31 Ocak 2009 Cumartesi

Nedim Saban'a sanal linç başlatan medya faşisti Aykut Dokuzışıklar'ın da salyalı kalemiyle yazı yazdığı Bugün gazetesi, sözde tiyatroyla ilgileniyor!

Özcan'ın şaşırtan sözleri


Bilal Özcan
31 Ocak 2009


Gazanfer Özcan'ın hastalanmadan önce ölümle ilgili söylediği ilginç sözler...

Gazanfer Özcan ölmek mi istiyor!

Büyük oyuncu Gazanfer Özcan'ın sağlık durumu hem yakınlarını, hem hayranlarını üzüyor.

İshal ve soğuk algınlığı teşhisiyle 25 gün yatıp taburcu olduğu hastaneye, tekrar kaldırıldı. Bu kez boyun damarlarında tıkanıklık ve ciğerlerinde problem var...

Yoğun bakımda tutuluyor.

78 yaşındaki Özcan, dile kolay; tam 62 yıldır tiyatroyla iç içe...

Lise yıllarında tanıştığı oyunculuktan hiç kopmamış...

Bu nedenle, Avrupa Yakası'nda büyük üstadı göremeyince insan bir tuhaf oluyor. Zaten, bildiğim, tanıdığım Gazanfer Özcan'ı önemli bir hastalıktan başka hiçbir engel oyunculuktan alıkoyamaz.

Gazanfer Özcan sadece yaşlılıkla değil, içinde bulunduğu maddi sıkıntının stresiyle de mücadele ediyor. Birkaç ay önce Flash TV'de izlediğim bir magazin programında, tiyatrosundan dolayı önemli miktarda vergi borcu olduğunu ve sıkıntı çektiğini anlatıyordu...

Ünlü tiyatrocunun şu sözleri, içinde bulunduğu ruh halini çok iyi anlatıyordu: "

...Dostlarımız, arkadaşlarımız birer birer gidiyor. Sırası geleni öbür tarafa uğurluyoruz... Samimi söylüyorum, bazen o gidenlere özenmiyor da değilim!"

Gazanfer Özcan Avrupa Yakası'nın son bölümünde yoktu.

Tahsin Bey, aniden Antep'e ziyarete gitmişti. Dizide pek sıkı fıkı olduğu Dilber Hala, Tahsin Bey'e olan özlemini şu sözlerle dile getirdi: "Bizim orda bir laf vardır; Bir taş attım karaca, geldi değdi yamaca.

Ben nasıl sabrederim, senden ayrı olunca."

Gazanfer Ağabey'in torunu Tarık Ündüz'ü aradım... "Yoğun bakımda ama konuşuyor, bilinci açık. İyileşecek inşallah" dedi...

Hadi be Gazanfer Ağabey, tez dön Antep'ten; sevindir bizi.

(Kaynak: Medya faşisti Aykut Dokuzışıklar'ın yazdığı Bugün)
Musa Anter’i anlatan tiyatro oyunu sahnede


Musa Anter’in hayatının anlatıldığı “Araf / İki ülke arasında” adlı Kürtçe tiyatro oyunu bugün saat 18.00’de İstanbul Mezopotamya Kültür Merkezi Tiyatro Salonu’nda sahnelenecek.

Tiyatro Avesta’nın sahnelediği, Cihan Şan’nın yazdığı ve Aydın Orak’ın yönetip oynadığı oyun, Musa Anter’in biyografik bir anlatımından oluşuyor. Anter’in köy yılları, okul ve cezaevi yılları, yaşadığı komik ve dramatik öykülerinin anlatıldığı “Araf,” Musa Anter’in yaşamını anlatırken, aydın cinayetlerinin devam ettiğine de dikkat çekiyor.

(Kaynak: Milliyet)

onlar geldi biz direndik

hilmi bulunmaz
28 aralık 2008


geldiler
ve tüfeklerinden çıkan ölümle bizi katlettiler
direndik
direneceğiz
ve yüreklerimizden sızan kinle düşmanı yeneceğiz

geldiler
ve bombalarının hışmıyla yaşamı söndürdüler
direndik
direneceğiz
ve çocuklarımızın gözlerine kavgayı nakşedeceğiz

geldiler
ve uykusuz gecelere kara kargalar gibi kondular
direndik
direneceğiz
ve ellerimizde sapan vuracağız onları kanatlarından

bir daha gelemeyecekler

Korsan devlet İsrail'in dişi akbabası konuşuyor!

Livni, Gazze'deki "faaliyetlerine" devam etme tehdidi savurdu.


Biz, bu siteyi tiyatroyla ilgilenenler için yayınlıyoruz. Ancak, tiyatro ölülere değil; dirilere hizmet ettiği için, ölüm kusan makinalaşmış insanların ruh durumlarını da gündeme getirmek zorundayız. Tiyatro sanatının politikadan uzak duramayacağını bildiğimizden, zaman zaman tiyatroyla ilgisizmiş gibi duran haberleri de sitemize taşıyoruz.

Sözle değil; silahla işini yapan korsan devlet İsrail'in karşısında sözün ne denli caydırıcılığı var? Bu sorunun yanıtı, bizce Filistin halkı ve bu halkın siyasal önderi Hamas'ın ellerinde. Bir de uluslararası dayanışma ruhuna sahip insanların...

Bu konuyla ilgili soL gazetesindeki haberi okuyunuz. (HB)


İsrail: Yeniden saldırabiliriz


İsrail ordusu Hamas militanlarının ülkenin güneyine roket attığını bildirdi. Dışişleri Bakanı Livni ve Savunma Bakanı Barak dünkü açıklamalarında Gazze'yi yeniden vurabileceklerini söylemişti.

soL (HABER MERKEZİ) İsrail ordusu, Gazze Şeridi'ndeki Hamas militanlarının, ülkenin güneyine roket attığını bildirdi. İsrail ordusundan yapılan açıklamaya göre, roket Aşkelon yakınına düştü, olayda ölen ya da yaralanan olmadı.

Öte yandan İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, Hamas ile anlaşmaya karşı olduklarını belirterek Gazze'deki "faaliyetlerine" Hamas'ın İsrail'in ciddiyetini anlayıp anlamadığını test etmek için son verdiklerini, gerekirse yeniden operasyon düzenleyeceklerini söyledi. Peres Akademi Merkezi'nde dün yaptığı konuşmada Livni, Hamas'a karşı bir anlaşmadan değil "kararlılık ve caydırıcılıktan" yana olduğunu kaydetti.

İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak da dün Kanal 10 televizyonuna yaptığı açıklamada Hamas'ın roket saldırılarına hazırlıklı olduklarını ancak örgütün mevcut ateşkese uyacağına inandığını söylemişti. Barak "Hamas'ı vurmamız gerekirse tekrar vururuz" demişti.

İsrail'in Gazze'ye yönelik üç hafta süren saldırılarında, 400'ü çocuk, 700'ü sivil olmak üzere yaklaşık 1300 Filistinli ölmüştü. İsrail 18 Ocak'ta ateşkes ilan etmişti. 22 gün süren Gazze işgalinde Hamas'ın attığı roketler sonucu 10 İsrail askeriyle 3 sivil hayatını kaybetmişti.

(Kaynak: soL)

İnsanların sadaka kültürüne alışmaları için, önce onları aç bırakan kapitalizm, daha sonra Avrupa Birliği gölgesine teslim ettiği insanları eğitiyor!

çıplak gökyüzü

biz
bir zamanlar
çıplaktık
ve çıplak bir gökyüzü altında yaşardık
uygar insanlar geldi
bizi giydirdi
önce hoşumuza gitti giysiler
ve sonra tutsak olduk renklerin gölgesine
uygar insanlar bize bayrak verdi
bir de incil
altın renkli toprağımızı çaldı uygarlar
ve bize kurşuni renkli gökyüzü kaldı
ağlayan ve yalnız bir gökyüzü

hilmi bulunmaz
24 Kasım 2006

***

Beyoğlu’nda çocukları kültüre kazanıyoruz


İstanbul’un Beyoğlu ilçesi, birçok kültürel etkinliğe ev sahipliği yapan, çok önemli bir merkez. Beyoğlu Belediyesi de düzenlenen etkinliklere destek olarak ve Semt Konakları, sanat atölyeleri gibi çeşitli projeleri hayata geçirerek ilçenin kültürüne katkıda bulunuyor. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ile Beyoğlu Belediyesi’nin kültür alanındaki çalışmalarını konuştuk.

Beyoğlu Belediyesi’nin kadın ve çocuklara dönük ciddi çalışmaları olduğunu biliyoruz. Özellikle Dolapdere’deki çalışmalarınız ve Semt Konakları dikkat çekiyor. Bundan biraz söz eder misiniz?

Semt Konakları’nın geçmişte ‘Halk Evleri’ olarak bilinen kamuya açık kültür ve sanat kurumunun fonksiyonunu üstlendiğini söyleyebilirim. Özellikle sivil toplum örgütlerinin ve mahalledeki sivil inisiyatifin buralara katıldığını, kendi kültürel ve sanatsal gereksinimi bu mekanlardan aldığını görüyoruz. Bu anlamda semtin sakinlerini toparlayan, onlarla diyalogu geliştiren, kent kültürüne adaptasyonu pekiştiren bir işlevle varlıklarını sürdüklerini fark ediyoruz. Kent kültürü ve kentlilik bilinci kendiliğinden oluşmuyor ve Beyoğlu ilçemizde de daha da yavaş ilerliyor, çünkü zorunlu göçle buraya gelmişler ve öncelikli sorunları iş ve barınma ihtiyacını gidermek. Bu gerçekliğin karşısında değişim ve gelişimin bir anda olması beklenemez. Semt Konakları projesi bu ihtiyaçtan doğdu. Bu vesileyle insanları bir araya getirme fırsatı oluşturduğunu da söyleyebiliriz. Dolapdere Semt Konağı’nı özellikle sordunuz, bizce Tarlabaşı ve Dolapdere hizmete en çok ihtiyaç duyan yerlerimiz. Bu semtlerde her kesimden insanın farklı istekleri var; sosyal hizmetten sosyal yardıma, okuma yazma kursları ve meslek edinmeye ihtiyaç duyan oldukça yoğun bir kitle olduğu da malum. Günde bin kişiyi aşan kitleye hizmet veren bir mekanizma. Bu anlamda Beyoğlu Belediyesi’nin gurur veren hizmet alanlarından biri olarak çalışmalarını sürdürüyor.

Biz, çocukların sanat ve kültürel etkinliklerle ilgili olmasını ve bu yönde kendi gelişmelerine katkı sunmalarını arzuluyoruz. Böyle olunca hem suç odakları ve suçlarla buluşmalarının önü kesilir, hem de sosyalleşme olgusuna daha çok yaklaşırlar. Bu anlayış doğrultusunda bizim çocuklara ilişkin geliştirdiğimiz farklı projelerimiz de var. Örneğin hemen söyleyeyim; “Kefken Çocuklarla Çevre ve Yaz Kampı” projesini uyguluyoruz her yıl.

Nasıl bir kamp bu? Kaç çocuk katılıyor ve neler yapılıyor bu kampta?

Bu kamp öncelikle ilköğretim çocuklarının katılımına açık; kültür, spor ve sanat ağırlıklı bir yaz kampı. Her yıl yaklaşık beş bin ile yedi bin arasında çocuk bu kampta aktivitede bulunuyor, spor yapıyor, denize giriyor ve kimi sanat atölyelerine katılıyor. Özellikle tiyatro, drama, müzik, resim ve spor aktivitelerinin ön planda olduğu ve onların kentlileşme ve sosyal bilinçlerini artırmaya yönelik bir hızlandırılmış eğitim mekanizması olarak algıladığımız Kefken Çevre ve Yaz Kampı çok çağdaş, çok medeni, çok evrensel çizgiler taşıyor. Katılan çocuklardan edindiğimiz izlenim bu yönde. İkinci çalışmamız da Gençlik Merkezleri projesi. Bu mekanlar ise gençlerin kendi üretimlerini sağladığı ve aktivitelerini halka sunduğu kurumlar olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Bir de 5 bin kişinin yararlanacağı bir kütüphane kurma çalışmalarımız var, yakında kuruluşunu gerçekleştireceğiz.

Bir de risk altında bulunan çocukların katılımlarıyla gerçekleştirdiğiniz, farklı sanat disiplinlerinden uzman eğitmenlerin görev üstlendiği Beyoğlu Belediyesi Dolapdere Sanat Atölyeleri var. Bu atölyelerden söz eder misiniz kısaca?

Bu atölyeler, ritim, dans, tiyatro, drama ve plastik sanat (resim) branşlarından oluşuyor ve yaklaşık 250 çocuk farklı sanat disiplinlerinde eğitim alıyor. Bu atölyelerin amacını kısaca şöyle tanımlamak mümkün: Çocukların okullarında başlattıkları sosyalleşme süreçlerine sanatın gücüyle destek sunmak ve onların var olan dünyalarına sosyal anlamda yeni pencereler açmak... Diğer yandan bu çocuklar sanatsal ve kültürel etkinliklerin dışına düşürülmüş bir kategorinin fertleri olmanın dezavantajını yaşıyorlar, biz bu atölyelerle onların hem daha sosyal bir meşguliyet edinmelerinin olanağını önlerine koyuyoruz, hem de onların kendileri ve ailelerine zarar verecek farklı ve kriminal ilişki içinde olmalarının önüne geçmeyi hedefliyoruz.

Ayrıca bazı yetenekli çocukların kendilerini sanatla ifade etmelerine kültürel ve sanatsal olarak destek oluyoruz; onları bu yönde geliştirmek ve bu yeteneklerini sürekli geliştirecekleri bir etkinlik düzenlemek düşüncesiyle biz bu atölyeleri oluşturduk.

Metin Boran, Dilara Çalışkan, www.evrensel.net/haber.php?haber_id=30242

(Kaynak: stgm.org)

Fevzi Günenç - Suya Damlalar / 3

Aşağıda yazısını sunduğum Fevzi Günenç'i tanırım. Emekçi ruhlu bir yazardır. Gaziantep'te yaşar.

Günenç'in yazısını okurken, ne denli hüzünlendiğimi anlatamam.

O denli çok küçük salonlar kurdum ve o denli bu salonların dışında kaldım ki! O denli çok oyuncu yetiştirdim ve o denli bu oyuncuların yılgınlığına tanık oldum ki!! O denli büyük umutlarla yola çıktım ve o denli umut kırıklıkları yaşadım ki!!!

Günenç'in aşağıda sunduğum yazısını okurken, hep bu salonlar, yılgınlıklar ve umut kırıklıkları gözümün önüne geldi. Islak gözlerle okuduğum yazıyı, yumuşak yürekli insanlara sunmanın hazzını yaşıyorum. (HB)


Bir zamanlar Gaziantep'te bir Cep Tiyatrosu vardı


Fevzi Günenç
30 Ocak 2009


Kozanlı’da Devlet Hastanesi'nin arkasında yazlık bir sinema var: Renk Sineması. Can arkadaşım Ömer Bilge’nin babası çalıştırırdı sanıyorum. Yoksa ne işimiz vardı her gece onunla Renk Sineması'nda. Daha izleyiciler gelmeye başlamamıştır.

Makinist dairesine çıkan tahta merdivenlerin en üst basamağında yan yana oturmuşuz. Pikaptan sinemaya yayılan şarkıyı dinliyoruz. Hülyalara dalıyoruz şarkıyla birlikte. Ben onun düşlerini süsleyen kızı biliyorum. O benimkini bilmiyor. Canım sağken duyurur muyum aşkımı ben kimseye? Kızın kendisine bile duyurmadım; yıllarca sevdim de…

Bu kez aynı sinemada, aynı tahta merdivende, aynı basamakta başka biriyle oturuyoruz. Kaya Öztaş’la… Sinema, Ömer’in babasının değil artık. Kaya’nın babasının. Konumuz, sevdiğimiz kızlar değil artık. Aşkımız başka: Tiyatro…

Düşlerinden söz ediyor Kaya Öztaş bana: Bir tiyatro kurmaktan, her gece perdeleri açmaktan, sevdiğimiz oyunları oynamaktan…

Kaya, Ticaret Lisesi'nden arkadaşım. Ben ortaokula giderken o lise sonda. Buna karşın aramızda yaş farkı yok. Ben gecikerek katılabildim okuma kervanına. Ders aralarında sık sık buluşur, şiirden, yazından söz ederiz.

Aradan yıllar geçti. Ben evlendim. O yüksekokulu bitirdi; Fransızca Öğretmeni oldu. Yolumuz yine kesişti. Ortak konumuz yine tiyatroydu. Yine bir tiyatro kurmaktan, her gece perdeleri açmaktan, sevdiğimiz oyunları oynamaktan söz ediyorduk.

Yıl kaçtı? Kesin olarak anımsayamıyorum. Yeni evlendiğim yıllarda olduğuna göre 1965-66 diyebilirim.

Bu kez delikanlı değildik. Gerçi başımızda yine kavak yelleri esiyordu; ama bu kez o yelleri zaptedip gerçeğe dönüştürecek güçte hissediyorduk kendimizi.

Karar verdik: Tiyatromuzu kuracağız. Tiyatro için önce bir yer bulmalıydık. Hepimiz yer aramaya koyulduk. Suburcu Caddesi'nden İstasyon'a inen caddenin sol başında bir yer buldum: On sekiz basamakla inilen kırk metrekarelik küçük bir bodrum kattı. Kirası uygundu. Ne var ki içerisi leş gibi kokuyordu. Arkadaşların kabul edeceğini sanmıyordum; ama yine de gösterdim.

Tahmin ettiğim gibi biri hariç hepsi reddetti burayı. "Tiyatro dediğin mis gibi olmalıydı." Reddetmeyen tek kişi Kaya Öztaş’tı. Arkadaşlara, "Kira bedelini sağlayın da mis gibi yeri tutalım" dedi.

Öbürlerinin homurdanmaları arasında orayı kiraladık. Planımıza göre odanın yarısı sahne, gerisi salon olacaktı.

Önce içeriye birkaç kat kireç badana çektik. Kireç bütün pis kokuları alıp götürdü. Kaya, tuvalete üç dört tane birden koku giderici taktı. Şimdi sıra sahneyi oluşturmaya, koltuk edinmeye gelmişti.

Koltuk işini Mustafa Bakkaloğlu üstlendi. Biz daha sahneyi oluşturmaya kalmadan, bir at arabasıyla elli tane tahta sandalye iniverdi tiyatromuza. Elbette ki koltuk gibi rahat olamazdı tahta sandalyeler; ama olsun, bunlar bizim gözümüzde cep tiyatromuzun lüks koltuklarıydı.

Sandalyeleri, Nakıp Ali’nin oğlu, sınıf arkadaşım, Cengiz Nakıpoğlu armağan etmişti tiyatromuza.

Sahne yapımı işine giriştik. İlerde çok kişili oyunlar da oynamayı tasarladığımızdan sağlam bir sahne oluşturmalıydık. Tahta edinimi için Direkçi Pazarı'na, yine sınıf arkadaşım olan Adil Öztahtacı’ya gittim.

Adil hesap çıkarttı. Bizim tiyatro bu masrafı ancak bir yıllık geliriyle karşılayabilirdi. "İndirim yap" falan derken Adil, abisiyle babasına çaktırmadan bir at arabasına üç beş tane kalın kalas attı. "Güle güle Fevzi…" dedi. "Bedeli alınmıştır."

At arabasındaki tahtaların üstüne kuruldum. Keyifle yol almaya başladık Suburcu’ya doğru.

Tahtalar tiyatroya indi. Sahne yapılacak zemine serildi. O zaman yaşadım ilk düş kırıklığını. Bu tahtalar sahnemizin ancak dörtte birini oluşturabilirdi.

Eee, ne yapacaktık şimdi? Fikir kimden geldi anımsayamıyorum ama hemen kabul gördü: İnşaatlardan tahta dilenecektik.

Başımı vurduğum inşaattan boş dönmedim. Babamın arkadaşı Müteahhit Muhtar Atmaz bir kaç kalas verdi. Kalaslar gerçi kullanılmıştı, çimentoya bulanmıştı ama ne beis? Biz onları provalarda, oyunlarda çiğneye çiğneye pırıl pırıl ederdik.

İlk kalası omuzlayıp Başkarakol’dan Suburcu’ya kadar omzumda getirdim. İkinci latayı almaya geldiğimde onları inşaatın kamyonetine yüklenmiş buldum.

"Sen kafayı mı yedin yeğenim," diyordu Muhtar Atmaz. "Omuzla taşınır mı bunlar? Mahmut gideceği yere götürsün onları."

Gerçekten taşınamazdı bu meretlerden bir ikincisi daha. İlk kalası yerine ulaştırıncaya kadar anamdan emdiğim süt burnumdan gelmişti.

Mahmut, küçük kardeşiydi Muhtar Atmaz’ın. Dünya güzeli bir insandı. Kamyonetin sürücülüğünü yapıyordu. Arabamız hareket ederken hala laf yetiştiriyordu arkamızdan Muhtar amca: "Bunlar yetmezse gene gelin…"

Onlar yetti. Çünkü tiyatroya vardığımızda öbür arkadaşların edindiği başka kalaslar da gelmişti.

Kaya boş durmamış bu arada. Gerekli marangoz aletleriyle çivi vb. sağlamıştı. Kolları sıvadık. Her birimiz bir yandan kesiyor, biçiyor, çakıyorduk. Bir gün batımında hazırdı artık sahnemiz. Büyük bir keyifle sırtüstü serildik sahneye. Sanırım bu sahnede oynanacak en güzel oyun, bu mutluluk tablosuydu.

Perdemiz de çok ilginçti. Kaya’nın annesi evdeki perdeyi kesip biçip tiyatromuzun ölçüsüne uygun olarak dikmişti.

Mustafa Bakkaloğlu da bir kıyak yaptı: Evinde dekorlar varmış, onları getirdi. Artık her şeyimiz hazırdı. Çalışmalara başlayabilirdik.

"Önce bir kadro oluşturalım," dedik. Kaya Öztaş, ben, eşim Gülten, Mustafa Bakkaloğlu, Uğur Saraç aklımda kalanlar.

Ardından oyun seçimine geçtik. Karaların Memetleri; Cahit Atay'ın üç perdelik oyunu. Aynı köyde yaşayan üç Memet'in farklı dramatik hikayeleri: Kerpiç Memet, Ermiş Memet, Yangın Memet… Pusuda, Çehov’un "Bir Evlenme Teklifi" oyunu, Aziz Nesin’in "Damda Deli Var"ı başta oynadığımız oyunlardı.

Hemen hemen her oyunun ilginç sahne arkası öyküleri yaşandı aramızda. Sonraları çok güldüğümüz bu olayları o sıralarda öylesine ciddiye almıştık ki…

Oyunları da saptayınca çalışmalara başladık. "Bir Evlenme Teklifi" üç kişiliktir: Evde kalmış kız (Natalya), evde kalmış damat adayı (Lomof), kızın babası (Çubukof). Lomof ben oldum. Natalya'yı Gülten hanım üstlendi. Çubukof da Kaya Öztaş…

Bu oyunda çok başarılı olduğumuz söyleniyordu. O kadar ki, bir gece oyun sonrası izleyicilerden bir karı koca bizimle konuştu. Aynı oyunu "Kenterler’den izlediklerini ama o oyundan bu akşamki kadar tat almadıklarını" söylüyorlardı.

Keyiflendik elbette. Teşekkür üstüne teşekkür ettik. Ama haddimizi biliyorduk. Kenterler kim, biz kim?..

İlginç anılarımızdan biri: Aziz Nesin’in bir öyküsünden oyunlaştırdığım "Damda Deli var"ı oyunuyouz. Ben şifayı kapmışım. O gece sahneye çıktığımda griptim. Otuz bilmem kaç derede ateşler içinde yanıyorum. Burnum oluk gibi akıyor. Durmadan uşağım rolündeki Uğur Saraç’a "Burnumu sil uşaaak!" diye bağırıyordum. Bu replik mahsus yapılıyormuş gibi izleyicileri gülmekten kırıp geçiriyor. Onların gülmekten gözlerinden yaş geliyordu; benimse acıdan.

Bir anımız da Mustafa Bakkaloğlu dostumla ilgili:

Haftalarca çalışıldı Pusuda oyununa. Bakkaloğlu Dursun rolünü oynuyor, Kaya ise Öğretmen rolünde… Son güne kadar düşündüklerini içine atan Bakkaloğlu o gece, açılmasına birkaç dakika kalan perdenin ardında parlayıverdi.

"Ben Dursun rolünü oynamayacağım. Ben öğretmen rolünü oynayacağım."

Aynı zamanda genel yönetmenimiz olan Kaya Öztaş sabırla onu yatıştırmaya çalışıyor:

"Arkadaşım, günlerdir bu role hazırlanıyorsun. Öğretmen rolü ne ki? Sıradan bir rol. Kim olsa oynar. Asıl önemli olan Dursun’un rolüdür. Burada harika bir tip çiziliyor. Bunu da içimizde ancak sen başarabilirsin."

"Nuh" diyor "peygamber" demiyor Bakkaloğlu. "Öğretmeni oynayacağım da öğretmeni oynayacağım."

"Dostum, önceden söyleseydin bir şeyler yapardık. Bak, seyirciler gelmiş, yerlerine oturmuşlar. Şu anda yapılabilir mi böyle bir değişiklik? Hem hazır değiliz bu rol değişimine."

"Ben hazırım. Öğretmeni de ezberledim" diyor Bakkaloğlu.

"Ama ben hazır değilim." diyor Kaya.

"Anlamam. Ya bu rol değişikliği yapılır ya da…"

"Ya de ne?"

"Ya de ben hiç oynamam."

Tepesi atıyor Kaya’nın.

"Eee… Oynamazsan oynama be!"

Araya giriyorum: "Bu saatten sonra olacak iş mi bu?"

İkisine de laf anlatamıyorum.

"Ben gidiyorum" diyor Bakkaloğlu.

"Git…" diyor Kaya.

"Verin benim dekorlarımı da, öyle gideyim."

Dekorları ertesi gün vermeye zorla razı ettik Bakkaloğlu’nu. Rezilliğimizi seyretmek için salona indi, çıkış merdiveninin alt basamağına oturdu. Biz kapalı perdenin ardında kalakaldık.

"Ne olacak şimdi?" diye kaygıyla sordum Kaya’ya. O benim kadar kaygılı değildi.

"Rolü sen oynayacaksın," dedi gülümseyerek.

"Nasıl olur! hiç çalışmadım ki."

"Provaları izledin ya…"

"Prova izlemeyle olur mu? Ezber gerek."

Elindeki cep kitabı halindeki tekstini uzattı oyunun.

"Okuyarak oynayacaksın."

Bu yöntem çok ilginç geldi bana. Denemeye karar verdim.

Denedik. Oldu. Çok da güzel oldu. İzleyici bu çaresizliğimizi artık okuma tiyatrosu örneği mi saydı, modern tiyatro mu sandı, bilmiyorum. Bildiğim olağandan fazla alkış aldığımızdı.

Ertesi gün sular durulmuştu. Bakkaloğlu’yla uzlaştık. Aklımda kalmamış, artık o Dursun rolüne mi razı oldu; yoksa Kaya, Öğretmen rolünü mü verdi kendisine… Oyun bir ay aralıksız sürdü.

Her gece dolu oynuyorduk. Bilet ücretlerini çok uygun tutmuştuk. O yılarda sinema bileti üç liraydı. Bizim tiyatroya giriş ise sadece bir lira. Amacımız para kazanmak değildi ki…

Kısa soluklu oyunlardan uzun soluklu oyunlara geçebilirdik artık. Örneğin kadrosunda nerdeyse bizim salondaki sandalye sayısı kadar oyuncu kadrosu bulunan Gogol’un Müfettiş’ine…

Uzun soluklu oyunlara Cep Tiyatrosu'nun soluğu yetmedi. Dağıldık. Bizden sonra Kaya Öztaş kendi çevirdiği bir oyunu: Richard Nash’ın Yağmurcu’sunu oynadı Site Sineması'nda. Sanırım Fransızca öğretmenliği yaptığı okulun öğrencileriyle…

Sonradan filmi de yapılan bu oyunu, filmindekinden daha büyük tatlar alarak izlediğimi, arkadaşımla gururlandığımı anımsarım.

Bu oyunun filmini izlerken Kaya ile arkadaşlarının performansını gözümün önüne getirince bizlerin, toprağımıza düşmemiş çiçekler olduğumuzu düşünerek üzüldüm. Çünkü o film eğer bir Oscar almışsa, Kaya ile arkadaşlarının oynadığı oyun iki Oscar alırdı.

Bizden sonra tiyatronun yeri baklavacılara depo oldu. Şu aralar ise genel tuvalet olarak kullanılıyor. Büyük 500, küçük 250 kuruş… Bir zamanlar beş gece tiyatro seyredilebilecek parayla şimdi aynı yerde ancak beş dakikalık ihtiyaç giderilebiliyor. Buyurun kıyaslayın artık siz, ülkemizdeki şu tiyatro aşkını.

Bir gün bir tuvaletin bozulup yerine tiyatro yapıldığını görürsem, kahrolmayacağım.

***

Oyun'un notu: bakınız;
"Fevzi Günenç - Suya Damlalar / 1"
"Fevzi Günenç - Suya Damlalar / 2"
"Fevzi Günenç - Suya Damlalar / 3"

"Özdemir Nutku skandalı", "Talat Halman skandalı", "Yedi Tepeli Aşk skandalı" gibi skandallarla çürüyen tiyatronun dışında da tiyatro etkinlikleri var

BEKSAV 14. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ ETKİNLİĞİ "Halkların Kardeşliği İçin 100' Oyun"

BEKSAV (Bilim Eğitim Estetik Kültür Sanat Araştırmaları Vakfı) 14. kuruluş yıl dönümünü kutluyor. Müzikten tiyatroya, edebiyattan sinemaya, halk oyunlarından resime, felsefeden bilim tarihine pek çok alanda çalışma yürüten BEKSAV, "Halkların Kardeşliği İçin 100' Oyun" adlı tiyatro ve dans gösterileriyle kutluyor 14. yaşını.

Anadolu ve Mezopotamya'da yaşayan halklar arasında geliştirilmeye çalışılan düşmanlığa karşı "Halkların Kardeşliği"...

Kürtçe, Ermenice, Türkçe, Rumca, Lazca ve Arapça 5'er dakikalık kısa oyun ve dans çalışmaları...

"Yaşasın halkların kardeşliği" diyenlere...

Katılımcılar
Tiyatro İmge, Yenikapı Tiyatrosu, Tiyatro Arın, Mahmut Gökgöz, Turan Özdemir, Bahtiyar Engin, Turgay Tanülkü, Nikola Saafin, Mosakkale Tiyatrosu, Hayal Oyuncağı, Teatra Avesta, Alegori Dans Tiyatrosu, Arama Tiyatrosu, Tiyatro Boğaziçi, Bulunmaz Tiyatro, Ada Dans Tiyatrosu, Destar-Teatre, Köşebaşı Tiyatro TopluluğuAlternatif Sanat Oyuncuları, Bi Takım Oyuncular, Ortadirek Tiyatrosu, Tiyatro Fabrikası, Tiyatro Güney, Tiyatro Veto


Tarih: 22 Şubat 2009 Pazar
Saat: 19.00
Yer: Kadıköy Halk Eğitim Merkezi

30 Ocak 2009 Cuma

Kapitalizmin iyi bir model olamayacağının ipuçlarını veren Gianina Carbunari, geçmişte ağır aksak işlemiş olsa da, sosyalizme özlem işareti gönderiyor

Ben, herhangi bir ülkeye gideceğim zaman, başat ölçütlerimden biri eğlenmektir. Hüzünlenmek değil. Bazen bu ölçüte uygun davranmadığım olabiliyor.

Bir dostumun davetlisi olarak Romanya'nın başkenti Bükreş'e gitmiştim. Beni davet eden kişi, yakın çevresinin Ricardo dediği Florin, kuyumculuk işiyle uğraşıyor. Üzerine sinen sosyalist ahlaktan arınmak istemeyen Ricardo, yoğun çalışmasının yanında, düşünmeye de zaman ayıran bir zat-ı muhterem.

Ricardo, elinin değdiği, gözünün gördüğü oranda, bana Bükreş'i gezdirdi. Her adımda büyük bir hüzün dalgasının hışmına uğradım. Yazmak yerine, resmettiğim Bükreş duygularım, şimdilik evimin ıssız duvarlarını süslüyor.

Özellikle, sosyalizmin simgesi bayrakların çöpe atılıp Avrupa Birliği bayraklarının dalgalanması, bende müthiş bir hüzün oluşturmuştu. Emperyalizmin zafer şarkılarının ritmini tutan bayraklar, bir teslim almışlık sarhoşluğuyla dalgalanıyorlardı.

Caddelerindeki büyük oyuklarla tezat oluşturan pahalı, çok pahalı ciplerin dansı, hüzün katsayımın artmasına neden olmuştu.

Neyse...

Bugün Zaman gazetesinde bir tiyatro haberi okudum ve hemen okurlarıma sunma gereksinimi duydum.

Ne diyor aşağıdaki röportajda Romen Carbunariu?


.........."Umarım sorunsuz bir dünya ileride olur; ama bundan pek ümidim yok. Özellikle bu son aylarda yaşanan sosyal, ekonomik ve politik olayları gördükçe buna çok uzak olduğumuzu düşünüyorum."


Okuyunuz. (HB)


Gençler, dünyadaki konumları için savaşmalı


"Yeni Metin Yeni Tiyatro" projesi kapsamında geçtiğimiz ay sıra dışı tiyatro yazarı Rodrigo Garcia'yı İstanbul'da tiyatro izleyicisiyle buluşturan "Ve Diğer Şeyler" topluluğu, bu kez de Romanyalı oyun yazarı Gianina Carbunariu'yu getirdi.

Romen Kültür Merkezi'nin katkılarıyla İstanbul'a gelen Carbunariu, eserlerinde toplum içi çatışma ve zıtlıklara sert bir dille dikkat çekiyor. Carbunariu, ilk kez geldiği İstanbul'da çarşamba günü GalataPerform'da gerçekleştirilen oyun yazarlığı atölyesinde yerli oyun yazarlarıyla bir araya geldi ve iki gün boyunca oyun yazarlarıyla çalıştı. Bugün saat 15.00'te ise Gianina Carbunariu'nun, "Kebap" adlı oyununun okuma tiyatrosu Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü Tiyatro Salonu'nda ücretsiz olarak seyredilebilecek.

Oyunlarını 25-30 yaş arası gençliğe yönelik yazan Carbunariu, kendisini tiyatro yazmaya ve yönetmeye iten temel sebebin, seyircilerin anlık tepkilerini görme isteği olduğunu söylüyor. Oyunlarında mağdur olmuş masum gençlik yerine, hayatları ve dünyadaki konumları için savaşan, mücadeleci gençlere yer veriyor. Kendisi için hiçbir şeyin siyah-beyaz olmadığını ifade ediyor Carbunariu. Yaşayan ve yaşadığının farkında olan karakterleri sevdiğini ekliyor ve bu kuşağın kendi derdini metaforsuz ve dolaysız anlatma isteğinin altını çiziyor.

Carbunariu'yu dinleyince, tiyatrocularımızın hep şikayet ettiği mekân sorununun sadece bize özgü olmadığını anlıyoruz. Yazar ve yönetmen olarak Romanya'daki tiyatroların durumundan hiç de memnun değil Carbunariu. Öyle ki ilk oyunlarından "Stop the Tempo"yu bir barda sadece el fenerleriyle sahneleyerek ülkesinin devlet desteğiyle oluşturulan merkeziyetçi tiyatro anlayışına cevap vermek istemiş. Oyunlarındaki sert dilin sebebini sorduğumuzda ise, yazarken özellikle radikal olmaya çalışmadığını söylüyor: "Oyuncularımla bize dokunan konuları seçmeye gayret ediyorum. Bizimle ilgili olan problemleri seçmeye çalışıyorum. Gördüğüm konular beni çok etkiliyor."

Carbunariu'nun dikkat çektiği bir başka konu da göç ve işsizlik... Öğrenciyken bu sorunu çok derinden yaşamış. Birçok arkadaşı iş için başka ülkelere giderken yaşadıklarını gözlemlemiş. Olup bitene daima eleştirel bakan Carbunariu, dünyanın geleceği için pek umutlu değil: "Umarım sorunsuz bir dünya ileride olur; ama bundan pek ümidim yok. Özellikle bu son aylarda yaşanan sosyal, ekonomik ve politik olayları gördükçe buna çok uzak olduğumuzu düşünüyorum."

(Kaynak: Zaman)

Elleri bağlı Rum esiri öldürdüğünü itiraf eden Kurtlar Vadisi Kılıç'ı Olgaç'ın kuyuya attığı taşı, Olgaç da içinde olmak üzere, hiç kimse çıkaramıyor!

Genelkurmay Olgaç’a inceleme başlattı


Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, Kıbrıs harekâtı sırasında aralarında bir esirin de bulunduğu 10 Rum askerini öldürdüğüne ilişkin sözleriyle tepki toplayan tiyatro sanatçısı Atilla Olgaç’ın askerlik yaptığı dönemdeki durumuyla ilgili inceleme başlatıldığını söyledi.

Gürak, Olgaç’ın sözleriyle ilgili soru üzerine, Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’nın konuyla ilgili soruşturma başlattığını hatırlatarak, “Konu ile ilgili, bizim de incelememiz devam ediyor. Eski bilgilere ulaşıyoruz, incelememiz sürüyor” diye konuştu.

(Kaynak: Milliyet)

***

Bakınız (Oyun):
"Atilla Olgaç, komutanı emrettiği için elleri bağlı bir esiri öldürmüş; şimdi de yönetmeni emrettiği için 'Kurtlar Vadisi'nde faşizmi estetize ediyor!"
"Dilleri bağlı halkı uyutan 'Kurtlar Vadisi' aktörü Atilla Olgaç'ın, elleri bağlı esiri öldürdüğünü itiraf etmesi, tüm dünyada infial yaratmaya başladı"
"Faşizmi estetize eden Kurtlar Vadisi'nin çakallarından Atilla Olgaç, ruhsal çöküntü yaşayan Türkiye tiyatrosunun küf kokan bataklığına tercüman oluyor"
"Atilla Olgaç, elleri bağlı esiri öldürdüğünü itiraf ederken mi samimiydi, itirafından çark etmeye çalışırken mi samimi? Yoksa Olgaç, patates mi soydu?"
"Faşizmi estetize eden Kurtlar Vadisi mi oyuncuları faşistleştiriyor, yoksa faşist ruhlu oyuncular mı Kurtlar Vadisi'nde kendilerini ifade edebiliyor?!"
"Doğallaştırılmış sömürü düzeninin sürmesi için, yapay konulara ihtiyaç duyulan sürecin dayatmasıyla medyayı meşgul eden Atilla Olgaç görevini yapıyor!"
"Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı Atilla Olgaç'ın, elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü iddia etmesinden sonra şimdi de 'Çankaya'nın tek Kıbrıs'ı' gündemde"
"Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı Olgaç'ın, elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü iddia etmesinden sonra, şimdi de Köşk'ün sitesindeki Kıbrıs tartışılıyor!"
"Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı Olgaç'ın, elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü iddia etmesinden sonra, Kurtlar Vadisi'nin Şahin Ağa'sından serzeniş!"
"Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı Olgaç'ın, elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü iddia etmesinden sonra, bu iddiayı ciddiye alan 'Rumlar AİHM'ne gidiyor'!"
"Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı Atilla Olgaç, elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü iddia etmesinden sonra, Vikipedi'ye girebilmenin ayrıcalığını yaşıyor!"
"Emekçilerin siyasal iktidarını savunan sosyalist bir mantıkla yayınlanmasa da, Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ını kapak yaptığı için LeMan'ı tanıtıyoruz!"
"Emekçilerin siyasal iktidarını savunan sosyalist bir mantıkla yayınlanmasa da, Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ını kapak yaptığı için PENGUEN'i tanıtıyoruz!"
"Ruhsal çöküntü yaşayan Türkiye tiyatrosunun özeti Atilla Olgaç, Kurtlar Vadisi'nde faşizmi estetize ederken, yarattığı sansasyonla gündemden düşmüyor!"
"Hilmi Bulunmaz'la Kazım Şimşek; 'Aykut Işıklar'ı, 'Atilla Olgaç'ı ve 'Şehir Tiyatroları'nı 'dangalaklar'ın bile anlayacağı bir dille irdeliyorlar!"
"Elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü itiraf eden Kurtlar Vadisi Kılıç'ı Atilla Olgaç, Ertuğrul Günay'la yapılan sinemacılar toplantısına katılmadı!"
"Hilmi Bulunmaz, 'Özdemir Nutku skandalı'nı, 'Talat Halman skandalı'nı gördüğü gibi, genelleme hastalığına tutulan Boran'ın topu taca atmasını da gördü"
"Elleri bağlı Rum esiri öldürdüğünü itiraf eden Kurtlar Vadisi Kılıç'ı Olgaç'ın kuyuya attığı taşı, Olgaç da içinde olmak üzere, hiç kimse çıkaramıyor!"

Seçim sürecine girildiği bir dönemde, kurgusal tadından dolayı bize seçim yatırımı gibi gelen Başbakan Erdoğan'ın "kahramanlığı"nı irdeleyen bir yazı!

Mahiye Morgül'ün bize gönderdiği aşağıdaki yazıyı önemli bulduğumuz için yayınlama kararı aldık. Ancak, yazının tamamına katılmamız mümkün değil. Biz, AKP'yle Ergenekon'a aynı uzaklıktayız. Biz, AKP'yle Türk Silahlı Kuvvetleri'ne aynı uzaklıktayız. Ancak, yazının genel yapısı hoşumuza gittiği için okurlarımıza sunuyoruz. (HB)


Davos’da İran’ı Yalnızlaştırma Operasyonu


Mahiye Morgül
30 Ocak 2009


Dünyanın gündemini değiştiren bir tiyatro oyununu dün akşam (29 Ocak 2009) hep birlikte AKP’nin özel kanalı gibi kullandığı TRT 2’den naklen izledik. Panel şeklinde bir oyundu. Adı; “Gazze Ortadoğu için model.”

Davos’ta oynanan bu oyunda, başrolde Şimon Perez vardı, ama oyun içinde R.T.Erdoğan ondan rol kaptı!

Oyunun kötü bir yöneticisi vardı, ama o da onun rolüydü; dakika tutmayı bilmiyor, konuşmacının omuzuna vurarak sözünü kesiyor, ikinci tur yaptırmıyor, soru sordurmuyor, vb. Perez’in rolü ise Erdoğan’ı kızdırmaktı...

Koca kurt Perez bilmez miydi bu kadar saldırmanın karşı tarafı haklı durumda bırakacağını ve sonra da “özür” dilemenin karşı tarafı tamamen haklı çıkaracağını?

Başbakan Erdoğan, Davos’un kapanış toplantısına kalmayıp o gece o anda İstanbul’a dönmeye karar verdi ve az sonra TRT 2Atatürk havalimanından canlı yayına geçti.

Saat 24.00 de Atatürk Havalimanına ilkin ortaokul çocukları (belli ki yurt öğrencileri) ellerinde Filistin ve Türk bayraklarıyla görünmeye başladı. Kalabalık büyüdükçe yaş grubu da büyüdü, bayraklar o anda dağıtılıyordu. Biraz sonra özel basılmış pankartlar görünmeye başladı.

Üç tane söz vardı, bütün pankartlarda aynısı yazıyordu. Sanki daha önce hepsi bir elden hazırlanmış gibi.

“Hoş Geldin DÜNYA LİDERİ” (Büyütülmüş harflerine dikkat ediniz)

“Dünya başbakan görsün”

“Davos Fatihi”

Perez’e veya İsrail’e karşı yazılmış olan bir tane bile pankart yoktu. Ne ilginçtir, aniden dünyanın başbakanı oluvermişti R.T.Erdoğan.

Başbakan basına açıklama yaptı, Davos’tan ayrılırken Perez ondan özür dilemiş ve “Türkiye’deki yatırımlarımız devam edecek” demiş. Yani, borsalara da mesaj verildi; “Telaş etmeyin, sorun yok!”

Bugün saat 14.00 de metro açılışını yapacağını duyurdu orada. Demek ki Davos’tan önce bunu biliyordu başbakan. Davos’tan bir gün önce ayrılmış olmasaydı bu açılışa nasıl katılacaktı, çok tuhaf!

Bu olay bana birkaç gün önce yine TRT 2’de konuşan Amerikalı gazetecileri, şöyle bir şey diyorlardı: “İran’ın Hamas’a silah desteği verdiği biliniyor. İran’ın Müslüman ülkeler üzerinde önemli itibarı var. Bu itibarın kaldırılması gerekir. Bize Türkiye gibi her tarafla eşit ilişkisi olan ılımlı Müslüman bir ülke lazım…”

Gecenin 24.00’de, başbakanın Davos’u terk edeceğini önceden biliyorlarmış gibi hazır bekleyen, TRT muhabirleri tüm dünyadan canlı yayına alındı. Mesajlar heyecanlıydı Arapların gururu okşanmıştı. Türk vatandaşı olmak isteyen doktorlar bile vardı. “Türkiye bizim ikinci vatanımız. Bize böyle lider lazım” diyorlardı.

TRT 2’nin canlı yayın konukları da nasıl olmuşsa gecenin o saatinde telefonla bağlanmamış, stüdyoda hazır bekliyorlardı. İçlerinden Can Baydaroğlu bir önemli analiz yaptı, Davos krizinin(!) sonuçlarını üç cümlede özetledi:

1-“Herkes artık bilecek ki Türkiye’siz barış yok.”

2-“Erdoğan iç politikada güven tazeledi.”

3-“Arap liderlerin hepsinin önüne geçti. Çavez bile Erdoğan’ı kıskanacak.”

Bu analizden sonra gülerek şunu ekledi:

“Perez öyle bir pozisyona getirdi ki, ona müstehak oldu. Bu kriz buraya kadar getirilmeyebilirdi. Toplantıdan önce metinler görülür, kimin ne konuşacağı bilinirdi. Bu hale niçin getirildi? Niyet bu idiyse çok iyi başarıldı. Artık Arap dünyasının bütün liderlikleri sallanmaya başladı.”

Bravo Can Baydaroğlu’na. Ama bunu ti’ye alarak söyledi, vurgulamadı. TRT 2’de başka türlü de söyleyemezdi.

Anladım ki hep beraber bir oyun izlettirildik.

Eğer bu bir oyun olmasaydı, başbakan Erdoğan’ın bu kadar esip gürleyebilmesi için Türk Silahlı Kuvvetlerini arkasına almış olması gerekirdi. Hem Türk Ordusunu çetecilikle suçlayacaksın, Ergenekon operasyonlarının savcısı olacaksın, Türk ordusunu gözden düşürme operasyonları yapacaksın, hem de İsrail’e kafa tutacaksın!

Bu kovboy kurnazlığını ben yutmadım. Eğer bu bir oyun olmasaydı, değil İstanbul’a inecek uçağın kapısı, arabasının kapısı bile açılmazdı.

Yavrum Gazze, canım Filistin, sevgili Arap, Kürt, Türk, Fars kardeşlerim, biricik yurdum Türkiye’m, yani Ortadoğu’m, size daha çoook gözyaşı dökeceğim!

Çünkü bu gece, postmodern Davos darbesiyle, herkesin gözü önünde, tıpkı 11 Eylül filmini ekranda izler gibi, BOP eşbaşkanı RTE, Arap ülkelerinin liderliğine getirildi; artık “Ortadoğu’nun her yeri Gazze”!

***

Oyun'un notu: bakınız;
1- "Kemal Oruç, 'hakaret'e karşı çıkıyor!/1"
2- "'Her şeye karşın' yanıt hakkı"
3- "Kemal Oruç, "hakaret"e karşı çıkıyor!/2"

AKP inisiyatifinde bulunan Muammer Karaca Tiyatrosu, sadece AKP'nin ideolojisine yakın tiyatrolara olanak tanıdığı için, Laz Marks oyununu engelledi!

AKP'yle hiçbir alanda işbirliği yapılamaz. AKP'nin hiçbir sözüne güvenilmez. Aşağıdaki habere konu olan Muammer Karaca Tiyatrosu, AKP'li iradenin teslim aldığı bir mekan.

Bulunmaz Tiyatro'nun 1994/95 yıllarında, başta Nâzım Hikmet'in İnek oyunu olmak üzere, birçok oyun oynadığı Muammer Karaca Tiyatrosu'nda sürekli olarak oyun oynayabilmek için, bir biçimde AKP'yle "al takke ver külah" ilişkisi içerisinde olmak gerekir.

Kültür Bakanlığı çanağı yalayıp Efes Pilsen tezgahtarlığı yapan yapan Dostlar Tiyatrosu patronu Genco Erkal, AKP'yle çok rahat anlaşabildiği için, sürekli olarak bu salonu babasının çiftliği gibi kullanabiliyor.

Bulunmaz Tiyatro, AKP'yle (o zamanlar Refah Partisi) "al takke ver külah" yapmayı becerebilecek beyin ve bel kıvraklığına sahip olmadığı için, kendisini önce adliyede, daha sonra da kapının önünde bulmuştu. Bulunmaz Tiyatro, AKP'yle uzlaşmak yerine, tiyatro yapmamayı daha onurlu bir davranış olarak görmüştü. Bulunmaz Tiyatro, aradan geçen 15 yıla karşın, hala aynı kanıda.

Aşağıda sunduğumuz haberi, soL gazetesinden aldık. AKP'nin, Muammer Karaca Tiyatrosu kapısına bıraktığı bir tiyatro haberi olduğu için, okurlarımızın okumasında yarar görüyoruz. (HB)


Laz Marks Muammer Karaca'da yasaklı


Yılmaz Okumuş'un kaleme aldığı, Marks'ın kapitalist değer yasaları ile güncel siyaseti Karadeniz ağzıyla ve halk deyimleriyle aktaran "Laz Marks"ın gösterimlerini Muammer Karaca Tiyatrosu iptal etti.

soL (HABER MERKEZİ)
Muammer Karaca Tiyatrosu Laz Kapital gösterisinin programını iptal etti. Gösteri programı iptal edilen "Laz Marks" ve Sakıncalı Piyade oyunuyla sahnelerde olan Su Gösteri Sanatları Merkezi oyuncuları İstiklal Caddesi'nde Muammer Karaca Tiyatrosu önünde gerçekleştirdikleri eylemle tiyatro yönetiminin tutumunu protesto ettiler. Basın açıklamasını, Yılmaz Okumuş'un yazdığı "Laz Kapital" kitabının "Laz Marks"ını oynayan Haldun Açıksözlü yaptı. Açıksözlü basın açıklamasında şu ifadelere yer verdi.

"Paçilar, uşaklar haberunuz olsun da, habu demokrat olduğuni öne süren, insan haklarina saygili hatta Alevilere, Kürtlere bazi haklar verduğuni söyleyen koloti kafalı AKP'nun Beyoğlu Belediyesi, Muammer Karaca Tiyatrosu'nun keyfi olarak bize kapadi.

Ocak ayinda son kez bu akşam saat 21.00'de sahneye çikayirum. Bu Amerikan destekli, Suudi köstekli çakma demokrat kafalar, kendilerini desteklemeyen, liboşluk horonina katilmayan herkesi bir şekilde sindurmağa, susturmağa çalişiyi. Bunlarun sanata ve tiyatroya destakleri deyil köstekleri vardur. Çünkü onlar içun özgürluk kendi düşüncelerinun özğürluğidur. Onlarun kafalarinda farkli düşunmağa yer yoktur. Bunlar isteyi ki insanlar tavuk olsun, sadece lazutlarini yeyup, güni gelince bunlara oy versun. Ula oligarşinun uşaklari, bize her yer salon, her yer Muammer Karaca'dur. Ama sizun gideceğunuz içi adresunuz vardur; Amerika ve Suudi Arabistan.

Uşaklar, paçilar bunlar tarihun çöpluğindeki yerlerini alacaklardur. Habunlarla hayatun her alaninda çiktuğumuz maç üç ihtimallidur; ya bunlari yeneceğuk, ya onlar bize yenilecek ya da bu dünyayi altust edeceğuk. İşçi sinifi tarihun itici gücidur ve tarihun akişini değişturecek siniftur dedum diye "Halkun öteki kesumi yatup, ense yapacak" demedum. Köylü, memur, genç, öğrenci, sanatkar, kuçuk esnaf... Hayde herkes tribündeki yerini alsun"

Laz Marks fabrikalarda, üniversitelerde ve meydanlarda olacak

Haldun Açıksözlü konuyla ilgili soL'a yaptığı açıklamada, oyunda Laz Marks'ın bazı sözlerinin Muammer Karaca Tiyatrosu'nun yetkililerini rahatsız etmiş olabileceğine dikkat çekti. "Kapitalizm tavuklara zarar verir. Kümeste seçim olsa yüzde seksen beşi AKP'ye oy verir" sözlerinin rahatsızlık yarattığını belirten Açıksözlü, önceden anlaşılan programı, Belediye Başkanı'nın programı çerçevesinde iptal edildiğinin ileri sürüldüğünü belirtti.

Laz Marks'ın bundan sonra fabrika önlerinde, üniversite amfilerinde ve eylem meydanlarında görüleceğini vurgulayan Açıksözlü, gösterileri sohbet biçiminde sunmayı tercih edeceklerini ifade etti. Açıksözlü, "Marks'ın hayaleti" dünya'da nasıl dolaşıyorsa, Laz Marks'ın da Türkiye'de öyle dolaşacağını ifade etti.

Muammer Karaca'da gösterimi sonlanan Canlar Tiyatrosu'nun oyunu Şubat ayında bir çok yerde sahne alacak. "Laz Marks", 03 Şubat Salı 20:30'da Oyun Atölyesi (Kadıköy), 12 Şubat Perşembe 20:30'da Bahariye Sanat Merkezi (Kadıköy) ve 25 şubat çarşamba 20:45'de Duru Tiyatrosu'nda (Kadıköy) izleyiciyle buluşacak.

(Kaynak: soL)
Tiyatro Liman'ın oyunu " ÖDÜL" / Jean ve Beatrice 1 Şubat Pazar saat: 20.30 ve 12 Şubat Perşembe saat: 20.30'da Oyuncular Tiyatro Kahve Cem Safran Sahnesinde.

www.tiyatroliman.com
EĞİTİMİN YOZLAŞTIRILMASINA VE SANATTA TACİZE VİCDANEN KARŞIYIM adlı imza kampanyası 2. haftasını bitirdi. Şu ana kadar 977 bireysel, 74 kurum imzasıyla tiyatro alanındaki yozlaşmaya ve tacizlere karşı toplumsal duyarlılık oluşturulmaya devam ediliyor. Artık Mehmet Esatoğlu'nun kamuoyu önünde açıklama yapması gerektiğini ve biran önce kampanyanın ikinci aşamasına geçilmesi gerektiğiniz düşünüyoruz. Kampanya aktivistleri olarak, bağımsız bir adalet ve hakikat komisyonu kurulması yönünde girişimlerimizi başlatmış bulunuyoruz. Ancak öncelikle taciz suçlamaları içinde olan Mehmet Esatoğlu'nun ortaya çıkıp bir yazılı ya da sözlü bir açıklama yapması gerekir. Şu ana kadar henüz bir açıklama yapmış durumda değil. Kendisini savunma hakkı olduğunu düşündüğümüz ve önerdiğimiz Mehmet Esatoğlu'nun mümkün olan en kısa sürede açıklama yapması gerekmektedir. Bu konuda en azından yayıncılık konusunda duyarlı olduğunu düşündüğümüz sayın Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'i öncelikle bireysel ve kurumsal olarak kampanyaya imza atmaya ve bağımsız bir adalet ve hakikat komisyonu içinde çalışmaya davet ediyoruz. Bu girişim aynı zamanda tiyatro alanında hak ve özgürlükler mücadelesinin ve teatral yozlaşmaya karşı "temiz eller" operasyonunun somut bir modeli ve başlangıcı olacaktır. Karanlığa karşı yürütülen tüm mücadelelerin web sitelerinin yanısıra yaşamın içinde devam etmesi gereklidir. Tarihe not düşebilmek adına sahaya inmenin, sorumluluk alarak gençlere gerçek anlamda örnek olmanın zamanı gelmiştir diye düşünüyoruz.

İmza Kampanyası Aktivistleri!

***

İmza kampanyasına destek veren kurumlar

1. Adana Kadın Meclisi Şiddet ve Danışma Merkezi Grubu
2. Amargi Kadın Kooperatifi
3. Anadolu Üniversitesi Yaşayan Tiyatro
4. Ankara Kadın Platformu
5. Ankaralı Feministler
6. Atölye Tiyatro Topluluğu
7. Avrupa Kadın Lobisi Türkiye Koordinasyonu
8. Başak Kültür ve Sanat Vakfı
9. BarışaRock İnisiyatifi
10. Birbirimize Sahip Çıkıyoruz İnisiyatifi
11. Bismil Kültür Merkezi
12. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST)
13. Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları(BÜO)
14. Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü (BÜFK)
15. Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü (BÜKAK)
16. Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat Kulübü Kürt Edebiyatı Komisyonu
17. Çıplak Ayaklar Kumpanyası
18. Çorlu Eğitim Sen Temsilciliği
19. Demokratik Özgür Kadın Hareketi
20. Derme Tiyatro
21. Ege Sanat Atölyesi
22. Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu (EÜTT)
23. Eğitim Sen 2 No'lu Şube Kadın Komisyonu
24. Emekçi Hareket Partili Kadınlar
25. Emekçi Kadınlar Derneği
26. Feminist Kadın Çevresi (FKÇ)
27. Femin-Art Kadın Sanat Derneği
28. Filmmor Kadın Kooperatifi
29. Giresun Halk Tiyatrosu
30. Gökkuşağı Kadın Derneği
31. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu
32. Gül Dünya Sanat Topluluğu (GDST)
33. Heviya Jine Dergisi
34. İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Sahnesi
35. İstanbul Üniversitesi Eğitim Araştırma Topluluğu/Deneysel Sahne
36. İstanbul Üniversitesi E.A.T./Toplumsal Araştırmalar Birimi
37. İstanbul Üniversitesi Psikoloji Oyuncuları
38. Kadın Adayları Destekleme Derneği (KADER) Ankara
39. Kadın Dayanışma Vakfı
40. Kadın Aile Eğitim Kültür Yardımlaşma Derneği
41. KAMER Vakfı
42. KAMER Derneği
43. Kaos GL Derneği
44. KAZETE Bağımsız Kadın Gazetesi - İZMİR
45. Koma Evina Botan Müzik Grubu
46. Kültürel Çoğulcu Gündem
47. Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi
48. Lambda İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği
49. Lilith Kolektifi
50. Mem U Zin Kültür Merkezi
51. Mimar Sinan Gösteri Sanatları Kulübü(MSÜO)
52. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
53. Navenda Çanda Lotus
54. Navenda Çanda Mezopotamya (NÇM)
55. Pembe Hayat LGBTT Derneği
56. Selis Kadın Derneği
57. Sosyalist Feminist Kolektif
58. Şahmaran Kadın Dayanışma ve Araştırma Derneği
59. Taciz ve Tecavüze Son İnisiyatifi
60. TCK Kadın Platformu
61. Teatra Hevi
62. Tiyatro Yer Altı
63. Tiyatro Gazi Mühendislik Mimarlık(TİYAGAMM)
64. Tiyatro Kulübesi
65. Tiyatro İmge
66. Tiyatro Öteyüz Kadın Tiyatrosu
67. Trabzon Sanat Tiyatrosu
68. Osmanlı Kaynaklarında Kürtler Çalışma Grubu
69. Özgürlük ve Dayanışma Partili Kadınlar
70. Van Kadın Derneği
71. Yaşam Evi Kadın Dayanışma Derneği
72. Yeni Dünya İçin Çağrı Dergisi'nden Kadınlar
73. Yenikapı Tiyatrosu
74. Zeytinburnu Halk Sahnesi (ZHS)

Hilmi Bulunmaz, "Özdemir Nutku skandalı"nı, "Talat Halman skandalı"nı gördüğü gibi, genelleme hastalığına tutulan Boran'ın topu taca atmasını da gördü

Hilmi Bulunmaz
30 Ocak 2009


Metin Boran, 27 Ocak 2009 tarihli Evrensel gazetesindeki "RAMP IŞIKLARI" köşesinde, "Yazıklar olsun size!" başlığıyla bir yazı yayımladı. Boran, okumaya davet eden kışkırtıcı bir başlık atmış yazısına. Başlığın sonundaki ünlem işareti (!), yüksek sesle okumayı teşvik ediyor.

Metin Boran’ın yazısını okur okumaz, değerlendirme yapma gereksinimi duyduk.

Metin Boran diyor ki:

..........İstanbul tiyatro ortamı üç farklı gündem ve polemiği yoğun olarak yaşamasına karşın nedense ortalık çalkalanmıyor. ‘Bugün’ adlı faşist gazetenin magazin yazarı ve geceleri sokakların karanlık adamı Aykut Işıklar Türkiye’de tiyatroların sorunları olduğunu, olabileceğini dile getirdikten, ancak bu sorunlara nedense Musevi asıllı bir sanatçı olduğunu söylediği Nedim Saban’ın sadece duyarlı olduğunu belirttikten sonra Saban’ın ticari yaşamını da tartışmaya dahil ederek kendince aşağılıyor ve densizlik ederek bir tür ırkçılık yapmakta bir beis görmüyor. Aykut Işıklar’a bir çift söz: Sana ne oluyor magazinci, kim hangi kökenden olursa olsun, sanat gibi toplumsal bir eylemin sorunlarına bir vatandaşın duyarlı olması seni neden acıtıyor. Yazıklar olsun sana. Senin magazinci dostların, işbirlikçi düzenbazlar Ahmet Kaya’yı da bu tür tavırlarla sürgüne göndermiştiniz. Unutulmadı senin ve şürekanın yaptıkları. Bu densizliğe TEB (Türkiye Eleştirmenler Birliği) başkanı sayın Üstün Akmen gereken tepkiyi gösterdi ancak adı geçen kurumun dışında diğer sanatçı örgütleri, kişi ve kurumlardan etkili bir ses çıkmadı. Onlara da yazıklar olsun.

Metin Boran’ı değerlendirelim:

Genelleme hastalığına tutulan her yazar gibi, Metin Boran da daha ilk tümcesinde, "ortalığı çalkalayanları" görmek istemiyor. Genelleme hastalığına tutulan Metin Boran'ın görmediği, göremediği, görmek istemediği "ortalığı çalkalayanlar" kim? Hemen açıklayalım: Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel, Feridun Çetinkaya, İATP-G ve (belki) bizim de görmekte zorlandığımız başka "ortalığı çalkalayanlar". Yani kısaca, "ortalık çalkalanıyor". Ne yazık ki Metin Boran, "ortalığın çalkalanması"nı görmüyor, göremiyor, görmek istemiyor. Aykut Işıklar, magazinel faşist, medya faşisti olduğu için, magazinel tiyatrocuların çıkardığı sesin dışında etkili bir ses duymamış olabilir. Aykut Işıklar; Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel, Feridun Çetinkaya, İATP-G ve (belki) bizim de görmekte zorlandığımız başka "ortalığı çalkalayanları" görmemiş, görememiş, görmek istememiş olabilir. Bunu anlayışla karşılarım. Ancak, Emek Partisi destekli Evrensel gazetesinde yazan Metin Boran’ı, görmediği, göremediği, görmek istemediği için, anlayışla karşılamam. Aykut Işıklar’ın adını "Aykut Dokuzışıklar" olarak değiştiriveririm; olur biter. Metin Boran’ın adını değiştirmek niyetinde değilim. Metin Boran’ın kafasını değiştirmek niyetindeyim. Metin Boran, Hilmi Bulunmaz'ın, Coşkun Büktel'in, Feridun Çetinkaya'nın Aykut Işıklar konusundaki duyarlılıklarını görmeli. (Bu konuyla ilgi olarak, örnekse bakınız: Hilmi Bulunmaz, "Kafasında beyin yerine; Hitler, Mussolini, Franco, Salazar, Pinochet, Evren gibi faşist katillerin suretlerini taşıyan Aykut Işıklar'a TEB tepkisi!" ve "Kenan Işık, Kazmacıbaşı ve Şehir Tiyatroları çalışanları, Işıklar'ın Saban'a yaptığı saldırıyı kınamazlarsa, onlar da aynı saldırıyı yapmış sayılırlar"; Coşkun Büktel, "Büktel, Aykut Işıklar'ı "GÖR"üyor!"; Feridun Çetinkaya, "Tiyatrocu Nedim Saban’ı hedef alan ırkçı saldırıyı kınıyorum"; İATP-G, "AYKUT IŞIKLAR IRKÇILIĞI") Evrensel gazetesinin dilini değiştirmek niyetindeyim. Emek Partisi’nin söylemini değiştirmek niyetindeyim. Çünkü, emeğin iktidarına giden yolda, tüm çelişkilerimize karşın Metin Boran’a, Evrensel gazetesine, Emek Partisi’ne gereksinme duyuyorum. Aykut Işıklar’ı, Bugün gazetesini, AKP’yi, emeğin iktidarına giden yolda birer engel olarak görüyorum. Biz, tüm eleştirilerimize karşın, Aykut Işıklar’ın tavrını, temsil ettiği dünya görüşü doğrultusunda "doğru" buluyoruz. Tutarlı buluyoruz. Emekçilerin dünya görüşü doğrultusunda örgütlenen okurlarımızın bilgilenmesi, bilinçlenmesi için Aykut Işıklar’ı gündemimize alıyoruz. Aykut Işıklar, Nedim Saban özelinden yola çıkıp sanata saldırarak, kendi açısından doğru yapıyor; tutarlı davranıyor. Biz, Aykut Işıklar özelinden yola çıkıp faşizmi eleştirerek doğru yapıyoruz; tutarlı davranıyoruz. Herkes işini yapıyor. Herkes tiyatral, siyasal kavgasını veriyor. Herkes, savunduğu sınıfın iktidarından yana tahkimat yapıyor. Bu durum, bizi pek şaşırtmıyor. Bu durumu doğal karşılıyoruz. "Yazıklar olsun sana" demeyi pek uygun bulmuyoruz. Keşke Ahmet Kaya da bu tür magazinel medya faşistlerini ciddiye almayıp, onların yemekli toplantısına katılmasaydı.

Şimdi gelelim zurnanın "zırt" dediği yere:

.........."Bu densizliğe TEB (Türkiye Eleştirmenler Birliği) başkanı sayın Üstün Akmen gereken tepkiyi gösterdi ancak adı geçen kurumun dışında diğer sanatçı örgütleri, kişi ve kurumlardan etkili bir ses çıkmadı. Onlara da yazıklar olsun."

Yukarıda da belirtmiştim; "Bu densizliğe" Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel, Feridun Çetinkaya, İATP-G ve (belki) bizim de görmekte zorlandığımız başka "ortalığı çalkalayanlar" tepki gösterdiler. Hem de Türkiye Eleştirmenler Birliği’nin tavrını görmezden gelmeyerek. Ha şöyle söylenebilir: "Bunlar etkili bir ses değildi." Sesin etkisini neyle ölçeceğiz? Desibelle mi? Yazdığımız yayının Internet sitesi yada gazete olmasıyla mı? Gazetemizin adının Evrensel olmasının yaptığı çağrışımla mı? Emek Partisi’nin sağladığı desteğin güvencesiyle mi? Neyle? Biz, işçi sınıfının siyasal iktidarı için tiyatro yapanlar, bir tek emekçinin bile tavrını önemli, hem de çok önemli buluruz. Bizim için "bir"le "bin" arasında sadece nicel fark var. Bizim için önemli olan, özellikle savaşım verdiğimiz alandaki çürümüşlüğün görünür kılınması. Bizim görünür kıldığımız çürümüşlüğü "bir" yada "bin" kişinin görmesinin çok büyük anlamı yok. Örnekse, biz, "Özdemir Nutku skandalı"nı gördüğümüzde, Internet sitemizi üç-beş kişi izliyordu. Ancak biz, üç-beş kişi izliyor diye "Özdemir Nutku skandalı"nı görmezden gelemezdik. Görmezden gelmedik. Şu anda yüzlerce, binlerce kişiye hitap ediyoruz: Bu nedenle "Özdemir Nutku skandalı", bizim için daha anlamlı hale gelmez. Ancak, bizim dışımızdaki insanlar açısından anlamlı hale gelir. Tiyatroyla ilgilenen biri, hele bir de bu alanda tahsil görmüş ve "Özdemir Nutku skandalı"nı görmüyor, göremiyor, görmek istemiyorsa, Aykut Işıklar’ı görse ne yazar, Aykut Dokuzışıklar’ı görse ne yazar?! "Özdemir Nutku skandalı"nı görmeyen, göremeyen, görmek istemeyenlere "yazıklar olsun". "TAKSAV’ın Talat Halman skandalı"nı görmeyen, göremeyen, görmek istemeyenlere "yazıklar olsun". "Hayati Asılyazıcı skandalı"nı görmeyen, göremeyen görmek istemeyenlere “yazıklar olsun". "Nazif Uslu skandalı"nı görmeyen, göremeyen, görmek istemeyenlere "yazıklar olsun".

Metin Boran diyor ki:

.........."Diğer bir skandal ise tiyatro sanatçısı olan ama sahnelerde pek görünmeyen Vadi’nin kurtlarından olan zebani, namı diğer Atilla Olgaç’ın Kıbrıs’ta askerlik yaparken Rum asıllı 19 yaşındaki bir esirle birlikte 9 kişiyi daha öldürdüğünü itiraf etmesi ve bununla övünmesi oldu. Bir uluslar arası diplomatik skandala yol alan açan bu itiraflardan sonra durumun ciddiyetine varan ‘öldürme ustası’ Olgaç, söylediklerinden çark ederek ‘yalan söylediğini, öyle bir şey söz konusu olmadı’ gibi durumu kurtarmaya çalışan sözlerle kendini savunmaya kalktı. Ama bu arada Yunanistan, uluslar arası hukuk arenasına Olgaç’ın itiraflarını taşıdı bile. Sorunun hukuk boyutu ayrı ancak bir sanatçının yada ruh sağlığı yerinde bir insanın hiç utanıp sıkılmadan üstelik de esir bir çocuğu öldürmekle övünmesi, ruh sağlığının yerinde olmadığını gösteriyor. Olgaç’ın hemen sanatı, sahneyi bırakması ve kameralardan çekilmesi ve tedavi olması gerekiyor. Yaşadığı travmayı belli ki henüz atlatamamış. Helal olsun Vadi’in kurtlarına, demek Olgaç’taki ruh halini sezmişler ve ona sürekli öldürmekle yükümlü kıldıkları Psikopat rolünü uygun görmüşler. Vadi’yi ekranlardan takip eden eniklerde bu psikopatları kendilerine ‘rol modeli’ almakta ne kadar haklı olduklarını böylece açığa vurmuş oldular Olgaç’ın itirafları ile."

Metin Boran’ı değerlendirelim:

"Özdemir Nutku skandalı", "TAKSAV’ın Talat Halman skandalı", "Hayati Asılyazıcı skandalı", "Yedi Tepeli Aşk skandalı", "Nazif Uslu skandalı", "Müsahipzade skandalı" gibi Türkiye tiyatrosunu çürüten skandallara önem verdiğimiz gibi, Kurtlar Vadisi'nin Kılıç’ı Atilla Olgaç tarafından yapılan "itirafı" da ilk saniyeden bu yana yakından izlediğimiz için, bu konuyla ilgili olarak sadece linkleri vermekle yetiniyoruz:

"Atilla Olgaç, komutanı emrettiği için elleri bağlı bir esiri öldürmüş; şimdi de yönetmeni emrettiği için 'Kurtlar Vadisi'nde faşizmi estetize ediyor!"
"Dilleri bağlı halkı uyutan 'Kurtlar Vadisi' aktörü Atilla Olgaç'ın, elleri bağlı esiri öldürdüğünü itiraf etmesi, tüm dünyada infial yaratmaya başladı"
"Faşizmi estetize eden Kurtlar Vadisi'nin çakallarından Atilla Olgaç, ruhsal çöküntü yaşayan Türkiye tiyatrosunun küf kokan bataklığına tercüman oluyor"
"Atilla Olgaç, elleri bağlı esiri öldürdüğünü itiraf ederken mi samimiydi, itirafından çark etmeye çalışırken mi samimi? Yoksa Olgaç, patates mi soydu?"
"Faşizmi estetize eden Kurtlar Vadisi mi oyuncuları faşistleştiriyor, yoksa faşist ruhlu oyuncular mı Kurtlar Vadisi'nde kendilerini ifade edebiliyor?!"
"Doğallaştırılmış sömürü düzeninin sürmesi için, yapay konulara ihtiyaç duyulan sürecin dayatmasıyla medyayı meşgul eden Atilla Olgaç görevini yapıyor!"
"Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı Atilla Olgaç'ın, elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü iddia etmesinden sonra şimdi de 'Çankaya'nın tek Kıbrıs'ı' gündemde"
"Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı Olgaç'ın, elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü iddia etmesinden sonra, şimdi de Köşk'ün sitesindeki Kıbrıs tartışılıyor!"
"Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı Olgaç'ın, elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü iddia etmesinden sonra, Kurtlar Vadisi'nin Şahin Ağa'sından serzeniş!"
"Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı Olgaç'ın, elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü iddia etmesinden sonra, bu iddiayı ciddiye alan 'Rumlar AİHM'ne gidiyor'!"
"Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı Atilla Olgaç, elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü iddia etmesinden sonra, Vikipedi'ye girebilmenin ayrıcalığını yaşıyor!"
"Emekçilerin siyasal iktidarını savunan sosyalist bir mantıkla yayınlanmasa da, Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ını kapak yaptığı için LeMan'ı tanıtıyoruz!"
"Emekçilerin siyasal iktidarını savunan sosyalist bir mantıkla yayınlanmasa da, Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ını kapak yaptığı için PENGUEN'i tanıtıyoruz!"
"Ruhsal çöküntü yaşayan Türkiye tiyatrosunun özeti Atilla Olgaç, Kurtlar Vadisi'nde faşizmi estetize ederken, yarattığı sansasyonla gündemden düşmüyor!"

Metin Boran diyor ki:

.........."Bir diğer densizlik örneği ise Star televizyonu muhabirinin İstanbul Şehir Tiyatroları’nda bu günlerde gösterimde olan Nâzım Hikmet’in yazdığı ‘İnek’ adlı oyununun afiş tasarımını “İnek Nâzım Hikmet” diye okuması ve bunu da “İstanbul Şehir Tiyatroları Nâzım Hikmet’e İnek dedi” diye haber olarak hazırlaması ve bu dangalaklığı da adı geçen o televizyonun editörünün haber diye topluma sunması oldu. Bu kadar aşağılık ve yılışık olabilmek hangi cesaret ve cüretin sonucu olabilir, adını siz koyun."

Metin Boran’ı değerlendirelim:

AKP'li Kadir Topbaş'ın Kazmacıbaşı olarak atadığı Orhan Alkaya yönetimindeki Şehir Tiyatroları, "İNEK NÂZIM HİKMET"i aynı ölçülerdeki harflerle tasarlayıp afiş yapmış. Afişe bakanlar, afişte ne gördülerse onu okurlar. Afişe bakanlar, bizim kafamızdaki bilgilerle aynı şeyi okumak zorunda değiller. Biz tiyatroyu biliyoruz diye, herkesin tiyatroyu bilmesini bekleyemeyiz. Biz, İnek’in bir oyun olduğunu biliyoruz diye, afişi gören herkesten İnek'in bir oyun adı olduğunu bilmesini bekleyemeyiz. Afişi her görenin, İnek oyununu izlemesini bekleyemeyiz. Hatta afişi her görenin, bunun bir oyun olduğunu bilmesini bekleyemeyiz. Kazmacıbaşı'nın dediği gibi; "Bu bir oyundur, adı İnek’tir, yazarı Nazım Hikmet’tir." (Bakınız: ntvmsnbc.com, "Nazım Hikmet’in ‘İnek’i çok büyük bulundu!") diye kestirip atamayız. Biz, 1994-95 yıllarında, başta profesyonel sahne Muammer Karaca Tiyatrosu olmak üzere, yüzlerce kez İnek oyununu oynamamıza karşın, Kazmacıbaşı, bu konuda da kestirmeden gidip bizi görmemiş, görememiş, görmek istememiş ve "'İnek' oyununu profesyonel sahnede ilk kez biz oynuyoruz." diye palavra atabilmişti. Kazmacıbaşı'nın paşa gönlü öyle istiyor diye, biz onun "yılışık" haline katlanmak zorunda değiliz. Metin Boran öyle istiyor diye, Star televizyonu muhabirine "dangalaklığı" uygun görmek zorunda değiliz. Biz, Kazmacıbaşı gibi düşünmek zorunda değiliz. Biz, Kadir Topbaş gibi düşünmek zorunda değiliz. Biz, AKP gibi düşünmek zorunda değiliz. Biz, Metin Boran gibi düşünmek zorunda değiliz. Biz, Evrensel gazetesi gibi düşünmek zorunda değiliz. Biz, Emek Partisi gibi düşünmek zorunda değiliz.

Metin Boran diyor ki:

.........."Bu üç olay aslında bu toplumun kendi içinde ne kadar sosyopat ve psikopat yetiştirdiği ve beslediğinin kanıtı değilse nedir? Birbirinden farklı gibi görünen aslında üçü de aynı ruh halinin tezahürü olan bu üç olayın ilkel kin, psiko -patalojik vaka ve yılışıklık ve dangalaklığın başka bir okuması varsa lütfen birisi açıklasın. Biri magazinci, biri tiyatro oyuncusu ve biri muhabir bozuntusu, üçü de kamusal alanda var olan ama meslekleri ve ettikleri sözlerin ağırlığını tartamayacak kadar hafif ve düşükler. Buyurun size Işıklar’ın düşünce düzeyi ve Olgaç’ın canilere yakışır travmatik ruh hali; neyin haber olduğunu bilemeyecek kadar cahil, dangalak ve gazeteci kılıklı bir figür. Bu meslekler çağdaş ve sağlıklı toplumlarda halkını ve insanları aydınlatmakla yükümlü meslekler olarak bilinir tarihten beri."

Metin Boran’ı değerlendirelim:

"Özdemir Nutku skandalı"nı görmeyen, göremeyen, görmek istemeyen tiyatrocular, bu toplumun özeti olduğu için, "bu toplumun kendi içinde bu kadar sosyopat ve psikopat yetiş"mesi de son derecede doğal. "bu üç olayın ilkel kin, psiko-patalojik vaka ve yılışıklık ve dangalaklığın başka bir okuması var". Ne yazık ki yinelemek zorundayım: "Özdemir Nutku skandalı"nı, "TAKSAV’ın Talat Halman skandalı"nı, "Yedi Tepeli Aşk skandalı"nı, "Hayati Asılyazıcı skandalı"nı, "Nazif Uslu skandalı"nı… görmeyen, göremeyen, görmek istemeyen tiyatrocuların egemen olduğu bir toplumda, böyle "ilkel kin, psiko-patalojik vaka ve yılışıklık ve dangalaklığın" olması son derecede doğal.

Metin Boran diyor ki:

.........."Tuhaf olan bu densizliklere hiçbir kimsenin sesinin çıkmaması değil mi? Bu toprakları psikopat üretme çiftliğine dönüştürdüler, magazincisi, gazetecisi, televizyoncusu ve sanatçı bozuntuları elbirliğiyle dayanışarak."

Metin Boran’ı değerlendirelim:

Bizce, "Özdemir Nutku skandalı", "TAKSAV’ın Talat Halman skandalı", "Yedi Tepeli Aşk skandalı", "Hayati Asılyazıcı skandalı", "Nazif Uslu skandalı", "Müsahipzade skandalı" "bu densizliklere" neden olan. Bizce, Kuzuların Sessizliği Korosu, "Bu toprakları psikopat üretme çiftliğine dönüştürdü".

Metin Boran diyor ki:

.........."Bugün aslında Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde, Şair’in Yusuf İle Menofis adlı oyununu okuma tiyatrosu olarak hazırlayan Yılmaz Onay’ın sahne uygulamasını ve İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Nâzım Hikmet’in yazdığı İnek adlı oyunun eleştirisini yazacaktım. Densizler fırsat vermedi."

Metin Boran’ı değerlendirelim:

"Densizler (Hilmi Bulunmaz'a, Bulunmaz Tiyatro'ya uzun yıllardır tiyatro yapma anlamında) fırsat vermedi." Ancak biz yakınmıyoruz. Mücadele ediyoruz. Sadece "sağ"la değil; "sol"la da mücadele ediyoruz.

29 Ocak 2009 Perşembe

Elleri bağlı bir Rum esiri öldürdüğünü itiraf eden Kurtlar Vadisi Kılıç'ı Atilla Olgaç, Ertuğrul Günay'la yapılan sinemacılar toplantısına katılmadı!

Sinemacılar Günay’la buluştu


Birleşik Oyuncular Meslek Grubu (BİROY) adı altında bir araya gelen sinema oyuncuları, dün Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı ziyaret etti.

Zafer Algöz, Erkan Can, Nejat İşler, Ali Sürmeli, Güven Kıraç, Ragıp Savaş, Olgun Şimşek, Derya Durmaz ve Hatice Aslan’ın ziyaretiyle ilgili olarak Günay, sinemada görülen atılımın onların emeğinin eseri olduğuna işaret etti. Fikri haklara saygı gösterilmesinin önemini vurgulayan Günay, “Bu alanda çalışanların örgütlenmesi işimizi kolaylaştırır” dedi. Zafer Algöz de sektöre emek verenleri buluşturmak istediklerini söyledi.

(Kaynak: Milliyet)

***

Oyun'un notu: Konuyla ilgili olarak bakınız; "AKP'nin tüm ülkeyi düşünsel tesettüre dolamak istediği bir süreçte, Kazmacıbaşı'nın bu sürece eklemlenmesini de ele alan Aydın'ın yazısını okuyunuz!"

Haftalık rapor

Sitemizi 22/28 Ocak 2009'da

482
447
443
387
540
479
415

kişi izledi.

Sitemiz son bir ayda 13.961 kişi tarafından izlenmiştir.

Tüm "Haftalık rapor"lar için TIKLAYINIZ

Not: Sitemizin sağ köşesindeki sayaç (Website Hit Counter), ziyaretçi sayısını değil; "tık"lama sayısını gösterir.

Önemli not: Rakamlar şişirilmiş ve reklam almaya yönelik değildir. Biz, sosyalist bir anlayışla yayın yapıyoruz. Reklam verenlerin kıçını yalama düşüncesine sahip değiliz. Sadece, okurlarımızın bilgilenmesi için yayınlıyoruz; rakamlarımızı incelemek isteyenler, pazar günleri hariç, 08.00-20.00 arası, sitemizde yazan adrese gelip rakamlarımızı görebilirler.

Daha önemli not: www.blogspot.com sitelerinin erişime kapandığı gün, yeni bir site açtık: www.tiyatroyun.com

AKP'li Kadir Topbaş'ın icâzet ve inayetiyle koltuğa oturan Kazmacıbaşı'nın, "Yedi Tepeli Aşk"ı sansürleyerek işlediği estetik cinayete ortak olmayın!

"25. GENÇ GÜNLER"E KATILMAYIN!

Kazmacıbaşı'nın hızla, hem de şimşek hızıyla uçuruma süreklediği İstanbul Şehir Tiyatroları'nın düzenlediği "25. Genç Günler"e katılanlar, aynı zamanda "Yedi Tepeli Aşk" oyununun sansürlenmesine ortak olurlar!!

"Uyarmadı" demeyin!!!
Yılın Oyunu ve Yönetmeni’nde “En iyi”ye Aday Olabilecek bir Oyun: İNEK


Melih Anık
29 Ocak 2009


İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Nâzım Hikmet’in İnek isimli oyununu Mehmet Avdan’ın yönetimiyle sahneliyor.

Nâzım Hikmet

Nâzım Hikmet denilince akla ilk şiir gelir. Türk şiirinin içerik, ses, imge ve biçim kullanımıyla kendinden öncekilerden farklı olan şairi, şiirimizde bir dönüm noktasıdır, öncüdür. Kendinden sonrakilere örnek olmuştur.

Nâzım Hikmet’in Tiyatrosu’ndan bahsedilince ise hafif bir duraklama ile “Evet, ama… Şiiri kadar başarılı değildir” diyenler ile sınırsız övgülerle onu dünya çapında bir seviyeye getirmeye kalkanlar bulunduğu gibi “Nâzım Hikmet Tiyatroda başarısızdır” diye kestirip atanlar da vardır. Bazı uzmanlar ise “Nâzım’ın oyunlarındaki biçimsel, dramatik kurguya ait sorunlar oyunların sahneleme aşamasında iyi düşünülerek yapılmış dramaturgi çalışmalarıyla çözümlenebileceklerdir.” diyerek Nâzım’ın tiyatrosunu toptan kenara atmanın en azından şairin adına saygısızlık olacağı düşüncesiyle (herhalde) hala “kurtarılacak” bir şeyler olduğuna getirirler işi.

Nazım Hikmet ile ilgili algılamanın nerden nereye geldiğini gösteren bir anıyı Vasfi Rıza Zobu anılarından (“O Günden Bu Güne”) 1932 yılında Kafatası oyununun ilk sahnelenmesi ile ilgili bir nottan aktarmak isteriz:

.........."O vakitler daha böyle komünistlik gibi aşikar konuşulur cereyanlar olmadığından 'Kafatası'nın altında bir maksat var mı yok mu doğrusu pek farkına varamamıştım. Beşinci temsil akşamından sonra 'O tarafa kaçan bir propagandadır' diye resmen sahneden kaldırıldığı zaman 'Yahu ne tarafı komünistliğe kaçıyordu' filan gibi sualleri birbirimize sorduğumuzu hatırlarım. Asıl garibime giden piyesler için o zaman sansür de vardı. Polis Müdüriyeti 'Kısm-ı Adil' şubesinin tasdiki olmadan hiçbir şey oynanmazdı. Demek ki onlar da farkına varamamışlar. Oyunu seyrettiğimiz gece tiyatronun eğitimini de almış olan biri, oyun arasında 'Çok sıkıcı… Nâzım’ın tiyatrosu çok başarısızdır. İş icabı gelmiş olmasam çıkar giderdim' diyordu. 'İş' dediği jüri üyeliği idi."

Kendi sözleri ile Nâzım Hikmet Tiyatrosu’nun Kronolojisi

Nâzım Hikmet 1902 (kendi şiirine göre) doğumlu . Ölüm tarihi ise 1963. 61 yıllık bir ömür.

İlk şiir kitabı 1929'da yayımlanan “835 Satır”. İlk şiirini 14 yaşında yazdığını belirtiyor.

Nâzım Hikmet’in kendi ifadesi ile ilk oyununu yazdığı zamanki yaşı ise 18. Yıl 192o... Piyesi şiirle yazmak istediğini söylediğine göre şiirine de güveniyor.

1921 yılında ilk kez bir Shakespeare oyunu seyretmiş. Nâzım Hikmet, tiyatro ile ilgisini şöyle anlatıyor:

.........."1921’de Batum’a geçtim. 'Küçük İllüstrasyon' serisinde yayımlanan Fransızca piyesleri okudum, belki yüz tane, ard arda, belki daha çok. Yerleştiğim odanın dolabında buldum onları. Hepsi dokuz yüz on dörtten önceki tarihlerde çıkmıştı. Fransız bulvar tiyatrolarının o zamanlardaki repertuarıyla, Fransız Vodviliyle altı ay haşır neşir oldum. Yalnız o devirdeki Fransız Burjuva ve küçük burjuvalarının içyüzünü değil, piyes yazma tekniğinin birçok cilvelerini de öğrendim.”

.........."1922'de Moskova’da Stanislavski’nin, Meyerhold’un, Vahtangof’un, Tairof’un ellerinden taze çıkmış, dumanı üstünde buram buram hayat, devrim, güzellik, kahramanlık, iyilik, akıl, zekâ kokan oyunlar seyrettim. Bütün bunları seyredersin de donmuş, hareketsiz sanat anlayışın altüst olmaz mı? Karşında birbirinden geniş ufuklar açılmaz mı? Halkın için, halklar için, insan için umutlu, aydınlık, ileriye, haklıya, doğruya, güzele, hürriyete, kardeşliğe çağıran eserler yazmak için yanıp tutuşmaz mısın? Benim de başıma aynı şey geldi."

.........."O zamanki reji ve sahneye konuş araştırmaları şahsen benim dram yazarlığım üstünde etkili oldu, dramlarımı meselâ Meyerhold’un, yahut Stanislavski’nin, yahut Vahtangof’un sahneye koyuşlarını göz önünde tutarak kurmaya başladım. 'Kafatası' piyesimin yapısında Meyerhold mektebinin etkisi büyüktür. 'Unutulan Adam'da Stanislavski’nin, 'İvan İvanoviç var mıydı, yok muydu?'da Turandot’un" diyor.

Adı 1924’de ilk kez “Piyes Yazarı” olarak geçmiş. 1926'da Tiyatro “arteli” Metla’yı (Süpürge) kuranlar arasında o da var.

.........."Süpürgemiz, bir yandan günlük hayatta ve insanların kafasında ve yöresindeki burjuva, küçük burjuva ve derebeylik kalıntılarının tümünü süpürecek; öte yandan, bu kalıntıları bilerek bilmeyerek koruduklarını iddia ettiğimiz tiyatrolardan Moskova’yı temizleyecek" diyor.

Metla 6 ay yaşar ancak.

Türkiye’de ilk sahnelenen oyunu Kafatası’dır.(1932).

Nâzım Hikmet 1963 yılında ölümüne kadar yaklaşık 30 oyun yazmıştır.

Bu, başka oyun yazarları ile karşılaştırıldığında önemli bir sayıdır ve Nâzım Hikmet’in tiyatro ile olan ilişkisini, bağlılığını ve de çabalarındaki ciddiyeti gösterir.

Ama Türkiye’de Nâzım Hikmet Tiyatrosu ile ilgili amacını aşan ifadeler (bazen “küçümseyici”) bizzat Nâzım Hikmet’in söylediklerinden kaynaklanmaktadır:

.........."(oyunlarımın) Çoğu oynanmadı. Bence iyi de oldu. Ömrüm boyunca hep tiyatronun etkisi altında kaldım, ama üçüncü derecede bir dram yazarından daha yükseklere çıkamadım. Ama ne de olsa bu meselede kötümser değilim. İyi bir dram yazarı olabileceğimi umuyorum. Can çıkmadan umut çıkmıyor derler."

Nâzım Hikmet, oyunlarında yaptığı denemeler ile ilgili olarak da kendi hakkında saptamalar yapar:

.........."Yani bu piyeslerde - kimisi oynanmadı- ilkönce benim tarafımdan kullanıldığını sandığım bazı marifetlerin benden çok önce kullanıldıklarını sonradan öğrendim."

.........."('Kafatası'nı) Birkaç yıl önce de Gence Dram Tiyatrosu’nda seyretmek nasip oldu. Ekber Babayef ve Azerbaycanlı romancı ve dram yazarı Menti Hüseyin’le seyrettik. Üstat beğendi hem oynanışı, hem piyesi. Ben oynanışı beğendim, piyesi yazdığıma pişman değilim, ama piyesi beğenmedim."

1933 sezonunda Nâzım Hikmet’in Bir Ölü Evi isimli oyunun yazar ismi Hikmet olarak belirtilmiş. Vasfi Rıza Zobu oyunla ilgili şu notu düşüyor:

.........."32 numaralı Darülbedayi mecmuasında piyes hakkında (yine Hikmet imzasıyla) yazdığı yazının başında eseri için 'Bir Ölü Evi mevzuu itibariyle bir faciadır. Realist bir hava içinde zaman zaman melodrama kaçan bir faciadır' diyor.Son kısmında da 'Muharrir şunu açıkça itiraf eder ki Bir Ölü Evi’nin malum tabirle (tutabileceğinden) emin değilim. Muharrir Bir Ölü Evi’nin bir hafta afiş tutabileceğini bile zannetmiyor."

Vasfi Rıza Zobu, "Biz sıkı davranmasaydık dediği olacak, hafta başını yakalayamayacaktık. Ama inat bu ya tenhalığa ehemmiyet vermeyip Pazar akşamına kadar sürdük, götürdük." diyor.

Sanıyoruz bir yazarın kendi hakkında yaptığı bu alçakgönüllü ifadeler bazılarınca, Nâzım Hikmet’in tiyatrosunu eleştirmek (yermek) için kendilerine verilen bir "hak" olarak algılanmıştır. Ama öte yandan , Nâzım Hikmet’e rağmen "Nâzım Hikmet’i aşırı bir yüceltme çabası", Nâzım Hikmet’in tiyatrosu’na "doğru" bir bakışın önündeki en büyük engeldir.

İNEK ile ilgili açıklamalar

İBŞT internet sayfasında oyun ile ilgili tanıtım yazısında şunlar yazılmış:

.........."İnek’te hayallerinin peşinde koşan bir ailenin, içinde bulundukları maddi sıkıntılarından, satın aldıkları bir inekle kurtulma çabaları absürd bir dille anlatılıyor. Önceleri, ineğin kendilerine çok para kazandıracağını düşünen aile bireyleri, inekten nasıl yararlanacaklarını bilemediklerinden, durumları zamanla 'inekten kurtulma çabası'na dönüşüyor.

..........Şiirlerinin yanı sıra tiyatro oyunları ile de tanınan, oyunlarında ağırlıklı olarak sınıf çatışmasını irdeleyen, her oyununda yeni biçimleri deneyen Nâzım Hikmet, İnek adlı oyunu ile aynı zamanda sıkı bir bürokrasi eleştirisi de yapıyor.

..........İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 24. Genç Günler etkinlikleri kapsamında, geçtiğimiz Mayıs ayında ilk kez sahnelenen İnek’i Mehmet Avdan yönetiyor. Oyunda, Berna Oğuzutku Demirer, Işıl Zeynep Tangör, Can Ertuğrul, Zafer Kırşan, Ozan Gözel, Cem Uras, Haldun Ergüvenç rol alıyor."

Bu tanıtımda dikkate sunduğumuz üç konu var:

Birincisi oyunun "Genç Günler Etkinlikleri" kapsamında sahnelenmiş olduğunun vurgulanması. Bu, sonuç iyi çıkmazsa önceden yapılan bir özür mü? Aksi takdirde ise bir övünç mü? (Aynı tanıtım Leons ile Lena ile ilgili olarak yapılıyor.)

Normal sezon programına girmiş olan bir oyun hakkında bu ön "çerçeve"nin kaldırılması doğru olur kanısındayız. Hele de İnek’i gördükten sonra.

İkinci husus ise oyunun “"bir bürokrasi eleştirisi" yapması ile ilgili. Her şeyden önce kendi oyununu tanıtan bir kurumun kurduğu cümledeki "pazarlama"yı yadırgadığımızı belirtmek isteriz. Ayrıca da oyundaki yorum herkes için farklı sonuçlar, diğer bir söyleyişle herkesin kendince bulacağı "sıkı …"ya açık bir sahnelemedir. İster politik olarak alırsınız, ister salt insani duygularla…

Üçüncü husus ise Haldun Ergüvenç sahnede yok… Sadece ses olarak oyunda. Haldun Ergüvenç gibi bir usta oyuncuyu sahnede göreceklerini sanan hayranları adına, bu hususun düzeltilmesi doğru olacaktır.

Ayrıca program dergisindeki not ile ilgili bir hususu da dikkate sunarız.

Program dergisinde Nâzım Hikmet’in biyografisinin altına "Oyunlarından Bazıları" başlığı altında Ferhad ile Şirin, Kafatası, Unutulan Adam oyunlarının yanına Memleketimden İnsan Manzaraları, Taranta Babu’ya Mektuplar, Kurtuluş Savaşı Destanı, Şeyh Bedrettin Destanı isimli başkaları tarafından sahneye uyarlanan şiirleri de yazılmış. Nâzım Hikmet’in şiirlerindeki tiyatral özellikler ve de bazılarının sahnelemesinden dolayı notu düşenler, şiirleri ile oyunlarını karıştırarak hataya düşmüş olmalılar.

Yorum ve Sahneleme

İnek, Nâzım Hikmet’in oyunundaki "ruh"a uygun sahnelenen başarılı bir oyun olmuş , oyunun "esprisini" ortaya çıkarmış. Oyunun başarısında yazarın oyununa "sadakat" temel rol oynamış.

Yönetmen Mehmet Avdan, oyunu satır satır incelemiş, nerdeyse her cümleye bir ses, bir jest, bir mimik, bir hareket (dans) yerleştirmiş. Müziği yerinde kullanmış.

Üzerinde uzun düşünülmüş, çalışılmış bir sahneleme var karşımızda. Bu her şeyi ile belli. Genel bir bakışla oyun herhangi bir topluma ait değil, derdi ise insanla. Politik bir yükleme yapmamış. Seyirciyi, kendi yorumunda serbest bırakmış. Geniş bakış açısı oyunu zenginleştirmiş. Bu bakış açısı dekor, kostüm, oyunculukla desteklenmiş.

Geleneksel Tiyatronun ögeleri kullanılmış. Öyle ki zaman zaman karagöz sahnesi imiş görünen dekor, arkalarında gölge oyununun gözle görünmez sopaları varmış gibi hareket eden (bazen dans eden) oyun karakterleri; orta oyunundaki zaman ve mekanı ortadan kaldıran sade söylem ve oyunculuk; kostümlerde bir yere ait olmamanın vurgulandığı ama "absurd"ün öne çıkarıldığı bir yalınlık.

Sahnede yorumu destekleyen, canlı, mükemmel bir takım oyunculuğu var. Oyuncuların seçimi çok başarılı. Oyuncuları birbirinden ayırmak da olanaklı değil. Tüm oyuncular ses ve bedenlerini yoruma uygun olarak kullanıyorlar. Görünen şu ki oyuncular yönetmeni çok iyi anlamış ve kendi oyunculuklarının "en iyi"sini ortaya koyuyorlar. Bu çaba, oyunun düzeyini yükseltiyor.

Mehmet Avdan dekor ve kostüm düzenlemeyi de yapmış. Muhtemelen müzik de onun seçimi. (Program dergisinde ayrı bir isim verilmemiş.)

Her ne kadar Mehmet Avdan’ın becerisini alkışlıyorsak da dekor, kostüm gibi konularda -tiyatronun ortak çalışma platformu olduğunu düşünerek- uzmanlık kullansaydı iyi olurdu diye düşünüyoruz.

Program dergisinde dramaturgun ismini görmek de bizi çok memnun etti.

Müzik ile ilgili birkaç özel notumuz var:

Nâzım Hikmet, oyunda "Kız"ın bazı aryalarını ismen vermiştir. Yönetmen, geçiş müzikleri olarak, 1949 yılında Amerika'da ırkçılar tarafından linç edilmek istenen zenci şarkıcı Paul Robeson şarkıları kullanmış.

Nâzım Hikmet , "Ümitten korkuyorlar Robeson, ümitten korkuyorlar, ümitten" diyerek, bir şiirinde ona gönderme yapar:

"Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robeson / inci dişli zenci kardeşim / kartal kanatlı kanaryam."

ABD'li oyuncu, atlet, bas - bariton ses sanatçısı, yazar, sivil haklar savunucusu Paul Robeson, Nâzım Hikmet’in serbest bırakılması için dünya çapında kampanya başlatarak, şairin "...balık tuttum yiyen ölür / elimize değen ölür / bu gemi bir kara tabut / lumbarından giren ölür" şiiri ile birlikte dört şiirini besteledi. Nâzım Hikmet’le birlikte Dünya Barış Konseyi ödülünü paylaştı. İnsan hakları, yoksullukla mücadele, ırkçılık gibi konularda seri konferanslar verdi.

Paul Robeson’un politik eylemci olarak tanınması ve de onun sesinden dinlediğimiz ve belleğimize yer eden "Ol' Man River" şarkısı, oyunun soyut anlatımının etkisini azaltıyor.

Son Söz

İnek, Nâzım Hikmet Tiyatrosu için iyi bir sahnelemedir. Ve sanıyoruz Nâzım Hikmet Tiyatrosu’nun episodlardan oluşan kurgusu, zengin metaforlarının değerlendirilmesi, politika ile sıkıştırılmamış insani söylemi, "yeni" de olmasa kullandığı tekniklerin ve de denemelerin hatırlanması ile yeni bir ilgiyi yeşertecektir. Belki de yeni tartışmalar için temel oluşturacak, Nâzım Hikmet tiyatrosunu yeni okumalara götürecektir.

Oyunun sahnelenmesi, "Halkın için, halklar için, insan için umutlu, aydınlık, ileriye, haklıya, doğruya, güzele, hürriyete, kardeşliğe çağıran eserler yazmak için yanıp tutuşmaz mısın?" diyen Nâzım Hikmet’i bu sözleri ile hatırlamak için bile güzel olmuştur.

İnek bu sezonun iyi oyunlarından biri. Bizce "En iyi"ye de aday olmalı.

Not: Oyunun afişi ile ilgili tv’de "kopartılan fırtına"yı ise anlamakta güçlük çektik.

Kaynak:
Vasfi Rıza Zobu- “O Günden Bu Güne” - Milliyet Yayınları
www.anafilya.org/go.php?go=7d260c007017f
www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=1691
www.betulege.com/tiyatro/tiyatro-kesitleri/nazim-hikmet-tiyatrosu-2.html
www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7914
www.oulcay.com/forum/showthread.php?t=851
http://ihsanata.blogcu.com/rahmetli-babam-kadin-kisminin-namaz-surelerinden-baska-birsey-okumasi-gunahti-derdi_2549722.html
www.coskunbuktel.com/nazimhikmettiyatrosu.htm
www.genbilim.com/content/view/4238/39/
www.hitdivx.com/nazim-hikmet-ran-t474.html?s=20a4cb24e73099f53edc14bc3e708efe&
www.tiyatronline.com/loca213.htmhttp://www.tiyatronline.com/yasoylesi25.htm
www.evrensel.net/06/06/05/kultur.html

NâZIM HİKMET MEMLEKET MEMLEKET NâZIM HİKMET-Mehmet Akkaya

http://tiyatroyun.blogspot.com/2007/06/bir-tiyatro-hastasi-nazim-hikmet.html
http://bilim.us/index.php?option=com_content&task=view&id=928&Itemid=62
ateşten ve buzdan, deneylerden geçen bir ömür- Ali Asker Barut www.turkforum.net/showthread.php?t=282104
http://haber.sol.org.tr/okumaodasi/8812.html
www.nazimhikmetran.com/onun_icin_index.html
http://tr.wikipedia.org/wiki/Paul_Robeson
http://en.wikipedia.org/wiki/Ol