verdiğimiz linki tıklayabilirler...


***


H.B. (Hilmi Bulunmaz): "iftardan sonra, sahura dek sürecek!"


LİNÇÇİ Mustafa Demirkanlı
28 Ağustos 2010


"Güncelleme 27 Ağustos 2010 saat 19.56: LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı tarafından \"dünyaya getirilen\" ('dünyaya getirilen') aşağıdaki kanserli yazının ameliyatı, iftardan sonra, sahura dek sürecek! (HB)"

Bulunmaz'ın kanserli olarak tanımladığı yazı, bir önceki yazım; Büktel’in kendisini "gayri insani" ve "Aşil topuğu" olarak tanımladığını açıkladığım yazısı.

Burada ilgi çeken konu iftarla-sahur arası olması ve bence de çok haklı, "oruçlu ağızla" küfretmek caiz olamadığı için, Bulunmaz da küfretmek için bu zamanı seçmiş, haklı…

Hilmi Bulunmaz, yaklaşık olarak otuz beş yıldır Marksist ve doğal olarak ateist olduğu için, o zamandan bu yana, başka dinsel tapınmaları yerine getirmediği gibi, oruç da tutmuyor!

Hilmi Bulunmaz; İslâm Dini, Hanefi Mezhebi geleneğiyle yaşamış ve Nakşibendilik Tarikatı'na yakın bir anlayışa sahip bir ailede dünyaya geldiği, Arap kökenli olduğu, çok küçük yaşta Kuran-ı Kerim'i hatmettiği için, onun İslâm Dini'ne saygısız davranması söz konusu olamaz.

Hilmi Bulunmaz, İslâm Dini'ne mensup ve aynı zamanda anti-emperyalist düşünceye sahip bir ailede yetişmiş olduğu için, ailesinin ona kazandırdığı bu davranışı, kendisi, diyalektik materyalist (eytişimsel özdekçilik) düşünce yöntemiyle taçlandırma becerisini gösterebilmiş ve bu becerisiyle Türkiye tiyatrosundaki "Batı kıçı yalama faaliyetleri" gösterenlere müdahale etmeyi sürdürüyor.

Hilmi Bulunmaz, çıktığı kabuğa küfreden küflü bir beyne sahip olmadığı için, zaman zaman "dinsel imgeleri" şiirlerinde kullandığı gibi, bu imgeleri, yazılarında da kullanır. Hiçbir düşünsel süzgeçten geçirmeden, Batı'nın kıçını yalayan yaşam kaçkınları gibi davranmayıp, İslâm ve Osmanlı tarihiyle barışık yaşayan Hilmi Bulunmaz, Amerikalılar tarafından kurulan Boğaziçi Üniversitesi'nde okuyup ülke gerçeklerine aykırı, tiyatro kisvesine büründürülmüş pejmürde işler yapacağına, halkının yaşadığı somut kültürden beslenerek tiyatro yapar.

Hilmi Bulunmaz, normal zamanlarda, normal ortamlarda, normal insanlarla konuşurken, asla küfür etmez.

Hilmi Bulunmaz, Türkiye tiyatrosunu hızla, hem de şimşek hızıyla kirleten, çürüten, küflendiren ve bu tiyatronun bir ceset hâline gelmesi için, sırtını Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne yaslayan yavşak tiyatro esnafına karşı mücadelesini milimetrik olarak sürdürür.

Hilmi Bulunmaz, kendisini "kızdırmayı başardıklarında", onu kızdıran yavşakların hak ettiği bir biçimde davranmasını çok iyi bilir ve o yavşakların; "küfür", bizimse, onların hak ettikleri "doğal beslenme biçimi" dediğimiz tavrı çok ustaca gösterir. Denemesi bedava...

Bir önceki yazıda dikkat çekilen konunun temeli, en yakın arkadaşı, hatta kendisini "Aşil topuğum" olarak tanımlayan arkadaşının kendisini "gayri insani" olarak tanımlamasıyla, bizim küfretme dememiz arasında ne gibi bir fark var sorusunu yöneltmemizdi.

LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, kendine ait bir sese sahip olmadığı, "sahibinin sesi" olduğu için, ülke gerçeklerine dayanarak sanat yapan herkese karşı olduğu gibi, Hilmi Bulunmaz'a karşı da müthiş bir iftira, karalama, yalan-dolan pazarlaması yapıyor. Bu pazarlamayı yaparken, ne dediğinin tam olarak anlaşılmaması için, özel özen gösteriyor. Daha önceleri, defalarca belirtmiş olduğumuz gibi, her sözcük bir kavram, her tümce bir yargı ve her paragraf bir düşünce birimidir. Normal insanlar beni affetsin, ama geri zekâlılar için şu açıklamayı yapmak zorundayım:

Bir paragraf, hem yazının bütünü içerisinde, bu bütüne aykırı olmayıp bu bütünü zenginleştirmeli ve hem de "tek başına" alındığında, yani bir tek paragraf olarak alınıp okunduğunda, okura bir şey anlatmalı.

Bir yayıncı, bir yazar, bir tiyatrocu, bir tiyatro yazarı olmadığı, hattâ (insan kılığında dolaşmasına karşın) bir insan bile olmadığı için, Demirkanlı, yazı yazarken, okurun, estetik bir haz duymasını sağlamadığı gibi, okurun beynini de dumura uğratıyor.

Biz, yine de büyük bir sabır gösterip, LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Demirkanlı'nın yazamadığı paragrafı, yeniden yazmaya çalışalım:

"('Lütfen benim Aşil topuğum(*) olma' ve 'yakinda pembe dizi yazmaya baslarsan valla sasirmam:)' başlıklı ve 24 Ağustos 2010 tarihli yazımda, dikkat çektiğim konunun temeli, en yakın arkadaşı, hatta kendisini 'Aşil topuğum' olarak tanımlayan arkadaşı Coşkun Büktel'in, Hilmi Bulunmaz'ı 'gayri insani' olarak tanımlamasıyla, Mustafa Demirkanlı olarak benim, "küfretme" dememiz arasında ne gibi bir fark var? Sorusunu yöneltmemizdi."

Ancak, Büktel’in "Aşil topuğu" olarak, bizzat Büktel tarafından malumun ilan edilmesine rağmen, doğal olarak sesini kısarak, bunu neden gündeme getirdiğimizin hesabını yine küfürlerle sormaya devam etti, iftarla-sahur arasında, anlaşılan oruçlu ağzıyla küfretmek istemiyor, bizce de doğruyu yapıyor…

Hani belge, hani delil, hani ispat, hani kanıt? Her zaman olduğu gibi, her zaman yaptığın gibi; YOK! Senin vermediğin, veremediğin, vermek istemediğin yazının linkini biz verelim: 3.5 yıl önce, Bulunmaz'la Büktel'i kastederek; "Benim için artık bu kişiler yoktur." diyen M. Demirkanlı'nın, Bulunmaz'la Büktel'den başka konusu yok! Linkini verdiğim yazıda belirmiş bulunduğum gibi; Hiçbir "birey"in "AŞİL TOPUĞU" olmayı asla kabul etmeyen sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, sadece "İŞÇİ SINIFININ AŞİL TOPUĞU" olabileceğini yazacak! ve Hiçbir "birey"in "AŞİL TOPUĞU" olmayı asla kabul etmeyen sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, sadece "İŞÇİ SINIFININ AŞİL TOPUĞU" olabileceğini yazıyor! Coşkun Büktel'in yada herhangi bir bireyin "Aşil Topuğu" olmadığımı, olmayacağını belirttim. Yani susmadığımı, susmayacağımı açık açık yazdım. Yavşak Mustafa, bütün bu yazdıklarımı görmezden gelip, genlerine dek işlemiş bulunan iftiracılığı, yalancılığı sürdürüp duruyor. Canım Mustafacığım, "Sezar'ın hakkını Sezar'a" vermesini bilen biriyim ben; sen hiç merak etme. Beni, insan gibi eliştiren herhangi bir kişiye, ben de insan gibi davranırım. Beni, benim dünya görüşümü küfürle, iftirayla, yalan-dolanla imha etmek için 1100(!) alçağı kanatlarının altına, ipinin tasmasına, sopasının ucuna, gölgesinin serinliğine alan kişilere de, onların hak ettikleri gibi yanıt veririm. Benim nasıl davranacağımı, bu kadar tecrübeden sonra, hâlâ kestirememişsen, yuh olsun senin kalıbına!

Yukarıda belirtiğim gibi, oruç tutmuyorum. Ancak sen, doğruları söyleme orucu tutuyorsun. Diline, kalemine gelen bütün doğruları çöpe atıp, genlerinde bulunan yalanları, okurların gözlerinin önüne boca ediyorsun!

Küfürleri (Küfürlerin) bir kısmı şunlar: "Ulan Mustafa", "Oooha! Çüüüş!! Höst!!!", "Kırım Kongo Kenesi gibi", "dilenci ruhlu Demirkanlı", "(Açık açık orrrospu çocuğu demeye başladılar.)" burada kendisini ve Büktel'i kast ediyor (kastediyor). "İki sözü bir araya getirmekten yoksun bir şabalak".

Daha önce söylediklerimin bir benzerini yinelemek zorundayım: Ben, kim neyi hak ediyorsa, onu veririm. Ne bir fazla, ne bir eksik! Bir insan, Burak Caney adlı Internet sapığına yardım yataklık yapar, sanki Burak Caney'in ta kendisi gibi davranarak, benim kızıma "bok atma" ameliyesine bulaşırsa (Bakınız: Orospu çocuğu Burak Caney (tiyatrooyun) pisliği!...) , ben o herife; "ulan, oooha, çüüüş, höst"derim.

Biri benim için Coşkun Büktel'e, hem de yayın yoluyla; "(Bana söz ver, Hilmi'ye iletmeyeceğim de, sana aile bireylerinin facebook'da nasıl yer aldığının linklerini göndereyim, çok utanırsın ama gerçek.)" derse, ben ona, senin Burak Caney'den ne farkın var diye sorarım!

Düzey bu…

Evet, ben çocukla çocuk, büyükle büyük, düzeysizle düzeysiz olurum. Orrrospu çocuğu olanlara da, orrrospu çocuğu demekten asla vazgeçmem!

Yıllar önce Büktel’e şunu söylemiştim: "Coşkun, düzeyini emanet etme, kavgan ne olursa olsun sen bir yazar kimliğinle varsın, öyle kal, bu adam (Bulunmaz) sana çok zarar verir."

Eee!... Tamam, Coşkun Büktel yazarsa, sen yazar değilsin yada sen yazarsan Coşkun Büktel yazar değil. Ortada çok acayip, çok garip bir durum var. Yazar olmayan, yazar olamayan, yazar olmak istemesine, yazar olmak için çok büyük bir çaba harcamasına, hattâ bir de "Biz Çok Özgürdük" adıyla kitap süsü verilmiş "bir şey" yazmasına karşın, bir türlü yazar olamayan biri, nasıl olur da, Coşkun Büktel'in yazarlığı konusunda bir değerlendirme yapabilir. İki lâfı bir araya getirmekten, insan gibi konuşabilmekten, yöntemsel bir mantıkla düşünebilmekten yoksun biri, Theope gibi bir "Everest" yazmış birini, nasıl olur da kantara vurabilir. Türküde söylendiği gibi; "Altını sarraf bilir / Güzeli saran bilir" sözleri, nasıl somut bir gerçeklikse, Theope'yi de okuyup anlayan bilir. Beş yılı aşkın bir zamandan beri, Coşkun Büktel'e ve onun kaleme aldığı (Türkiye dramatik yazarlığının Everest'i) Theope'sine, Türkiye tiyatrosunun en ünlü profesörü Özdemir Nutku tarafından iftira atılırken, sen ne yaptın? Bu soruyu sormak bile abesle iştigal! Sen, tabii ki, genlerinden gelen iftiracılığın, ruhunu bir alev gibi sarmış yalancılığın ve vücudunun her santimetrekaresini tutsak almış alçaklığın verdiği "güç"le, iftiracı, yalancı Prof. Dr. Özdemir Nutku'dan yana tavır aldın. Şimdi bu ikiyüzlülük, bu yüzsüzlük, bu sırnaşıklık, bu "eceli gelen köpek, cami duvarına işer" pespayeliği niye?

O zaman, senin aşil topuğun olur demek aklıma gelmemişti ve dememiştim, yıllar sonra bu saptamayı yapmak zorunda kaldın, hep bir şeyi göz ardı ettin, zaman zaman "ben Hilmi’yi de eleştirdim" demene rağmen, yapışık ikizler gibi oldunuz, nerdeyse (neredeyse) birinizin söylediği her ikiniz için de geçerli olarak kabul edildi, öyle algılandı, öyle de oldunuz.

Coşkun Büktel, benim için, "Aşil Topuğum" dedi. Ben, asla kabul etmedim. Ben, sana; "Türkiye tiyatrosunun Aşil topuğu" diyorum. Bakalım buna ne diyeceksin? Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolara, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Bakırköy Belediyesi Tiyatroları ve Kültür Bakanlığı çanağı yalayan bütün halk karşıtı tiyatroların Aşil topuğusun sen Mustafacığım! Sen, bu denli alçak bir yayıncılık yapmasaydın, senin bu denli alçak yayıncılık yapmana Türkiye tiyatrosu bunca zamandır göz yummasaydı, sanırım, benim eleştirilerim bu denli sert olmayabilirdi. Senin zayıflığın nedeniyle, Türkiye tiyatrosu benden çok sille, şamar, şaplak, tokat yiyip duruyor. İnan olsun, hızla, hem de şimşek hızıyla çürüyen Türkiye tiyatrosunun bir bireyi olmak çok zor bir şey. Benim gibi, günde beş vakit sille, şamar, şaplak, tokat atan bir insan karşısında durmak çok zor. Değil senin alçaklığın, 1100(!) kişilik alçaklar ordusunun bile gücü yetmez benim gibi sert muhalefet yapan, ciddi mücadele eden bir adamın karşısında. Sana ve senin ipini elinde tutanlara çok acıyorum Mustafacığım!...

Biz, (Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel) yapışık ikizler değiliz. İkimizin de dünya görüşleri tıpa tıp aynı değil. Ancak, bizi birleştiren bir tek sözcük var; gerçek. Gerçeğin dışına taşmaya niyeti olmayan kişiler, gerçeğin yanından bile geçmeye cesaret edemeyen, gerçeğin yanından geçerken ıslık çalmak ve/ya salâvat getirmek zorunda kalan alçaklar tarafından örselenmek için, ikide bir iftira tuzağının çukuruna çekilmek istenirler. Gerçekçi insanlar, gerçekçi olmayan, yalancı olan insanlar tarafından, sürekli olarak birbirine kırdırılmak istenirler. Ancak...

O (Bulunmaz) herkese televizyona iş yapıyor diye hakaretler yağdırırken, seni korumaya aldı, buna bile alınmadın. Sen yazıyorsun birileri de oynuyor ama o sadece oynayanlara hakaret ediyordu, sustun… Hani senin gerçekliğin, nerede? Ama susmak işine geldi, Hilmi’yi kırmak istemedin, o da seni kırmak istemedi, eee eleştirinin objektifliği nerede?

Lan oğlum, ulan Mustafa, iddialarının belgelerini, kanıtlarını belirtmeden geçme. Senin vermediğin, veremediğin, vermeye yanaşmadığın belgelerden bir tanesi ben sunayım:

"Kralın soytarısı, padişahın dalkavuğu, burjuvazinin tiyatrocusu" olan insanlardan biri, Lale Oraloğlu, yoğun bakımda. Seksen iki yaşında olan Lale Oraloğlu, doğal bir sürecin sonuna geldi; ölecek!…

Beyin kanaması geçiren Lale Oraloğlu, kendine gelir gibi olduğu anlarda neler düşünüyor acaba? Bunu çok merak ediyorum doğrusu!…

Lale Oraloğlu, şöyle bir soru sormuş olabilir mi:

"Politik ve ekonomik sosyeteye hizmet edeceğime, işçi sınıfına hizmet etmiş olsaydım, daha doğru bir iş yapmış olur muydum?"

Lale Oraloğlu, bu ve buna benzer sorular soracak düşünce kırıntılarına sahip bir insan olabilir mi?

(...)

Upuzun ömrüne "kralın soytarısı, padişahın dalkavuğu, burjuvazinin tiyatrocusu" olarak nokta konulmak üzere olan Lale Oraloğlu, geri dönebilecek durumda değil; çok doğal bir sürece girdi. Bu süreçten dönüş yok!

(...)

(Kaynak: OYUN)

Televizyon olsun, başka bir mecra olsun, egemenlerin dünya görüşü doğrultusunda sanatsal çalışmalar yürüten insanları, gücüm yettiği, zaman bulduğum oranda eleştirdim, eleştirmeyi sürdüreceğim. Bir Marksist sanaçı olarak, bu benim en doğal hakkım. Hiç bir belge-kanıt ortaya koymadan, büyük bir alçaklıkla beni ve benim üzerimden sosyalizmi karalamaya çabalayan Mustafa Demirkanlı'nın oyuncaklarından birini elinden alabilmek için, yukarıdaki alıntıyı sundum. Yeri geldiğinde, Mustafa kardeşimin başka oyuncaklarını da elinden alabilmek için, başka belgeler de sunabilirim.

Bana göre, benim anlayışıma göre, yukarıdaki metinde ve benzeri eleştirilerimde, asla hakaretin kıymığı bile yok.

Mustafacığım'ın diline doladığı Mehmet Akan'la ilgili olarak, dört yıl önce yazdığım ve her zaman için sahip çıktığım bir yazımı buraya aktarayım:

Mehmet Akan yoğun bakıma alınmış...

Cuma, 07 Temmuz 2006

12 Eylül Faşizmi ülkemizin “miladı” sayılır. Cuntanın tüm ülkenin özgürlüklerini askıya aldığı gün, birçok kişi ve kuruluş “nasıl teslim oluruz?” sorusuna yanıt arıyordu. Dostlar Tiyatrosu ve “emekçileri” de bu soruyu nesnel olarak soranlardan…

Cunta iktidara el koyduğunda, Mehmet Akan Dostlar Tiyatrosu’ndaydı ve “sanırım” yine nesnel anlamda bu sorunun yanıtını arayan “emekçiler”dendi. Gel zaman git zaman zaten ödünç alınmış sosyalizm lafı rafa kaldırıldı ve televizyon gülü olmaya karar verildi. Şişede durduğu gibi durmayan faşizm, birçok kişi ve kuruluşla birlikte Mehmet Akan’ı da teslim almıştı. O dizi senin, bu dizi benim koşturan Mehmet Akan, Bizimkiler dizisinin apartman yöneticisi Sabri Bey olduğunda, kendi yazgısını da belirlemişti. Halkın ruhunu yok eden televizyon canavarına ruhunu teslim eden Mehmet Akan, yıllar önce ölmüştü. 67 yaşında bir ceset olan Akan’ın fiziksel ölümü pek bir anlam taşımıyor…

(Kaynak: hilmibulunmaz.com)

Seni sevmedim, onaylamadım da ama hiç kızmadım, ta ki sen de küfre başvurana kadar…

Canım Mustafacığım, sen, "küfür" sözcüğünü sürekli olarak kullanarak, bizim (Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz) küfürbaz olduğumuzu dile getirmek için kıçını yırtıyorsun. Ancak, şöyle bir gerçek var; senin varlığın, Türkiye tiyatrosu için, başlı başına yeterli bir küfür. Sana ve ipini elinde tutan Lemi Bilgin'e pek bir şey söylemek gelmiyor içimden. Ne var ki, Lemi Bilgin'in patronu AKP'li Ertuğrul Günay'a söylenecek çok söz var. Kültür ve Turizm Bakanı AKP'li Ertuğrul Günay, nasıl oluyar da benim, halkımın ve tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergileri Mustafa Demirkanlı denen zavallının meze tabağına boca ederek, Türkiye tiyatrosunun hızla, hem de şimşek hızıyla uçuruma yuvarlanmasına neden olabiliyor. AKP'li Ertuğrul Günay, geceleri çok rahat uyuyabiliyor mu? AKP'li Ertuğrul Günay, tüyü bitmemiş yetimden alınan vergilerle gününü gün eden ve şarap fıçısına düşmüş fareye benzeyen Mustafa Demirkanlı'nın bu sarhoşluğundan utanmıyor mu? O utanmıyor olabilir. Ancak, ben, AKP'li Ertuğrul Günay'ın böyle bir zavallıyı, Türkiye tiyatrosunun ensesine yapışmış Kırım Kongo Kenesi kılıklı adamı beslemesi, en hafif deyimiyle, halkın değer yargılarını ipine takmadığı anlamına gelir!!!

Özetle, Burak Caney adlı Internet sapığına orrrospu çocuğu demenin ötesine geçmemek için müthiş bir özdenetim sağlayan Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz'ı küfürbaz olarak ilân etmek, orrrospu çocukluğudur. Sahtekâr yayıncıları destekleyen AKP'li Ertuğrul Günay, hâlâ bu durumun nasıl oluyor da hiç farkına varamıyor? Yoksa, AKP'li Ertuğrul Günay, kendisine ve partisine oy verenleri ipine takmıyor mu?

Nereden nereye…

Senin gibilerin varlık nedeni, doğru olanın, güzel olanın, iyi olanın imha edilmesidir. Senin gibiler, Türkiye insanının doğru estetik bilinçle donatılması için mücadele edenlerin önünde engeldir. Senin gibiler, estetik bilincin gelişmesi için mücadele edenlerin görmezden gelinmesini sağlayarak görevlerini yerine getirmiş olurlar. Senin gibiler. estet kişilerin, düşünürlerin, halk yararına entelektüel mücadele verenlerin görünür hâlde olmaması için, müthiş bir gözbağcılık yaparlar. Senin gibiler, bu toplumsal görevlerini yerine getirirlerken, yani kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesini sağlarlarken, iplerini ellerinde tutanlar tarafından ödüllendirilirler. Senin gibiler, başta Kültür ve Turizm Bakanı AKP'li Ertuğrul Günay ve onun emrinde çalışan Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin tarafından beslenirler, desteklenirler, ödüllendirirler, "reklâmlandırırlar", "sadakalandırırlar". Senin gibiler, benim, halkımın ve tüyü bitmemiş yetimin çıkarları için değil, beni, halkımı ve tüyü bitmemiş yetimi soyup soğana çevirenlerin dünyasını savunurlar! Bütün bu nedenlerle, Coşkun Büktel gibi bir tiyatro estetinin, Hilmi Bulunmaz gibi bir tiyatro düşünürünün önünün kesilmesi gerekir. Bütün bu nedenlerle, halk yararına, tiyatro yararına çalışanlar, senin gibiler tarafından, sevilmezler, onaylanmazlar... Zâten, estet, düşünür boyutuna yükselmiş insanların da, senin gibi düzenbâzlar tarafından sevilmesi, onaylanması hiç hoş karşılanmaz. O kişilere, senin gibi insanlar tarafından sevilmek, onaylanmak "küfür" gibi gelir!!!

Theope ile doğdun onunla yaşıyorsun ve sanırım onunla öleceksin, diziler hariç tabii…

Sanatçılar, tabii ki, sanat yapıtlarıyla birlikte doğarlar, onunla yaşarlar ve öldükten sonra da, o yapıtları "sayesinde" ölümsüzleşirler. Bunda şaşılacak ne var be lan oğlum? Theope, bir sanat yapıtıdır; bu nedenle ölümsüzdür, bu nedenle insanlığın hizmetindedir. Televizyon dizileri, sanat yapıtı değildir; bu nedenle ölümlüdür, bu nedenle insanlığın hizmetinde değildir. Senin gibiler, özel bir biçimde görevlendirildikleri için, kafesindeki dünyanın santimetresi kadar dünyayı algılayabilirler. Senin gibiler, şimdi ve/ya gelecekte özgür olamadıkları için, "Biz Çok Özgürdük!" lâflarıyla, hep geçmişin küflü yollarında volta atarlar!

Ama istesen de istemesen de, kabul etsen de etmesen de, hayatını dünyanın en eleştirilen, emekçilerin sömürüsünün en yoğun olduğu, emperyalizmin temel metası altın ve elmas ticaretiyle kazanan ama bunu yok sayıp, emekleriyle mesleklerini icra eden oyunculara, emeğimle yirmi yıldır bu topraklarda bir tiyatro dergisi yayımlayan bana, yazarlara küfretmesi seni hiç rahatsız etmedi, üstelik "gayri insani", "Aşil topuğun" olarak görmene rağmen…

Mustafacığım, sen iyisin değil mi? Lan oğlum, herhangi bir tensel ve/ya tinsel sorunun yok değil mi? Hayır, bir sorunun varsa, doktora gidelim. Doktora gidemeyecek durumdaysan, doktoru buraya çağıralım. "Yirmi yıldır bu topraklarda bir tiyatro dergisi yayımlayan" sana yardımcı olmak zorundayız(!) Tensel ve tinsel olarak ayakta dur ki, daha becerilecek çok işin var. Yatağa düşersen, becerilecek olan işlerini asla yapamazsın. Sen yatağa düşersen, Kültür ve Turizm Bakanı AKP'li Ertuğrul Günay, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin, Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu, nasıl olacak da, kendilerini tiyatro kamuoyuna duyuracaklar? Senin ayağın kayar da, yatağa düşersen, bu zevat, kimi, hangi yolla besleyecek, destekleyecek, ödüllendirecek, "reklâmlandıracak" ve "sadakalandıracak"? Hiçbir tiyatro dergisi, senin dergin kadar alçak, berbat, cenabet, çürük, düzeysiz, entipüften, fukara, garip, hamasi, ışıksız, iğrenç, jakoben, küflü, lakayıt, mürteci, nabekâr, orostopol, özensiz, pespaye, rezil, saçma, şekilsiz, tıknefes, uyuz, ürkek, vandal, yoz ve zebun olamaz. Aman, kendine dikkat et ulan oğlum.

Yaptığı her işin hesabını, (ancak hesap sorabilecek denli temiz kalmış) insanlara veren sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'a şapkasını ters giydirmeye çalışırken, kendine çok dikkat etmelisin Mustafacığım. Aman ha, sakın ayağın falan kaymasın. İnan olsun, senin ayağın kayar kaymaz, bu tiyatro esnafı, hemen yepyeni bir mecraya akmak için yeni arayışlara girer. Kendini, "Bulunmaz Hint kumaşı" sanma sakın ha ulan Mustafa!!!

Ulan hıyar oğlum, ben ne zaman yaptığım işi gizledim. Yaptığım kuyumculuk işini gizleyecek kadar orrrospu çocuğu olsam, www.bulunmaz.com adıyla yayın yapan ticari sitemi açmaz yada kapatırdım be dangalak! Sen, ilk önce sana verdiğim Türkçe, Dil Bilgisi, Ahlâk ve Hayat Bilgisi derslerini iyice çalış, ondan sonra, benim gibi Türkçe'ye egemen, Dil Bilgisi gelişmiş, Ahlâk konusunda ödünsüz ve Hayat Bilgisi için mücadele eden birine sarkmaya başla öküz oğul!

Bak canım kardeşim, kuyumculuk yapan biri, var olan düzenin dayatması sonucu, o işi yapar ve işten elde ettiği kârı, kendi dünya görüşüne göre kullanır. Bu kişi, kapitalist dünya görüşüne sahipse, ona göre hareket eder. Ne var ki, Hilmi Bulunmaz, sosyalist dünya görüşüne sahip olduğu için, elde ettiği kârın belli bir kısmını, tiyatro yapmak için harcıyor. Tiyatro binası kiralıyor, tiyatro binası satın alıyor, tiyatro dergisi çıkarıyor, tiyatrosundaki gençlere, ücretsiz tiyatro ve yazarlık eğitimi veriyor, devlet güçleri tiyatrosunnu yağmaladıklarında onlara göt sallamıyor, onlara asla yalvarmıyor, gözaltına alındığında boynunu büküp kös kös oturmuyor, tiyatrosu defalarca mühürlendiğinde, kapitalist orospu çocuklarından medet ummuyor, bir tiyatro dergisinde yazı yazabilmek için kapı aşındırmıyor, Kültür Bakanlığı çanağını yalamıyor, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapmıyor, gelip oyununu izleyen Lions ödülcülerine gülücükler yağdırmıyor...

Ancak, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, meta estetiği oluşturan televizyonlarda kıç sallayanlar, sömürünün sürekliliği için figüran ruhlarını tatmin ediyorlar. Onlar, birer maşadır. Onlar, egemenlerin düş yaratma makinesi olan televizyonların sadece birer vidasıdır. Onlar, sosyalizm mücadelesi için asla irade kullanamazlar. Zâten sosyalizm için mücadele veren insanlar, televizyonların örümcek ağlarına düşen kara sineklere asla dönüşmezler. Sosyalizm için mücadele veren tiyatro sanatçıları, aç kalır kuyruğuni dik tutar. Sosyalist sanatçılar, "ben birazcık kirlensem ne çıkar" eyyamcılığına asla meyletmezler.

Sen, çaresizlik havuzunda kulaç atma sürecine girdiğin için, şimdiye dek elinden gelen bütün kötülükleri yaptığın Coşkun Büktel'den hangi hakla yardım talep etmeye yeltenir pozlarının ön hazırlığını yapıyorsun be salak? Senin yapacağın ilk iş, Türkiye tiyatrosunun en ünlü profesörü Özdemir Nutku'nun Coşkun Büktel'e ve onun başyapıtı Theope'ye attığı iftirayı lânetlemen olmalıydı. Ancak, bırakalım lânetlemeyi, Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun iftirasını meşrulaştırmak için, elinden gelen her türlü alçaklığı yaptın. Şimdi kalkmış, pişkin pişkin, pişmiş kelle gibi sırıtarak, Coşkun Büktel'in gölgesine sığınmak, onun ruhuna sırnaşmak istiyorsun. Oooha! Çüüüş!! Höst!!!

Tarihe bırakıyorsunuz ya, evet tarihe kalıyor: Bükel-Bulunmaz ikilisi.

Doğru, Türkiye tiyatro tarihinde, ilk kez böyle bir "ikili" oluştu. Biri sosyalist, diğeri değil. Biri televizyona yapılan işlerin toplumu kirlettiğini her saniye dile getiriyor, diğeri "Arka Sıradakiler"e "dizi doktorluğu" yapıyor. Biri tiyatronun kılgısal yanına ağırlık veriyor, diğeri kuramsal yanına ağırlık veriyor. Ancak, bu "ikili"nin anlaşabildikleri ortak bir nokta var; gerçekçilik. Bu "ikili" alçaklığa, iftiraya, karalamaya, yalana-dolana karşı. Aslında, her insanda bulunması gereken böyle bir erdemle "tarihe kalmak" son derecede üzücü. Ancak, Türkiye tiyatrosunda o denli çok alçak, o denli çok iftiracı, o denli çok karalamacı, o denli çok yalana-dolana sapan tiyatro düşmanı var ki, hiçbir konuda ikili oynamayan bu "ikili", tarih yazmak durumunda kalıyorlar.

Resim bu… Dışarıdan baktığında ne kadar nefret ediyorsundur, üzülüyorsundur ama çok geç.

Bakın hele, Mustafa kardeşim resimden de anlarmış(!) Bir genelev patronu ne kadar ahlâk dersi verebilirse, Mustafacığım da o kadar tiyatro dersi verebilir. Irz düşmana genelev patronu ne kadar namuslu olabilirse, tiyatro düşmanı Demirkanlı da o kadar tiyatro namusuna sahip olabilir. Ulan Mustafa, hem tiyatro düşmanısın, hem de Theope yazarına tiyatro dersi vermeye yelteniyorsun! Oooha! Çüüüş!! Höst!!!

Sen kaç sayfa yazarsan yaz, resim bu, birlikte inşa ettiniz, kendini soyutlamak, kurtarmak için (basılı bir yayın olduğu için Yeni Tiyatro Dergisi’nde) Bulunmaz’ı anında harcayıverdin, biliyordum, ziyaretime geldiğinde Bulunmaz’a bunu söylemiştim, yaklaşık üç yıl önce, inanmadı ama şimdi karşı karşıya kaldı, ne yapacağını da bilemiyor, bana küfrederek geçiştirmeye çalışıyor. Çok emin değilim, sen bilirsin Goobels'de (Goebbels de) böyle mi yaparmış, ana konuyu geçip, başka başka konularda propaganda mı yaparmış, valla tam bilemedim, sen bilirsin, bir ara beni aydınlatırsan sevinirim.

Seni hep yakınında gördü, hep inandı… “gayri insani”, “Aşil topuğum” çok ağırına gitti, şimdilik hıncını benden alıyor, umarım yazdıklarını tekrar okuyor ve konu “gayri insani”, “Aşil topuğum”duyu fark ediyor, başkalarının da fark ettiğini düşünmüyor, kimsenin fark etmediğini sanıyor, yoksa fark ederse çok mutsuz olur.

Aynı şeyi tekrar tekrar dile getirerek, yalanı gerçekmiş gibi gösteren Goobels (Goebbels) öleli çok oldu, dünya çok değişti be Coşkun…

Bak sana bir soru, basılı dergi çıkartamayan, beceremeyen, bulduğu gençlerle çıkartmaya çalışan, komik duruma düşen –ki sende (sen de) bunu fark ettiğin için, bir kez hariç, hiç içinde olmadın, o bunu da dert etmedi-, sitesinin başına çeşitli dillerde “oyun” yazan, sonrada (sonra da) biz dünyanın 95 ülkesinden izleniyoruz diye övünen (Herkesi salak sanıyor ya) bu arkadaşın günlük 195 kişi tarafından izlendiğini de açıklıyor, 95 ülkeden de ki her birinden 1 kişi, örneğin 10 yaşındaki bir çocuk “oyun” yazıp ulaşmış, anında çıkmış, geriye 100 kişi kalıyor… Onlarda (Onlar da) bizim çocuklar, oyun arıyorlar! Hiç önemli değil, bunu güç olarak görmesi önemli… Bu arkadaşın de ki paracıklarına kıydı ve bir televizyon satın aldı… Sence nasıl bir tavır gelişir, demokrasi anlayışı tıpkı Tayyip Erdoğan’ın anladığından farklı olur mu sence? Link vermeyi dert eder ve ısrarla dile getirir, bilir, kapitalizmin kurallarını çok iyi bildiği gibi… Bedava reklam… 195, 595 olsun ister…

O yaşıyor, sağına soluna bakmadan, en yakınlarına bile bakmadan yaşıyor, en temel sorumluluklarından bile kaçarak yaşıyor. (Bana söz ver, Hilmi'ye iletmeyeceğim de, sana aile bireylerinin facebook'da nasıl yer aldığının linklerini göndereyim, çok utanırsın ama gerçek.)

Bir kapitalist, doğal olarak emek sömürüsüyle yaşamını sürdüren ve doğal olarak her para babası kapitalist gibi ailesine, çocuklarına sadece para ile görevlerini yerine getirdiğini sanan, sözüm ona Sosyalist (sosyalist)… Senin ne işin var bu ilişkide, seninle aynı dergide, aynı sayfaları paylaştık, "Yerli Kramerler". O minik Barış büyümüş, çok da başarılı… Deniz de büyüdü, şimdi asker. Eminim sen de yapıyorsundur, zaman zaman facebook sayfasına girip, izliyorsundur, korumak için, çünkü emek verdin Barış’a, yok sayamazsın…

Arkadaşın küfürlerine devam edecek, "iftarla-sahur" arasında (Bunu anlamadım, belki de bir anlamı vardır, bilemedim.)

Sen hep dersin ya, saldırılar karşısında biri destek isterse o desteği veririm. Evet, senden destek istiyorum, benimle kavganı bir kenara bırak, nefret ettiğini önüne koy ama sadece bir insan olarak arkadaşının küfürlerini onaylıyor musun onaylamıyor musun en azından bunu açıkla, ama talebim beni koru, arkadaşının küfürlerinden, hakaretlerinden.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
“Lütfen benim Aşil topuğum(*) olma\" ve \"yakinda pembe dizi yazmaya baslarsan valla sasirmam:)\"
C.B.: Adımı vermeden ve adını vermeden eleştirecek kadar alçak değilim.
Ah Şu Afyon Meselesi!”
Kiminle Karşı Karşıyayız?
Goebbelsvari Propaganda…
Okurlarla Bulunmaz Vesile İle Paylaşım
Bu Akşam Hilmi Bulunmaz’ı Aradım
Sorum Basit: “Evet” ya da “Hayır”. Hangisi?

(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)


***


Ayrıca bakınız:

3.5 yıl önce, Bulunmaz'la Büktel'i kastederek; "Benim için artık bu kişiler yoktur." diyen M. Demirkanlı'nın, Bulunmaz'la Büktel'den başka konusu yok!