Bir Diyeceğim Var! / Rengin Arslan
Oyunculuğun Zorlu Arenasında Cesur Bir Oyuncu...
(...)
Rengin Arslan - Siyasetle aran nasıl?
Tuğrul Tülek - Siyasetle aramızın olmaması mümkün değil herhalde, her gün maruz kalıyoruz. Ama ben politikaya, dinlere de ya da insanları sınıflandıran şeylere pek inanmadığım gibi politikaya da inanmıyorum. Çünkü artık politikanın rengi kalmadı. Çünkü herkes aynı şeyi söylüyor. Politikaya inanmadığım için de muhalifim. Politikanın insanları birbirine yabancılaştıran bir şey olduğunu düşünüyorum. Benim kendime ait bazı değerlerim var ve bu değerler benim açımdan bir dünya oluşturuyor. Bu değerlerin bir kısmı içinde bulunduğumuz sistemle uyuşuyor bir kısmı uyuşmuyor. Çoğu zaman da uyuşmuyor zaten. Bazen seçtiğiniz bir metinle, oynadığınız bir oyunla cevabımızı vermeye çalışıyoruz. Eline pankartlar alıp yürümenin ne yazık ki artık bir albenisi, etkisi kalmadı.
(...)
(Kaynak: Tiyatro... Tiyatro... Dergisi, Ağustos 2010, sayı 216, sf. 12-15)
***
Ben, politikaya inanmadığım gibi politikaya da inanmıyorum.
BU YAZI, ÇOK YAKINDA ÇOK GELİŞTİRİLECEK!
***
Verdiğimiz sözü tutup, bu yazıyı geliştirmeye çalışalım...
Önce, bir genelleme yapmakta yarar var...
Türkiye tiyatrosu, benim, halkımın ve tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle beslenmesine karşın, halktan kopuk olduğu için, hızla, hem de şimşek hızıyla çürüyor, küfleniyor, ceset hâline geliyor. Halktan kopuk Türkiye tiyatrosunun hızla, hem de şimşek hızıyla çürümesinin, küflenmesinin ve ceset hâline gelmesinin birincil suçlusu, esas aktörü, başrol oyuncusu, "kurmay heyeti", (bu sanatın "teorisyenleri" olmaları nedeniyle) tabii ki, öncelikle tiyatro profesörleri...
Peki, kim bu "kurmay heyeti" temsil eden profesörler?
LİNÇÇİ Prof. Dr. Hasan Anamur
LİNÇÇİ Prof. Dr. Yusuf Eradam
LİNÇÇİ Prof. Dr. Hasan Erkek
LİNÇÇİ Prof. Dr. Hülya Nutku
LİNÇÇİ Prof. Dr. Özdemir Nutku
LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek
Türkiye tiyatrosunun şimşek hızıyla ceset hâline gelmesini, bu "kurmay heyet" profesörlerinin dışında kimler sağlıyor?
Türkiye tiyatrosunu ceset hâline getirenlerin listesini incelemek isteyenler, öncelikle LİNÇ KAMPANYASI için imza verenlerin adlarını tek tek okumalılar!
Gerçekçi yazar Coşkun Büktel'le sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için düzenlenen bu LİNÇ KAMPANYASI listesini hazırlayanların başında gelen LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın yönettiği LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi, yirmi yılı aşkın bir zamandır, âdeta bir Kırım Kongo Kenesi gibi, Türkiye tiyatrosunun cesedindeki son kan damlalarını da emerek, bu cesedin iyice kansız hâle gelmesine neden oluyor!
Yukarıda adlarını tek tek ve alfabetik sıraya göre saydığımız profesörler, (herhangi bir üniversitede odacı bile olamayacak kadar yeteneksiz, donanımsız, insan hak ve özgürlüklerine, dünyanın jüpitere uzak olduğu kadar uzak olan) LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın peşine takılarak, LİNÇ KAMPANYASI sürüsüne kuzu kuzu katılmak zorunda kaldılar!
Türkiye nasyonal tiyatrosunun Adolf Hitler'i olan LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı, her zaman için kendisine bağlı ve bağımlı küçük küçük Goebbels'ler bularak, yirmi yılı aşkındır Türkiye tiyatrosunu kirleten (Hitler'in "Kavgam / Mein Kampf" kitabının nasyonal tiyatrodaki izdüşümü ve fasikül hâli) LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne ithal edebilme becerisini, her zaman için gösterebiliyor.
Nasyonal tiyatronun Hitler'i LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı, yepyeni, üzerine henüz hiçbir LİNÇ lekesi bulaşmamış Rengin Arslan'ı, küçük Goebbels'lerden biri olarak tiyatro piyasasına sürmüş bulunuyor...
Rengin Arslan, her ne kadar kendisi LİNÇÇİ olmasa da, LİNÇÇİ bir derginin sayfalarında kalem oynattığı için, ister istemez LİNÇÇİ bir mantığın kaynağı olan nasyonal tiyatronun etkisinde kalıyor.
Rengin Arslan, sadece kendisi bu etkide kalmakla yetinmiyor; röportaj yaptığı kişilerin de aynı nasyonallik batağına bulaşmasına, rasyonallikten uzaklaşmasına çanak tutuyor yada nasyonal görüşler sunan kişilere, örnekse Tuğrul Tülek'e karşı, hayatın yakıcı gerçeklerini "haykıramıyor".
Rengin Arslan, Hitler mantığıyla yönetilen LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin bir "askeri" olarak, Tuğrul Tülek'in toplum ve doğa gerçeklerine aykırı görüşlerini eleştirebilme gücünü kendisinde bulamıyor.
Rengin Arslan'ın bu "en zayıf halka" olma hâli, tabii ki, LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın, başta Lemi Bilgin ve Ayşenil Şamlıoğlu'nun "emireri" gibi davranarak, onlardan aldığı reklâmların garanti altına alınmasını ilelebet muhafaza ve müdafaa etme ruh düşkünlüğüyle hareket etmesinden kaynaklanıyor!
***
Şimdi gelelim, Rengin Arslan"ın sorduğu "Siyasetle aran nasıl?" sorusuna, Tuğrul Tülek tarafından verilen yanıtın değerlendirilmesine. (Yatık bölümler, Tuğrul Tülek'e ait.)
Tuğrul Tülek diyor ki:
"Siyasetle aramızın olmaması mümkün değil herhalde, her gün maruz kalıyoruz."
- Tuğrul Tülek, bu tümcede bulunan "herhalde" sözcüğünü kullanmasaydı, çok daha iyi olurdu. Çünkü, "herhalde" sözcüğünün sözlük anlamı; "büyük bir ihtimalle"dir. Üzerinde pek düşünülmeden, ağza geldiği verilmiş bir yanıt.
Bu arada, Tuğrul Tülek'in yukarıdaki tümcesinde geçen "maruz kalmak"ın sözlükteki karşılığı;
"karşılaşmak, uğramak" anlamına gelse de, bu sözcük/ler, günlük konuşma dilinde, olumsuzluk taşıyan bir biçimde kullanılır. (İstenmeden) "karşılaşmak, uğramak". Sözlük anlamı olarak hiçbir yanlışlık içermese de, "maruz kalmak" eyleminin üzerinde biraz daha düşünülebilirdi. Çünkü, röportajda daha sonra gelecek sözcük ve tümcelerle birlikte okunduğunda, "maruz kalmak" eylem sözcüklerinin üzerinde ısrarla düşünülmeliydi.
Haydi, Tuğrul Tülek kardeşimiz düşünmedi, düşünemedi diyelim. Ancak, Rengin Arslan, röportajı yapan ("yetkin") kişi olarak, (hem Tuğrul Tülek'e ve hem de Mustafa Şükrü Demirkanlı'ya) bu sözcüğün üzerinde kafa yormalarını önermeliydi. Ne var ki, üzüm yemek değil, bağcı dövmek (okura bir gram bilgi vermek değil, Lemi Bilgin ve Ayşenil Şamlıoğlu'ndan kilolarcak reklâm almak) niyetinde olan Mustafa Şükrü Demirkanlı için, bu tür etimolojik (köken bilimsel) ve/ya epistemolojik (bilgi kuramsal) çabaların hiçbir anlamı ve önemi asla yok.
Tuğrul Tülek, ilk tümcede şöyle diyebilirdi:
"Siyasetle aramızın olmaması mümkün değil; siyaset, su gibi, hava gibi zorunlu bir ihtiyaç!"
Rengin Arslan'ın "Siyasetle aran nasıl?" sorusuna, Tuğrul Tülek tarafından verilen yanıtın ikinci tümcesi şöyle:
"Ama ben politikaya, dinlere de ya da insanları sınıflandıran şeylere pek inanmadığım gibi politikaya da inanmıyorum."
Bana bu yazıyı yazdırmayı esinleyen; "Ben, politikaya inanmadığım gibi politikaya da inanmıyorum." sözü oldu. Bu söz, hiçbir anlamsal değer taşımıyormuş gibi görünse de, aslında, tam da 12 Eylül Faşizmi sonrası insanları apolitik, depolitik hâle getiren "nasyonal" bir dayatmanın "irrasyonel" yansımasından başka bir şey değil!...
Bir insan, kendisinde bulunmayan, kendisinde bulunmasını istemediği, kendisinde bulunmasını istese bile bulunma olasılığı pek az olan bir durum, düşünce, konu, konum, yeti, yetenek, yeterlilik gündeme geldiğinde / getirildiğinde ve bu "bulunmayan şeyler" hakkında görüş belirtmek zorunda kalırsa, mutlaka zırvalar. İnsan, zırvalama hakkını, kendisi gibi zırva insanlar içerisindeyken, zırvalamasının duyumsanmayacağını sandığı zamanlarda kullanır yada daha iyimser bir yaklaşımla, aslında, kendisi de zırvaladığının farkında değildir.
Tuğrul Tülek kardeşimiz, bizimle bir röportaj yapmış olsaydı, onun vermiş olduğu yukarıdaki zırva yanıtla yetinmez, bu kardeşimizi, zırvalamanın dışında kalan köşelere doğru sürükler, ağzından gerçek yanıtı alıncaya dek sıkıştırırdık. Bizim yayın organlarımızda zırvalamak olanaksız olduğu için, Tuğrul Tülek gibi kardeşlerimiz, doğal olarak zırva ve besleme yayın organı LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne röportaj vermeyi yeğliyor.
Tuğrul Tülek diyor ki:
"Çünkü artık politikanın rengi kalmadı."
- Politikaya illa bir renk uydurmak zorunda değiliz. Ancak, politikaya renk uydurmak zorunda kalırsak, bazı renklerle politika arasında bir bağ kurabiliriz. Askerî faşizm isteyenler "haki", Amerikan emperyalizmine bağımlılığın sürmesini isteyerek ılımlı İslam palavrasına sığınanlar "yeşil", emeğin iktidarını savunanlar "kızıl",
"yeşil" renkle "kızıl" rengi birbirine karıştırıp bulamaç yaparak kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için gözümüze "ok" sokanlar "pembe", aşkın ve dayanışmanın politikasını savunduğunu iddia etmelerine karşın sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın yanıt hakkını gaspedenler "mor", sınıfsal politikanın üzerinin örtülmesi için her türlü etnik çatışmayı birincil çelişki olarak piyasaya sürenler "sarı" renkleri kullanabilirler. Senin paşa gönlün istese de istemese de, renkler her zaman için politik alanda kullanıldı, kullanılıyor.
Ancak...
Canım kardeşim, sen "renk körü" olmuşsun; "renk körü" olduğun için, "politikanın rengi kalmadı" sanıyorsun; sana bol şifalar dilerim; büyük geçmiş olsun!
Tuğrul Tülek diyor ki:
"Çünkü herkes aynı şeyi söylüyor."
Yok be canım kardeşim Tuğrul; sana öyle geliyor; içine düşmüş bulunduğun DOT çukurunun derinliği ve karanlığı, belki seni "nihilist" yapmış olabilir. Ama, inan olsun Tuğrul kardeşim; "herkes aynı şeyi söylemiyor"; çok büyük bir yanılgı içerisindesin: "Bir sarayda, bir kulübedekinden başka türlü düşünülür" ve bu nedenle, sarayda yaşayan farklı bir şey, kulübede yaşayan farklı bir şey söyler.
Canım kardeşim, "renk körü" olduğun gibi, bir de "söz körü" olmuşsun; sana bol şifalar dilerim; büyük geçmiş olsun!
Tuğrul Tülek diyor ki:
"Politikaya inanmadığım için de muhalifim."
Haydaaa! Tut sikinden vur duvara!!! Senin söylediğin şuna benziyor: "Allah'a inandığım için, ateistim!" Bir insan politikaya inanmıyorsa, "muhalif" değil, "nihilist" olur. Bir insan, muhalifse, sapına kadar politikaya inanan biridir. Bir insan, muhalifse, boğazına kadar politikanın içerisindedir. Senin bu "söz körü" hastalığından kaynaklanan yanlış sözünü şöyle düzeltebiliriz:
"Muhalefete inandığım için, politikim."
Tuğrul Tülek diyor ki:
"Politikanın insanları birbirine yabancılaştıran bir şey olduğunu düşünüyorum."
Beni şaşırtıyorsun, Tuğrul! Sen bu kıt aklınla, nasıl oluyor da tiyatro sanatıyla uğraşabiliyorsun; inanılır gibi değil. 12 Eylül Faşizmi ve bu faşizmin günümüzdeki gölgesi, senin gibi tiyatroyla uğraşan birini bile bu denli "nihilist", bu denli "pasifist", bu denli "goşist", bu denli "pragmatist", bu denli "makyavelist", bu denli "ben işime bakarım abicimci", bu denli "gözlerimi kaparım, vazifemi yaparımcı", bu denli "hap yap, para kapçı" yaptıysa vay memleketin hâline!!!
Canım kardeşim, politika, insanları birbirine yabancılaştırmaz; tam tersine insanları birbirine yakınlaştırır. Örnekse, AKP'ye üye olanlar ve bu partide politika yapanlar "ticaret burjuvazisi" ideolojisiyle birbirine sıkı sıkıya yakınlaşırlar. Yine örnekse, sahtesine üye olmamak koşuluyla, bir komünist partisine üye olanlar, "sınıfsız bir toplum" ideolojisiyle hem partili olarak birbirine yakınlaşırlar ve hem de bu partinin politikası gereği, işçi sınıfıyla yakınlaşarak, bu sınıfın bir bireyi olarak yoldaşlık anlayışını sürdürürler.
Tuğrulcuğum, televizyon dizilerinden birazcık sıyrılıp kendine kitap okuyabilecek bir ortam oluşturursan, (hiç sanmıyorum ya) belki sen de politikanın insanları birbirlerine yakınlaştıran bir iş, bir eylemlilik olduğunu anlarsın.
Tuğrul Tülek diyor ki:
"Benim kendime ait bazı değerlerim var ve bu değerler benim açımdan bir dünya oluşturuyor."
Nedir onlar? Ben, seninle yapılan ve tam dört sayfa süren röportajı okudum ve bu dört sayfalık röportajda "senin kendine ait herhangi bir değerin olduğunu" asla görmedim. Canım kardeşim, tam dört sayfa boyunca, osuruktan lâflar etmişsin. Seninle bu dört sayfalık röportajı gerçekleştiren Rengin Arslan, osuruktan sorular sormuş. Seninle yapılan bu dört sayfalık sade suya tirit röportajı basanlar, başta LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı olmak üzere, bütün LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi ailesi osuruktan lâflarla hayatlarını tüketiyorlar. Sen, Rengin ablan ve seni gaza getiren herkes, Türkiye tiyatrosunun hızla, hem de şimşek hızıyla çürümesi, küflenmesi ve ceset hâline gelmesi için saf rolüne girerek, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için saf tutup secdeye varıyorsunuz.
Kendini hiç zorlama Tuğrulcuğum; dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir palavrayı önümüze sürüyorsun. Nev-i şahsına münhasır değerler silsilesi olmaz. Her türlü insanî değer, mutlaka gelir politika "duvarına toslar". Tuğrulcuğum, niye kendini kuvözdeki bebek gibi görmeye çalışıyorsun. Senin olduğunu sandığın değerlerin tümü, daha sen dünyaya gelmeden çok önceleri, kanıksanmış ilişkilerin sana şimdi ezberlettiği melankolik yalnızlıklardan başka bir şey değil.
Tuğrul Tülek diyor ki:
"Bu değerlerin bir kısmı içinde bulunduğumuz sistemle uyuşuyor bir kısmı uyuşmuyor."
Ama olmuyor Tuğrul! Yaptığın hiç şık bir hareket değil!! Daha, bu değerlerin ne olduğunu söylemeden, "bu değerlerin bir kısmı içinde bulunduğumuz sistemle uyuşuyor" mu, "bir kısmı uyuşmuyor" mu, bunu nasıl anlayabiliriz ki?!!! Canımı fena sıkıyorsun ha...
Canım kardeşim, önce "renk körü", sonra "söz körü" olduğun gibi, şimdi de "politika körü" olmuşsun; sana bol şifalar dilerim; büyük geçmiş olsun!
Tuğrul Tülek diyor ki:
"Çoğu zaman da uyuşmuyor zaten."
Tamam, Tuğrul! Senin de tahmin edebileceğin gibi, bu sözüne hiçbir yorum yapmayacağım. Sadece birkaç "dil temrini" ile işi idare edeceğim:
Bu duvarı badanalamalı mı badanalamamalı mı?
Ramazanda Rizeli Rıza rümeysaya; radyo , radyoaktif , ruh , rencide , ralli , radyo , ring , rengeyiği , radyoloji , rivayet , ranzarot nedir diye sormuş?
Siz bizim Çekoslavakyalılaştırdıklarımızdan mısınız yoksa Çekoslavakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?
Tuğrul Tülek diyor ki:
"Bazen seçtiğiniz bir metinle, oynadığınız bir oyunla cevabımızı vermeye çalışıyoruz."
Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyin yanıtını veremez. Üstelik, DOT çukurunun derinliği ve karanlığı içerisine tutsak olup, hayat boyu kuvözde yaşayan bebek taklidi yapan, üretim ilişkilerinden bîhaber tiyatrocular, kendi varlıklarının bile bilincinde olamazlar. Bu tür tiyatrocular, rüzgâr nereye savurursa, orada yaşamak zorunda kalırlar. Bu tür tiyatrocular, dalında çürümüş çınar yaprağına benzerler; önce sararır, sonra çürümeye başlar ve hafif bir rüzgârda kendilerini kara toprakta bulurlar.
Tuğrul Tülek diyor ki:
"Eline pankartlar alıp yürümenin ne yazık ki artık bir albenisi, etkisi kalmadı."
Haydaaa! "Sıçtı Cafer bez getir!" İnsanlar, albenisi olsun diye ellerine pankart almazlar. İnsanlar, iktidardan bazı şeyler istemek yada iktidarın tamamını istemek için, ellerine pankart alırlar. Hiçbir ülkede, ellerine pankart almayan, ağızlarına slogan yerleştirmeyen, yumruklarını sıkmayan insanlar, iktidardan bir şey istemek yada iktidarın tamamını istemek hakkına asla sahip olamazlar.
***
Şimdi de gelelim yazı başlığının (-/*^"_'//=)(X%$&?!!!) anlamına...
Bu başlıkta bulunan işaretler, "benim kendime ait bazı değerlerim"...
Peki, "benim kendime ait bazı değerlerim" olan bu işaretler, hangi anlama geliyor?
Hiiiç! Evet, kocaman bir hiç!!
Ha siktir mi?
Sen de ha siktir!!!
(HB)