Devlet Tiyatroları Koordinasyon Toplantısı sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster
Devlet Tiyatroları Koordinasyon Toplantısı sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster

12 Haziran 2016 Pazar

Refik Erduran MUHBİR mi, MUHBİR Mustafa Demirkanlı mı uyduruyor?!

Hiç Değişmeyen Refik Erduran…

Yazar editor -  Haziran 5, 2016 743 0

ITI-UNESCO Türkiye Merkezi Başkanı Refik Erduran’ın, Kültür Bakanı Nabi Avcı’ya gönderdiği iddia edilen metnin, düzeyinin düşüklüğü nedeniyle gerçek olup olmadığı Yazı İşleri Müdürümüz Mustafa Demirkanlı tarafından bizzat kendisi aranarak teyit edildi. Refik Erduran metni e-mail olarak gönderdiğini ve Devlet Tiyatrosunu savunmak için kaleme aldığını belirtmiştir.  Düzeyi düşük bu yazıyı ibret vesikası olarak yayınlıyoruz.

"Aziz dostum, Nabi Bey kardeşim,

Afiyettesiniz inşallah. İstediğiniz bilgiyi sunmak için bir iki dakikanızı alacağım. İnsan mezara yakınlığın garip rahatlatışı ve dünyadan hiçbir kişisel beklenti kalmayışın huzuru içinde her şeyi daha net görüyor. Ben o durumdayım. Son seçimle kazanılan gücün etkili biçimde kullanıldığını da görürsem sevinecek, kalan vaktimde inandığım güçlere karınca kararınca yararlı olabilmek için basına döneceğim.

En geniş ve yapışkan asalak kesimimiz kendilerini beyaz Türk sayan, sırtından geçindikleri halktan iğrenen Batı maymunlarımız. Temel bahaneleri dindarlıkla yobazlığı bir tutmak, savunur göründükleri demokrasiyi de hiçe sayarak “cahil” çoğunluğu ülke yönetiminden dışlamak. Müslümanlık karanlık, gerilik, başarısızlık demekmiş. Balkan çatışmaları sırasında özel bir Boşnak birliğine katılıp cepheye gitmiş, gönüllü delikanlıların nasıl aydınlık ve fiilî demokrasi içinde çarpışıp inanılmaz derecede başarılı olduklarını Milliyet’teki yazı dizimde ve kitabımda anlatmıştım.

Bugün kör dövüşümüze son verip tartışmaları mantık sınırlarına çekmenin ilk şartı sahte “aydın” kesimindeki nifak tiryakilerinin şirretliklerini etkisiz kılmak, kutuplaşmayı geriletmek. Kültür ve sanat o yönde öncü rol oynayarak çatık kaşları gevşetip gülümsemeleri artırabilir. Buna yarayacak çok etkili potansiyele sahip kurumlar da var devletin elinde. Ama yıllardır nedense kullanılamıyor. Daha doğrusu kullanılıyor ama içlerindeki pozcu, şovcu, çıkarcı edepsizler tarafından, devlete karşı. Sebep? Devletin korkaklığı! Evet, aynen öyle. Hayretle seyrediyorum. Kurumların amiri ve sorumlusu yetkililer bir avuç yaygara şantajcısı karşısında en basit yasal önlemleri alamıyor, yılan görmüş tavşan gibi felç oluyorlar.

Abarttığımı düşünebilirsiniz. En yakından bildiğim kesim olan tiyatrodan somut birkaç örnek vereyim. Geçenlerde Kerem Alışık Tiyatrosu’nun ödül törenine çağırdılar. Ne oluyor göreyim dedim, gittim. Salon beyaz Türk dolu. Levent Üzümcü adında bir şov şampiyonu oyuncu var; fazla yağmur yağsa “muhalefet” naraları atıyor. “İlericilerin özgürlük idolu” oldu. Ona ödül verilmiş. Sahneye çıkıp “karanlığa karşı savaşım” nutukları çekti. Arkasından Şehir Tiyatrosu’nun yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu sahneye fırlayıp onu kucakladı, önünde diz çöktü, sanat-kültür düşmanlarına karşı kahramanın yanında olduğunu haykırarak alkış topladı. Ve bu soytarı halen “görevinin başında”!

Bir Devlet Tiyatrosu koordinasyon toplantısında “Abdullah Gül Hitler, Tayyip Erdoğan Mussolini’dir” gibi cevherler yumurtladıkları için mahkemeye verilen, internet sitelerinde imzalarıyla “Müslümanların bulundukları yerlerde ayak kokusundan geçilmez” türünden hezeyanlar kusan bir güruh var. İçlerindeki oyuncu Atsız Karaduman hüküm giydiği halde bugün de kadroda. Elebaşılarından DT rejisörü Yücel Erten en aktif nifakçı. Emekli ama boyuna oynanan çevirilerinden iyi para kazanıyor. Bu ay Ankara’nın Akün salonunda sahnelenmekte olan “Shakespeare Zorda” oyununun çevirisi de onun.

Bir süre önce birçok ülkenin ITI-UNESCO merkezinden bana sorular yağdı “Hükümetinizin tiyatroları bitirmekte olduğu doğru mu?” diye. Nereden çıkardıklarını sordum. DT Ankara kadrosundaki Murat Çidamlı’nın kendilerine gönderdiği mektubu yolladılar. Okuyunca gözlerime inanamadım. Hükümetimiz Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında kültür için Avrupa Birliği’nin verdiği paraları “pillage” etmiş (yağmalamış). Kültür ve sanata kökten düşmanmış; tiyatroları sıfırlamakta kararlıymış. Avrupa vakit geçirmeden imdada yetişmeliymiş, vb. Tam bir yabancı jurnalciliği ve uşaklığı… Mektubu DT yönetimine ve Kültür Bakanlığı müsteşar yardımcısı Nihat Gül’e verdim. Aradan zaman geçti; ne yapıldı bilmiyorum. Ama bu ayın Devlet Tiyatrosu program dergisine bakarsanız görürsünüz: Ankara’da sahnelenmekte olan “Meraklısı için Öyle bir Hikâye” ve “Nihayet Bitti”, Adana’daki “Muammer Muammer” adlı ÜÇ oyunun rejisörü bu Çidamlı Efendi. Nadir görülen bir sırt sıvazlama. Sanki “Aferin aslanım, ülkeni yalanlarla yabancılara jurnallemeye devam” deniyor.

Vaktinizi alma pahasına böyle şeyleri niçin anlattım? Çünkü hazırlanmakta olan hükümet programı üstüne konuşmaları dinliyorum; kültür ve sanata ilişkin tek söz duymadım. Yazanlara lütfen söyleyin de “Devletin imkânlarıyla kültür ve sanat millî birlik şuurunun geliştirilmesi için kararlılıkla değerlendirilecektir” gibi bir iki cümle yer alsın programda. Ve icraat başlayınca inşallah lafta bırakılmayıp gerçekten kararlı davranılsın. Yoksa, şu seçim sonuçlarına dayalı yeni hükümetimiz de bakar kör ve tavşan yürekli çıkarsa, yandı gülüm keten helva.

İlginize vatandaş sıfatıyla peşin teşekkürlerimle,
Refik Erduran 0532 344xxxx

Refik Erduran’ın kaleme aldığı ve Bakan Nabi Avcı’ya e-mail olarak gönderdiğini söylediği yazıya Yücel Erten’in ve Atsız Karaduman’ın sosyal medyadan verdiği cevapları aşağıda bulabilirsiniz.

Yücel Erten 05.06.2016 İstanbul

Devlet Tiyatrosu’ndan bir dostum iletti. Yıllardır kilit altında tutulan bir yoğun bakım odasını andıran Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) Türkiye Millî Merkezi’nin ezelî başkanı, ebedî UNESCO kadısı, Oyun Yazarları Şeysi’nin başkanı, dedikodu yazarı Refik Erduran, yeni Kültür Bakanı Nabi Avcı’ya bir mektup yazmış. Kültür Bakanı Nabi Avcı olduğuna göre, belli ki mektup çok yeni…

Sahte midir, değil midir, bilemem. Ama tanıdığım kadarıyla Erduran, Bakanlık koridoruna çadır kurmuş biridir. İktidarın cinsi cibilliyeti hiç farketmez, onun çadırı Kültür Bakanlığında betona çakılmış olarak durur. Adım başı ödenekli tiyatrolarımıza müdahale imkânı aramak için. Oradan bakınca, mektubun gerçek olmadığını düşünmem için bir neden yok…

Devlet Tiyatroları ile ITI başkanı arasında başgösteren tahta kılıç, teneke kalkan çıkar kavgası beni ilgilendirmiyor. Yok Biricik onun kucağına oturmuş da, yok sonra “Ben Tayyip’i kafaya aldım” diye çemkirmiş de, yok falanca onun için ‘yavşak’ demiş de… Sınırsız-sorumsuz-seviyesiz bu tepişmeler, bende sadece sanatım, mesleğim ve kurumum açısından üzüntü yaratır. Ama bu düşük profilli, şirret dedikoducuları tanımakta yarar vardır. Buyrun, okuyun, eğlenin, öğrenin:

Benimle ilgili kısmına da bir çift söz: Tiyatroda yönetici, eğitmen ve yönetmen olarak niteliklerim ve kariyerim ortadadır. Yurtiçinde ve dışında 77 oyun sahnelemiş, yine yurtiçinde ve dışında 43 ödülle onurlandırılmışım. Yanısıra 36 oyunun Türkçe’ye, 6 oyunun da Türkçe’den Almanca’ya çevirisini yapmışım. Yanı sıra 7 uyarlamam ve 4 oyunum var. Kendimi 16 yıl önce Devlet Tiyatroları’ndan emekli etmişim. Biricik’in atanmasıyla birlikte, bu yönetim altında Devlet Tiyatroları’nda oyun sahnelemeyeceğimi, özgün oyunlarımla uyarlamalarımın oynanmasına izin vermeyeceğimi ilan etmişim. Şimdi çevirdiğim şahane bir oyun Devlet Tiyatroları’nda oynanıyor diye, Erduran oradan gelecek üçotuz paralık telif gelirine yan gözle bakmak seviyesizliğini gösteriyorsa; aklına da, ruhuna da acil şifalar dilerim.

Bir de beni ’en aktif nifakçı’ olarak nitelendirmiş. Şöyle desem anlar mı, bilmem: “Spartakus benim!”…


Atsız Karaduman

Benimle ilgili kısma cevap: Devlet Tiyatroları’nın 2007 yılında yapılan Koordinasyon Toplantısı’nda bir konuşma yapmıştım. Konuşmamın bir bölümünde Devlet Tiyatroların’da ki Bakanların “yalak ve salaklarından söz etmiştim.” Koordinasyon toplantıları kayıt altına alınır. Fetö terör örgütü Devlet Tiyatroları arşivinden bu koordinasyon toplantısının cd’sini çalıp televizyon ve gazetelerinde aleyhime bir kampanya başlattı. Dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay beni hem Devlet Tiyatroları Disiplin Kurulu’na hem de Savcılığa sevketti. Devlet Tiyatroları Disiplin Kurulu zaman aşımı olduğu için bana bir ceza vermedi. Mahkeme süreci ise uzun ve çileli geçti. Hakaret davalarında bir ilk yaşandı, ilk celseye gelmediğim için hakkımda yakalama kararı çıkmış (tebligat elime geçmediği için) beni bir sabaha karşı Ankara’da otel odasından polisler alıp Emniyete götürdüler, oradan da elime kelepçe vuruldu ve beni adliyeye götürdüler. Uzun bir süreçten sonra ben beraat ettim. Sahnelerde hiç bir varlık gösteremeyip, Bakanlık koridorlarında lacileri giyip, Bakanların yalak ve salağı olan zevatla kavgam her daim sürmüştür ve sürecektir. Bu zevatın ilişkileri kirlidir. Ne dostluklarına güvenilir ne düşmanlıklarına. O gün hepsi aynı yollarda yürüyorlardı. Bakanların yalak ve salakları, hepiniz oradaydınız lan. Vıcık vıcık dostluklarınız beni ilgilendirmiyordu şimdi sahte ve vıcık vıcık kavganız da beni hiç ama hiç ilgilendirmiyor, yiyin birbirinizi.

Konu ile ilgili telefonla görüştüğümüz Levent Üzümcü: "Refik Erduran tam teşekküllü tarafsız bir hastanenin hekim heyetinden akıl sağlığının yerinde olduğuna dair bir rapor aldığı taktirde kendisine memnuniyetle cevap vereceğim." dedi.

28 Eylül 2013 Cumartesi

12 Eylül Faşizmi artığı tiyatrocularla boğuştuğum süreçte "DAVALARIM"

Ben, Türkiye'nin en ünlü tiyatro profesörü Özdemir Nutku'nun Devlet Tiyatroları Koordinasyon Toplantısı'nda "Theope" oyununa "İFTİRA" atabilmesine, "Theope"nin gözlerimi kamaştırması nedeniyle ve/ya bu oyunun yazarı Coşkun Büktel'i "önderim" olarak gördüğüm için karşı çıkmadım. Nasıl ki, Cuma Boynukara'nın "Mem û Zîn" oyununun Van Devlet Tiyatrosu'nda korsanca oynanmasına karşı çıkarak, Cuma'nın duruşmasına katılıp, onun yazarlık onurunu savunmak zorundaysam, Coşkun Büktel'in de, Uğur Yücel'le ve Mustafa Şükrü Demirkanlı'yla karşı karşıya geldiği duruşmalara katıldım. Bunları neden yapıyorum?

Bunları ve bunlarla birlikte, burada saymakta zorlanacağım kadar fazla sayıdaki entelektüel kavga verebilmemin başat nedeni, 12 Eylül Faşizmi artıklarına karşı savaşım verebilmek!... Bu gücümü nereden alıyorum? 

U-NUT-MA-MAK-TAN! "UNUTMAK İHANETTİR!" Ben, ihanet etmeyi kesinlikle sevmiyorum. Bence, 12 Eylül Faşizmi artıklarına karşı savaşım verilirken, savaşım veren kişileri UNUTMAK, sadece savaşım veren kişilere karşı bir ihanet değil, devlete, halka, emekçilere, işçilere, tüyü bitmemiş yetime karşı da ihanettir. Sabah, Sultanahmet Parkı'nda Yalçın Küçük'ün "DAVALARIM" kitabının 115'i sayfasını okuyorken, kendimi aynada gördüm. Ben, 12 Eylül Faşizmi artıklarına ısrarla karşı çıkarken, 12 Eylül Faşizmi artıkları, bana karşı "ENTELEKTÜEL VE HUKUKSAL LİNÇ KAMPANYASI" başlattı. Yüzü aşkın şikâyet ve "ASILSIZ İHBAR" eyleminin yanı sıra, onlarca dâvâyla boğuşmakla birlikte, yüzlerce kez Adalet Sarayları'nın kurşun renkli koridorlarında koşturup, gök gürültülü karmaşasında litrelerce ter döktüğüm süreçte, "üniversite mensupları" susmakla kalmayarak, bana "UNUT, UNUT, UNUT" temrinleriyle kara kargalık yaptı... "Yazarlar usûl bilmiyor"uz 
paslı zırhına bürünerek, haykıracak gücü kendilerinde bulamasalar da, iç sesleriyle, sürekli "UNUT, UNUT, UNUT" duası edip, tespih çekti. Üniversite mensupları, yazarlar, çok korktukları için çok konuşuyorlar. 

Ben, 12 Eylül Faşizmi artıklarının tiyatro çöplüğündeki pisliğine karşı, ölünceye dek savaşım vermeyi ısrarla sürdüreceğim. Çünkü biliyorum ki, "UNUTMAK İHANETTİR!" Yalçın Küçük'ün kitabını okuyunuz.

Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz

***

"Mektubu sonlandırmak için yoruluyorum. İki engel var.

1 - Üniversite mensupları ve yazarlar usûl bilmiyorlar.


2 - İşe girenlerin bir bölümü toplantıların dışında işi hemen UNUTuyorlar. UNUTmak istiyorlar. Korkudan kurtulmanın yolu UNUTmaktır. Artık kararların çoğunu tek başıma alıyorum."


(Kaynak: Yalçın Küçük, "DAVALARIM", Tekin Yayınevi, 1989 sf. 115)

***

Oyun'un notu: "UNUT"u büyütüp, kırmızı ile biz belirginleştirdik!

***

Ayrıca bakınız:

Hilmi Bulunmaz, Ömer Faruk Kurhan ve onun tuttuğu avukatlar Eyyüp Fırat Kuyurtar ile Uğur Demirci Tosun'a "HUKUK DERSLERİ" veriyor!...


Bulunmaz Tiyatro - İstanbul Genel Sanat Yönetmeni Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, Ömer Faruk Kurhan'a ve onun tuttuğu avukatlar Eyyüp Fırat Kuyurtar ile Uğur Demirci Tosun'a "ADALET, BELAGAT, HUKUK, İFADE, KANUN, RETORİK, SANAT VE TİYATRO DERSLERİ" veriyor...


Bulunmaz, ölü Türkiye tiyatrosundan badem göz isteyenleri eleştiriyor...


Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ı inatla mahkûm ettirmek için İstanbul 15. Sulh Ceza Mahkemesi'nde dava açmak istemişse de, Sayın Yargıç tarafından derhal "Talebin REDDİNE" damgası yiyecek kadar hukuktan asla hiç anlamayan DEDE HUKUK BÜROSU VE DANIŞMANLIK şirketi elemanı ve "LİNÇ KAMPANYASI" ana sponsoru Ömer Faruk Kurhan'ın sadık avukatı Eyyüp Fırat Kuyurtar, LİNÇÇİ Mimesis Dergisi'nin sanal kuyruğu Mimesis İnternet sitesinde yine anlamsız anlamsız üfürüyor!...


"Kramer Kramer'e karşı"dan esinlenme: "TİYATRO TİYATRO'ya karşı"


Hangi koşulda olursa olsun, cumartesi günleri ücretsiz çalışma sürüyor!


Bugün lokantada oturduğumuz Sabri Kuşkonmaz'la hukuk konuşmadık!


Bulunmaz, bugün Üsküdar Emniyet Müdürlüğü ve PEN/TEB bürodaydı!


Dâvâlarla boğuşan Bulunmaz, Yalçın Küçük'ün "DAVALARIM"ı okuyor...

16 Kasım 2011 Çarşamba

LİNÇÇİ Ömer F. Kurhan, Türkiye'nin tiyatral Kenan Evren'i, iftiracı ve LİNÇÇİ Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun "Theope" için attığı iftirayı kuramlaştırdı!

Ömer F. Kurhan: İkinci bir “Theope” Var mı? Evet, İkinci Bir Theope Var



“Theope” oyununun yazarı Coşkun Büktel, “Theope” üzerinden yürüttüğü kavgasını her zeminde ve her koşulda tiyatro insanlarını aşağılayarak sürdürdü.


2005 yılından bu yana da Sayın Prof. Özdemir Nutku’yu mesnetsiz bir biçimde “iftiracı” olarak tanıtmaya, sözde oyununun sahnelenmesini Sayın Nutku’nun engellediğini kabul ettirmeye çalıştı, oysa oyunu Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu’ndan geçtiğinde, Sayın Nutku Edebi Kurul Başkanıydı.

Yayın Yönetmenliğini Erbil Göktaş’ın yürüttüğü Yeni Tiyatro Dergisi’nde, H. Hilmi Bulunmaz imzasıyla bir yazı yayımlandı ve bu yazıda da yaklaşık yüz defa Sayın Nutku’ya “İftiracı” sıfatı kullanıldı, bu savı Ömer F. Kurhan yaptığı araştırmayla çürüttü ve Sayın Nutku’ya yönelik “iftiraların” dayanaksızlığını ortaya koydu, bu yazının da Yeni Tiyatro Dergisi’nde yayımlanması gerekirdi, ancak Sayın Göktaş, aşağıda okuyacağınız yazıyı Hakem Kurulu’nun reddettiği, yani bilimsel olmadığı gerekçesiyle yayımlamadı. Sayın Nutku’ya mesnetsiz olarak sadece bir yazıda yüzün üzerinde“iftiracı” suçlaması yapılması, böyle bir yazının ise bilimsel olarak sunulması, sadece Sayın Nutku’ya yapılan bir haksızlık değil, bilime, gazeteciliğe dahası gerçeklere karşı bir haksızlıktı. Bu noktada Sayın Özdemir Nutku’yu, deyim yerindeyse, kurda kuşa yem etmeme kararlığında olan ve bu kararlılığın görevi olduğu bilincinde olan Tiyatro... Tiyatro... Dergisi olarak biz yayımlıyoruz, umarız muhataplar artık Sayın Nutku’dan özür diler ve aynı saldırgan üslubu kullanmazlar.

2005 yılında, Devlet Tiyatroları Koordinasyon Toplantısı’nda, Özdemir Nutku bir iddiayı dile getirdi. 16. yüzyılda yazılmış Coşkun Büktel’in “Theope” oyunuyla aynı adı taşıyan bir oyunun olduğunu, bu iki eserin karşılaştırılmasını, varsa benzerliklere bakılmasını ve bunu Fransız filolojisinden ya da Fransızca bilen kişilerin yapması gerektiğini söyledi.[i]

Özdemir Nutku’nun ikinci bir “Theope”nin var olduğu iddiasını ortaya attığını, aynı toplantıya katılan ve “Theope” gibi önemli bir oyunun Devlet Tiyatroları’nda oynanmamış olmasını eksiklik olarak gördüğünü ifade eden Şahin Ergüney ifşa etti.[ii] Bunun üzerine, Coşkun Büktel şiddetli bir itiraz geliştirdi ve böyle bir eser varsa gösterilmesini, kendi yaptıkları araştırmadan böyle bir sonuç çıkmadığını söyledi:

“… tüm uğraşlarımıza karşın, ne benim ‘Theope’me benzeyen ikinci bir ‘Theope’yi, ne de hatta benim “Theope”me benzemeyen ikinci bir ‘Theope’yi saptayabildik. ‘Theope’ adlı ikinci bir oyunun var olduğunu hiç sanmıyoruz. Böyle bir oyun varsa bile, bu oyunun ya benim ‘Theope’mden sonra yazılmış olması gerektiğini, ya da benim ‘Theope’mle arasında en küçük bir benzerlik bile bulunamayacağını kesinlikle biliyoruz.”[iii]

Bildiğim kadarıyla, Coşkun Büktel’in itirazına Özdemir Nutku’nun verdiği tek yazılı yanıt var. Bu yanıtta, eski belgeleri karıştırırken 17. yüzyılda yaşamış ikinci sınıf bir yazarın “Theope” adlı bir oyununa rastladığını söylüyor. Ayrıca ekliyor: “Metni görmedim… Metni görseydim bile, Fransızca bilmediğim için oyunu okuma olanağı bulamayacaktım.”[iv]

Tabii ki Coşkun Büktel bu yanıttan tatmin olmuyor ve ikinci bir “Theope” varsa ortaya çıkarılmasını, aksi takdirde Özdemir Nutku’nun ahlâken de sorgulanmasının kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Bu noktadan sonra, benim “Büktel-Nutku İhtilafı” dediğim olay meydana geliyor. Bu ihtilaf temelde iki unsuru içeriyor: Birincisi, Özdemir Nutku’nun şu ya da bu nedenle “Theope”nin Devlet Tiyatroları’nda oynanmasını engelleme çabası içinde olup olmadığı; ikincisi ise, komplocu bir tutum geliştireceğim derken ikinci bir “Theope”yi yoktan var edip etmediği. Dikkat edilecek olursa, ikinci unsur etik bir sorunsallaştırmanın ötesinde akademik-bilimsel bir sorgulamayı gerektiriyor.

Bu ihtilafa ilgi duymamın nedeni, başka bir vesileyle başlayan ve Büktel’le yaşadığımız bir tartışma. Tartışmamız haksızlıklar karşısında vicdani kanaat ve tavır oluşturmanın mantığı ve yöntemi ile ilgili; isteyen bu tartışmanın belgelerini İATP-G, Oyun ve Büktel’in şahsi sitelerinde bulabilir. Bu yazıda, bu tartışma sırasında dile getirdiğim ayrıntı bir bilgiyi gündeme getirmek istiyorum: İkinci bir “Theope” var mı bilemem, ama 18. yüzyılda Fransız bir yazarın yazdığı bir roman var ve romandaki kadın kahramanın adı Théophé.

Son yıllarda tiyatro tarihi alanında çalışmalara yoğunlaşan Fırat Güllü, akademik bir ayrıntı olarak değerlendirdiğim bu bilginin “İkinci bir ‘Theope’ var mı?”, “Varsa iki eser arasında benzerlikler ne düzeyde?”, “Yoksa Özdemir Nutku ikinci bir ‘Theope’yi yoktan mı var etti?” sorularına ışık tutabileceğini ve bu şekilde belirsizlik üzerine inşa edilen söylenti ve suçlamaların sona erdirilebileceğini söyledi.

Fırat Güllü’nün uyarısı üzerine, Büktel-Nutku ihtilafının ahlâki sorunsallaştırma açısından belirleyici olmadığını düşündüğüm ikinci unsuruna açıklık getirmenin önemli olduğunu düşünerek bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum. Açıklık getirilmesi gereken konu, ikinci bir “Theope”nin var olup olmadığı, varsa iki eser arasında bir benzerlik, daha doğrusu güçlü bir benzerlik ilişkisinin olup olmadığıdır. Böylece, belirsiz bir şekilde “Theope” üzerine düşürülen bir soru işaretinin önyargı ve kestirme sonuçlarla değil ama bilimsel araştırma mantığıyla ortadan kaldırılması mümkündür diye düşündüm.

Öncelikle belirtilmesi gereken, Özdemir Nutku’nun ikinci “Theope” hakkında verdiği bilgilerin çelişkili olduğu ve belirsizlikler içerdiğidir: Devlet Tiyatroları Koordinasyon Toplantısı’nda, eski “Theope”nin Fransız yazarının 16. yüzyılda yaşadığını söylerken, Büktel’e verdiği yazılı yanıtında 17. yüzyılda yaşadığını söylemiştir. Ayrıca yazarın adını vermemiştir. Dolayısıyla şu ya da bu düzeyde bilimsel bir kesinlik iddiasında bulunmadığını söyleyebiliriz.

Öte yandan, Özdemir Nutku’nun söylediklerinden kalkarak, ikinci bir “Theope”yi yoktan var etmediği ama en fazla “duyum” değerinde bir bilgiye sahip olduğu izlenimi edindiğimi belirtmeliyim. Dolayısıyla, ortada sadece bir Büktel-Nutku ihtilafının olmadığını, ihtilafın ikinci unsuru ile ilgili olarak bir Büktel-Kurhan ihtilafının da meydana geldiğini kabul etmem gerekiyor. Büktel ve yakın arkadaş çevresinin iddiasına göre, Özdemir Nutku’nun ikinci “Theope”nin varlığını uydurduğunu kabul etmemiz gerekmektedir; en azından yaptıkları araştırma bunu göstermektedir.

Buna karşılık, her ne kadar çelişki ve belirsizlikler içerse de, ortaya atılan ikinci “Theope” konusunu ciddiye almamın nedeni, bir yönüyle Özdemir Nutku’nun az çok bildiğim akademik kariyeridir. Başka bir deyişle, Özdemir Nutku’nun yoktan var etme derecesinde kasıtlı bir eylem gerçekleştirmediğini düşündüğümü söyleyebilirim. Fakat ikinci bir “Theope”nin olabileceği konusunda bir kanıya sahip olmamın asıl nedeni, çelişki ve belirsizlikler içeren bir duyumun bazen önemli ipuçları verebileceğine inanmamdır. Bir duyum doğası gereği kesin bilgiler içermez, yanlışlar da içerebilir ama gerçeğe işaret eden bazı ipuçları vermesi ihtimal dahilindedir.

Büktel ve yakın arkadaş çevresinin ikinci bir “Theope”nin izine rastlamadıkları yolundaki açıklamaları benim için tatmin edici değildi; açıkçası, Fransızca’yı dikkate almayan yanlış bir tarama yapmış olabileceklerini düşünmüştüm. Nitekim ben taramayı “Theope” değil de “Théophé” diye yaptığımda, karşıma bir bilgi çıkmıştı. Bu bilgiye göre, 1697-1763 yılları arasında yaşamış Antoine-François Prévost’un yazdığı eserler arasında, “Histoire d’une Grecque Moderne” (Modern Yunanlı Bir Kadının Hikâyesi) adlı roman da bulunuyor ve romanın kadın kahramanı “Théophé” adını taşıyordu. Böylece ikinci bir Théophé’nin olduğunu ama bu Théophé’nin bir oyunun adı olmadığını, Prévost’un bir romanındaki kadın kahraman olduğu sonucuna ulaştım. Théophé, Prévost’un eserine verdiği adda mevcuttur ama “Théophé” olarak değil, “Yunanlı Bir Kadın” olarak.

Netleştirilmesi gereken ikinci nokta, Büktel’in oyunu ile Prévost’un romanı arasında bir benzerlik olup olmadığıdır. Elbette benzerlik derken iki eserin de kahramanının benzer adlar taşıması, cinsiyetlerinin kadın olması, eserlerin adında mevcut olmaları gibi benzerlikleri kast etmiyoruz. Bu tür benzerliklerle karşılaşmak her zaman mümkündür. Asıl sorgulanması gereken, Büktel’in “Theope”yi yazarken Prévost’un eserini kendisine bir şekilde dayanak yapıp yapmadığıdır. Bunu anlamak için de, iki eserin hikâyesini kısaca özetlemek faydalı olacaktır:

"Modern Yunanlı bir Kadının Hikâyesi"

Romanın anlatıcı-kahramanı Fransız diplomat, Osmanlı Türkiyesi’nde, İstanbul’da bir haremde köle hayatı süren genç Théophé’nin kurtulmalığını ödeyerek onu himayesi altına alır. En önemlisi, Fransız dilini ve okumayı öğreterek onu asimile etmeyi, Batı ahlâkına kazanmayı amaçlar. Asimilasyon oldukça başarılı görünür: Théophé en zorlu eserleri dahi okuma ve kavrama gücüne erişir. Fakat Théophé’nin yüksek bir bilinçle edinmiş olduğu Batılı ahlâk değerleri, Fransız diplomat açısından hiç beklemediği bir sonuca yol açar: Kadın kahraman, köle hayatı sürerken yaşadığı bayağılıklara tamamen sırt çevirip özerklik de talep eden erdemli bir hayat sürmeye karar verir. Fransız diplomatın erotik arzularına yanıt vermeyi reddeder; çok değerli hediyelerini ve hatta evlenme teklifini geri çevirir. Erotik aşk ile ahlâki erdemin yarattığı paradoksla karşı karşıya kalan Fransız diplomat adeta tuzağa düşmüştür. Bir yandan Théophé’ye hayranlık beslerken, diğer yandan onu şiddetle arzulamayı sürdürür. Théophé’nin etrafında pervane olan erkekleri gördükçe, aldatılıp aldatılmadığı şüphesi içini kemirir; kıskançlığı büyüdükçe büyür. Théophé gerçekten bir erdem abidesine mi dönüşmüştür, yoksa eskiden olduğu gibi bir sapkın mıdır? Roman bittiğinde anlatıcı-kahraman bu soruya kesin bir yanıt veremez. Théophé’nin gerçekte nasıl bir kadın olduğu sır olarak kalır.[v]

"Theope"

Eteokles, hüküm sürdüğü Thebai’ye demokratik bir düzen getirmiştir. Fakat anlaşmazlığa düştüğü kardeşi Polyneikes Argoslularla birleşerek iktidarı ele geçirmek üzere Thebai’yi kuşatır. Halk hastalık, açlık ve kentin üzerine yağan ateş topları nedeniyle kırılmaktadır. Buna rağmen Eteokles, yardımcısı Kreon’un talep ettiği zorunlu askerlik hizmetinin anti-demokratik ya da veba hastalığı nedeniyle ölüleri yakma işleminin tanrılara saygısızlık olduğunu düşünmektedir. Öte yandan, din ile devlet işlerini ayırma konusunda geri adım atarak, kör kâhin Teiresias’a başvurma ihtiyacı duyar. Böylece Teiresias, Thebai’nin politik sahnesine yeniden güçlü bir şekilde çıkar. Kör kâhinin şaşırtıcı bir kehaneti vardır: Çömezi dahil herkesin gıpta ettiği Kreon’un oğlu ve büyük heykel sanatçısı Menoikeus’un Thebai’nin kurtuluşu için kendisini feda etmesi gerekmektedir. Bu sırada Menokieus, zamanında köle pazarından satın aldığı, ama taparcasına sevdiği, kaçırıldığı için uzak düştüğü, yıllar sonra tekrar bulduğu Theope’nin bir heykelini yapmaktadır. Theope’ye karşı duyduğu cinsel arzuyu tatmin etmeyi de ertelemiş ve kendisini bu heykelin yapımına adamıştır. Dışarıda süren savaşın tarafı olmayı reddetmektedir. Üzerindeki halk baskısına rağmen kör kâhinin kehanetini gerçekleştirmeyi reddederek tanrılara isyan eder. Trajik sonu, Theope’ye yansıttığı ve heykelinde kalıcı hale getirmek istediği tanrıça imgesinin bir yanılsama olduğunu anlamasıyla gerçekleşir. Aslında Theope, kendisini kaçırılmış gibi gösterip yedi yıl boyunca Polyneikes’le yaşamıştır. Bunu öğrendiğinde, Menoikeus kendini surlardan aşağı atar. Kör kâhin Teiresias’ın kehaneti gerçekleşmiş görünür. Fakat çömezi bütün olan bitenlerin iktidar oyunu olduğunu anlamıştır. Menoikeus’un izinde ama ondan daha fazla yol kat etmek üzere ustasını terk etmeye karar verir.

İki hikâye karşılaştırıldığında, daha önce belirttiğim gibi, çeşitli benzerliklerin kurulması mümkündür. Theope ve Théophé’nin isim benzerliği ve köle geçmişlerinin ötesinde, her iki kahramanın da jestleri erdem ve aşk bakımından sorunsallaştırılmaktadır. Bu durumda, Büktel’in en fazla Prévost’un romanından esinlendiği ve oradaki bazı unsurları başka bir bağlamda yeniden işlediği iddia edilebilir • ki bu da bir yerde anlamsız olacaktır. Çünkü Büktel’in “Theope”yi yazarken bilinçli olarak ve aynı zamanda Prévost’un romanından esinlendiğine dair bir beyanatı olmadığı gibi, başka bir Théophé’yi hiç tanımadığını vurgulamıştır.

İki eseri birbirine benzer kılan asıl buluşma noktasını tahmin etmek zor değildir: Her ikisinin de meşhur Pygmalion mitosuna referansla şekillenmesidir. Pygmalion, asosyallik derecesinde kendisini sanatına adayan, yaptığı fildişinden kadın heykele âşık olan yaratıcıdır. Tıpkı yarattığı heykel gibi bir eşe sahip olmak ister. Aphrodite onu kırmaz ve heykele can verir. Böylece Pygmalion topluma karışarak mutlu bir hayat sürer.

Bu mitos pek çok esere esin kaynağı olmuş ve yeniden ele alınmıştır. Prévost’un romanında eğitim yoluyla dönüştürülen Théophé anlatıcı-kahramanın yaratımıdır; haremden kurtardığı kadın ise bu yaratımın malzemesidir. Bu anlamda, Pygmalion mitosuna referansla yazılan pek çok eser arasında “Histoire d’une Grecque Moderne”e de yer verilmesi bir rastlantı değildir.[vi] Büktel’in “Theope”si ise doğrudan Pygmalion mitine referansla şekillenmiştir.

Aristocu dramaturjiyi temel alacaksak -ki benim tavrım bu yöndedir- iki eser arasında benzerliğin güçlü yanlar içerip içermediğini olay örgülerine ve hikâyelere bakarak tespit etmemiz gerekir. İsim, nitelik, tema ve hatta sorunsallaştırma açısından, iki eser arasında güçlü bir benzerlik iddiası ortaya atmak spekülatif ve anlamsızdır. Özetlerden anlaşılabileceği gibi, Büktel’in somut olay örgüsü ya da hikâye bakımından Prévost’un romanıyla bir alışverişi olmamıştır. Bununla birlikte, Özdemir Nutku’nun iki eser arasında karşılaştırma yapılması ve varsa benzerliklerin tespit edilmesi önerisinin yanlış olduğu söylenemez. Gerçekten de çeşitli benzerlikler vardır; fakat basit bir karşılaştırma yapıldığında bu benzerliklerin “Theope”nin özgünlüğü bakımından önem taşımadığı görülmektedir.

Son olarak, bu yazının Coşkun Büktel ve yakın arkadaş çevresinin ikinci “Theope” konusunda ilgilenen kamuoyunu yanılttığını ve araştırma zaafı içinde olduklarını gösterdiğini belirtmek gerekir. Tiyatro alanındaki tartışmalar, özellikle “iftira” düzeyinde etik suçlamalarda bulunurken oldukça dikkatli yürütülmelidir. Bilimsel önermelerden hareketle ahlâki yargılara ulaşılmaz; fakat ahlâki yargılar sadece etik ölçülerle değil, olguları gün ışığına çıkaracak bilimsel önermelerle de desteklenmelidir. Bu anlamda, İkinci “Theope” iddiasının değil, Coşkun Büktel ve yakın arkadaş çevresinin kurguladıkları şekliyle “Büktel-Nutku İhtilafı”nın bilimsel dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşmak zor değildir.

EK: Yukardaki yazının kısa versiyonu internette dolaşıma girdikten çok sonra, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi yayın yönetmeni Mustafa Demirkanlı, Coşkun Büktel’in Taraf Gazetesi’nde Théophé’nin varlığını kanıtlayan açıklamalarıma rağmen şu sözleri ettiğine dikkatimi çekti: “…yerli yabancı tüm ansiklopedik kaynaklar ve Google, Nutku’nun yukarıda aktardığımız‘Fransızca’da 16. yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var,’ iddiasını yalanlıyor: Ne Fransa, ne başka yerde; ne 16. Yüzyıl, ne de başka yüzyılda, Coşkun Büktel’in “Theope”sinden başka, “Theope” adlı bir oyun (ya da roman, hikâye, opera, bale, vb) yok.”[vii]

Bu durumda Büktel retoriğinin önemli bir özelliğine değinmekte fayda var: Mantıksızlık ve yeri geldiğinde olguları hiçe saymak. Mantıksızlığı şundandır: Özdemir Nutku’nun kesinlik içermeyen ve araştırılsın dediği olgusal önermeleri kesinlik içeren bir önerme gibi okumak ve okurdan da böyle okunmasını talep etmek. Nesnel olguları hiçe saymaktadır çünkü kesinlik içermediği belli bir önermenin kesinlik içerdiğini ve ikinci Theope konusunun araştırılmasını Fransızca bilenlere havale eden, yani bu konuda kendisini yetkili kılmayan Özdemir Nutku’nun kendisini bir otorite gibi dayattığını savunmaktadır. En önemlisi, “ipucu” ya da “duyum”dan başlayarak kendisi açısından istenmeyen sonuçlara ulaşılabileceği fikrine kabul etme olgunluğuna sahip değildir.
Büktel ikinci Théophé’nin varlığını öğrendikten sonra bile niçin hâlâ iftiraya uğradığında ısrar ediyor? İşte bu artık bilimsel değil, etik olarak sorunsallaştırılması gereken bir jeste tekabül eder. Bu sorunsallaştırma yapıldığında ise, “iftira” suçlamasının aynen kendisine iadesi gibi bir sonucun doğması ne yazık ki kaçınılmaz görünmektedir.

[i] Bu toplantıda Özdemir Nutku’nun tam olarak ne söylediğinin anlaşılmasını sağlayacak işitsel-görsel bir kayıt internet ortamında mevcuttur. Bu kaydı izlemek için “http://www.coskunbuktel.com/buktelnihayet.htm” adresi ziyaret edilebilir. Bu kayda göre, ikinci bir “Theope” konusunda Özdemir Nutku’nun şu sözleri sarf ettiği görülmektedir: “… Hiçbir şeyle itham etmiyorum. Fransızca’da 16. yüzyılda yazılmış “Theope” diye bir oyun var. Özellikle Fransızca filolojinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler, yani bir bakmalılar. Aradaki benzerliği görmek için …”

[ii] Şahin Ergüney’in ifşaatı hakkında bkz. http://www.coskunbuktel.com/erguneynutku001005.htm

[iii] Coşkun Büktel’in değerlendirmesi için bkz. http://www.coskunbuktel.com/buktelnutku000905.htm

[iv] Özdemir Nutku’nun yanıtı için bkz. http://www.tiyatrokeyfi.com/gorusler/nutku.html

[v] Bu hikâye özetini internet ortamında çeşitli kaynaklara bakarak derledim. Merak edenler, örneğin Google arama motorunda “Théophé” kelimesini yazarak birçok kaynağa ulaşabilirler. Daha kapsamlı bir inceleme yapmak isteyenler ise, Google kitaplığından “Histoire D’une Grecque Moderne”in 1810 yılı baskısının dijital kopyasını edinebilirler. Kitabı indirmek için: http://books.google.com.tr/books?id=s5YGAAAAQAAJ

[vi] Pygmalion mitosuna referansla yazılan eserler hakkında Lethée Hurtebise’in “Galatée, un mythe d’ombre… éternellement” adlı kısa makalesine bakılabilir: http://lethee.over-blog.com/article-5765437.html

[vii] Coşkun Büktel, “Belgeleri görmek bile istemiyorlar”, 11 Mayıs 2009, Taraf, ayrıca bkz. http://www.taraf.com.tr/haber/33491.htm

Kaynak:: Tiyatro… Tiyatro… Dergisi, Sayı 202, Haziran 2009

17 Aralık 2010 Cuma

Aylık geliri 20.000,00 TL olan Coşkun Büktel "gelir vergisi"ni veriyor mu?


EK-D



T.C.
İSTANBUL
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
BASIN BÜROSU


Soruşturma No: 2010/45333




SORGULAMA TUTANAĞI
(Şüpheli İçin)

İFADE VERENİN:

T.C. Kimlik Numarası: 43243302258
Adı ve Soyadı: COŞKUN BÜKTEL
Baba ve Ana Adı: HASAN - FATMA
Doğum Yeri ve Tarihi: İZMİR - 22/12/1950
İkametgah Yahut Mesken Adresi: Çukurlu Çeşme Sok 6/4 Beyoğlu / İSTANBUL
Varsa Telefonu (Ev-İş-Cep-İrtibat): 252 94 82
Mesleği, Ekonomik Durumu: Yazar, 20.000,00 TL
Medeni Hali, Çocuk Sayısı: Boşanmış, bir çocuk
İfadenin Alındığı Yer: Savcılık Basın Bürosu

İfade verene yüklenen suç anlatıldı, müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade alma sırasında hazır bulunabileceği, müdafi seçecek durumda değilse ve bir müdafi yardımından yararlanmak istediği takdirde kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilebileceği, yakınlarından istediğine yakalandığının derhal birdirileceği, isnat edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu, şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını isteyebileceği kendisine hatırlatılıp açıklandı. Savunmamı kendim yapacağım dedi.


SORULDU:


www.coskunbuktel.com isimli site bana aittir, yöneticisi de benim. Hâlen yukarıdaki adreste yayın faaliyetine devam etmektedir. Üniversite yıllarımdan bu yana edebiyat ve tiyatro eserleri yazıyorum. İlk yazım, 1979'da bir dergide yayınlandı. Bir süre FOX TV'de yayınlanan "Arka Sıradakiler" dizisinin senaryo doktorluğunu yaptım. Tiyatro camiası, beni eserlerim nedeniyle yakından tanımaktadır.


1990 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları Harbiye Sahnesi'nde "Theope" isimli oyunum sergilendi. 1993 yılında da, Taş Kitaplar Yayınevi tarafından yayınlandı. Kitabın kapağında görüleceği gibi Türk Tiyatrosu'nun önemli isimleri olan Seçkin Selvi, Memet Baydur, Cüneyt Türel, Cihan Ünal övgüyle söz edip, hayranlıklarını dile getirmişlerdir. Bu kitabım 2007 yılında Çitlembik Yayınları'nca basılmış, Selçuk Erez, Acar Burak Bengi, Nazlı Ilıcak, Hamdi Alkan, Birol Güven, Hasan Ali Topbaş, bir yazar için gurur duyulacak övgülerini belirtmişlerdir.


2005 yılında Ankara'daki Devlet Tiyatroları'nın Koordinasyon Toplantısı'nda Edebi Kurul Başkanı Prof. Dr. Özdemir Nutku, Devlet Tiyatroları Disiplin Kurulu Temsilcisi Şahin Ergüney'in "Theope'nin 1990 yılında repertuara alındığı halde, 15 yıldır Devlet Tiyatroları'nda neden sergilenmediği" sorusuna, "Kimseyi itham etmek istemiyorum, ama Fransızca'da 16. Yüzyıl'da yazılmış Theope adlı bir oyun vardır. Fransızca bilenlerin özellikle Fransız filolojisinde okuyanlar bu oyuna bir bakmalılar, aradaki benzerlikleri görmek için" şeklinde cevap vermiş ve bu Devlet Tiyatroları'nın 3 gün süren toplantı kayıtlarına girmiş. Daha sonra ben, bu kaydı da izleyerek, Özdemir Nutku'nun konuşmasına bizzât şahit oldum. Bu itham, benim için oldukça suçlayıcı ve onur kırıcı olduğundan, Internet ortamında kibar bir üslupla Özdemir Nutku'yu kaynağını göstermeye, gösteremediği takdirde özür dilemeye davet ettim. Bu yazım Berfin Bahar Dergisi'nde de yayınlandı. Özdemir Nutku, tiyatrokeyfi.com isimli sitede sözlerini yalanladı; "Şahin Ergüney size yanlış nakletmiş. Ben, eski belgeleri karıştırırken, 17. Yüzyıl'da Fransa'da yazılmış 'Theope' adlı bir oyunun belgesini gördüğümü söyledim. Ayrıca, sizin oyununuzun orijinal olduğundan emin olduğumu belirttim" şeklinde, eski sözlerini yalanlamaya çalışmıştır.


Benim, Özdemir Nutku'ya karşı yazılarım üzerine tiyatro camiasında bana karşı bir cephe oluştu. Mustafa Şükrü Demirkanlı da, bunların arasındadır. Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları'ndan reklâm alarak yayınını sürdüren "Tiyatro... Tiyatro..." isimli dergisinde, Internet ortamında sahte isimler arasında "Burak Caney" müstear isimli kişi de bulunmaktadır. "Burak Caney" adını kullanan kişi beni dansöz kıyafetiyle resimlemiştir. İki yüz sayfaya yakın hakaret dolu yazıları da yazmıştır. Müşteki, Burak Caney'e teşekkür edip, desteklemiş, reklâmını yapmıştır. Ayrıca, kendisine ait www.tiyatrodergisi.com.tr isimli sitede, beni, Nazi amblemiyle resimlemiş ve yayınlamıştır.


1000'e yakın kişinin oluşturduğu linç kampanyası, Hilmi Bulunmaz isimli kişinin yazılarını bana mal etmiştir. Halbuki ben, Hilmi Bulunmaz'ı da "Çanak ve Köpek" yorumları nedeniyle eleştirdim. Müşteki bu linç kampanyasına dergisinde yer vermiş, beni ve Hilmi'yi, Özdemir Nutku'yu karalamakla, iftira etmekle suçlamış, ikimizi de aynı kefeye koymuştur. Şikâyet dilekçesi ekinde sundukları bilgisayar çıktıları incelendiğinde, müştekiyi hedef almadığım, bana karşı başlatılan ve yürütülen apaçık, somut iftiraları ve genel olarak bunları üretenleri hedef aldığım görülecektir. Mustafa Demirkanlı'nın şahsına yönelik iftiracı, sahtekâr söylemini kabul ediyorum. Bunu da, bana karşı yürütülen kendisinin de aralarında bulunduğu, başrol oynadığı iftira ve linç kampanyasına karşı tepki olarak kullandım.


Ayrıca, dergisinin kapağında, binlerce kişinin görebileceği şekilde, "Evet, İkinci Bir Theope Var" şeklindeki Özdemir Nutku'nun kamera görüntüleriyle ve gerçeklerle bağdaşmayan sözlerine yer verdiğinden, mesleki ve kişisel onurum zedelendiğinden, cevap verme gereğini duydum. Bu yazıların başlamasına sebebiyet veren müştekidir. Suçlamayı kabul etmiyorum. Bana karşı yürütülen kampanyaya ilişkin bilgisayar çıktılarını da sunuyorum, ne kadar ağır bir tahrik altında olduğum görülecektir, dedi.


Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 147'nci maddesinde yazılı hususların yerine getirilmesinden sonra tutanak okunup, ifade verenle hazır bulunanlar tarafından imza altına alınmıştır. 14/12/2010


NURTEN ALTINOK 22971.....İBRAHİM ŞAHİN.....COŞKUN BÜKTEL

.....Cumhuriyet Savcısı..................Zabıt Kâtibi.....................Şüpheli

25 Mayıs 2010 Salı

Çorumlu yazar LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'a yanıt hakkı bile tanımayan Ali Şimşek'in gazetesi SANSÜRCÜ BİRGün'de yazdı!

Oyun'un notu: Aşağıdaki yazıyı, SANSÜRCÜ Ali Şimşek'in gazetesi BİRGün'den alarak olduğu gibi yayınladık.Ancak, yazıda bulunan LİNÇÇİ ada biz link verip, bu adı kırmızı renkle biz belirginleştirdik. Ayrıca, yazıdaki bariz yazım yanlışlarını kırmızı renkle belirtip, doğrularını yeşil harflerle biz yazdık. Bunun yanı sıra, Çorumlu yazar LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun okunamaz hamlıktaki yazısını, biraz olsun olgunlaştırıp okunur hâle getirmek için yaptığımız müdahaleleri de kahverengi harflerle yine biz yazdık!


***


DÖRT BAŞI MAMUR KURUÇ


LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu
cucenoglutuncer@gmail.com
16 Mayıs 2010



Bozkurt Kuruç benim için özel bir insandır. O'na beslediğim sevgi ve saygı o kadar derindir ki Boyacı adlı oyunumu (onun) adına ithaf etmişimdir. O’nu tanımam yıllar öncesine dayanır. Ankara'da gencecik bir üniversite öğrencisiydim o yıllarda. (Üniversite öğrencileri, sadece Ankara'da değil, ülkemizin neresinde olursa olsun, istisnalar dışında, hep gencecik insanlardır!) Hemen her hafta Devlet Tiyatroları’nda sahnelenmekte olan bir oyuna giderdim. O’nu ilk kez Turan Oflazoğlu’nun Deli İbrahim adlı oyununda izlemiştim.

Deli İbrahim’de dev bir aktör, İbrahim’in inişli çıkışlı karmaşık karakteriyle öyle bütünleşmişti ki hayran olmamak elde değildi. Öylesine bir oyunculuk sergiliyordu ki, yedi kez izledim oyunu.

Sahneye yakışan, seyirciyi hemen avucunun içine almayı başaran, rolüyle kaynaşmakla kalmayıp, rolü zenginleştiren ve en küçük ayrıntıları bile yakalayıp mükemmelleştiren bir aktördü. Sevgili Kuruç’un son olarak rol aldığı iki yapıttan da söz etmek isterim. Bunlardan birincisi Nâzım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı adlı yapıtı, diğeri ise Kafesten Bir Kuş Uçtu adlı eşsiz oyundaki oyunculuk gösterisiydi. ( (Çorumlu yazar LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, tam burada bir parantez açmış ve fakat bu parantezi kapatmayı unutmuş. Oysa, Çorumlu yazar LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'na; "Gerçekten de olağanüstü bir yerdi... 17 Km uzunluğunda doğal ve bozulmamış bir sahil... Önerilen dubleks evin bulunduğu Akdeniz Evleri, 190 konuttan oluşuyor... Fiyat da uygundu... En önemli özelliklerinden biri de Göçek, Köyceğiz, Dalyan gibi yerlere arabayla yalnızca yarım saatte ulaşabilme şansına sahip oluşunuz. Duraksamadan aldım... Ve her yaz Temmuz ve Ağustos aylarını burada geçirmeye başladım..." dedirten evindeki herhangi bir musluğu açıp kapatmayı unutursa, evini su basabilir! Nasıl ki, Çorumlu yazar LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, evinin sular altında kalmasından rahatsızlık duyarsa, bir parantez açıp ve fakat o parantezi kapatmadığında da aynı rahatsızlığı duymalı!! Ancak, Çorumlu yazar LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'ndan böyle bir duyarlılık beklemek, ölüden öpücük beklemeye benzer!!!) Kafesten Bir Kuş Uçtu’yu İstanbul’da Taksim Devlet Tiyatrosu Sahnesi’nde (İstanbul Devlet Tiyatrosu Taksim Sahnesi'nde), Yıldırım Aktuna ile birlikte izlemiştik. Aktuna'nın oyunun bitiminde “Kuruç eşsiz bir aktördür” demesini asla unutamam.

Kuruç'la tanışmamız ise, benim Devlet Tiyatroları'na Edebi Kurul üyesi olarak atanmamla gerçekleşti. Ayda en az bir kez Ankara’ya gidiyor ve Kuruç’u daha yakından tanıma olanağı buluyordum. Aktörlüğünün ötesinde mükemmel yöneticiliği ve kibarlığıyla da beni etkilemekte gecikmedi. Ankara’ya gidişlerimde otelde değil annemin Kurtuluş’taki evinde kalırdım. Kendi özel aracıyla kaç kez getirip bırakmıştır Kurtuluş’taki eve beni.

Bozkurt Kuruç’la ilgili olarak, tanığı da olduğum, birkaç anıyı nakletmek isterim. İlk unutamadığım olay, sezon sonunda yapılan Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Koordinasyon Toplantısı’nda gerçekleşti. Toplantıya Devlet Tiyatroları’nın tüm bölge müdürleri, onların yardımcıları, rejisörler, bazı deneyimli aktörler, dramaturglar ve Edebi Kurul üyeleri katıldık. Toplantı üç gün sürecekti. İlk gün, şimdi adını bile anımsamadığım Kültür Bakanı’nı temsilen onun adına, gene adını bile anımsayamadığım müsteşarı da katılmıştı toplantıya. Gün boyunca Devlet Tiyatroları’nın sorunları, sanatçıların ve müdürlerin önerileri gündeme getirildi.

Müsteşar ilgiyle dinliyordu konuşmaları ve arada bir notlar da alıyordu. Toplantı bitmek üzereydi ve Müsteşar ayağa kalkarak şunları söyledi: “Bütün katılımcılara teşekkür ediyorum. Açık sözlülükle Devlet Tiyatroları’mızın birçok sorununu ortaya koydular ve benim de bilgilenmemi sağladılar.” Müsteşar bunları söyledikten sonra Sevgili Kuruç’a döndü: “Sayın Kuruç yarınki toplantımız saat kaçta başlayacak?” Bozkurt Kuruç’un saygıyla gülümseyerek şunları söylediğini duyduk: “Sayın Müsteşarım. Ben de toplantımızın ilk gününde bizi yalnız bırakmayarak katıldığınız için size teşekkür ediyorum. Ancak yarın sizi yormayacağız. Çünkü yarın gelmeniz için bir neden yok.” Müsteşar kendisine verilen mesajı anlamadı ve “Hayır yorulmam Sayın Kuruç. Zevkle geleceğim” dedi.

Bozkurt Kuruç nezaketini asla elden bırakmayarak aynı kararlılıkla sürdürdü konuşmasını: “Teşekkür ederim ama yarın gelmeniz için bir neden yok Sayın Müsteşarım. Çünkü yarın biz önümüzdeki sezonun oyunlarını seçeceğiz. Doğrudan kurumumuzu ilgilendiren bir konudur.”

Müsteşar’ın kıpkırmızı olduğunu gördük birden. Ayağa kalkarak: “Ben o zaman izninizi rica edeyim” dedi. “Estağfurullah. Sizi uğurlayayım Sayın Müsteşarım” dedi nezaketle Bozkurt Kuruç ve arabasına kadar götürdü onu. Müsteşar arabasına bindi ve biraz da şaşkınca el salladı Kuruç’a. Kuruç da aynı nezaketle uğurladı onu.

Gene sevgili Kuruç’un beni gerçekten etkileyen bir eylemi de telif haklarının yükseltilmesi konusunda oldu. Hemen her toplantımızda, yazar teliflerinin, bilet ücretlerinin düşük olması nedeniyle oldukça komik kaldığını, oysa Devlet Tiyatroları’mızın Türk Dili’nin gelişmesine ve ulusal tiyatromuzun kurulmasına katkısının, ancak sağlam metinlerle sağlanabileceğini, bunun için de yazarları bu bağlamda özendirecek önlemlerin alınması gerektiğini söylerdi.

Bunun için akılcı bir mücadele verdiğinin tanığı olmuşumdur. Bürokrasinin ne büyük engeller çıkarttığını bilen biri olarak bunu başaramayacağı konusundaki olumsuz düşüncemi de yerle bir etmekte gecikmedi ve bunu sağladı. Gene en büyük hedeflerinden biri de Devlet Tiyatroları’mızı tüm yurda yaymak ve belli kentlerde müdürlükler oluşturarak bu yaygınlaşmayı sağlamaktı.

Nitekim birçok bölge tiyatrosu Kuruç dönemlerinde gerçekleştirilmiştir. Kuruç dönemlerinde Devlet Tiyatroları repertuarının nasıl oluşturulduğu konusunda da birkaç örnek vermek gerekirse, düzey ve gündem başta olmak üzere birçok unsurun gözetildiğini görürüz. Bu konuda göze çarpan ilk özellik oyun metinlerinin kesinlikle başarılı olmasıdır. Hatır gönül meselesi kesinlikle Kuruç’u etkilememiştir. Bu özellikleri taşıyan oyun metinleri, sayısal kısıtlamaya asla itibar edilmeden yer almıştır repertuarlarda. ‘Bir yazardan bir oyun’ yanlışlığına asla düşmemiş “Birileri ne der?” korkusundan uzak durmayı bilmiştir. Yani düzeyi yakalayan oyun sayısı bir yazar için sayısal endişelerden uzak anlayışla seçilebilmiştir aynı sezonda. Buradaki mantığı da “Asıl eşitsizlik budur. Her yazarı eşitlemeye çalışmak en büyük yanlıştır ve başarılı oyunlar yazılmasının en büyük engelidir” demiştir Kuruç her zaman.

O’nun yönetim ve tiyatro anlayışını buna benzer sayısız örneklerle çoğaltabiliriz. Bizim bilmediğimiz diğer örnekleriyse özellikle onun başarılı müdürlerinin yazıya dökmesinde yarar görüyorum. Bu örnekleri genç kuşakların bilmesinde/öğrenmesinde sayısız yararlar olacaktır.

İşte böylesine değerli bir sanatçı için 29 Nisan 2010 günü Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Tiyatro Ana Sanat Dalı Başkanı Doç. Dr. Füsun Balkaya, 50’nci yıl kutlamasını gerçekleştirdi. Yurt dışında olması nedeniyle ‘Dört başı mamur Kuruç’ başlığıyla yazılı görüşlerini ileten Sevgili Talat Halman’ın değerlendirmeleri tek kelimeyle ‘harikaydı’. O kadar etkilendim ki, bu yazımın konu başlığı yaptım onun mesaj başlığını… Bundan daha güzel nasıl tanımlanabilirdi ki Bozkurt Kuruç? Bu güzel günü tamamen kendi özverisiyle bize yaşattığı için Füsun Balkaya’yı yürekten kutluyorum. İyi ki varsın Bozkurt Kuruç, iyi ki tanıdım seni ‘Dört başı mamur Kuruç!’

(Kaynak: BİRGün)


***


Ayrıca bakınız:


ALİ ŞİMŞEK'İN KÜLTÜR-SANAT EDİTÖRÜ OLDUĞU BİRGün GAZETESİ TARAFINDAN SANSÜRLENEN HİLMİ BULUNMAZ'IN YAZISINI MUTLAKA, AMA MUTLAKA OKUYUNUZ, OKUTUNUZ!!!

Feridun Çetinkaya, BİRGün'ü değerlendiriyor!

LİNÇÇİ Yrd. Doç. Dr. Adnan Tönel, sosyalist yayın yaptığını sezdiren BİRGün'de, kendisine ekmek veren YENİ YÜZYIL ÜNİVERSİTESİ'nin reklamını yapıyor!

LİNÇÇİ Ömer F. Kurhan'ı dramaturg olarak besleyen BİRGün gazetesi yazarı Nedim Saban, Hatay'ın bir ilçesi olan Dörtyol'u Mersin'in bir ilçesi sanıyor!

Gazetecilik, iletişim, kültürel incelemeler, diyalektik imge, görsel kültür-sanat tarihi derslerinde incelenmesi gereken çok somut bir sansür vakıası!

Türkiye tiyatrosunu hızla, hem de şimşek hızıyla kirleten Mustafa Şükrü Demirkanlı komutasındaki LİNÇÇİLER, şimdi de Aziz Nesin'in adını kirletiyorlar

Onur Caymaz, LİNÇÇİ M. Ş. Demirkanlı'yı destekleyen Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın da üyesi olduğu, AKP'nin "ANAYASA ÇORBASI"ndaki sineği gösteriyor!


***


"Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf'ın (TAKSAV) 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman’a verdiği 'Emek Ödülü' haber linkleri"

TAKSAV'ın, 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Halman'a "Emek Ödülü" vermesine karşı çıktığımızda bize teşekkür etme inceliğini gösteren E. Timur'un haberi!

Doğal tiyatral gündemleri yapay gündemler oluşturarak hiçimsemeye çalışan LİNÇÇİ Kurhan, nerede antifaşist bir durum oluşursa, orayı karalamak istiyor


***


LİNÇÇİ Ertuğrul Timur, öznesiz tümce kuruyor!

Yalan makinesi ve küfürbaz Mustafa Demirkanlı'nın sözde küfre karşı kampanyasına alet olanların imzaladıkları metni ve alet olanları teşhir ediyoruz!

Linç imzacıları listesi

24 Eylül 2009 Perşembe

İSTANBUL'DA YAPILAN TİYATRO KURULTAYI SÜRECİNE NOTLAR

Özgür Başkaya tarafından yazıldı.
Perşembe, 24 Eylül 2009 22:33


MERHABA
AŞAĞIDA İSTANBUL KURULTAYINA DEĞİN YAPILMIŞ YAZIŞMALAR VE KİŞİSEL YORUMLARIM BULUNMAKTADIR..
TİYATRO CAMİASINA DUYURMAYI GÖREV BİLDİĞİM İÇİN YAYINLIYORUM.
ÖZGÜR BAŞKAYA
WWW.OZGURTİYATRO.ORG


TÜRKİYE TİYATRO KURULTAYI İSTANBUL BULUŞMASI İÇİN YAZILAN ÇAĞRI METNİ:


ÖRGÜTLÜ BİR TİYATRO İÇİN TÜRKİYE TİYATRO KURULTAYI


Bu yıl İzmir’in Urla ilçesinde düzenlenen 3. Türkiye Tiyatrolar Buluşması'nda, tiyatro camiası içinde iletişim ve koordinasyonu sağlayacak, tiyatronun sorunlarına etkili bir şekilde müdahale edebilecek bir çatı örgütüne ihtiyaç duyulduğu vurgulandı.

Bununla kalınmadı; tiyatro alanında örgütlenme bilincinin geliştirilmesi ve tiyatro örgütlerinin birbirinden kopukluğunu gidermek için bir Türkiye Tiyatro Kurultayı düzenlenmesine karar verildi.

12 Eylül’de İstanbul’da düzenlenmesi planlanan Türkiye Tiyatro Kurultayı’nın hedefi, tiyatro camiasını etkili olmaktan alıkoyan dağınıklığı ortadan kaldırmak, ihtiyaçlar doğrultusunda tiyatro örgütlerinin kurulmasını ya da canlandırılmasını teşvik etmek ve Türkiye çapında bir iletişim ve dayanışma ağını örmektir.

12 Eylül öylesine seçilmiş bir tarih değildir. 12 Eylül’ün tiyatro adına da anlamı yıkım ve karanlıktır; aynı günde tiyatronun çatı örgütünü kuracağımızı ve irademizi kalıcı bir şekilde yükselteceğimizi ilan edeceğiz.

Deneyimlerimiz göstermektedir ki, tiyatro insanları ancak el ele verdiğinde sesini duyurabilmektedir. Parçalanmışlık ise tiyatroyu bağımlı hale getirmekte, toplumun kurucu ve etkin bir öznesi olmaktan çıkarmaktadır. Himaye değil, haklarımızı almak için örgütlenmek istiyoruz.


Tiyatro insanlarını ve kurumlarını Türkiye Tiyatro Kurultayı ile başlatılacak sürece katılmaya çağırıyoruz. Davetimiz, sorunlarımızın çözümünün örgütlü tiyatrodan ve dayanışmadan geçtiğini düşünen tüm tiyatro çevrelerinedir.

KOORDİNASYON KOMİTESİ:
Fırat Güllü - Mehmet Esatoğlu - Nedim Saban - Orçun Masatçı - Orhan Aydın
Ömer F. Kurhan - Turgay Tanülkü - Zafer Gecegörür

KURULTAY ORGANİZASYONUNDA ÇALIŞAN KURUM VE TOPLULUKLAR:

Amatör Tiyatrolar Çevresi - Bartın Sanat Tiyatrosu - İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu / Girişim
İzmir Yenikapı Tiyatrosu - Nazım Hikmet Kültür Merkezi - Tiyatro Boğaziçi - Tiyatro Kare
Tiyatro Oyuncuları Derneği - Tiyatro Simurg - Türkiye Tiyatrolar Birliği


http://www.tiyatro-kurultayi.org/


***


TÜRKİYE TİYATRO KURULTAYI İSTANBUL BULUŞMASINA YUKARIDA ALINTILADIĞIM ÇAĞRI METNİ İÇİN YAZDIĞIM DÜŞÜNCELER..


sevgili esatoğlu , sevgili güllü, sevgili gecegörür....Öncelikle böyle bir çalışmayı desteklediğimi ve tiyatromuz adına da orada olacağımı bildiririm..Gönderdiğiniz metinde belirli karmaşaların olduğunu düşünüyorum.. kurultay kelimesinden başlamak gerekir.. ulusal ya da uluslararası bilimsel toplantı veya varolan bir birliğin temel meselelerini konuşmak için yaptığı toplantı.. ( türkçe sözlük temelli..)belki birincil anlamda değerlendirirsek bu yapılması istenen yere yaklaşabilir ancak okuduğum metinde ikinci anlama oturtma gibi bir yaklaşım var.." 12 Eylül’de İstanbul’da düzenlenmesi planlanan Türkiye Tiyatro Kurultayı’nın hedefi, tiyatro camiasını etkili olmaktan alıkoyan dağınıklığı ortadan kaldırmak, ihtiyaçlar doğrultusunda tiyatro örgütlerinin kurulmasını ya da canlandırılmasını teşvik etmek ve Türkiye çapında bir iletişim ve dayanışma ağını örmektir." bu birinci anlama yakındır.yukarıdaki alıntı ile aşağıdaki alıntı bana çelişik gelmektedir..""12 Eylül öylesine seçilmiş bir tarih değildir. 12 Eylül’ün tiyatro adına da anlamı yıkım ve karanlıktır; aynı günde tiyatronun çatı örgütünü kuracağımızı ve irademizi kalıcı bir şekilde yükselteceğimizi ilan edeceğiz."nedeni ise yine son paragraftaki çağrıdır : "Tiyatro insanlarını ve kurumlarını Türkiye Tiyatro Kurultayı ile başlatılacak sürece katılmaya çağırıyoruz. Davetimiz, sorunlarımızın çözümünün örgütlü tiyatrodan ve dayanışmadan geçtiğini düşünen tüm tiyatro çevrelerinedir."önceden başlatılan bir süreç altında hareket etmek başkadır.. geniş bir çağrıyla yeniden başlamak başkadır..varolan tiyatro örgütleriyle ve tiyatrolarla ortaklaşmak için sıfırdan başlamak başkadır , olmaMIŞ gibi yapılmaya çalışılan ancak olduğu var ( sayılan ) olan bir çatıda toplanmak başkadır..bunları yazmamın nedeni kesinlikle süreci törpülemek değildir, başta söylemiştim.. ancak kafa karışıklıklarını ortadan kaldırıp işe başlamak önyargıların da engellenmesine yol açar..atb örneğinde olduğu gibi..amatörlüğü esas alan bir birlikteliğin bu çağrıya sıcak bakması doğal , ancak temkinli olacaktır. çünkü bildiğiniz üzere hem koordinasyon komitesinde hemde kurultay için çalışan grupta hem amatör, hem yarı amatör, hem de profesyonel kişi ve kurumlar bulunmaktadır.. bu kişi ve kurumlar hangi temel üzerinden biraraya geleceklerine karar vermiş olabilirler ancak tüm türkiyeye yapılan bu çağrı düşünülebileceği üzere bu temele sahip değidir ve farklı tartışmaları da yanında getirecektir..eğer kurultayda bunlar konuşulacaksa o zamanda ; "aynı günde tiyatronun çatı örgütünü kuracağımızı ve irademizi kalıcı bir şekilde yükselteceğimizi ilan edeceğiz" sözleri havada kalmaktadır.."iletişim- koordinasyon - tiyatronun sorunlarına etkili müdahale - örgütlenme bilinci" gibi kavramlar elbette kulağa hoş gelmektedir ancak temellendirilmesi gerektiğinden ve ortak paydaları belirlemek zaruretinden nesnel değildir ve maalesef havada uçuşmaktadır..neyse..tüm bunlarında orada konuşulmasının da iyi bir şey olduğu düşüncesiyle orada olacağımı bildiriyor ve tiyatronun tüm süreçlerinin önünün açık olmasını diliyorum..tiyatro dostluğuyla...

özgür başkaya
05055863249
www.ozgurtiyatro.org


***


ÖMER FARUK KURHAN TARAFINDAN YOLLANAN YANIT YAZISI...
Kurultay'la ilgili yazına yanıt

Öncelikle bu yazının Koordinasyon Komitesi’nin bir üyesi olarak yazdığımı ve teknik bazı önermeler dışında komitenin bütününu bağlamadığını belirtmek isterim. Arkadaşlar koordinasyon komitesi üyelerinin bazılarına ilettiğin bir mesajı bana da yönelendirdi ve bu nedenle aşağıdaki yazıyı yazdım.

Kurultay’a verdiğiniz destek için teşekkür ederiz. Bu noktada, sizden ricamız, Kurultay adına açılan internet sitesine (http://www.tiyatro-kurultayi.org/) girerek kurum ve kişiler olarak isimlerinizi eklemenizdir – hâlâ bu işlemi yapmamış iseniz.

İkinci bir ricamız, kurm ve kişiler olarak Kurultay’a katılacağınızı değil, katılmak istediğinizi iletmenizdir. Çünkü Kurultay’a katılmak isteyenlerin başvurularını yapmaları ve ona göre bir planlama yapılması gerekmektedir. Kurultay’ın gerçekleştirileceği salonun kapasitesi sınırlıdır. Dolup taşar mı, yoksa fazla mı geniş gelir şimdiden öngörmek kolay değil. Örneğin Ankara’da ilişki içinde olduğunuz topluluklarla bir araya gelerek organize olmanız, katılabilecek temsilci sayısını belirlemeniz ve iletişim kurmanız hem planlamanın kolaylaşmasına hem de Kurultay’ın örgütlü ilişkilerin kurulmasını teşvik etme işlevine katkı sunacaktır.

Bu teknik konuları bir yana bırakıp bildiriyle ilgili eleştirilerine gelince:

“Kurultay” teriminin anlamı ile ilgili tartışma burada da yaşandı ve sonuçta kullanılmasında bir mahzur olmadığı sonucuna varıldı. Sözlük anlamına bakıldığında bir anlam çeşitliliği olduğunu sen de fark etmişsin Bizim ilk aşamada tercih ettiğimiz anlam büyük toplantıdır. Şöyle de söylenebilir tümden gelimci değil, tümevarımcı ve sürece yayılan bir çatı örgütü konseptini benimsemenin yararına inanıyoruz. Hedef, İstanbul’daki Kurultay’ın tiyatromuzun çatı örgütü ihtiyacını giderme yönünde geniş katılıma açık bir süreci başlatmasıdır.

Elbette bu sürecin 3. Türkiye Tiyatro Buluşması’nda da başlatılması mümkündü. Fakat Orhan Aydın’ın önerisiyle, süreci daha büyük bir toplantıyla başlatmanın daha doğru olacağına karar verildi.

Belirtmek gerekir ki bir çatı örgütü kurma adına yaşanan sürecin tarihi daha eskidir: Son yıllarda Ankara Tiyatro Festivali’nde tiyatro örgütlenmesini konu alan paneller tiyatro örgütlerinin temas kurmasında ve ilişkilerini geliştirmesinde oldukça işlevsel olmuştur. Gerçi geçen yıl festivali protesto ettiğiniz için bu süreçten kopmuş olabilirsiniz; ama Ankara Festivali’nin ve özelde Yener Aksu’nun bu yapıcı sürece katkısını kimse kolay kolay inkâr edemez.

Sana önerim, belli bir bilimsel paradigma içinde kesin anlamlara kavuşturulan kavramlar söz konusu değilse, kongre, meclis veya kurultay gibi sözcüklerin pratik anlamlarına önem vermendir. Bildiriden de anlaşılabileceği gibi, süreç ve dayanışma ağının örülmesi gibi tanımlardan hareket edilmektedir. Doğrusu da budur: Bir çatı örgütü kurma adına Kurultay’a kadar işleyen bir süreç de olmuştur, sonrası da olacaktır.

Çelişki olarak söylediğin şeyler kelimeleri eğip bükmekten ibaret. Ben bu sorunu bir ara Büktel’le de yaşamıştım. Olgusal önermelere ve kelimelere kesin anlamlar yüklemek, bağlamı ihmal etmek gibi bir huyu var. Sanki olgular ve temayüller evreninde değil de, seçilmiş bir matematiksel evrende yaşıyoruz. Bu anlamda, bilimcilik veya mantık adına öne sürülenler sıkı bir dogmatizmin tezahürlerinden başka bir şey değildir.

Örneğin “çatı örgütünü kurmak” ne demektir? Yasal statüye sahip dernek ya da konfederasyon gibi bir şey kurmak mı? Kimileri bunu savunabilir, ama savunmayanlar da çıkabilir. O zaman ne olacak? Çatı örgütü esprisi ayrımsız her tiyatro örgütünü kapsayacak bir iletişim ve dayanışma ağının örülmesini sağlayacak bir kurguyu / kuruluşu gerektirir. Bunu anlamlı kılacak olan da ortak sorunların üzerine gidebilme kapasitesi olacaktır.

Dahası: Bir sıfır noktası ya da yoktan var edilebilecek bir başlangıç yoktur. Yukarda sözünü ettim: Kurultay’a giden süreçte Ankara Festivali panelleri de işlevsel olmuştur, fakat dönüm noktası 3. Türkiye Tiyatro Buluşması’dır. Pekiyi Kurultay gerçekten çatı örgütünün kısa vadede ve yaygın bir şekilde hayata geçmesini sağlayabilir mi? Bu konuda değişik fikirler var. Ben temkinli olanlardanım. Fakat “temkin” derken sürece aktif ve yapıcı katılım göstermekte tereddüt ettiğim anlaşılmamalı; sürecin geniş zamana yayılacağı ve inişli çıkışlı seyredeceğini düşünmekteyim.

Çağrı bildirisinin havada kaldığından söz ediyorsun. Galiba çağrı bildirisi ile parti programı ya da bir dernek tüzüğü arasındaki farkı gözden kaçırmaktasın. Daha da önemlisi, çağrı bildirisinin zaten havada kalması gerektiğini anlaman gerekirdi. İlk aşamada onu havadan alıp yere indirecek olan çatı örgütü hedefine kilitlenen kurultay katılımcıları olmalıdır.

Bildiri program ya da tüzük önerisi değil, çatı birliğini kurmak adına içini doldurma çağrısıdır. Bu da yetmez; onu yere indirecek olan tek başına Kurultay’da dillendirilecek soyut ve çoğu bildik ilkeler de değildir; ilkesel temayüllere uygun pratik bir sürecin örgütlenmesidir.

Sonuç olarak, senin eleştiri dediğin ama spekülasyonlardan ibaret bulduğum görüşlerin ya da “temkinli” duruşun çatı örgütünü kurma ve işlevsel kılma sürecine pek bir şey katmaz düşüncesindeyim. Bu da çatı örgütünü kurma sürecinin zamana yayılacağı varsayımını doğrulayan bir tutuma işaret eder aslında.

Ben örneğin Türkiye Tiyatrolar Birliği ile bir uzlaşma yakaladığımızda, Türkiye Tiyatro Buluşması’na katıldığımızda, İstanbul’dan, Bartın’dan, Manisa’dan ve İzmir’den arkadaşlarla bir heyet oluşturup Bursa Mustafakemalpaşa’daki bölge tiyatrosu ile dayanışma ziyaretini organize ettiğimizde, Ankara Festivali’nde tiyatronun örgütlenme sorunlarını masaya yatırdığımızda, çatı örgütü kurma hedefine kilitlenen bir Kurultay’ın organizasyonuna aktif katılım gösterdiğimizde vs. bir çatı örgütü konseptinin hayata geçmeye başladığını düşünüyorum.

Sana önerim, nasıl bir çatı örgütüne ihtiyaç duyduğumuz ve örgütlenmenin alabileceği biçimler üzerine düşüncelerini ortaya koyman ve mümkünse bunu bir bildiriye de dönüştürüp Kurultay sürecine katkı sunmandır. Kurultay’ın gündeminin Özgür Başkaya’nın yorumsama ve mantık anlayışını masaya yatırmak olduğunu pek sanmıyorum. Destek verdiğini söylemene rağmen Kurultay sürecine mesafeli durman kendi tercihindir. Buna karşılık, Kurultay’ın görücüye çıkmak, birilerine kendisini beğendirmek gibi bir kaygısı olmamalıdır.

İyi çalışmalar…

Ömer F. Kurhan


***


ÖMER FARUK KURHANA YAZDIĞIM YAZI....
elbetteki son yanıt...

Sayın ömer faruk kurhan...

Öncelikle sizinle polemiğe girmeyeceğimi çünkü bunun benim için gereksiz ve yersiz olduğunu bildirmek isterim..
Sadece bu kerelik yazdığınız yazıya binaen görüşlerimi sizinle ve diğer üç arkadaşla paylaşacağım.
Bahsi geçen ve yazı gönderdiğim arkadaşların yerine sizin bana yazmanızı iyi niyetli olmaya çalışarak sadece kurul içi dayanışmaya bağlıyorum. Ancak onların en azından sizden önce bana dönmemiş olmalarını da yadırgadığımı bildirmek isterim..

İkinci ricanızı anlayabilmiş değilim.. Salonda b2, c4 vb.. gibi numaralar varda geleceğini deklare eden birine yada kuruluşa kurultay kapılarını kapayacak bir konsepte mi sahip..
Orhan Aydın’ın önerdiği gibi sürecin daha büyük bir toplantıyla başlatılmasını istiyorsak bu nasıl bir ricadır ki “katılacağımızı değil katılmak istediğimizi” ileteceğiz.. Katılacağımızı iletmek bu süreç için çok daha önemli ve anlamlı değil midir?. Söylediğiniz “geniş katılıma açıklığın” böyle olmasının daha anlamlı olacağını düşünmemekte misiniz?.
Sonradan söylediğiniz kişilerin sayısı filan gibi teknik mesele ise, söyleminizdeki (tüm yazınızda hissedilen) pek de iyi olmağını düşündüğüm niyetinizden başka bir şey değil..

“Kurultay” süreci ile ilgili daha önce yaşadığımız ve kurulunuzun üyelerinin birkaçının de bulunduğu
Denizlideki kurultay,ATÜK kuruluş kurultayları vb.. gibi süreçler ve yaşanılan sıkıntılara binaen bu “kurultay” kelimesine değinmiştim..Fırat Güllü değil, ancak diğer yazıyı gönderdiğim arkadaşlar yaşadıkları için bunu daha iyi anlayacaklardır. Çatı örgütü kurma düşüncesinin eskiliğini de bu arkadaşlar hatırlarlar.. ( Gerçi Zafer Gecegörür katıldığı ve tanıştığımız ATÜK kuruluş kurultaylarından bahsetme gereği duymamış.. Bunu da yok sayma değil unutkanlık olduğunu düşünmek durumundayım herhalde.!) Ayrıca bu yaşanmışlıklar ve kelimelerin havada uçuşmaması düşüncem nedeniyle bana önerilerde bulunmanıza (tüm önerileri dinleme düşüncesinde olduğumdan) teşekkür etmekle birlikte bunu gereksiz bulduğumu da ifade etmeliyim..

Geçen yıl festivali protesto etmem ise sizinde bilebileceğinizi düşündüğüm, süreçten kopuşumu göstermez ki bu protestonun hiçbir şekilde şu an yaşanılan süreçle ilgili olmadığını hepimiz bilmekteyiz..
Ayrıca üyelerimiz süreci izlemişlerdir.. Bu arada Yener Aksu’nun örgütlenme konusundaki katkılarına hiç kimsenin bir şey demeğe hakkı yoktur ancak panel sırasında söylediklerinin (benim tiyatroları aradığım ya da Halman’ın bakanlar arasında ayrılan grupta yer aldığı gibi..) gerçek olmadığı da bir vakıadır.

Çelişki olarak söylediğimi ifade ettiğiniz şeyler tamı tamına söylenmiştir ve eğip bükme filan değildir.. Ayrıca sizin Büktel veya başkaları ile yaşadığınız süreçler beni ve bu süreci ilgilendirmez. Her tiyatro insanını,topluluğu ve birliği davet ediyorsanız bu toplantıda neler çıkacağını kahin değilseniz bilemezsiniz ve çatı örgütünün kuruluşunu yazımda bahsettiğim nedenlerle de ilan edeceğinizi deklare edemezsiniz..

Emin olabilirsiniz ki benimde temkinli duruşum sizinkine yakın düşünce ve deneyimlerimden kaynaklanmaktadır.

Çağrı bildirisini bırakın dernek ya da parti vb. gibi düşündüğümü, uzun bulduğumu ve bu anlamda kafa karışıklığı olabileceğini söylediğimi sanıyordum..Okuduğunuzdan ne anladığınızı anlamış değilim.. Fazla ve gereksiz laf kalabalığı - çelişkiler yüzünden ve sadece yapılana katkı sunmak adına bu yazıyı yazdığım ve yayınlamadım göz önüne alınırsa sanırım düşüncelerim daha sağlıklı kavranabilecektir..

Yazımda herhangi bir spekülasyon bulunmamaktadır. Yaşanmışlıkları hatırlatmak ve temkinli durulmasında yarar görmek kurgusal bir şey değil deneyim paylaşımıdır.. Benim kurultaya sunacağım ya da sunmaya çalışacağım katkı ise sizin kurgusal varsayımlarınızla değil yaşayarak ortaya çıkacak şeylerdir. Bu bağlamda sizin görüşlerinizin de herhangi bir kıymeti harbiyesinin olduğu düşüncesinde değilim.

Son paragrafta yazdıklarınızın ise abesle iştigal olduğunu düşünüyor ve bu nedenle görüş bildirmeyi uygun görmüyorum..


Size de iyi çalışmalar...

ÖZGÜR BAŞKAYA


***


ÖMER FARUK KURHANDAN GELEN YANIT..

Önce şunu belirteyim: Ben kendim yazar kendim söylerim tavrı hiç şaşırtıcı değil ve bugüne kadar da farklı bir tavır geliştirdiğini en azından ben görmedim. Eğer çıkar da açıkça kamuoyuna dönük bir şeyler söylemeye başlarsan, yanıt vereceğimi ve tartışacağımı biliyor olmalısın. Bu konuda yalnızca bir ölçüye dikkat ederim: Küfür ve hakaret olmayacak.

Kendini tartışma kültürüne kapalı tutmanı ve Allah'ın kelamı bende yaklaşımının postmodern versiyonunu üretme ısrarını anlıyorum. Diğer uçta da magazin ve küfür edebiyatı var. Birbirini pek güzel tamamlıyorlar. Bu bir hayli egemen "entelektüel" kültürle baş etmek kolay değil. Fakat bu demek değildir ki başkaları da bu kültüre katkı sunmak zorunda.

Akıl yürütme hasarınla ilgil küçük bir örnek verecek olursam:

"İkinci ricanızı anlayabilmiş değilim.. Salonda b2, c4 vb.. gibi numaralar varda geleceğini deklare eden birine yada kuruluşa kurultay kapılarını kapayacak bir konsepte mi sahip.. " demeyi de başarmışsın.

Anlamana yardımcı olmak için:

Varsayalım ki, Kurultay'a 200'ün üzerinde topluluk katılmak için başvurdu. Ama salon kapasitesi de aynı sayıda. Üstelik değişik çevrelerden de (yazarlar, tiyatro örgütleri, kültür sanat örgütleri vs.) bir hayli yoğun ilgi var. O zaman ne olacak?

Galiba şunu söylemeye çalışıyorsun: Siz katılımcıları organize ederken Özgür Başkaya'ya kontenjan ayırın ve salon kapasitesini -1 miş gibi kabul edin. Ama o zaman sorarlar: Özgür Başkaya'yı imtiyazlı kılan ne?

Oysa meseleyi şöyle çözmeye çalışmak lazım: Eğer yoğun ilgi varsa, mesela topluluklar kendi aralarında toplanıp minimum bir temsiliyetle ve sayıyla katılırlar. Yok eğer ilgi yoğun değilse, istediğiniz sayıda insan gönderebilirsiniz de denilebilir.

Daha fazla uzatmayayım. Bildiğim kadarıyla sen de bu türden organzasyonlar içinde görev almışsın. Örneğin bir şenliğe sınırlı sayıda topluğun katılabileceğini, katılım sayısının altyapı olanaklarına göre değişebileceğini bilmen lazım. Burada dikkat edilmesi gereken husus, insanları örneğin düşüncelerinden dolayı dışlamak gibi pozisyonlara düşmemek.

Teknik olarak, Kurultay'a katılmak için başvurmak Kurultay'a destek veren herkesin hakkıdır. Yani Özgür Başkaya'nın sırf Özgür Başkaya olduğu için katılması gibi bir imtiyazı yoktur.

Bu ikinci mektubundaki "argümanlarını" kamuoyuna dönük ve uygun bir dille yazmayı düşünürsen tabii ki cevap vereceğim. Yok eğer ben tartışmam, tartıştırmam diyorsan - ki öyle diyorsun, söylediklerine kamusal bir değer biçmiyosun demektir. Burası da psikolojik eğitim ya da bilinç yükseltme merkezi olmadığına göre, kamusal alanda görüşürüz demek zorundayım.

Biz fanilerin şöyle bir şansı var: Kamusal alanda sorgulama ya da son sözü söyleme hakkı ne yazık ki birilerinin tekelinde olamıyor.

İyi çalışmalar..


***


ELBETTE Kİ YANIT VERMEYECEĞİMİ DAHA ÖNCE BİLDİRDİĞİMDEN YAZMADIĞIM YANIT..... ::))


***


12 EYLÜL ETKİNLİKLERİ VE 12 EYLÜL TİYATRO KURULTAYI İÇİN YAPTIĞIM ÇAĞRI......


ANKARADAKİ TİYATROLARLA ACİL BULUŞMA ÇAĞRISI...
Değerli arkadaşlar..1- 12 eylül 1980 faşist darbesi ile ilgili emek ve demokrasi güçleri hepinizin bildiği gibi bir etkinlik programı hazırlamıştır.Bu etkinliklere yoğun bir şekilde katılım sağlayıp, tiyatro emekçilerinin de onurlu duruşunu göstermek ve darbelere karşı olduğumuzu - darbecilerin yargılanmasının insanlık onuru adına elzem olduğunu teatral olanaklarla da açımlamak için yapılabileceklerle ilgili bir toplantı yapmayı istiyoruz.2- Bilindiği üzere 12 eylül 2009 tarihinde istanbulda "türkiye tiyatro kurultayı" düzenlenmektedir..Bu kurultaya ankaradan nicel ve nitel nasıl bir katılım sağlayabilir ve görüşlerimizi beyan edebilirizi tartışmak istiyoruz..Yukarıda bahsedilen önemli nedenlerle ankaradaki tiyatrocu arkadaşlarımızla, tiyatrolarla, tiyatro örgütleriyle bir toplantı gerçekleştireceğiz..Bu toplantıya yoğun katılımınızı dileriz..Lütfen tüm çevrenize ve camiaya duyurunuz..Saygılarımızla..

ÖZGÜR TİYATRO
adına
Özgür Başkaya
YER : Özgür Üniversite ( Menekşe sokak 16 / 8 Kızılay - ANKARA )
GÜN : 2 EYLÜL 2009 ÇARŞAMBA
SAAT : 18:00
İLETİŞİM : 05055863249


***


ÇAĞRIDAN SONRA ÖMER FARUK KURHAN TARAFINDAN GÖNDERİLEN MAİL..

Amiyane bir tabir olacak ama OLAY BUDUR! Bu jestler yayıldığı ölçüde Kurultay işlevini yerine getirecektir. Destekliyor ve kutluyorum. Organize edeceğiniz toplantı umarım geniş katılıma sahne olur.

İyi çalışmalar...


***


MAİL İÇİN KISA YORUM..

Ortada bir jest filan yok. Sayın Kurhan kurultayın işlevinin sade kendi önerileriyle oluşturulduğunu sandığı ( o buna jest diyor ) etkinliklerle işlevsel olacağını sanıyorsa epey yanılıyor.. Çünkü bu toplantı bir jest değil ciddi bir süre düşünülüp oluşturulmuş ve tek gündemi “kurultay” olmayan bir toplantıydı.. Kendince destek ve kutlamasını da samimi bulmadığımızı ve tepeden bakan bir hava sezdiğimi de söylemeden edemeyeceğim.


***


ANKARADA YAPILAN TOPLANTIDAN SONRA BÜLENT SEZGİN’DEN VE BELKİ BAŞKALARINDAN DA ALDIĞI BİLGİLERLE, TİYATRO TİYATRO DERGİSİ SİTESİNDE ÖMER FARUK KURHAN’IN YAZDIĞI YAZI....
Not: Bu yazıyı Ancak İstanbul’da okuyabildim. Çünkü Tiyatro Tiyatro dergisinin web sitesinde sorun var (dı) .

Kurultay’a Doğru Özgür Başkaya Yapımı Tuhaf Bir Ankara Toplantısı

Ömer F. Kurhan

On gün önce, Özgür Tiyatro’dan Özgür Başkaya Ankaralı tiyatroculara bir çağrı yaparak İstanbul’da gerçekleştirilecek Türkiye Tiyatro Kurultayı’na hazırlık anlamına gelen bir toplantı yapılmasını önerdi. Ankara toplantısı 2 Eylül’de yapıldı. Bana göre bunlar tam da yaşanması gereken süreçlerdi. Nitekim benzer bir toplantı İzmir’de Yenikapı Tiyatrosu’nun çağrısıyla 4 Eylül’de yapıldı. Bazı yazılı ve sözlü geri bildirimlerden Kurultay gündemli toplantıların çeşitlenme eğiliminde olduğunu biliyoruz.

Ankara toplantısı çağrısı mail kutuma düşünce, Kurultay öncesi gerçekleştirilen bu toplantıların önemli olduğunu, katılımcı kültürü teşvik ettiğini ve kutladığımı belirten bir mesaj yollamıştım. Elbette yüksek beklentilerim olmadı. Şu aşamada Kurultay gibi çıkışlara bir silkinme ya da kendine gelme sürecini tetikleme işlevi yüklenebilir görüşündeydim. Gelişmelerin de bu görüşümü doğrulamaya devam ettiğini söyleyebilirim.

Kurultay gündemli Ankara toplantısı olumlu bir rol oynayabildi mi? Bu sorunun yanıtı benim için açık: Oynayamadı. Bunun nedeni toplantının çok cılız geçmiş olması ya da Ankaralı toplulukların yeterli ilgiyi göstermemesi değil. Bu konuda görüşüm net: Hali hazırda avangardizm talep eden bir dönemden geçiyoruz. Tiyatronun içine itildiği bağımlılık ve çürümeyi aşmak için 2000’li yıllar uygun bir dönem gibi göürnmesine rağmen, avangard ve yol gösterici birikimin zayıflığı bu yıllarda meydana gelen belirgin teatral canlanmaya kapsamlı bir yanıt oluşturamadı.

Özgür Tiyatro’nun çağrısıyla düzenlenen toplantının içeriğini, oraya gözlemci olarak katılan İATP-G üyesi Bülent Sezgin’in tuttuğu notlardan öğrendim. Kolaylıkla şu sonuca varmış durumdayım: Bu toplantının Ankara’daki tiyatro topluluklarının ciddiyetle Kurultay gündemini ele almalarına, yapıcı öneriler geliştirmelerine ve yerel olarak sinerji yaratmasına vesile olabilecek bir özelliği yok.

Bu aslında çok da gündeme getirmek istemediğim bir eleştiri. Fakat toplantıya ilişkin veriler şunu gösteriyor: Daha önce de bir iki defa eleştirdiğim Özgür Tiyatro temsilcisi Özgür Başkaya’nın tutarsız çıkışlarının Kurultay sürecinin küçük, ama yine de negatif bir değişkeni haline gelmesi söz konusu. Kendisini bu konuda iç yazışmalarımızda da uyarmaya çalıştım, ama o bildiğini okumaya devam etmiş.

Öncelikle şunu belirtmem lazım: Eğer Özgür Başkaya bir iç yazışma etiğine sahip olmayı beceremiyorsa, bunu baştan belirtmeliydi. Benim de içinde yer aldığım Kurultay Koordinasyon üyelerine (kendisine göre bazılarına!) dönük mesajları ve tarafımdan verilen yanıtları Ankara’daki toplantının gündemi yapması yanlıştır.

Tamam, verdiğim yanıtlar kendisini huzursuz ve de rahatsız etmiş olabilir, ama yazışmalarımızdan da açıkça anlaşılabileceği gibi, diliyorsa kamuoyu önünde tartışabileceğimiz teklifini kendisine yapmıştım. Buna karşılık o da tartışmayı sürdürmek istemediğini söylemişti. Fakat her nedense Ankara toplantısında kendisinden kaynaklı bu tartışamama durumunu tek taraflı olarak gündeme getirme ihtiyacı hissetmiş ve bir kez daha oyunun kurallarını ben belirlerim demeye çalışmış.

Buradan kendisine bazı tavsiyelerim olacak:

1) Koordinasyon Komitesi’ne dönük olarak istediğimi kale alırım, istediğimi almam, benim Kurultay’a katılımımın koşullarını ben belirlerim tavrının benlik yarışları çerçevesine sokman hem akıl sağlığına hem de Kurultay sürecinin ruhuna aykırıdır. Türkiye tiyatrosu aynı zamanda ve irili ufaklı BENN! BENN! BENN! çınlamaları eşliğinde bağımlılığa ve çürümeye sürüklenmiştir.

2) Galiba sürecin dışında kaldım, ne yapsam da Kurultay sürecine bir yerinden, ama yüce benliğimin dokunulmazlığını koruyaraktan girsem kaygılarıyla bayat politik manevralara başvurmanın bir anlamı yoktur. Kurultay süreci zaten katılımı teşvik eden ve pratik süreçlere odaklanan, ama bunun için ne yazık ki a-kamusallığın belirgin görünümlerinden birisi olan benlik yüceltmelerinden taviz vermelerin zorunlu olduğu bir hareketin inşasını hedeflemektedir.

3) Bir aksilik çıkmaz ise Kurultay 12 Eylül’de gerçekleşecektir. Bir haftadan az bir süre kalmasına rağmen, hâlâ Kurultay gündemine ilişkin somut öneriler geliştirme imkânı vardır. En azından bu süreyi verimli değerlendirerek toplantı adına sosyal dedikodu ya da şikâyet ortamları örgütlemeyi bırakıp elden geldiğince açık ve özellikle Ankara’daki tiyatroların yan yana gelmesini teşvik eden bir tutum geliştirmeyi deneyebilirsin. Bu anlamda Kurultay bir fırsattır ve sonraki süreç de bu fırsatı yaratmaya devam edecektir.

Özgür Başkaya’nın kendine göre iç yazışmalarımızı faş etme tavrının dönüp kendisini zor durumda bırakacağından kuşkum yok. Bence aceleci davranmayıp yazışmalarımızdaki iler tutar yanı olmayan “argümanlarına” biraz çeki düzen vermeyi denemeliydi. O zaman daha düzeyli ve kamuoyunun daha fazla yarar sağlayabileceği bir tartışma içine girmenin imkânı olurdu. Fakat mademki mahallenin belden aşağı vurmaya da meraklı haylaz çocuğunu oynayarak bu faş etme yoluna girmeyi tercih etmiş, Kurultay sonrasında kendisine verilecek bir cevabım olacaktır.

Niçin Kurultay öncesi değil de sonrası?

Çünkü tiyatromuzun çatı örgütünü kurma imkânlarını ele alacağımız İstanbul Buluşması’nın gündeminin “Özgür Başkaya’nın yorumsama ve mantık anlayışı olduğunu pek sanmıyorum … Anlaşılması gereken, Kurultay’ın kendisini görücüye çıkarmak ve beğendirmek gibi bir kaygısının olmadığı ve kelimenin gerçek anlamında katılımcılara ihtiyacı olduğudur.” Bu yazışmalarımızdan bir alıntıdır ve bence aramızdaki meselenin özünü gayet iyi özetlemektedir.

7 Eylül 2009
Ömer F. Kurhan


***


ELBETTE Kİ YANIT VERMEYECEĞİMİ DAHA ÖNCE BİLDİRDİĞİMDEN YAZMADIĞIM YANIT..... ::))

NOT: Yukarıdaki yazılar tarihsel olarak sıralanmıştır.. Ömer F. Kurhan’ın iç yazışma dediği şeyler yukarıdaki yazılardan anlaşılacağı üzere iç yazışma filan değildir..Bu nedenle iç yazışma etiğinden bahsetmesi gayetle anlamsızdır.
Bir kere kurultay’a dair ilk yazdığım (Ömer F. Kurhan dışında 3 kişiye yollanan) yazıyı kurultay sitesinde (http://www.tiyatro-kurultayi.org/ ) neden yayınlamadıklarını anlamış değilim..
Ömer F. Kurhan’ın yukarıdan bakan nezaketsiz yazıları ise, yukarıda yazdığım cevap yazısında belirtilen nedenlerle son yazıdan sonra yanıtlanmamıştır.. Polemik yaratarak nereye varacağını ya da kendini nasıl varedeceğini bilemem. Ancak bildiğim tek şey, bana söylediği ve hamasi tavırlar içeren tutumuyla ilgilenmediğimdir.. Bizansın çürümüş topraklarında gevezelik edenlerin "mahallenin haylaz çocuklarındaki" temizliği ve samimiyeti anlayamamaları maalesef artık bana doğal gelmektedir..
Önceleri (Daha önce başka konularda yazdığı ya da tartıştığımızı sandığım ) zeka parıltısı olarak görmeye çabaladığım, kışkırtıcı ve sanrılı, senli - benli yazılarına yanıt verilmeyecektir..Bu ; tartışmama ve tartıştırmama değil zamanımızın kıymetini bilip mesaimizi tiyatro pratiğine aktarma isteğinden kaynaklanmaktadır.. Çünkü bu sürecin bitmeyeceği ve bir fenomen olarak Kurhan'ın kendini böyle varettiği tarafımdan düşünülmekte ve ona göre davranılmaktadır.. ( Hakaret ve küfür ( kendi sözleridir. Ö.B. ) olmadığı müddetçe..) Eğer öyle olursa da nasıl bir yanıt verilmesi gerektiği elbette tiyatromuz ve bu süreçten rahatsız olanlarla tartışılıp karar verilecek bir durumdur..

Aşağıda kurultaya sunduğum ve yayınlanmasını önerdiğim 2. yazı var.. Kurultay yapılmadan yapılan eleştiri ve önerileri yayınlamayan yürütücülerin , bunu da yayınlamamaları olasılığına karşı ( ki tam metni kurultay sitesine yolladım ) sizlerle paylaşıyorum.. .. Kurultayın sabahki oturumunun yöneticisi olarak ATB adına BAŞVURU (her ne demekse) yapmadığımız için ATB sürecini anlatacağım konuşmama izin verilmemesi ile ilgili mealen de kurultaya bilgi verdim.. Eğer şaşıp düşüp bant çözümlemelerini yayınlarlarsa kurultaya katılmayan tiyatro kamuoyu daha doyurucu bilgilere sahip olacaktır. ( Gerçi haklılar..Kurultayda önceden koyulmuş KANUNları uyguluyor sayın Kurhan...!!)

Kurultayda yaşananlar ve sonrası, bildirge vb.. hakkındaki yorumlar ise, yine kurultayda belirttiğim gibi ATB üyeleri uygun görürse kaleme alınacaktır.. Örneğin Kürsü hakimiyetinin baskısı ya da kendi moderatorlarına yapılan bize göre saygısızlıktan tutun da, insanların sözlerinin yönetici olmadıkları halde nasıl kesildiğine ( ki yönetici olsalar bile bunun bir adabı vardır) değin yaşananlar, bu yazılarda irdelenebilecektir..

Bildirgenin kurultay sitesinden önce farklı farklı yerlerde çıkmış olmasının anlaşılır bir tarafının olmadığı ve ciddi bir dezenformasyona neden olabileceği de, bir süre bekledikten sonra (artık dayanamayıp) benim tarafımdan birkaç yürütücüye telefonla iletilmiştir.
Bu yazının-yazışmaların tümünün yayınlanması da kurultay sitesinde sonuç bildirgesi ve belki başka yazılar olabileceği düşüncesiyle bu güne değin bekletilmiştir.
Kurultaya katılmakla, çatı örgütünü desteklemek arasındaki farkların görülmesini temenni ediyorum. Tüm katılımcıların, mail adreslerinin-telefonlarının bize de ulaştırılırsa, yorumlarımızı okuma şansı elde ederek süreci daha iyi kavrayabilecekleri gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.

Tiyatro dostluğuyla..
ÖZGÜR BAŞKAYA
05055863249
www.ozgurtiyatro.org


***


TÜRKİYE TİYATRO KURULTAYI – İSTANBUL BULUŞMASI
Değerli Kurultay katılımcıları...
Genelde sanatın özelde Tiyatronun örgütlenme sürecine açılım sağlamak amacıyla yapılan bu kurultayın Anadolu tiyatro ortamına katkı sunması dileğiyle Özgür Tiyatro adına hepinize merhaba...
Sanat, sanatçı, özgürlük ve örgütlenme konularında genel düşüncelerimizi kısaca burada sizinle paylaşmak istiyoruz...

Hepimizin bildiği üzere sanat; yaşamı güzelleştirmek, derinleştirmek ve onu geniş halk kitlelerinin beğenisine sunmak misyonuna sahiptir.
Güzelin tavrı, rengi; işçilerin, emekçilerin, dünyanın lanetlilerinin yanında olmalıdır. Başka türlü bir düşünce elitizmin batağında kalmaya ve burjuvazinin insani olmayan ama öyle gösterilip-dayatılan azınlıklı yaşantısıyla sınırlı kalmaya mecburdur.

Daha önceki yazılarımda da vurguladığım Karl Marx’ın bilim hakkında söylediği bir sözü affına/affınıza sığınarak sanat adına uyarlayıp aktarmak istiyorum: “Sanat, kendimiz ve insanlık adına çalışmaktır.Yapmaktır..Sanat bencil bir zevk olmamalıdır.Sanat çalışmalarına kendilerini verme şansına sahip olanlar, bilgilerini ve yaşantılarını insanlığın emrine sunmakta birinci gelmelidirler...”
Bu realiteyle sanatçıların insani olmayan akıntıya karşı durmaları gerektiğini ilan edebiliriz...

Sanatın ve özelde tiyatronun yarınının “Amatörlük” olduğu, yani “Gönül Bağıyla Bağlanmak Olduğu” bilinciyle; sanatın mal satmanın bir aracı olarak kullanılması sürecinin dehşetle karşısında olduğumuzu bir kez daha en yakıcı duygularımız ve bilincimizle sizlerle paylaşıyoruz... Sanatın böyle kullanılmasının ve sanatçıların bu yönde yaptıkları (bilinçsiz olduğuna inanmak istediğimiz) çalışmalarının da karşısında olduğumuzu bilmenizi isteriz...Hangi yetenekte olunursa olunsun, sanatçı olma misyonunun; bol para, şöhret ve kapitalizmin etiği yok sayan sürecinde yaşamak olmadığına inanıyoruz..

Yaşama tanıklık eden... Onu değiştirip dönüştüren... Eşitsizliğin üstüne gidendir sanat.
Özgür ve Özerk olandır... Değiştirdikçe kendide değişen ve gelişen... Bunun yegane yolunun örgütlenmeden geçtiğini düşünüyoruz..Zaten bunun için, bunu istediğimiz için buradayız, bu kurultaydayız. Ancak geçmiş deneyimlerimizin bizi aydınlattığı yolda, kurultayın aceleci davranmaması ve biz zaten yaparız ya da biz yaptık oldu mantığıyla hareket etmemesi gerektiği düşüncesindeyiz.

Çatı örgütü oluşturmanın hangi basit ve somut temellendirmelerle olacağına tüm katılımcılarla tartışarak ve ortak paydaları belirleyerek karar verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Burada, totalde 7.5 saat görülen çalışmalarla Anadolu’nun cılız sesi bile duyulamaz.. Ayrıca dertleri farklı bir birliktelikte ortaklaşmak için daha sık bir araya gelmek ve temel sanatsal - insani sorunlarda önkoşulsuz ortaklık kurabilmek için, fikir ve pratik alışverişini güçlendirmek gerektiğine inanıyoruz.

Özgür Tiyatro amatör bir tiyatro topluluğudur.. Bu bağlamda yukarıda söylediklerim doğru değerlendirilirse acemi,özençli vb.. gibi adlandırmaların yanlışlığı anlaşılacak ve Amatörlüğün bir seçim olduğu burada bulunan tüm tiyatro insanı, grup ve çevrelerle daha doğru kavranabilecektir..

Ülkemizde 1970'li yıllarda yoğunluk kazanarak sürdürülen tiyatroların örgütlenme çalışmaları oldu. Hepinizin bildiği gibi bugünlere o toplulukların örgütlenme çalışmalarının gücüyle, birikimiyle geldik. O topluluklarda çaba gösteren, bugün aramızda olmayan-olamayan, kimini kaybettiğimiz değerli insanların, dostların anısını, katkısını saygıyla anıyoruz.

Türkiye Tiyatrolar Birliği Dönem Sözcüsü ve Türkiye Tiyatro Kurultayı Koordinasyon Komitesi üyesi Sn. Zafer Gecegörür, her ne kadar kendinin de dâhil olduğu Amatör Tiyatrolar Birliği(ATÜK)kurultaylarına, yazdığı Türkiye Tiyatro Kurultayı–İstanbul Buluşması Kurultay bildirisinde değinmeye tenezzül etmese de; Denizlide ve ATÜK Kurultaylarında başından itibaren birlikte olduğumuz ATÇ’de bu kurultaya yazdığı bildirisinde, diğer kurultaylardan bahsetse ve ATÜK deneyimini unutsa da; ben burada kısaca daha önce yaşadığım kurultaylarla ilgili bilgiler vererek deneyimlerimi katılımcılarla paylaşmayı görev sayıyorum. Bahsi geçirilen diğer kurultayların (1974,1997 vb..) geneli kapsadığı ve ATÜK kurultaylarının sadece amatör bir kesimi ilgilendirdiği itirazı ise bizim için deyim yerindeyse “özrün kabahatten büyük olduğu” düşüncesinden başka bir şey olmayacaktır.

12 Eylül açık faşizmi sonrasında bildiğiniz gibi, 1997 yılı 20–21 Mayıs tarihlerinde, Denizli Belediyesi ve TOBAV'ın işbirliği ve desteği ile ''Denizli Amatör Tiyatrolar Kurultayı'' düzenlenmişti. Buradan çıkan kararla 30–31 Mayıs 1998'de Ankara'da ''Mamak Amatör Tiyatrolar Kurultayı'' düzenlendi. Bu kurultaylarda Amatör Tiyatroların bir ülkede tiyatronun, sanatın, kültürün gelişiminin vazgeçilmez kaynakları olduğu ve örgütlü toplumun, yarının dünyasını kurmadaki önemi bir kez daha vurgulandı. Amatör tiyatroların ulusal düzeyde örgütlü bir yapıya kavuşturulmasına karar verildi.

Ve yine ülkemizin kültürel dokusunu değerlendirmek, yerel tiyatro oluşumlarını geliştirmek, tiyatro hareketinin kan dolaşımını sağlamak, ülkemiz tiyatro sanatının politik, teknik ve sanatsal sorunlarına çözüm yolları aramak, sanat yaşantımızdaki yoz gidişatı ve tıkanıkları aşmak, sanat üretimine karşı her türlü müdahaleye karşı durabilmek, ulusal ve uluslararası alanda büyük bir özveriyle yaratılan etkinlikleri, denemeleri, özgür ve yaratıcı çalışmaları desteklemek, tiyatro sanatına yapılan katkıları ve birliktelikleri daha da boyutlandırmak için örgütlülük düzeyini daha da yükseltmek gereğini duyan amatör topluluklar, 1998 Kasım’ında Ankara'da ''Türkiye Amatör Tiyatrolar Birliği''nin kurulması için bir kurultayın daha düzenlenmesini kararlaştırdılar.

Kasım 1998'de Çankaya/Ankara'da yapılan 3. Amatör Tiyatrolar Kurultayı ile de ATÜK (Amatör Tiyatrolar Üretim Ve Yayın Kooperatifi) kuruluşu kararlaştırıldı ve geçtiğimiz 2 yıl öncesine değin de etkinliklerini olabildiğince sürdürmeye çaba gösterdi. Örgütlenmedeki teknik-ekonomik sorunlar ve tiyatroların örgütlenme konusundaki duyarsızlıkları başta olmak üzere bir çok nedenle ATÜK, Sanayi Bakanlığı ile var olan bağını kesti ve şimdi ATB (Amatör Tiyatrolar Birliği) olarak çalışmalarını sürdürmektedir.. Nicel olarak zayıflamış birliğimiz nitel olarak gelişkin bir olgunlaşma sürecindedir ve politik bir düsturu da yaptığı çalışmalarda estetik faaliyetin yanında özel olarak önemsemektedir.

Tiyatro sanatı bizce; ülke ve dünya gerçeklerini değerlendirmeyi, demokratik olabilmeyi, emeği önemsemeyi ve emeğin değerlendirilmesini iyi biliyor olmayı gerektirir. Burada sanatçıya sanatsal yeterliliğe ulaşmanın yanı sıra, entelektüel olma, insan ve insana bağlı değerlere sahip çıkma, sanatsal etiği ön planda tutma görev ve sorumlulukları da düşmektedir.

Sistemin yarattığı çürümüş, yozlaşmış ve maddiyata dayanmış verili tiyatro ortamı düşünüldüğünde; Amatör Tiyatro’ların ekonomik ve politik olarak icazet dışı olmaları ve bunun oluşturduğu yaratıcı özgür güç-konum sonucu, tahlil edilen - ­edilecek sorunlara çözüm ve alternatif açılım amacıyla örgütlenmenin ve bu yolda diğer örgütlenmeler gibi ATB’nin varlığının önemi de tüm gerçekliğiyle karşımızdadır.

Aydın’da yaptığımız Amatör Tiyatrolar Birliği buluşmamız, gereksiz polemiklerle geçen dönem yıpratılmaya çalışılmış ve o güne dek Aydın buluşmalarından bihaber çevrelerin hamasi ve gûya eleştirel tavırlarına rağmen dimdik ayakta kalmayı başarmıştır.. Amatör Tiyatrolar Birliği buluşmalarımız; birliğimiz üyesi AYKARYAY Aydın Tiyatronun, değerli abim Hüsnü Ertung şahsında tüm çalışanlarının yoğun çabalarıyla dört yıldır var edilmektedir. Bu yıl Kasım ayında beşincisi düzenlenecek olan tiyatro günlerimiz, hakkında kurultay katılımcıları ve tüm tiyatro camiası bilgilendirilecektir. Buluşmanın nitel seviyesi tüm desteklerle üst düzeye çıkarılmaya çalışılacaktır... Sürekliliği büyük emeklerle hayata geçirilen bu süreç hakkında açılımlı bilgiye AYKARYAY Aydın Tiyatrodan ulaşılabilir...

Antakya da her yıl hem çocuk hem büyük tiyatrolarını kapsayan, birliğimiz üyesi Hatay Sanatçılar Derneği (Hasat) – Antakya Belediyesi Şehir Tiyatrosunun düzenlediği ve değerli arkadaşım Vecdi Koçak tarafından yürütülen “Tiyatrolar Buluşması” da beş yıldır devam etmekte ve altıncısı yapılacak buluşma çalışmaları sürmektedir...

Ankara’da Genç Oyuncular Sahnesinin yoğun çabalarıyla düzenlediğimiz, kadim dostum Selim Kalıç direktörlüğünde yapılan birlik içi buluşmalar, maddi problemler nedeniyle geçen yıl yapılamasa da, sürekliliğin sağlanması için çalışmalar sürmektedir...

Zonguldak temsilcimiz ve son ATÜK başkanı dostum Fahri Bozbaş yönetimindeki “Tiyatro Arın” yerel seçimler sonrası etkinliklerini yoğunlaştırmış ve bazı topluluklarımızı Zonguldak’ta yaptıkları “Nâzım Günleri”ne çağırarak daha önce yaptığımız, ancak üç yıl ara verilen, ATB Zonguldak Tiyatro Günlerinin yeniden başlatılması konusunda ciddi adımlar atmıştır..

İzmir’de Amatörlük konusunda önemli çalışmaları bulunan Tiyatro Evi yöneticisi dostum Hamit Demir ile kavram olarak “Amatörlük ve Örgütlenme” üzerine sohbetlerimizin eyleme dönüşeceğinden kuşku duymamaktayım.

Burada tüm etkinliklerden bahsetmeye gerek yok. Adana, Muğla-Ortaca yapılanmalarımız sürmektedir. Bu yıl yapılan ve bundan sonra yapılacak teatral etkinliklere hız vermek ATB’nin temel amacı ve görevi olarak önümüzde durmaktadır..

Ülkemiz emekçileri, aydınları ve sanatçıları; 12 Eylül'ün timsahlarla dolu batağından, mafyayla iç içe geçmiş kurumlardan, çetelerden, ırkçı ve dinci gericilikten, yeniden kompradorlaşmış rejimden, tarihsel süreç içinde kökünün ittihatçılara dek gittiğini düşündüğümüz, Fikret Başkaya’nın tabiriyle söyleyecek olursak “asıl devlet partisinden”, aslında genellersek kapitalizmden kurtulabilmek için yeni yeni çırpınışlar göstermekte ve yarının umutlu-güzel olması için çabalarını yavaş yavaş da olsa artırmaktadır. Özgür Tiyatro içinde bulunduğumuz kurultayı da bu doğrultuda değerlendirmekte ve süreci gözlemleyerek Tiyatroların Örgütlenmesi konusunda elinden gelen çabayı göstereceğini buradan deklare etmektedir.

Tüm bu anlattıklarımdan sonra kısaca önerilerimizi de kurultaya sunmak istiyorum:

A- Burjuvazinin etkin çıkar gruplarının manipülâsyonlarına, gündemi değiştirme istemlerine ve toplumsal olguları kendi lehleri yönünde çarpıtmalarına rağmen, ülkesindeki ve dünyadaki haksızlıkları doğru çözümleyen tiyatro insanı; özgürlük ve eşitlik için, mevcut kirlenmiş-yoz akıntıya karşı çıkılması gerektiği gerçeğinden hareket etmelidir.

B- Sanatçılar, bilerek ya da bilmeyerek uyguladıkları oto sansürü kaldırmalıdır.
12 Eylül açık faşizminin tüm kalıntıları silinmeli ve bilinçlere uyguladığı mahpusluktan acilen kurtulup özgür düşün için çaba harcanmalıdır.

C- Tiyatro emekçileri sanat adına yapıldığı söylenen ve meta olmaktan öteye gidemeyen anlamsız, yararsız yoz kültür ürünlerini (ki bunlar müzik ve sahne sanatlarında bolca görülmektedir) teşhir edip seviyesizliği gözler önüne sermelidir...

D- Sanatçılar; tiyatroya, düşünceye, sanata ve bilumum özgürlüklere ''mevzuatlar'' kisvesi, yalanı altında devlet tarafından uygulanan baskı, engelleme ve zulme tüm gücüyle karşı çıkmalıdır. Düşünceleri ifade etme özgürlüğünün tüm özgürlüklerin anası olduğu gerçeğine sarılmalı ve bundan taviz verilmemelidir.

E- Sanatın gücü iyi kavranmalı, insan ve insana bağlı değerlerin onurumuz olduğu unutulmamalıdır.

Tüm bunlar bireysel çabaların örgütlü bir toplumsal formasyona dönüşmesiyle gerçekleşebilecek ve böylelikle tiyatro etiğini de göz önüne alan örgütlü sanatçı, insani değerlerin yok edilmesine tüm benliğiyle ve örgütlü gücüyle karşı durup, etik ve onurlu mücadelesiyle tarihteki saygın yerini alabilecektir.

Metalaşmış, piyasaya düşmüş bir sanat olmaması gerektiğine inanan bizler; sanatı tüm alanlarında, emekten, özgürlükten, eşitlikten yana, olması gereken haklı zemine çekmek için elimizden geleni yapmalıyız inancıyla, hepinizi Özgür Tiyatro adına saygıyla selamlıyorum...

12 Eylül 2009
Özgür Başkaya
Özgür Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni

Not: Kurultay çağrısı üzerine Sn. Zafer Gecegörür, Sn. Fırat Güllü ve Sayın Mehmet Esatoğlu’na yazdığım (ve nedenini anlayamadığım bir biçimde Ömer F. Kurhan tarafından yanıtlanan ) yazıların kurultayın internet sitesinde yayınlanmasını talep ediyorum.

(Kaynak: www.ozgurtiyatro.org)