6 Haziran 2007 Çarşamba

BİR 'TİYATRO HASTASI' * : NAZIM HİKMET

Özgür Ozan Yüksekdağ


“…yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
eğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstüm başım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor! “
(Hasan Hüseyin)

3 Haziran 63’te göçtü usta. Ölümünden on yıl sonra o güzel elleriyle güzel bir şiir yazdı ve “Haziranda Ölmek Zor!” dedi Hasan Hüseyin.Ve geçtiğimiz Pazar günü, ölümünden kırk dört yıl sonra, Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü, yine tüm Nazım Hikmet severleri ve yoldaşları tarafından – vasiyeti yerine getirilemeden(Anadolu’da tepesinde çınar ağacı olan küçük bir köy mezarlığında olmadan)- anıldı. Fakat Nazım Hikmet’in mezarının hala Moskova’da olması ve T.C. vatandaşlığına alınmaması zerre kadar üzmüyor beni. Aksine sevindiriyor ; çünkü Türkiye hala Nazım Hikmet’i hak etmiyor ve dolayısıyla Nazım Hikmet de “vatan hainliğine” büyük bir onurla devam ediyor.

Ben de Nazım Hikmet’i, ölümünün 44. yıl dönümünde tiyatrocu kimliğine değinerek anmak istedim. Nazım Hikmet, çoğunluk tarafından sanıldığı gibi sadece şair değildi. Evet ,en iyi yaptığı şey şiir yazmaktı diyebileceğimiz, bir şairdi ama “oyunlarında temel olgu olarak sınıf çatışmasının üzerinde duran, yazdığı her oyunda yeni biçimler arayan, deneysel ve öncü tiyatro anlayışını savunan”(1) bir tiyatro oyun yazarı ve arkadaşı Antonina Sverçevskaya’nın da dediği gibi “tiyatro hastası” ydı da aynı zamanda.

Nazım Hikmet’in oyun yazarlığı serüveni on sekiz yaşındayken aşık olduğu aktris Eliza Benemeciyan’ ın uğruna yazdığı “Ocakbaşı” adlı oyunla başlamıştır.”...Nazım sekiz yaşından altmış yaşına kadar meddah ve karagöz figürlerinden etkilenmiştir...Nazım’ın gençlik yıllarında oldukça etkileyici çalışmaları olmuş: Yirmili yaşlarında Sovyetler Birliği’ne giderek Moskova’da Stanislavski’nin, Vathangov’un, Tairov’un,Meyerhold’un sahnelediği oyunları görmüş, Mayakovski ve Meyerhold ile tanışmış, onların öncü sanat anlayışından etkilenmiştir...Moskova’da birçok tiyatro çalışması yürütmüş ve eserler vermiş olarak Türkiye’ye döndüğünde de tiyatro çalışmalarını sürdürmüş, Muhsin Ertuğrul’un desteğini görmüş ve oyunları Darülbedayi’de oynanmıştır.”(2)

Hatta “Unutulan Adam” adlı oyununu Muhsin Ertuğrul için yazmıştır. Ayrıca “...Othello Kamil’in Shakespeare yorumlarına tanık olması, Batum’da Fransız vodvilleriyle tanışması ve Bolu’da öğretmenlik yaparken köylü diliyle yazdığı diyaloglarla gelişen tiyatro tutkusu, Moskova’da, kendi deyimiyle “ilk operayı, ilk baleyi, ilk gerçek tiyatroyu” görmesiyle adeta alevlenir.Nazım, bu dönemi “Ben Stanislavski’nin, Meyerhold’un, Vathangov’un, Tairof’un ellerinden taze çıkmış, dumanı üstünde, buram buram hayat,devrim,güzellik,kahramanlık, iyilik,akıl,zeka kokan oyunlar seyrettim.” diye anlatır.”(3)

Nazım Hikmet, “Ömrüm boyunca hep tiyatronun etkisinde kaldım,ama üçüncü derecede bir dram yazarından daha yükseklere çıkamadım.”(3) diyerek alçak gönüllülük mü yapmak istemiş yoksa oyun yazarlığı ile ilgili gerçekçi, samimi bir açıklama mı yapmak istemiş tam olarak bilinmiyor ama, benim inandığım gerçekçi bir alçakgönüllülük olduğudur. Genel bir kanı olarak, kimilerine göre sadece gerçekçilik olacak ki Nazım Hikmet’in oyun yazarlığını kötü, hatta çok kötü olarak değerlendirenler olabiliyor. Oysa ki Nazım Hikmet’in, dili anlaşılır, insanı yormayan sadelikte ve bir o kadar da yenilikçi oyunlar ürettiğini görüyoruz. Nesnel olarak yaklaşmak gerekirse, Nazım Hikmet hiç de kötü bir oyun yazarı değildir: Örneğin, “Kafatası”, ”İnek”, ”Demoklesin Kılıcı” vb. gibi oyunları iyi yazılmış metinlerdir. Ama oyunların sahnelendikçe daha fazla anlam bulmaya başladığı gerçeğini de düşünürsek, Nazım’ın oyunlarının yeterince sahnelenememesi bir handikap oluşturmuştur ve bu yüzden de oyunları yeterince anlaşılamamıştır diye düşünüyorum.Aksi halde şiirlerinin bile ,sürekli olarak çeşitli tiyatrolar tarafından sık sık oyunlaştırılmak üzere seçilebilecek kadar yoğun bir dramatik unsura sahip olduğu gerçeği, görmezlikten gelinmiş olurdu.

İçerik olarak Nazım Hikmet’in oyunlarında karakterler, öncelikli ve önemli bir durumdadır. Olay dizisi, diyaloglar ve düğüm/çözüm bile karakterlerin gerisinde kalabiliyor.Oyunların genelde çok kişili akışkan bir diyalog yapısı vardır.Politik tutumu ile toplumun sorunlarının kökenine değinen bir dram anlayışıyla yazmıştır oyunlarını.(Ör.:”Ferhat ile Şirin”,”Tartüf-59”..) “.. Nazım’ ın dram yazarlığını vurgulayan, kırk yıllık bir süreç içinde oyun yazmış olmasıdır. Yani sayıya vurduğumuzda iki yılda bir oyun yazmış olması demektir ki, bu büyük bir emektir. Brecht, Shakespeare ve Nazım’ın ömür uzunlukları aşağı yukarı aynıdır. Brecht 30, Shakespeare 38, Nazım ise 30 küsür oyun yazmıştır…1932’de “Kafatası” nı , ki bu oyun en ünlü oyunlarından biri, bir haftada yazmış. İlk gösterimi sonunda omuzlarda taşınmış fakat üçüncü gösterimden sonra hükümet, veterinerlik mesleğini kötülüyor bahanesi ile, yasaklamıştır. “Ölü Evi” yedi kez oynamış ve gerici dinsel çevrelere ağır bir eleştiri getirdiği için kaldırılmıştır.Temelde Nazım, 1930’ların toplumuna ağır gelen bir ahlak yargısı getirmiştir.”(4)

Tüm bunların bize gösterdiği önemli şeyler olduğu anlaşılıyor.Bazı çevreler tamamı ile politik çıkarları doğrultusunda yaklaşarak, bir karalama eylemi gibi önyargılı bir değerlendirme yaparak , bazıları ise gerçekten anlayamadığı, algılayamadığı için yeterli bilimselliği taşıyamayan bir değerlendirme yaparak Nazım Hikmet’in oyun yazarlığının kötü olduğunu ifade ediyor.Bu görüşümle, dayatma sonucu bir lehte yargı oluşturmak değil tabi amacım, fakat bir eleştiri yapılırken estetik değerlendirmede bulunmak farklı bir şey, yazım tekniğini eleştirmek ise daha farklı bir şeydir diye düşünüyorum sadece.

Yine bir görüş olarak belirtmek gerekirse:” Dünya Çağdaş Tiyatro Ansiklopedisi’ne Türk tiyatro yazarları maddesi için ülkemiz uzmanlarının hazırlayıp gönderdiği bölümde Nazım Hikmet’ten hiç söz edilmeyişine değinerek, şu yazarlara ve oyunlarına yer verildiğini belirtmiştim: Şinasi,Ahmet Vefik Paşa,Musahipsade Celal,Cevat Fehmi Başkut,Ahmet Kutsi Tecer,Reşat Nuri Güntekin,Refik Erduran,Selahattin Batu,Sermet Çağan, Güngör Dilmen,Melih Cevdet Anday,Turgut Özakman,Orhan Asena,Erol Toy,Mehmet Akan,Recep Bilginer,Yaşar Kemal,Necati Cumalı,Hidayet Sayın,Haldun Taner,Oktay Rifat,Dinçer Sümer,Ülker Köksal,Cahit Atay,Vasıf Öngören,Tuncer Cücenoğlu,Başar Sabuncu,Oktay Arayıcı,Bilgesu Erenus,Oğuz Atay,Mehmet Baydur,Murathan Mungan,Ferhan Şensoy,Aydın Arıt,Yıldırım Keskin,Adalet Ağaoğlu,Sabahattin Kudret Aksal,Aziz Nesin.”(5)

Hiç şüphesiz ki yukarda adı geçen yazarlardan bazıları çok iyi yazardır hatta Nazım Hikmet’ten daha iyi oyun yazarıdırlar.Fakat Nazım Hikmet, yukarıdaki yazarların en kötüsünden de daha kötü mü oyun yazıyor ki hiç adı bile geçmiyor.Yoruma açık bırakıyorum.

Daha önce de belirttiğim gibi Nazım Hikmet, oyunlarını genel çerçeve olarak toplumcu gerçekçilik felsefesine bağlı kalarak yazmıştır. Bunların en önemlilerinden, yukarda adı geçen, “Kafatası”, yine geleneksel yorumunda Şirin’in aşkı için dağı delen Ferhat’ın ; bu defa halkı için su getirebilmek adına dağı delen Ferhat konusu ile tekrar yorumladığı “Ferhat ile Şirin”, Marxist ve Leninist toplum yapısına inanan ve onu koruyan, yücelten bir anlayışla yazdığı “İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu” adlı oyunu vb.leri gösterilebilir.Toplumcu bakış açısına dair, kendisi de “Tiyatroda insanı görmeye engel olan her şey sinirlendiriyor beni.” (3) demiştir.

Diğer başlıca oyunları ise: Evler Yıkılınca, Yusuf ile Menofis, Tartüf-59,Kadınların İsyanı,Yalancı Tanık,Kör Padişah ve Her Şeye Rağmen,İnek,Demoklesin Kılıcı,İnsanlık Ölmedi Ya,Enayi,İstasyon…

Sonuç olarak, Nazım Hikmet’ in oyunlarının daha özverili bir şekilde okunarak, algılanarak anlaşılmaya çalışılması ve daha çok sahnelenmesi ile gerekli önemi ve literatürdeki yerini alacağını düşünüyorum. Kaldı ki, son zamanlarda Nazım oyunlarına gösterilen talep de bunun bir habercisi değil mi! Ayrıca en önemlisi de Nazım Hikmet’in; oyunları, şiirleri, romanları, masalları , fıkraları, yazıları ile tüm insanlığa ve davasına- fazlaca saygı ve sevgiyi hak eden bir şekilde- hizmet etmiş “Sevdalı (bir) Bulut” olmasıdır.

Kaynakça :
1- İPŞİROĞLU Zehra / Nazım Hikmet’in Tiyatrosu Tartışması./ Berlin 7. Diyalog Tiyatro Festivali.
2- ŞENER Sevda / Nazım Hikmet’in Oyun Yazarlığı / Kültür Bakanlığı 2002
3- PAK Şehnaz / Nazım İçin Biraz Cesaret / Radikal Gazetesi 29/01/2002
4- YÜKSEL Ayşegül / Nazım Hikmet’in Tiyatrosu Tartışması./ Berlin 7. Diyalog Tiyatro Festivali.
5- ONAY Yılmaz / Tiyatro Yazarı Nazım Hikmet / Evrensel Gazetesi 13/01/2002