29 Ağustos 2010 Pazar

Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'dan Türkçe, Dil Bilgisi, Ahlâk ve Hayat Bilgisi dersleri almasına(!) karşın, adam olamayan Demirkanlı'nın sefaleti...

.............................LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı


***


Türkiye tiyatrosunun hızla, hem de şimşek hızıyla çürümesine, küflenmesine ve ceset hâline gelmesine çok büyük katkısı olan ve yukarıda fotoğrafı görünen şahsın "Bulunmaz Sayıklıyor..." başlığıyla kaleme aldığı aşağıdaki yazı, er yada geç, mutlaka değerlendirilecek. Bu arada şunu da belirtmekte yarar var; yazı, henüz tamamlanmadığı ve ham hâlde olduğu için, yazım yanlışları içerebilir... (HB)


***


ELLERİNİZE VE YALANA DAİR

(...)

İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa
,meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
renk yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.

Nâzım Hikmet


***


Oyun'un notu: Aşağıdaki yazıyı, Sayın LİNÇÇİ Gülhan Avşar'ın sahibi, Sayın LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü, Sayın LİNÇÇİ Ayşe Nalân Özübek'in Yazı İşleri Müdürü olduğu ve AKP'li Sayın Ertuğrul Günay'ın yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı emrinde çalışan Sayın Lemi Bilgin'in yönettiği Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün verdiği reklamlarla beslenen LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin yan kuruluşu, gölgesi gibi hareket eden LİNÇÇİ tiyatrodergisi.com.tr sitesinden alarak olduğu gibi yayınladık! Ancak, yazıda bulunan LİNÇÇİ ada biz link verip, bu adı kırmızı renkle biz belirginleştirdik. Ayrıca, yazıdaki bariz yazım yanlışlarını kırmızı renkle belirtip, doğrularını yeşil harflerle biz yazdık! Bunun yanı sıra, anlaşılması güç ve okunamaz hamlıktaki yazıyı, biraz olsun olgunlaştırıp okunur hâle getirmek için yaptığımız müdahaleleri de kahverengi harflerle yine biz yazdık!!!

Yazının hiçbir müdahaleye uğramamış, "tertemiz" ve özgün hâlini okumak isteyenler, aşağıda verdiğimiz linki tıklayabilirler...


***


Bu bölüm, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'dan Türkçe, Dil Bilgisi, Ahlâk ve Hayat Bilgisi dersleri almasına(!) karşın, Türkçe düşünüp Dil Bilgisi kurallarıyla hareket etme yeteneğine bir türlü sahip olamadığı için "sınıfta kalan" LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'ya ait aşağıdaki zırva yazıda geçen "yada" sözcüğüyle ilintili olarak eklenmiştir!

"Nesin Vakfı'nda kimsesiz yada yoksul çocuklar barınacak, korunacak, devlet okullarında okutulup yetiştirilecek..."

(Kaynak: "EĞİTİM KONUSUNDA VASİYETİMDİR - 1")

"Günümüzde en çok konuşulup tartışılan, hükümetlerin yada devletlerin yurttaşlarına karşı insan haklarına aykırı davranışlarıdır."

(Kaynak: "Aziz Nesin'in Konuşması: Carl von Ossietzky'ye Mektup")

"Ahmet Altan bu adamı bilir, Ümit Kıvanç’ın da bildiğini ve nefret ettiğini söyleyebilirim. Murat Belge yada Sevan Nişanyan’ın da bu adamı sevdiğini sanmam. Etyen Mahçupyan yada Nabi Yağcı mutlaka tanıyor ve eleştiriyorlardır. Halil Berktay ve Alper Görmüş de iyi bilirler bu adamı."

(Kaynak: "Bu Kadar mı Düştün Ahmet Altan?")


***


Bulunmaz Sayıklıyor…


LİNÇÇİ Mustafa Demirkanlı
30 Ağustos 2010


Bulunmaz; "Hani belge, hani delil, hani ispat, hani kanıt? Her zaman olduğu gibi, her zaman yaptığın gibi; YOK! Senin vermediğin, veremediğin, vermek istemediğin yazının linkini biz verelim."

Lan oğlum, ulan Mustafa, benden yaptığın alıntı hangi sözle bitiyor; "...vermek istemediğin yazının linkini biz verelim." diye bitiyor. Peki, ben, link vermiş miyim? Vermişim. Sen, benim verdiğim linki vermişmisin? Vermemişsin! Niye? Neyse, soru insanlara sorulur. İnsan kılığına girmiş yaratıklara sorulmaz! Biz, özgün yazımızda verdiğimiz linkimizi senin gözüne sokarak, bir kez daha verelim:

3.5 yıl önce, Bulunmaz'la Büktel'i kastederek; "Benim için artık bu kişiler yoktur." diyen M. Demirkanlı'nın, Bulunmaz'la Büktel'den başka konusu yok!

Lan oğlum, ulan Mustafa, "Hani belge, hani delil, hani ispat, hani kanıt? Her zaman olduğu gibi, her zaman yaptığın gibi; YOK! Senin vermediğin, veremediğin, vermek istemediğin yazının linkini biz verelim..." sözlerimi tepe tepe, işine geldiği gibi kullanmana karşın, yine kaynak vermemişsin. Neyse, senin yerine ben yorulup kaynak vereyim:

Marksist ve doğal olarak ateist sanatçı Hilmi Bulunmaz'a "oruç tutturan" LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, dezenformasyona devam ediyor hâlâ...

diyor dediği de şu:

"Erbil Göktaş'ın Genel Yayın Yönetmeni olduğu Yeni Tiyatro Dergisi'nde, içerisinde benim de adım geçen, âdeta 'Cuma Boynukara' adına kilitlenmiş ve düzeyini hiç beğenmediğim bir 'Coşkun Büktel röportajı' yayınlandı. Benim adımın geçtiği bölümünü aşağıya aktardığım röportajı, er yada geç mutlaka değerlendireceğim.

(Yerseniz!)

(Bir not daha; demek ki reklam vermekle röportaj yaptırılamıyormuş!) Benim yazımın içerisine edip, anlamsız bir not iliştirmekle ne yapmak istiyorsun Mustafacığım? Sen, ne yapmak istediğini bana söyle, ben, senin ne yapacağına kendim karar vereyim. Ben, sana, Türkçe, Dil Bilgisi, Ahlâk ve Hayat Bilgisi dersleri vermekle kendimi yükümlü hissetsem de, başka konulara, başka alanlara taşan dersleri de öğretebilirim sana. Sen hiç merak etme. Arkanda ben varım. Eğer, her zaman yaptığın gibi, aklına geleni, kafana eseni yazarsan, okur, senin niyetini bilemediği için, hiçbir şey anlamış olmuyor bu durumda. Sen, bana yapmak istediklerini, anlatmak istediklerini, yazmak istediklerini e-postayla yolla, ben, senin neyi, nasıl yapman gerektiğini, nasıl anlatman gerektiğini, nasıl yazman gerektiğini, Hazreti Eyüp sabrıyla sana anlatırım. Sen hiç merak etme. Arkanda ben varım.

Ancak...

Düzeyini asla beğenmediğim bu röportajın değerlendirilmesinden çok daha önemli işlerim olduğu ve işlerimin yoğunluğunun yanı sıra, ideolojik beslenmemi sağlayan 'bazı' kitapları okumaya 'önemli' bir zaman ayırdığım için, düzeyini beğenmediğim bu röportaja, "hak ettiği ölçü"de henüz zaman ayıramadım.

(Yerseniz!) Tahmin edeceğiniz gibi, "yerseniz" gibi düzeysiz ve "köprü altı cam cam, sevsin seni Lemi Bilgin amcan" anlamsızlığındaki böyle banal bir sözü ben asla kullanmam! Ahlâk dersinden sınıfta kalan, Hayat Bilgisi dersinden kaytaran, Türkçe ve Dil Bilgisi derslerinde âdeta sakız çiğneyen Mustafa Şükrü Demirkanlı, benim en yaramaz öğrencilerimden(!) biri olduğu için, ne kadar acı çektiğimi anlatabilmek için sözcük bulamıyorum! Neyse, öğrenci-öğretmen ilişkilerini kamuoyunun önüne fazlaca getirmek pek doğru olmasa gerek!

Düzeyini beğenmediğim bu röportajdaki benimle ilgili bir bölümü tadımlık olarak okurlarımın dikkatine sunup, onların da bu düzey hakkında bilgi sahibi olmalarını istiyorum! (HB)"

Lan oğlum, ulan Mustafa, yine kaynak vermemişsin. Kaynak verme işini yine bana bırakmışsın. Ancak, bazen yorgun oluyorum. Her şeyi Türkçe öğretmenine(!) bırakma ama!...


Neyse, bu seferlik sana bir kaynak kıyağı yapayım:

Hiçbir "birey"in "AŞİL TOPUĞU" olmayı asla kabul etmeyen sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, sadece "İŞÇİ SINIFININ AŞİL TOPUĞU" olabileceğini yazacak!

Hadi bakalım şimdi bilgi sahibi olmaya başlayalım. Ama bildiğiniz üzere, her zaman olduğu gibi konuyla alakasız laflar edecektir. Bakalım neler anlatmış Bulunmaz?

"Prof. Dr. Özdemir Nutku, taaa başından beri, zâten kapitalizme hizmet etme aşkıyla yanıp tutuşan bir nefer olduğu için, onun iftiracı olmasına pek şaşmamak gerekir. Bu sözü, şöyle de dile getirebiliriz; kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, yanlış algılama ve duyu yanılması oluşturacak 'güçlü' ve 'inandırıcı' yanılsamacılara gereksinim duyulur. Bu yanılsamacılar, birkaç dil bilen, birçok ülkeyi gezmiş ve gezdiği bazı ülkelerde 'görgü ve bilgi'sini geliştirmiş insanlardan seçilir yada bu niteliklere sahip olması için, bazı "şanslı" insanlar, âdeta 'yoktan var edilir'... Çünkü, kapitalizm, yalanlar silsilesinin oluşturduğu bir yanılsama zinciridir. Bu yanılsama zincirinin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, bu yanılsama zincirine, sürekli olarak yeni yanılsamacı halkalar eklenmesi gerekir. Prof. Dr. Özdemir Nutku da bu yanılsamacı halkalardan sadece biridir. Prof. Dr. Özdemir Nutku, bu yanılsamacılığını, adının önüne eklenen 'Prof. Dr.' sıfatından alıyor. Prof. Dr. Özdemir Nutku, adının önündeki bu sıfatı, bir çelik yelek, bir zırh, bir cankurtaran simidi gibi görüyor. Çünkü, kapitalist üretim ilişkilerinin bir uzantısı, bir izdüşümü, bir zorunlu üretimi olan bu tür 'Prof. Dr.'ler, 'Erguvanî' bir donanımla ve/ya ağızlarında 'gümüş kaşık'la doğdukları için, üzerlerindeki t-şört'lerini çelik yelek, paltolarını zırh, kravatlarını cankurtaran simidi sanırlar. Onlar, yanılsamacılık yamaklığına başladıklarında, ilk yanılsamacılık uygulamasını kendi üzerlerinde gerçekleştirirler.

Durum gözümüzde tam olarak canlansın diye, şöyle bir benzetme yapabiliriz; kapitalist tiyatro esnafı bir zincirse, Prof. Dr. Özdemir Nutku da bu zincirin sadece bir halkasıdır. Nasıl ki, herhangi bir zincirin bir halkası koptuğunda, o zincir, artık zincir olma vasfını yitirirse, Prof. Dr. Özdemir Nutku da, LİNÇ KAMPANYASI içerisindeki 'tarihsel görevi'ni yerine getirmez yada bu görevinden uzaklaşmış olursa, LİNÇ KAMPANYASI zinciri, artık bir zincir olma vasfını yitirir. Kapitalist tiyatro mantığının tıkır tıkır işleyebilmesi için, Prof. Dr. Özdemir Nutku, 'kiralık asker' Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın 'İmza atılacaaak, at!' emrine "koşar adım marş marş" uymak zorundaydı ve uydu. Yarın da, Prof. Dr. Özdemir Nutku, 'kiralık asker'Mustafa Şükrü Demirkanlı'ya; "Dikkaaat! Hazır Ol! Uygun adım marş!" diye başlayan bir emirle, herhangi bir iftirasının hayatiyet bulması için bir emir verebilir. Nasıl ki, 'Theope'ye iftira atıldığı sürecin hemen arkasından Ömer Faruk Kurhan denilen 'dezestetik asker'e 'parça başı iş' verildiyse...

Tabii ki, kapitalist üretim ilişkileriyle, askerliği birbirine karıştırmamakta yarar var.

Askerlikte, Genelkurmay Başkanı en yukarıda ve kışlaya adımını henüz yeni atmış bir emekçi acemi asker ise en alttadır. Ancak, kapitalist üretim ilişkelerine (Doğrusu; ilişkilerine)

Mustafacığım, yanlışımı belirtip doğrusunu yazdığın için, sana teşekkür ederim. Ben, bir orrrrospu çocuğu olmadığım için, benim yanlışımı düzeltene teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Ben, yanlışımı belirtip doğrusunu yazana asla küfretmem. Ben, kedi bokunu örter gibi, köpek kemiğini gizler gibi, yanlışımın üzerini örtmem! Ben, yanlışım ortaya çıktığı zaman, dansöz gibi kıvırtmam. Yanlışımı ortaya çıkarana müteşekkir kalırım.

teslim olmuş tiyatroda, 'kimin eli kimin cebinde' tam olarak kestirilemeyebilir. Yani, her şey, askerlikteki gibi 'haki renkli' ve 'çok yalın' değildir. Kapitalist üretim ilişkilerinde her şey 'çok renkli'dir. Ancak, şurası çok önemlidir; kapitalizm, yalanlar (buna iftiralar da diyebiliriz) silsilesinin oluşturduğu yanılsama zinciriyle yaşayabilir; gerçeklerle birlikte asla yaşayamaz. Gerçeklerin toplumsallaşabilmesi için, mutlaka sosyalist bir yaşama biçimi oluşturulmalıdır.

Bir başka örnekle, ilişkilerin işlevini biraz daha canlandıralım; kapitalist tiyatro esnafı, bir kırkayaksa (yada binyüzayaksa), Mustafa Şükrü Demirkanlı ve Prof. Dr. Özdemir Nutku da bu 'ayak'lardan herhangi biridir. Bir 'ayak' nereye giderse, diğer 'ayak' da aynı yöne gitmek zorundadır. Bir kırkayak yürürken, 'kırk ayak birden' gayet uyumlu bir hareket içerisinde bulunurlar. Kırkayak yürürken, ayaklardan biri, diğer otuzdokuzayak'a uymamazlık edebilir mi?

Yada (Doğrusu: Ya da) (Doğrusu: yada) bir başka benzetme yapabiliriz; bir ahtapotu düşünelim. Bilindiği gibi, ahtapotun birçok kolu vardır. Ahtapotun, herhangi bir kolu; 'Hayır! Ben, diğer kollarla birlikte yaşamak istemiyorum. Ben, bağımsız olarak yüzüp başka denizlere açılacağım!' diyebilir mi? Dese bile, bu söylediği ne kadar gerçekçi olabilir!"

Arkadaş, bu anlattıklarının konuyla ilgisi ne ki? Benimle, Özdemir Hoca’yla, Ömer Faruk Kurhan’la ilgisi ne? Yeni Tiyatro’da bir söyleşi yapmış Büktel, sana da kapak olacak biçimde Dergi'ye kapak olmuş, orada da sana "Aşil topuğum" dememiş, çok önce söylemiş, sanırım Büktel yalan söylemiyordur, yayınlanacak söyleşiyi birlikte analiz etmişsiniz ve de bunu video kaydı ile övünerek yayınladın. O sırada fark edemedin mi? Daha önce söylediğinde algılayamadın mı? İlla basılı olarak karşına mı gelmesi gerekiyordu, algılaman için? Ne oldu da kükrer gibi yaptın? Büktel’in sana "Aşil topuğum" olma dediğini ben bile biliyorum, zamanını tam doğru olarak söyleyemem –şimdi geriye gidip araştıramam da kusura bakma- ama en az 2 yıl önceydi. Kıvırtamayınca neye sığınıyorsun? Dur ona bakalım…

"(Coşkun Büktel'i eleştirmek, sadece beş saniyede çözümlenecek bir iş değil. Coşkun Büktel'i eleştirmek, sadece beş dakikada çözümlenecek bir iş değil. Coşkun Büktel'i eleştirmek, sadece beş saatte çözümlenecek bir iş değil. Coşkun Büktel'i eleştirmek sadece beş günde çözümlenecek bir iş değil!)"

Lan oğlum, ulan Mustafa; hani belge, hani delil, hani ispat, hani kanıt, hani kaynak, hani vesika? YOK! Neyse, senin üzülmene dayanamam. İşte belge, işte kanıt:


Beş hafta zaten oldu siz birlikte söyleşiyi okuyup videoya kaydedeli, dahası iki yıl geçti, Büktel’in sana bu tanımlamayı gözlerine bakarak söyleyeli… Beş gün zaten geçti iki yılda (yıl da) geçti gel şuna beş yıl diyelim… Daha zamanın var demektir… Devam…

Bulunmaz, yukarıdaki yazısına devam ediyor, kendisine "Aşil topuğum" dediği için kızmış gibi göründüğü, öfkelenmiş gibi göründüğü Büktel’i eleştirmeye devam ediyor… Haydi hayırlısı…

"Coşkun ağabeyciğim, benim için durum çok net: Kapitalizm, yalanlar silsilesiyle yanılsama oluşturmak için, tiyatro sanatını da kullanır ve bu alandaki profesörler bile bu yalanlar silsilesiyle oluşan yanılsama zincirinin birer halkası olmaya mahkûmdurlar. Yani, eylemlilikler, 'niyetten bağımsız'dır! Onlar bile, zincirdeki birer 'halka'dır; kırkayaktaki birer 'ayak'tır; ahtapottaki birer 'kol'dur. Onların birer 'halka'dan, birer 'ayak'tan ve birer 'kol'dan hiçbir farkları yoktur!"

Lan oğlum, ulan Mustafa; hani belge, hani delil, hani ispat, hani kanıt, hani kaynak, hani vesika? YOK! Neyse, senin üzülmene dayanamam. İşte belge, işte kanıt:



Devamı… Beş gün geçeli on beş gün oldu… Anlaşıldı, beş yıl sonra… Kimse bu kadar çaresiz kalmasın, kimse bu kadar laf ebeliği ile insanları kandıracağını düşünmesin. Kimse yiyemeyeceği muzun yanına yaklaşmasın.

Lan oğlum, ulan Mustafa, o sözün gerçeği şudur: "Yiyemeyeceğin yarağın altına yatma!" Neden özgün sözü sentetik sözle, doğru sözü yanlış sözle değiştiriyorsun ki? Bir de; "Yiyemeyeceğin muzu soyma!" diye bir söz var!

Bulunmaz kardeş, sen Büktel’i eleştirmek için beş gün beş yıl filan boşuna bekleme, tez zamanda beş fırın satın al, beş fırın ekmek ye… Belki, çapın yeterse o da…

Lan oğlum, ulan Mustafa, benim "rahmetli" kayınpederim fırıncıydı. Ben de, uzun yıllar kendisine, bilâ ücret yardımcı oldum; hem Maksim Gorki'nın "Fırın İşçileri"ni daha iyi anlayabilmek ve hem de eşimin babasına yardım etmek istediğim için... Ancak, senin zekân nasıl ki, "kuyumcu-sarraf" sözcüklerini kavramsallaştıramıyorsa, bu fırın işini de kavrayamaz. En iyisi sen, böyle imgelemler kullanmaya öykünüp, betimlemeler yapma şabalaklığına dalacağına, bir an önce tiyatro işlerini bırak, tiyatro dünyasını terk et ve bir kıyı kasabasına iltica edip sazan balığı yakalamaya çalış, canım kardeşi Mustafa...

Sahi, ulan Mustafa, senin devlet memurlarından ne farkın var Allah aşkına? Sen, her ay, arka kapağını Lemi Bilgin'e vererek, çil çil reklâm paralarını (aslında bal gibi sadaka) alarak gününü gün ediyorsun. Lan oğlum, sen tam bir eyyamcısın maşallah! Her ay düzenli olarak arka kapağını Lemi Bilgin'e vermeyi sürdürürsün inşallah!

Aklın varsa bu konuyu devam ettirme, Büktel üzerine gelmez, farkındaysan her zaman olduğu gibi yine seni parlatarak duygularından yakalamaya çalışır, ben de bir kaç gün sonra unutur giderim, okurlarım dediğin tesadüfen (OYUN (يَلْهو / PLAY / GIOCO / играть / παίζω) sözcüklerini yazıp girenler; zaten onlar Türkçe bilmediği için ne dediğini anlamazlar, için rahat olsun, iki yıl önce yüzüne karşı söylendiğinde gıkını çıkartmadığın gibi bugün de gıkını çıkartamazsın, iyisi mi sus otur, senin atacağın adım yok, çapın da buna yetmez zaten.

Not: Metnimdeki imla hatalarıyla da boşuna uğraşarak, yanıt vermiş gibi ne kendini kandırmaya çalış ne de insanları bu kadar salak san.

Senin metin dediğin, benim sümüklü mendil dediğim sayıklamalarını mutlaka düzeltmek zorundayım Mustafacığım! Ne de olsa ben, senin Türkçe, Dil Bilgisi, Ahlâk ve Hayat Bilgisi öğretmeninim(!) Bu konudaki kararı sen değil, ben veririm.

Bu sözünde haklılık payı var. Ben, aslında sana yanıt vermiyorum; senin peşinden gelen, senin ipinle kuyuya inen, ipini senin eline veren profesörlerin, nasıl bir alçağı desteklediğini deşifre etmek için uğraşıyorum. Çocuk bokuna benzeyen kahverengi sözcüklerle sana müdahale etmem, aslında çürümüş Türkiye tiyatrosunun içerisinde bulunduğu zavallı durumu saptama çalışmasıdır. Yoksa, senin gibi acemi, beceriksiz, cahil, çaresiz, divane, enayi, fırıldak, geveze, hacıyatmaz, ımga, iblis, jandarma, küstah, lânet, miskin, nekes, orostopol, özensiz, pısırık, rezil, sefil, şerefsiz, terbiyesiz, uyuz, ümitsiz, vandal, yavşak, zavallı bir insandan hiçbir umudum olmadığı için, seni terbiye etmeye kafa yormuyorum. Seninle tiyatral herhangi bir iş yapılamaz. Seninle ancak "dalga" geçilir.

Ya delikanlı ol yanıtını delikanlı gibi ver ya da “pardooon” de, kuyumlarının, elmas kalemlerinin yanına kıvrıl mışıl mışıl uyu…

Lan oğlum, ulan Mustafa, sanat mı yapıyoruz, yoksa Kasımpaşa kahvesinde okey mi oynuyoruz? Ne demek o "delikanlı ol"mak? Senin gibi tescilli ve "sabıkalı" bir iftiracı, bir yalancı, nasıl olur da bana "delikanlı ol" diyebilir? A benim hıyar oğlum, a benim öküz oğlum, a benim zavallı kardeşim; senin bana hesap sorma hakkın yok! Ben, sadece ve sadece tiyatro kamuoyunu aydınlatmak için yazıyorum. Bir konuyu aydınlatmak için, roman boyutunda yazılar mı döşenmek zorundayım? Ben ne dedim? Hiçbir "birey"in "AŞİL TOPUĞU" olmayı asla kabul etmeyen sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, sadece "İŞÇİ SINIFININ AŞİL TOPUĞU" olabileceğini yazıyor! diye başlık atarak, söyleyeceğim sözün özünü söyledim ve bu yazının altına "YAKINDA" ibaresini koyarak, bu yazının geliştirileceğini, derinleştirileceğini belirttim. Ancak, araya Kahramanmaraş seyahatim ve senin "sayıklamalar"ın girdi. Merak etme canım Mustafacığım, "Aşil Topuğu" konusuna girdiğimde sen de ağzının payına düşeni nasipleneceksin! Bu arada şunu da bilmende yarar var; ben, bir yazıyı, yüzlerce kezde yazıyorum. Benim işimin gereği bu durum böyle. Ben, Kültür Bakanlığı çanağı yalamayan, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapmayan Lions ödülleri peşinde koşmayan biri olduğum için, çalışmak zorundayım. Çalışırken yazdığım yazılar da, dediğim gibi, yüzlerce kez bölünüyor.

Ancak...

Bu demek değil ki, "Aşil Topuğu" meselesini ve bütün "Aşil Topukları" meselesini gündeme getirmeyeceğim.

Zâten beni çok rahatsız eden bir konu bu. Herkes, herkesin "Aşil Topuğu" olduğu için, müthiş bir kısır döngü içerisinde kıvranıp duruyor bu zavallı Türkiye tiyatrosu...

(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)


***


Ayrıca bakınız:

ÇOK ACAYİP BİR "GECEKONDU": Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü İstanbul Devlet Tiyatrosu reklâm panosu!

LİNÇÇİ G. Avşar'ın sahibi olduğu tiyatrodergisi.com.tr LİNÇÇİ imzacıların başını çektiği etkinliğin(?) tarihini bile doğru dürüst yazmayı beceremiyor!

Nasıl olsa, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin ve Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu reklâm adlı "sadaka"yla besliyor!

Gülhan Avşar'ın sahibi olduğu tiyatro dergisini verdiği reklâmlarla besleyen Ertuğrul Günay'ın partisi AKP'ye üye belediye başkanları "EVET"i cıvıttı!

Hiçbir "birey"in "AŞİL TOPUĞU" olmayı asla kabul etmeyen sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, sadece "İŞÇİ SINIFININ AŞİL TOPUĞU" olabileceğini yazacak!

İstanbul'un "en güzel yerleri"ndeki reklâm panolarını "üç otuz paraya" kiraya veren Devlet Tiyatroları'nın patronu Kültür Bakanlığı, fotoğraf seçecek!

Bir ölüm haberi daha gelecek

Neredeyse yılda bir kez yazı yazan LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın çok önemsediğimiz yeni yazısını yayından kaldırmamasını dileyerek yayınlıyoruz!

Ağzına yeşil bir elma almış kişinin anlamsız fotoğrafıyla süslenmiş LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne abone olanlar Bulunmaz Tiyatro'ya giremez!

Hiçbir "birey"in "AŞİL TOPUĞU" olmayı asla kabul etmeyen sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, sadece "İŞÇİ SINIFININ AŞİL TOPUĞU" olabileceğini yazıyor!

Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, LİNÇÇİ Demirkanlı'ya ortak oldu

-/*^"_'//=)(X%$&?!!!

LİNÇÇİ Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Başkanı LİNÇÇİ Üstün Akmen, LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ndeki tek kişilik tekkesinde üfürüp duruyor!...

Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, kapitalizmin kurallarına SADIK ve sömürü sürecine müdahale etmeyip SEYİRCİ kalan yazarları eleştirmeyi sürdürüyor...

Kapağını, ağzına yeşil elma almış Tuğrul Tülek kardeşimizin süslediği LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi, yeşil kapitalin medyası Zaman'da tanıtıldı

Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın kurup yönettiği Bulunmaz Tiyatro, yirmi yılı aşkındır uyguladığı bir kuralı tiyatro kamuoyuna yeniden duyuruyor...

3.5 yıl önce, Bulunmaz'la Büktel'i kastederek; "Benim için artık bu kişiler yoktur." diyen M. Demirkanlı'nın, Bulunmaz'la Büktel'den başka konusu yok!

Marksist ve doğal olarak ateist sanatçı Hilmi Bulunmaz'a "oruç tutturan" LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, dezenformasyona devam ediyor hâlâ...

LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, sosyalist sanatçı H.Hilmi Bulunmaz'dan Türkçe, Dil Bilgisi, Ahlâk ve Hayat Bilgisi dersleri almaya başladı(!)