13 Haziran 2011 Pazartesi

Bulunmaz Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, ERBİL GÖKTAŞ-HİLMİ BULUNMAZ diyaloğunu içeren kıssadan hisse çok kısa bir oyun yazmanın huzurunu yaşıyor! Mutlaka okuyunuz: "YAZAR MISIN, SABAHA MI BIRAKIRSIN?"

Hilmi Bulunmaz
12 Haziran 2011


Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş, 9 Haziran 2011 günü, "GECEYARISI DERSLERİ: (HİLMİ BULUNMAZ'I KINAMAK!)" başlıklı ve "OĞUZCAN ÖNVER, TARTIŞMA ADABI VE 'KARANLIK BİR SÖYLEM'E DAİR..." alt başlıklı bir yazı yayımladı. Erbil Göktaş'ın yazısını, "Okumadan yayınladığımız yazıyı, daha sonra değerlendireceğiz!" diyerek, şu notla birlikte sunmuştum:


"Bize 'yanıt hakkı' olarak gönderildiğini düşündüğümüz yazıları, anında yayınlıyoruz. Çünkü biz, 'sıfır sansür' yanlısı bir anlayışla yayıncılık yapıyoruz. Erbil Göktaş tarafından bize gönderilen aşağıdaki yazıyı, henüz okumamamıza karşın, hemen yayınlamamızın nedeni, 'sıfır sansür' yanlısı oluşumuzdur."


Erbil Göktaş'ın yazısını demlenmeye bırakmış ve bu yazıya yanıt verme aşamasına geldiğimdeyse, bu yanıtın bir "oyun" hâline geldiğini ayrımsamıştım. Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Öğretim Kurulu Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı'nda ders veren Yrd. Doç. Dr. unvanlı bir hocanın yazısının, beni, "oyun" yazarlığına yönlendirmesine, bana, kısa da olsa, bir "oyun" yazma esini aşılamasına şaşmamak gerekir. Lütfen okuyunuz...


***


Yazar mısın, sabaha mı bırakırsın?

Erbil Göktaş - Hilmi (Bulunmaz) bravo!...

Hilmi Bulunmaz - Erbil (Göktaş) neye bravo?

Ya Erbil, benim bildiğim kadarıyla, ilkokuldan başka bir okul yüzü görmemiş insanlar bile, bir yazının "giriş, gelişme, sonuç" yada daha "roman"tik bir dille söylersek "serim, düğüm, çözüm" süreci sonucunda kurgulanması gerektiğini bilirler. Sen, acemi yazarlar gibi, yani hayatı tersinden anlayan, yani hayatı yanlış yaşayan yazarlar gibi, yazını, acemice, ters, yanlış olarak, yani "sonuç, gelişme, giriş" süreci yada "çözüm, düğüm, serim" süreci biçiminde kurgulamayı yeğlemişsin!

Erbil Göktaş - Bana sonunda "bunu da yaptırdın", seni, senin deyiminle "esefle, hiddetle ve şiddetle" kınamam gerek ama bunu yapmayacağım; istersen sen kendini de, öğrencilerini de kınayabilirsin, bu sizin sorununuz…

Hilmi Bulunmaz - Erbilciğim, sana sonunda neyi yaptırdım? Sen, yazına, acemi bir yazar gibi, hayatı tersinden anlayan bir yazar gibi, hayatı yanlış anlayan bir yazar gibi, en önemlisi hayatı yanlış yaşayan bir yazar gibi, "sonuç, gelşime, giriş", yani "çözüm, düğüm, serim" süreciyle başlamış ve bu başlangıcı, asla ve kesinlikle bilinçli olarak kurgulamamış bulunduğun için, bana, doğru dürüst yanıt vermek yerine, "Şimdi İstanbul'da olmak vardı ya anasını satayım" adlı arabesk şarkıdan esinlenmek kalıyor:

Şimdi beni kınamak vardı ya, anasını satayım!

Peki ama, neden beni sen kınama zahmetinde bulunmuyorsun? Neden ben kendimi kınamak zorunda kalıyorum?

Erbilciğim, şunu bilmeni isterim: Ben, ne kendimi, ne hempalarımı, ne omuzdaşlarımı, ne de yoldaşlarımı kınayacağım! Bizim, "Kınamak yada kınamamak, işte bütün sorun bu!" gibi bir derdimiz yok! Ayrıca, şunu da ivedilikle belirteyim: Benim, hiçbir öğrencim yok. Çünkü ben, bir "hoca" değilim. Benim çıraklarım var. Çünkü ben, bir ustayım. Hoca, camide yada üniversitede olur! Benim çalışma alanım, ne cami, ne de kapitalist düzene uyumlu bireyler yetiştiren konserve ruhlu üniversiteler!!!

Erbil Göktaş - Çünkü; sitende yer alan Oğuzcan Önver'in salya sümük, kalemlerden ve klavyeden adeta "öç" alırcasına höykürdüğü 8 Haziran 2011 tarihli "Bizim, sizin karanlık derslerinize ihtiyacımız yok!" başlıklı saldırı, bir "yanıt yazısı" değildir; seni bunun için tekrar kınamam gerek ama kınamayacağım, isterseniz siz kendinizi kınayın, bu sizin sorununuz…

Hilmi Bulunmaz - Hah, nihayet ağzındaki baklayı ıslatmadan tükürdün! Höykürmek ile tükürmek sözcükleri içerisindeki sessiz harfler birbirlerine çok yakıştığı için "tükürdün" sözcüğünü kullandım; yoksa bir başka art niyetim yok. Ayrıca, Oğuzcan Önver'in "kalemlerden ve klavyeden âdeta 'öç' alırcasına höykür"mesini, çok doğal ve çok normal buluyorum. Ezilen sınıfın bireyleri höykürmek hakkına sahiptir. Hele ki, bu bireyler, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın hempası, omuzdaşı, yoldaşı ise, höykürmek hakkını söke söke kullanırlar.

Biz, eleştiri sözcüğünü seven, eleştirmenleri çok seven, eleştirmenliği pek çok seven bir kurum değiliz. Dolayısıyla, senin, bizi "saldırı" sözcüğünü kullanarak yargılaman, bizi hiç de rahatsız etmiyor. Evet, seninle bu "saldırı" sözcüğü bağlamında hemfikiriz. Biz, ezilenlerin sanatını yapan kişiler olarak, sadece kendimiz için değil, sorumlusu olduğumuz, sözcüsü bulunduğumuz işçi sınıfı adına da, "saldırı" yazıları yazmaya devam edeceğiz.

Erbil Göktaş - Bu kesinlikle "düşünce özgürlüğü", "sosyalist" ya da "demokrat" bir tavır falan değil, Erbil Göktaş üzerinden "kendisini kanıtlamaya" çalışan, 18 yaşını bitirmediği için değil, gerçekten "reşit" olamamış bir "yeniyetme"nin nemalanma çabalarıdır; buna izin verdiğin için seni bir kez daha kınamam gerek ama bunu yapmayacağım, bu sizin sorununuz, yüreğiniz yetiyorsa siz KENDİNİZİ KINAYIN; çünkü tekrar ediyorum, bu, Erbil Göktaş'a ve Yeni Tiyatro Dergisi'ne yapılan “saldırı”nın “yanıt hakkı”yla hiçbir ilgisi yoktur; yetiştirmelerinden Oğuzcan Önver'le de bir ilgisi yoktur; çünkü benim yazımda Önver'in adı bir kez geçmektedir ve sadece "geçmiş olsun" dileklerimi iletmek için…

Hilmi Bulunmaz - Sen, "Bu kesinlikle 'düşünce özgürlüğü', 'sosyalist' ya da 'demokrat' bir tavır falan değil" dedin diye, biz de, hemen senin buyurduğun biçimde davranacak, senin saptadığın sözcüklerin içerdiği kavramlarla düşünecek değiliz. Çünkü, senin karşında, Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Öğretim Kurulu Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı'na kapak attığı için gelecek kaygısıyla kıvranan, Devlet Tiyatroları'na, Şehir Tiyatroları'na, sinema piyasasına, televizyon dizilerine sıçrama niyetinde olan omurgasız küçük burjuva öğrenciler değil, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın hempaları, omuzdaşları, yoldaşları var. Bu genç sanat emekçileri, yeri geldiğinde, hempası, omuzdaşı, yoldaşı olduğu Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'a bile höykürme hakkını sonuna dek kullanabiliyorlar. Çünkü, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, 2547 Sayılı Kanunla düşünce özgürlüğünü tutsak almak isteyen Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kıskacıyla değil, halkın yüreğindeki özgürlük ateşiyle sanat yapıyor.

Eğer, Oğuzcan Önver, "Erbil Göktaş üzerinden 'kendisini kanıtlamaya' çalışan" biri olursa, buna, öncelikle ben karşı çıkarım. Örnekse, Oğuzcan Önver, Sosyalist OYUN Dergisi'nin eski Genel Yayın Yönetmeni Toprak Karaoğlu ve bu derginin eski Editörü Ozan Akgül gibi, dergimizin alâmet-i farikası Lenin'in fotoğrafını ve sözlerini sansürlerse, yada senin yaptığın gibi, Ayşenil Şamlıoğlu'ndan, Lemi Bilgin'den, Nejat Birecik'ten ve diğerlerinden reklâm alırsa, Oğuzcan'ın bu davranışına öncelikle ben karşı çıkarım. Erbil, şunu iyice aklına yaz:

Biz, ayrı dünyaların insanları, ayrı sınıfın sanatçılarıyız.

Biz (Hilmi Bulunmaz ,Oğuzcan Önver ve Bulunmaz Kültür Merkezi'ndeki diğer bazıları), facebook bataklığında çürümek yerine, halkın içinde yaşamayı yeğliyoruz. Biz, senin nemalanma faaliyetleri sürdürdüğün burjuva tiyatro dünyasında değil, proleterlerin yoksul tiyatral ve toplumsal dünyasında yaşıyoruz.

Ayrıca, senin yazdığın herhangi bir yazıda Oğuzcan Önver'in adı bir kez geçse ne olur, iki kez geçse ne olur, on kez geçse ne olur, yüz kez geçse ne olur, bin kez geçse ne olur, milyarlarca kez geçse ne olur, hiç geçmese ne olur? Oğuzcan Önver, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için değil, sosyalizmin oluşması için sanat yapıyor, bunun için roman yazıyor.

Örnekse ben, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı, bağımlı ve onun emrinde faaliyette bulunan Devlet Tiyatroları'nı hiç sevmememe, orada çalışanlara pek sıcak bakmamama karşın, "Genç Osman" oyunundaki oyuncu Tolga Tuncer'e, hem de Türkiye Cumhuriyeti Başbakan'ı Recep Tayyip Erdoğan'ın kızı Sümeyye Erdoğan tarafından haksızlık yapıldığında, "benim adım bu konuda geçmiyor" demediğim gibi, "Tolga Tuncer, madem ki, özür diledi (ki bence asla dilemememiştir) ne halt ederse etsin" diyerek işin peşini bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım!

Örnekse ben, Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) tarafından, âdeta faşizmi kutsar gibi, 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman'a verilen "Emek Ödülü" eyleminde benim adım geçmemesine karşın, ben, anında olaya müdahil oldum. Bu karanlık eylemin peşini bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım!!

Örnekse ben, LİNÇÇİ Özdemir Nutku Skandalı'nda ve daha binlercesini sayabileceğim konuda benim adım geçmemesine karşın, hem de öyle nemalanma şerefsizliğinde bulunmadan, mutlaka ve mutlaka müdahale ettim, müdahil oldum. Bütün bu saydığım ve saymadığım haksızlıkların peşini bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım!!!

Bunun bir tek açıklaması var: Benim, sosyalist bir insan oluşum...

Sosyalistler böyledir; "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!" demezler.

Sosyalistler böyledir; "Her koyun kendi bacağından asılır!" demezler.

Örnekleri daha da çoğaltmak ve neredeyse sınırsız örnek vermek olası.

Erbil Göktaş - "Geçmiş olsun" dileklerinde bulunan ve "bu tür olayların" tekrarlanmaması için uyarıda bulunan bir yazıya, böylesine "saldırı"yla karşılık verilmesi nasıl bir ruh halinin sonucudur?

Hilmi Bulunmaz - Yarım ağızla söylenmiş, dostlar alışverişte görsün mantığıyla dile getirilmiş ve hiçbir inandırıcılığı, hiçbir samimîyeti olmayan "geçmiş olsun" anlayışına, Oğuzcan karşı çıkmasaydı, ben karşı çıkardım. Sana küçük bir kıssadan hisse:

"Genç bir Hristiyan işçi, işe gitmek için sabah evinden çıkarken, annesine 'Yüce İsa'nın ölümsüz ruhu seninle olsun anne' demiş ve dile getirilen bu sözle birlikte İsa'nın öldüğünü henüz ayrımsayan kadın, kendini yerden yere vurmuş. Genç, annesine, neden kendini yerden yere vurduğunu sorunca, annesi, 'İsa'nın öldüğünü duymak, beni perişan etti' demiş. Genç, 'ama anne, Yüce İsa, 2000 yıl önce öldü' deyince, annesi, 'olsun, ben yeni duydum' deyip, kendini yerden yere vurmaya devam etmiş."

Pek inandırıcı olmasa da, samimî bir "fıkra" değil mi? Ama, senin anlattığın maval, hem inandırıcı değil ve hem de hiç samimî değil!

Erbilciğim, senin tiyatral duyarlılığın, toplumsal reflekslerin, Ayşenil Şamlıoğlu, Lemi Bilgin, Nejat Birecik ve diğerlerinden aldığın reklâm paralarının verdiği rehavetle iyice azalmış, duyguların tamamıyla hantallaşmış, sözlerinin derinliği hızla, hem de şimşek hızıyla değerini yitirip sığlaşmaya başlamış.

Ben, "somut fiziksel saldırı" olayının içerisinde olmamama karşın, neden hemen anında müdahale ettim ki? Beni, deli mi kovaladı? Bunun bir tek yanıtı var: Ben, Ayşenil Şamlıoğlu, Lemi Bilgin, Nejat Birecik ve diğerlerinden reklâm almadım, almıyorum, almayacağım. Bir tiyatro dergicisi, Ayşenil Şamlıoğlu'ndan, Lemi Bilgin'den, Nejat Birecik'ten ve diğerlerinden, her ne kadar yasal bir hak olarak reklâm almış olsa da, tıpkı İstanbul Devlet Tiyatrosu reklâm kulelerine karşı tiyatral duyarlılık gösteremediği, toplumsal refleks geliştiremediği gibi, Ayşenil Şamlıoğlu'nun adamları tarafından yapılan somut fiziksel saldırıya karşı da, tiyatral bir duyarlılık gösteremez, toplumsal bir refleks geliştiremez.

Bu arada, şunu da belirteyim; her ne kadar yazılı hâle getirmiş olmasa da, Coşkun Büktel, ben ne zaman "büyük bir tiyatral ve/ya toplumsal balık tutsam", yani Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) tarafından 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman'a "Emek Ödülü" verilmesi, İstanbul Devlet Tiyatrosu reklâm kulelerini ticarî kuruluşların teslim alıp işgâl etmesi, benim "Sümeyye Erdoğan Skandalı" hâline getirdiğim Tolga Tuncer vakası, "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." deme terbiyesizliğinde bulunan Nihat Haluk Bilginer'in yavşakça tavrı ve daha onlarca skandalı gündeme getirsem; "Bu sana Tanrı'nın bir lütfudur!" diyor. Buradan, buna da bir açıklama getirmiş olayım:

Benim bu "tiyatral ve/ya toplumsal skandal avcılığım", hiçbir zaman için, bana Tanrı'nın lütfu değil, benim sosyalist bir reflekse sahip olmamdır. Çünkü ben, bir vahiy bekleme yerine, sürekli olarak okuyup beynini zenginleştiren bir insanım. Tabii ki Coşkun Büktel, bunu bir "art niyetle" değil de, karşı devrimcilerin "ayağıma takılması" anlamına söylemiş olsa da, onların benim ayağıma takılmaları, yine de benim sosyalist reflekse sahip olmamdandır. Hiçbir tiyatro dergicisinin sahip olmadığı bu refleksimle gurur duyma, övünme sayrılığına tutulmasam da, bu "tiyatral ve/ya toplumsal skandal avcılığımı", diğer tiyatro dergicilerine de hararetle ve samimîyetle önerme hakkına sahibim.

Erbilciğim, Ayşenil Şamloğlu, Lemi Bilgin, Nejat Birecik ve diğerlerinin sana verdikleri reklâmların oluşturduğu rehavet nedeniyle, Oblomov senin ruhunun içerisine taht kurmuş, Oblomov senin ensende bir Kırım Kongo Kenesi gibi faaliyete başlamış. Sen, bundan sonra, bir "Martin Eden" olamazsın. İstesen bile olamazsın. İçinde bulunduğun Oblomovcu hayat, buna asla ve kesinlikle izin vermez. Jack London'ın ölümsüz kahramanı "Martin Eden" olabilmek için, öncelikle, Ayşenil Şamlıoğlu, Lemi Bilgin, Nejat Birecik ve diğer burjuva imgecilerinden reklâm almayı bırakman gerekir. Reklâm pastasını yemeden bu Yeni Tiyatro Dergisi çıkmaz mı? Demek ki sen, okurlar için değil, Ayşenil Şamlıoğlu, Lemi Bilgin, Nejat Birecik ve diğer burjuva imgecileri için dergi çıkarıyorsun. O zaman da, "Ayşenil'in suçu ne?" sorusunu adam gibi sormayı bile akıl edemiyorsun, hattâ Ayşenil'i "koruma altına" alıyorsun. O zaman, sen, gerçek anlamda bir tiyatro dergicisi değil, (benim, seni, bağımsız ve özgür tiyatro dergiciliğine sürekli olarak ivmelendirmeme, yönlendirmeme karşın) Ayşenil ve diğerlerinin imge taşeronu olmaya devam ediyorsun hâlâ.

Erbil Göktaş - "Yanıt hakkı" burada, nerede Hilmi?

Hilmi Bulunmaz - Sen, kendi kendine, hiç de böyle bir kavrama gerek yokken, bir "yanıt hakkı" kavramı oluşturuyor ve bu kavram üzerine "doçentlik tezi" yazıyor, bu iki sözcüğü ("yanıt hakkı") âdeta bir fetiş hâline getirip, bu kavramın önünde tapınıyorsun. Ben, daha önceki yazılarımda defalarca belirttiğim gibi, bana yayınlanmak üzere gelen yazıları, kendi sitelerimin birinde mutlaka yayınlarım. Ben, daha önceki yazılarımda defalarca belirttiğim gibi, "sıfır sansür" yanlısı bir tiyatro yayıncısıyım.

Erbil Göktaş - Bu "çocuk" nereden çıktı?...

Hilmi Bulunmaz - Böyle, cinsel göndermeler yapan bir mantıkla sorulan sorulardan hiç, ama hiç hoşlanmıyorum! Cinsel göndermeler yapan bir mantıkla sorulan sorular, sadece hedef alınan kişiyi yaralamakla kalmaz; aynı zamanda, "kadın" cinsini aşağılar. Biz, sosyalistler, böyle bir tutuma asla ve kesinlikle izin vermeyiz. Bu "çocuk", tabii ki, fiziksel olarak annesinden, toplumsal olarak işçi sınıfından ve sanatsal olarak "ben"den çıktı.

Erbil Göktaş - O'na "asıl" söyleyeceklerimi telefonda ya da yüz yüze söyleyeceğim; şu an muhatabım sensin, çünkü bu çocuğu sen yetiştirdin ve en önemlisi bana ve Yeni Tiyatro Dergisi'ne olan saldırısını "senin sitende" yaptı.

Hilmi Bulunmaz - Bu telefonda söyleme ayaklarını hiçbir zaman sevmediğimi, "Hilmi de kimmiş?!" sözlerini telefonda etmesine karşın, yazma cesareti göstrememiş kişilerden nefret ettiğimi derhal belirtmeliyim. Ben, bana telefonda söylenen sözlerden değil, yazılı hâle gelmiş sözlerden sorumluyum. Yazarsın ve tabii ki yanıtını, er yada geç mutlaka alırsın! Evet, bu çocuğu ben "yetiştirdim" ve senin dergin de içinde olmak üzere, bütün burjuva tiyatro dergilerine saldırmasını ben arzu ettim. Ancak, bu çocuk, tetikçi değildir. Bu çocuk, tamamıyla kendi istenciyle hareket eden bağımsız ve özgür bir bireydir. Bu çocuk, Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Öğretim Kurulu Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı'ndan diploma dilenen bir zavallı değildir. Bu çocuk, daha sakalları bile çıkmadan, daha İngilizce'den Shakespeare'i okuyabilecek "ergenliğe" bile ulaşamadan TUTKAL adlı bir roman yazmıştır. Hem de öyle, diploma almak, "mastır" yapmak, doktor olmak, yardımcı doçent olmak için filan değil, sadece ve sadece emekçilere borcunu ödemek için yazmıştır bu romanı! Ayrıca, şunu de belirteyim: Bu site, "benim sitem" olduğu gibi, "benim sitem" olduğu kadar, Oğuzcan Önver'in ve işçi sınıfının da sitesidir!!!

Erbil Göktaş - Bu noktada aklıma 1977 yılında ODTÜ’de katledilen Ertuğrul Karakaya için yakılan bir ağıtın dörtlüğü geliyor; katleden kişinin adını değiştirerek aktarıyorum:

Hilmi Bulunmaz - "Oku bakayım!"

Erbil Göktaş - "Oğuzcan seni Oğuzcan seni / Yoz eğitmiş ustan seni / Arkasından vururlar mı / Sizde 'arkadaş' diyeni?"

Hilmi Bulunmaz - Benim de aklıma, senin, LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı gibi bir Kırım Kongo Kenesi tarafından yayınlanan Tiyatro... Tiyatro... adlı paçavraya yardım ve yataklık ettiğin geliyor! Ben de, bir tekerlemenin sözlerini değiştirerek yanıt vereyim:

"Onu öyle demezler, peynir ekmek yemezler, eğer senin, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için çabaladığını kanıtlamazsam, senin, LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın pespaye dergisine yardım ve yataklık ettiğini ikide bir gündeme getirmezsem bana adam demezler!"

Erbil Göktaş - Daha düne kadar benim de değer verdiğim, her şeyleriyle "hoş" gördüğüm, bu yetiştirdiğin hempaların önce kendini bilecek, sonra haddini bilecek!...

Hilmi Bulunmaz - "Hoş" görmek kavramı bile, egemen bir söylemdir. Bu kavram, tırnaklı da olsa, tırnaksız do olsa, hiç "hoş" değildir. Çünkü, egemenler "hoş" görür. Benim yetiştirdiğim bu hempalarım, bu omuzdaşlarım, bu yoldaşlarım, her zaman için kendilerini bildiklerinden, hiçbir zaman için, haddini bilmeyecekler. Hiç kimse, benim bu hempalarıma, bu omuzdaşlarıma, bu yoldaşlarıma haddini bildiremeyecek. Ancak, benim bu hempalarım, bu omuzdaşlarım, bu yoldaşlarım, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için çabalayanlara, LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'ya yadım ve yataklık edenlere haddini bildirecekler.

Erbil Göktaş - Bilmiyorsa bildireceksin, bildiremiyorsan ben bundan seni sorumlu tutacağım ve faturayı sana keseceğim!..

Hilmi Bulunmaz - Erbilciğim, nasılsın iyi misin? Herhangi bir sağlık sorunun falan yok değil mi? Başın dönmüyor, miden bulanmıyor, gözlerin kararmıyor, değil mi? Beni, hiçbir kimse, hiçbir zaman, hiçbir konuda asla ve kesinlikle sorumlu tutamaz. Çünkü, ben, ipleri Ayşenil Şamlıoğlu'na, Lemi Bilgin'e, Nejat Birecik'e ve diğer burjuva imgecilerine bağlı bir kukla değilim. Bana, hiçbir kimse, hiçbir zaman, hiçbir konuda değil fatura, değil irsaliye, üçüncü hamur kağıda yazılmış bakkal hesabı bile kesemez. Değil mi ki, beni noter onaylı ihtarnameler, savcılık şikâyetnameleri, yargıç sorgulamaları durduramadı, senin faturaların asla ve kesinlikle durduramaz. Üyesi olduğun LİNÇÇİ Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği (OYÇED) eski Genel Sekreteri Burhan Gün ve aynı çanak yalayıcı derneğin üyesi ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Öğretim Kurulu Bursa Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Başkanı LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek'e, benim sosyalist devrimci refleksimi sorabilirsin.

Erbil Göktaş - “Öderim, ne var canım?” diyorsan, ödeyemezsin Hilmi!...

Hilmi Bulunmaz - Elma dersem çık, armut dersem çıkma. Elmalarla armutları toplamak, yanıltıcı sonuçlara neden olabilir. Sapla samanı birbirine karıştırmak, bizi umulmadık çıkmazlara sokabilir. Armudun sapı, üzümün çöpünü düşünen Oblomovcu olabilir. Armudun iyisini ayılar yer. Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, önüne zorla dayatılan hiçbir faturayı, işkence altında olsa bile, asla ve kesinlikle imzalamamıştır ve şu anda bile imzalamayı asla ve kesinlikle düşünmemektedir.

Erbil Göktaş - Ne sen, ne de başkaları bu kez keseceğim “faturaları” ödeyemezsiniz...

Hilmi Bulunmaz - Bizim önümüze, hiç kimse, hiçbir zaman için, değil fatura, değil irsaliye, üçüncü hamur kağıda yazılmış bakkal hesabı bile çıkaramaz. Çıkarma cesareti gösterse bile, yineliyorum, asla ve kesinlikle imzalamayız.

Erbil Göktaş - “Başka yerde gider yayınlarlar” diyorsan, başkaları hiç ödeyemez; çünkü bu faturaların “maddi” karşılığı yoktur; “insan” olan, kendisine “geçmiş olsun” diyen birisine böyle davranamaz; “insan olan”, kendisiyle "bir kavle ortak" olana bu biçimde saldırılmasına izin veremez...

Hilmi Bulunmaz - Erbilciğim, günaydın, hâlâ uykuda falan mısın? Sen, rüya mı görüyorsun? Onlarca yıldır sosyalist devrimci ideoloji için mücadele veren, onlarca yıldır sosyalist sanat yapmaktan başka hiçbir derdi bulunmayan Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ı yumuşatmak mümkün mü?

Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'la bir "anlaşma, kavl, sözleşme" yapmak için, öncelikle, sosyalist olmak gerekir. Ben, sosyalist ideolojiyle hareket etmeyen hiçbir kişi, hiçbir kuruluş, hiçbir kurumla "kavl" içersinde olmam!

Peki, bir iki yumuşatıcı söz söylenince, Bulunmaz'ın kıvırması mümkün mü? Bulunmaz'ın alttan alması mümkün mü? İnsanlığın en büyük erdemi olan sosyalizme gönül yatırmış birinin, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için imge taşeronluğu yapan birinin önünde diz çökmesi mümkün mü? Yanıtını ben vereyim: Mümkün değil!!!

Erbilciğim; acemice, bulanık, canhıraş, çaresizce, depresif, entipüften, feci, galiz, hercümerç... bir yazı yazdığın için, anlamakta çok zorlanıyorum! Sanırım, sahibi bulunduğum Sosyalist OYUN Dergisi'nin Leninist tavrını imha etmek isteyen ve bu derginin Genel Yayın Yönetmeni yapma gafletinde bulunduğum Toprak Karaoğlu ile yine bu derginin eski editörü Ozan Akgül'den ve onların Kırım Kongo Kenesi LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı ile LİNÇÇİ Ahmet Ertuğrul Timur'a (nam-ı diğer 3. Abdülhamid) yanaşma olmalarından bahsetmek istiyorsun... Ancak, onların (Ahmet Ertuğrul Timur, Mustafa Şükrü Demirkanlı, Ozan Akgül ve Toprak Karaoğlu), ne hâllere düştüklerini, karşımda bir saniye bile tutunamadıklarını, benim devrimci sosyalist iradem nedeniyle, bir damla yazı dahi yazamadıklarını görmüyor musun? Sahi, Erbil, sen, görme yetinide mi yitirdin?

Erbil Göktaş - İnsan olan kendisiyle “ortak bir kaderi” paylaşmak için “pek çok şeyi” elinin tersiyle iten birisini böyle arkadan vuramaz; geçmişte bunu bana Mustafa Demirkanlı yapmıştı, şimdi sen yapıyorsun; Demirkanlı'nın 2003’de, kendi deyimiyle "80 milyar tutan borçlarının ödenmesi” için üç yıl gecemi gündüzüme katarak “borçlarını ödemesi” için, aydın sorumluluğuyla nasıl çalıştıysam, Demirkanlı'nın seni ve Coşkun Büktel'i "linç" etmemesi için gecemi gündüzüme katarak ve her şeyi göze alarak karşı çıktım; "Gece Dersleri" böylesi bir iyi niyetin sonucudur; bunlara "Karanlık" diyenin yüreği karanlıktır, senin bunu söyletmemen gerekirdi; Ö. Faruk Kurhan'ın "Gece Sayıklamaları" söylemiyle aynı noktaya düştüğünüzün farkında mısın? "Gece Dersleri" için ne bedeller ödediğimi sen bilmiyor musun?...

Hilmi Bulunmaz - "Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, Erbil Göktaş'a ve diğerlerine yanıt veriyor!" başlıklı video konuşmamda da belirttiğim gibi, benim sana kişisel hiçbir teşekkür borcum yok. Ben, senin LİNÇÇİ olmamanı sosyalizm adına, "kutsamıştım"; yine, sosyalizm adına "kutsuyorum". Sen, LİNÇÇİ olmayarak, benim onurumu değil, kendi onurunu kurtarmıştın. Ayrıca, beni dünyanın en alçak insanı LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı ile aynı kaba koyman, aynı terazide tartman, aynı kategoride değerlendirmen, hiç de doğru olmamış. İşte sadece bu benzetmen nedeniyle bile, seninle de "papaz olmak" zorunda kalacağımı bilmeni isterim.

Erbilciğim; sen, hayatının en büyük yanlışlarından birini, Kırım Kongo Kenesi gibi Türkiye tiyatrosunun ensesine yapışan bir tiyatro düşmanına yardım ve yataklık ederek yapmışsın. Bir de tutmuş beni, bu tiyatro düşmanıyla, bu Kırım Kongo Kenesi gibi Türkiye tiyatrosunun kanını emen, bu LİNÇÇİ, bu yalancı kişiyle aynı kaba koyuyor, aynı terazide tartıyor ve aynı kategoride değerlendiriyorsun. Eğer, sen, LİNÇÇİ biri olsaydın, sana aynen şöyle seslenirdim: Oha, çüüüşşş! LİNÇÇİ bir alçak olacak kadar onursuz bir insan olmadığın için, sana, sadece, "ayıp ediyorsun Erbil" diyorum...

Erbil Göktaş - 1) Çalıştığım kuruma ve akademisyen arkadaşlarıma bana saldıran imzasız mektuplar gönderildi; amaç benim hakkımda soruşturma açtırtmak ve beni işten attırtmaktı. Eşimle aram bile bozulmak istendi…

Hilmi Bulunmaz - Senin çalıştığın kuruma ve akademisyen arkadaşlarına sana saldıran imzasız mektuplar gönderenler, birer orospu çocuğudur. Ben, biz, hiçbir zaman için, imzasız tuvalete bile gitmeyiz. Bizim girdiğimiz tuvalete, bizden hemen sonra girenler, bizim bokumuza bile bakarak, bizim imzamızı hemen anlayabilirler. İmzasız mektup göndermek, tamamıyla orospu çocukluğudur. Senin hakkında soruşturma açtırtmak ve seni işten attırmak isteyenler, sözün en yalın hâliyle birer orospu çocuğudur. Senin eşinle aranın bozulmasını isteyenler, sözcüğün tam anlamıyla birer orospu çocuğudur.

Erbil Göktaş - 2) Öğrencilerime çengel atılıp bana karşı kışkırtıldı; neyse ki o kadar "sağduyulu" öğrenciler yetiştirmişiz ki "bir-iki" istisna dışında bu "oyuna" gelen olmadı.

Hilmi Bulunmaz - Senin öğrencilerini, sana karşı kışkırtanlar da birer orospu çocuğudur. Oysa, benim "öğrencilerim", senin öğrencilerin kadar dayanıklı tüketim maddesi değildi. Benim "öğrencilerim", çöpe atılmayı bekleyen birer sümüklü kağıt mendil gibiydi. Benim "öğrencilerim", "bir-iki" istisna dışında, hepsi bu "oyuna" geldi. Örnekse Toprak Karaoğlu ile Ozan Akgül, ben, onları, Lenin'in fotoğrafını ve sözlerini Sosyalist OYUN Dergisi'nden söküp atmaları nedeniyle kapının önüne koyar koymaz, onlar, hemen telefona sarılarak, tiyatro düşmanı, bir Kırım Kongo Kenesi gibi Türkiye tiyatrosunun kanını emen, LİNÇÇİ ve tabii ki yalancı Mustafa Şükrü Demirkanlı "abi"lerini arayarak, stratejik ve taktik destek aldılar!

Erbil Göktaş - 3) Ama bu "olay" dolayısıyla ama "başka" nedenlerle milyarlarca lira "maddi" kayba uğradım.

Hilmi Bulunmaz - Ben, sosyalist devrimci tiyatro yaptığım için, tahminî rakamla söylüyorum (eski parayla) iki trilyon "maddi" kayba uğradım. Gözaltılar, tutuklanmalar, işkenceler, tehditler, tacizler, ölüm tehditleri de cabası!

Erbil Göktaş - 4) Her iki durumda da harcadığım mesaiyi "akademik yükselme" için gerekli olan "yabancı dili" geliştirmeye harcasaydım bugün adımın önünde başka ünvanlar (unvanlar) olurdu; ama bundan sonra öyle yapacağım herhalde…

Hilmi Bulunmaz - Ben, harcadığım paraları ve harcadığım mesaileri, "akademik yükselme" için harcasaydım, şu anda emekli profesör olurdum. Tabii ki, o zaman da, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz olamazdım.

Ayrıca, İngilizce öğrenmeyi bu kadar abartma be Erbil! Ben, hem de ilkokul mezunu bir "Ali" olarak aserlik yaparken, kendi kendime ve sadece iki ay çalışarak, "boğulmayacak kadar" İngilizce öğrendim. Dünyanın neresine gidersem gideyim ekmek ve su isteyecek, adres soracak kadar, hattâ bazen şiir okuyabilecek kadar bile İngilizce biliyorum. Daha da fazlası, İtalyan, Romen ve Rus dileleriyle de "çat-pat" anlaşabiliyorum. Ne demişler; azimle işeyen duvarı delermiş. Erbilciğim, "Nazar etme ne olur, çalış senin de olur!"...

Erbil Göktaş - Siz, "hepiniz" bana da saldırmaya, saldırılmasına izin vermeye devam edebilirsiniz...

Hilmi Bulunmaz - Sana ve senin gibi tüm kapitalist imge taşeronlarına saldırmaya devam edeceğiz! Çünkü, biz, şunu çok iyi biliyoruz:

"Kara oyun aklayıcıları", yani Ayşenil Şamlıoğluları, Lemi Bilginler, Nejat Birecikler ve daha bir sürüsü, senin gibi iyi niyetli, hüsnüniyet sahibi insanlar sayesinde, hiç de tiyatro sanatıyla ilgisi olmayan çakma oyunları (Örnekse; Çorumlu LİNÇÇİ yazar Tuncer Cücenoğlu'nun "Çığ" garabetini!) gerçek oyunmuş gibi; benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin önüne çıkarma cesaretine sahip oluyorlar. Üstelik, benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle beslenmelerine karşın, bana, halkıma, tüyü bitmemiş yetime hiç hesap verme ihtiyacı bile duymadan!

Senin gibi iyi niyetli, hüsnüniyet sahibi insanları kullanan bu "kara oyun aklayıcıları", senin gibi iyi niyetli, hüsnüniyet sahibi insanlara verdikleri reklâm karşılığında, senin gibi iyi niyetli, hüsnüniyet sahibi insanlardan aldıkları cerasretle, benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin sorduğu binlerce yakıcı soruya yanıt verme duyarlılığını bile göstermiyorlar.

Sırtlarını Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kalın ve küflü duvarına yaslayan bu "çakma oyun yazarları", bu "kara oyun aklayıcıları", İstanbul Devlet Tiyatrosu reklâm kulelerini ticari şirketlere peşkeş çekme cesaretini, reklâm verdikleri senin gibi iyi niyetli, hüsnüniyet sahibi tiyatro dergicilerinden alıyorlar.

Bu "çakma oyun yazarları", bu "kara oyun aklayıcıları", Sosyalist OYUN Dergisi emekçilerine, senin gibi iyiniyetli, hüsnüniyet sahibi insanlar sayesinde saldırabiliyorlar. Bu "çakma oyun yazarları", bu "kara oyun aklayıcıları", 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman'a "Emek Ödül"ü verilmesini, senin gibi iyi niyetli, hüsnüniyet sahibi insanlar sayesinde legalize edebiliyorlar, meşru kılabiliyorlar, yasallaştırabiliyorlar.

Bu "çakma oyun yazarları", bu "kara oyun aklayıcıları" LİNÇ KAMPANYASI sürecinde, ya bu kampanyaya destek veriyorlar yada bu kampanyaya bulaşmayarak, tamamıyla sessiz kalarak, bu kampanya sonucu Coşkun Büktel'le benim LİNÇ edilmemiz için yardım ve yataklık ediyorlar!

Erbil Göktaş - Ama yaşamımla bütünleşen, okuduğum binlerce kitabın bir sonucu olan "akademik kimliğime" laf edeni ve buna aracı olanları anasından doğduğuna bin pişman edeceğimi sana da bildiriyorum.

Hilmi Bulunmaz - Cesaretin varsa, entelektüel bilincin yeterse, yüreğin kaldırabilirse, beni, bizi anamızdan doğduğumuza pişman et de, dünya, analar ne yiğitler doğurmuş görsün!

Erbilciğim, sen de çok iyi biliyorsun ki, "akademik kimlik" edinmek için, binlerce kitap okumak gerekmiyor. Hattâ, "akademik kimlik" edinmek için, mümkünse çok az okuyup hiç düşünmemek gerekiyor. Bunu anlaman için, senin de amirin olan, senin de emrinde çalıştığın Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Öğretim Kurulu Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. (doktor unvanı bulunmayan) Mehmet Reşat Başar'ın, koskoca Güzel Sanatlar Fakültesi'ni, Adana karpuzu gibi ikiye bölen dangalaklığını görebilmek bile, "akademik kimlik" sahibi kişilerin, ne kadar dangalakça davranabileceğinin somut bir kanıtı değil mi?

Erbil Göktaş - O yanındaki "çocuk" bunları bilmiyorsa öğret; önce okumasını öğret; ona "Gece Dersleri" de yetmez, o yüzden "Geceyarısı Dersleri" de koydum, gecenin en koyu karanlığında, kararan ruhların bu derslere çok ihtiyacı var; Genel Yayın Yönetmeni yaptığın o çocuk, önce on fırın ekmek yiyecek, on kütüphane dolusu kitap okuyacak, 14 yaşından beri harçlığımdan keserek, maaşımdan artırarak, çoluk çocuğumun "rızkından keserek" aldığım ve bazılarını binlerce kez okuduğum yaklaşık yüz milyar harcayarak edindiğim on bin kitaba, bu kitapların ardındaki birikime saygı gösterecek; (param yetmediği için eşten dosttan aldığım ve kütüphanelerde okuduğum kitapları saymıyorum bile…)

Hilmi Bulunmaz - Erbil kardeşim, "bazılarını binlerce kez okuduğum" dediğin kitapların adlarını ver de, ben de, o "binlerce kez okuduğun" kitaplardan seni sınava tabi tutayım. Bu sınavdan başarıyla geçemediğinde de, seni, "binlerce kez şınav çekmeye" mahkûm edeyim!

Erbilciğim, ben, yanımdaki "çocuk"a değil, sana ve senin gibi kapitalist imge taşeronlarına hayatı öğretmeyi kendine iş edinmiş biriyim. Önce, sana ve senin gibi kapitalist imge taşeronlarına okumasını, yazmasını, en önemlisi "bazılarını binlerce kez okuduğum" dediğin kitapların hayata dair bir şeyler içerdiğini öğretmek için çaba harcayan biriyim. Bu "'Geceyarısı Dersleri' koymak" sözü, umarım, bir cinsellik falan içermiyordur. Eğer, öyle bir anlam içeriyorsa, benim ağzım, bu konularda oldukça zengindir. Bu anlam zemini kaygan söz için, şimdilik, sadece Oğuzcan'ın kaleme aldığı yazının başlığını yinelemekle yetiniyorum: "Bizim, sizin karanlık derslerinize ihtiyacımız yok!"

"Genel Yayın Yönetmeni yaptığım o çocuk", kendisini kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için imge taşeronluğuna yatırmak yerine, haftada dört kitap okumaya devam ediyor hâlâ. Ayrıca, TUTKAL adlı romanın yazarıdır kendisi. Ya, Erbil, bu kitap okuma işine bu kadar kafa takma. Sen, hiç sanmıyorum ama, "bazılarını binlerce kez okuduğum" dediğin kitap işine kafa takmış bir insan olabilirsin de, hayatı bir türlü okumaya çaba harcamamışsın be birader.

Erbil Göktaş - Saygı göstermiyorsa, "hakça" davranacak; biraz gecikerek de olsa kendisine "geçmiş olsun" diyen ve "savunan" birisine böylesine "köpekçe" saldırmayacak….

Hilmi Bulunmaz - Erbil kardeşim, "biraz gecikerek" değil, Mesut Alptekin, sana karşı kanatıcı, seni yerinden hoplatıcı, seni devrimci dayanışmaya zorlayıcı bir yazı yazmış olmasaydı, sen, facebook bataklığındaki karanlık dünyanda kulaç atmaya, facebook bataklığını bir "geciktirici" olarak kullanmaya devam edecektin hâlâ. Mesut Alptekin, sana, patlamak üzere olan bir balona iğne batırır gibi çok ciddi bir uyarıda bulunmasaydı, sen, "çakma oyun yazarları" tarafından karaborsaya sürülen sözde oyunları "kara oyun aklayıcısı" olarak çamaşır makinesinde yıkama göreviyle donanmış Ayşenil'den gelecek reklâm paralarının hesabıyla kurduğun karanlık düşlerindeki irrasyonel dünyanda gezinmeye devam edecektin hâlâ. Erbilciğim, sen, "geçmiş olsun" demedin, "geçmiş olsun" demek zorunda bıraktırıldın.

Erbil Göktaş - Bu nasıl bir söylemdir ya?...

Hilmi Bulunmaz - Müsaade et de, TUTKAL romanını yazabilecek kadar damıtılmış bir estetik bilince sahip bir adam, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz gibi "tehlikeli" bir adamın hempası, omuzdaşı, yoldaşı olan bir adam, adam gibi, yani dilediği gibi bağımsızca ve istediği gibi özgürce yazı yazsın!

Erbil Göktaş - “Yanıt hakkı” bunun neresinde?...

Hilmi Bulunmaz - Nereden çıkıyor Allah'ını seversen bu "yanıt hakkı"? Sen, benim "sıfır sansür" yanlısı olduğumu hâlâ öğrenemedinse, bundan sonra mümkün değil öğrenemezsin. Erbilciğim, Ayşenil'in, Lemi'nin, Nejat'ın ve ("çakma oyun yazarları" tarafından karaborsaya sürülmüş sözde oyunları, "kara oyun aklayıcısı" olarak tiyatro çamaşırhanesinde çitileyen) diğerlerinin, sana verdiği reklâm paralarından başka konular da var hayatta. Hani, sansür-mansür sorunu gibi!

Erbil Göktaş -"Bir köpek, zincirinin sağladığı olanak kadar özgürdür!"

Hilmi Bulunmaz - Doğru! Eğer, bir köpek, bağımsız ve özgür bir biçimde sokakları arşınlama hakkını elde etmek istiyorsa, öncelikle zincirini koparacak, açlığı göze alabilecek bir erdeme sahip olmalıdır! Kendi kendisini taşıyabilecek, kendi kemiğini kendisi bulabilecek bir duyguya sahip olamayan hiçbir köpek, asla ve kesinlikle ne bağımsız, ne de özgür olabilir!!!

Erbil Göktaş - Bu ne demek Hilmi?...

Hilmi Bulunmaz - Soru sorulamayacak kadar net bir ifade. "Bir tiyatro dergicisi, Ayşenil'in sağladığı olanak kadar özgürdür!" Sırtını, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kalın ve küflü duvarına yaslayan Ayşenil Şamlıoğlu, Lemi Bilgin, Nejat Birecik ve diğerleri, sadece ve sadece kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için çalışıyorlar. Adlarını saydığım bu kişiler ve diğerleri, sahte duygular mimarı William Shakespeare'in kraliçeci ruhunu emekçi kitlelere şırınga etmek için çalışıyorlar. Bunlar, başta Çorumlu yazar LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu olmak üzere, "çakma oyun yazarları" tarafından karaborsaya sürülen sözde oyunların halkımıza ninni söylemesi için, "kara oyun aklayıcıları" olarak çalışıyorlar. İşte, senin gibi iyi niyetli, hüsnüniyet sahibi tiyatro dergicileri de, bu "çakma oyun yazarları" dediğimiz kişileri ciddi bir biçimde eleştirmemen, onların kara borsaya sürdükleri sözde oyunları gerçek oyunmuş gibi okurlarına yutturman, bu sözde oyunları tiyatro çamaşırhanesinde çitileyerek bu pespaye oyunları bana, halkıma, tüyü bitmemiş yetime kakalamaya çabalayan "kara oyun aklayıcıları" dediğimiz egemenleri net, sert bir biçimde eleştirmediğin için aldığın reklâmlarla senin yazma bağımsızlığının, senin eleştirme özgürlüğünün arasında oluşturulmuş bir köprü vazifesi gören bu imge, bence çok yerinde kullanılmış!

Erbil Göktaş - Birisi de kalkıp “sen böyle köpekçe davranırsan daha çok dayak yersin” derse ne olacak?...

Hilmi Bulunmaz - Dayak atana dayak atmasını bilecek kadar siyasal bilincimiz var, merak etme sen. Ayşenil, Muhsin Ertuğrul'un koltuğunu terk etmek zorunda kaldığında, yanında bir kişi bile bulunmayacak. Ayşenil, gece yarısı hırsızlık yapmak için bir eve gizlice ve sessizce girmiş birinin ruh durumuyla o koltuğu terk etmek zorunda kaldığında, yanında bir kişi bile bulunmayacak. Ayşenil de, tıpkı Kazmacıbaşı'nın (nam-ı diğer Orhan Alkaya) terk etmek zorunda kaldığı gibi, Muhsin Ertuğrul'un koltuğunu terk edecek. Belki o zaman, sen de, "Ayşenil'in suçu ne?" sorusunu sormaya başlarsın. Ancak, sen, bu soruyu sormayı akıl ettiğinde, iş işten çoktan geçmiş olacak! Sen, bu soruyu sorduğunda, atı alan Üsküdar'ı geçmiş olacak!! İşte o zaman, ben de, sana, "Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye" diyeceğim!!!

Erbil Göktaş - Kaldı ki “köpeklere” de haksızlık etmeyelim, köpeklerin çoğu “haksız” yere, durup dururken ve “kendisini seven” kimseyi ısırmaz.

Hilmi Bulunmaz - Doğru, benim de iki köpeğim var ve hiçbir zaman beni ısırmadılar. Benim köpeklerim de, sosyalist bir refleksle hareket ediyorlar. Bir zamanlar, sekiz faşist yolumu çevirmiş ve "neden Ramazan olmasına karşın oruç tutmadığım" için, beni darp etmek istemişlerdi. Üstelik o zamanlar iki değil, bir köpeğim vardı. Sadece Toprak bile, tek başına, bu sekiz faşisti, rahatlıkla savurmuştu. Faşistlerle kavgamız sonucu açılan dava, şu anda Yargıtay'da... Yineliyorum; "Ayşenil'den reklâm alan bir tiyatro dergisi sahibi, Ayşenil Şamlıoğlu'nun sağladığı olanak kadar özgürdür!"

Erbil Göktaş - 5) "Kampanya" sürecinde bugün internette "google" arama motorunda Ö. Faruk Kurhan, A. Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı ve başkalarının yazdığı bir sürü “insafsız, izansız” yazı bulunmakta "Erbil Göktaş"la ilgili…

Hilmi Bulunmaz - Belki, senin doçentlik unvanını kazanman için gerekli olan İngilizce sınavına bir yararı olur diye, ben de sana, İngilizce bir söz söyleyeyim: So what!

Ne yani! Bu alçaklar, bu basiretsizler, bu cahiller, bu çakallar, senin yada bir başka "anti-LİNÇÇİ" kişinin, örnekse Feridun Çetinkaya'nın hakkında "insaflı, izanlı" yazı mı yazacaklardı? Bu alçakların, bu basiretsizlerin, bu cahillerin, bu çakalların, bir de senin hakkında, "insaflı, izanlı" yazı yazdıklarını düşün! İşte, o zaman, doğru gitmeyen bir şeyler var demektir. Bu alçaklar, bu basiretsizler, bu cahiller, bu çakallar, senin hakkında "insafsız, izansız" yazı yazdılar. Bu alçaklar, bu basiretsizler, bu cahiller, bu çakallar, beni LİNÇ etmek istemekle kalmayıp, bana, noter onaylı ihtarname gönderdiler. Beni, savcılığa şikâyet edip, beni mahkemeye verdiler. Hem de 2 yıl hapsimi isteyen ve benden, haraç ister gibi, utanıp sıkılmadan, insanlıktan soyunarak, tam tamına 25 milyar para istediler! Bu alçaklar, bu basiretsizler, bu cahiller, bu çakallar, hep böyledir. Bunlar, tıpkı çakallar gibi sürü hâlinde davranırlar. Bunlardan çekinmek, bunlardan korkmak, bunlardan ürkmek, insanı büyük bir felakete sürükler. Ben, bunların sadece kendilerinden değil, para verip kiraladıkları avukatlarından da asla ve kesinlikle çekinmiyorum, korkmuyorum, ürkmüyorum. Hem de, onlar gibi paramla avukat kiralamadan. Hem de, tek başıma... Hem de, sırtımı Ayşenil'e, Lemi'ye, Nejat'a ve diğerlerine yaslamadan. Hem de, hiçbir tiyatro esnafının, onlarca kez girdiğim duruşmalarıma hiçbir "destek" sunmamasına karşın. Hiçbir tiyatro dergicisinin, benim davalarımı tiyatro kamuoyuna sunmamalarına karşın... Ama ben, tek başıma mücadele verdiğimde de çok güçlüyüm! Çünkü, ben, haklıyım!!!

Duruşmalarımla ilgili olarak, hemen bir not düşmüş olayım:

Benim hukuk bilgim, kırıntı hâlinde bile değilken, yaralı parmağa işeme zahmetinde bulunmayan hiçbir tiyatro esnafını, hiçbir tiyatro dergicisini, hiçbir tiyatro oyuncusunu, hiçbir tiyatro yazarını, bundan böyle de, hiçbir duruşmamda görmeyi, asla ve kesinlikle istemiyorum. Çünkü, ben, bu saydıklarım için değil, emekçiler için tiyatro yapıyorum. İşçi sınıfının tiyatral bilincine katkı sunmak için, bu alçakların, bu basiretsizlerin, bu cahillerin, bu çakalların karşısına dimdik ve tek başıma çıkabiliyorum.

Erbil Göktaş - Oysa ben hepsini seviyor ve kazanmak istiyordum, tıpkı Coşkun Büktel'i, Feridun Çetinkaya'yı ve seni de sevdiğim gibi...

Hilmi Bulunmaz - "Hepsini sevmek" mümkün değildir. "Hepsini kazanmak" mümkün değildir. Coşkun Büktel ve Feridun Çetinkaya için bir şey söyleyemem, ama beni "sevmek zorunda" değilsin. Tıpkı, benim de, seni sevmek zorunda olmadığım gibi. Bir insan, hem LİNÇÇİ Ahmet Ertuğrul Timur'u ve hem de LİNÇ edilmek istenen Coşkun Büktel'i seviyorsa, ben bunu anlayamam! Bir insan, hem LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı ve hem de LİNÇ edilmek istenen Hilmi Bulunmaz'ı seviyorsa, ben bunu anlayamam!! Bir insan, hem LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan'ı ve hem de LİNÇ karşıtı Feridun Çetinkaya'yı seviyorsa, ben bunu anlayamam!!!

Coşkun Büktel ve Feridun Çetinkaya için bir şey söyleyemem, ama ben, LİNÇÇİ kişilerle, aynı mezarlıkta bile yatmak, aynı silahtan çıkan mermiyle bile vurulmak istemem!!!...

Erbil Göktaş - Ben en başta hümanistim, benim yüreğim geniş; eleştiri, tartışma ayrı; onu sonuna kadar yaparız; ama senin hempaların benim 30 yıldır “sevdiğim” Özdemir Nutku'ya olan “sevgimi” sorgulamaya kalkıp saldırmaya yelteniyorlar…

Hilmi Bulunmaz - Ben, en başta sosyalistim. Benim mezhebim geniş değil. Benim hempalarım, benim omuzdaşlarım, benim yoldaşlarım, senin "30 yıldır sevdiğin Özdemir Nutku"yu sevmek zorunda değiller. Çünkü, senin "30 yıldır sevdiğin Özdemir Nutku", yine bir başka sevdiğin Coşkun Büktel'e iftira attı.

Erbil Göktaş - Buna asla izin vermem; ben ne diyorum, Özdemir Hoca'ya eleştirilerinizi sağlam temellere oturtun; kaldı ki ben "kampanya" döneminde çok sevdiğim Özdemir Hoca'yı bile karşıma almaktan çekinmedim.

Hilmi Bulunmaz - Sen, LİNÇ KAMPANYASI sürecinde, kendi onurunu kurtardın, benim, bizim onurumuzu değil. O LİNÇÇİ alçakların içerisinde bulunsaydın da, neler çekeceğini bir görseydin!

Erbil Göktaş - Senin bu “çocuğa” ne oluyor?

Hilmi Bulunmaz - Benim bu "çocuğa" sosyalizm ışığı vuruyor!

Erbil Göktaş - O kim oluyor?

Hilmi Bulunmaz - O şimdi roman yazarı!

Erbil Göktaş - Senin yetiştirmelerin bunları, bu ödenen bedelleri görmemiş, okumamış olabilirler, çünkü okumuyorlar; iki-üç kitap, üç-beş dergi okuyup “ahkam” kesmeye kalkıyorlar; saldırınca bir “halt” olacaklarını sanıp kısa yoldan “şöhret” olmaya kalkıyorlar…

Hilmi Bulunmaz - Eğer sen, LİNÇÇİ biri olsaydın, senin yukarıdaki repliğine karşılık "Erbil bok yiyorsun!" diye yazardım. Ancak, sen, LİNÇÇİ olacak kadar alçak biri olmadığın için, "Erbil halt ediyorsun!" demekle yetiniyorum. Benim "yetiştirmelerim", ödenen bedelleri görebiliyor, okuyorlar. Yineliyorum: Oğuzcan Önver, haftada dört kitap okuyor. Benim "yetiştirmelerim", asla ve kesinlikle şöhret peşinde değiller. Şöhret peşinde olsalar, içerisinde bir sürü çakal ruhlu ünlünün bulunduğu LİNÇ KAMPANYASI listesinin lağımında yüzüyor olurlardı.

Erbil Göktaş - Yazısının altındaki fotoğrafta “oyuncağını göğsüne koyup baak bunu ben yazdım” toyluğundan, çiğliğinden kurtulmasına bu “dersler” umarım vesile olur…

Hilmi Bulunmaz - Erbilciğim, LİNÇÇİ olmamana karşın, şu lâfı hak ettiğini belirtmem gerekir: "Ha siktir be!"

Erbil Göktaş - Evet, ben sadece “sizinle” ilgili olarak bu “bedelleri” ödedim; senin “çocuğun” diğer ödeyip ödemediğimi söylediği bedellere birazdan geleceğim…

Hilmi Bulunmaz - Asla ve kesinlikle kabul etmiyorum. Eğer sen, sadece benim, bizim için böyle bir bedel ödedinse, durup ince ince düşünmek gerekir. Sen, bu bedelleri ödeyerek, onurunu kurtardın. Sana, bu bedeller nedeniyle asla ve kesinlikle teşekkür etmem. Sana, ancak, sosyalizm adına teşekkür edebilirim.

Erbil Göktaş - Yani Hilmi, karşılıklı harcanan bu enerjiler senin deyiminle “Türkiye Tiyatrosu” için harcansaydı, tiyatromuz bugün şaha kalkardı, Atatürk Kültür Merkezi, dört sahnesiyle birlikte ve Taksim Sahnesi çürümeye terk edilemezdi; ne Yeni Sahne ne de Harbiye Muhsin Ertuğrul yıkılamazdı; neyse ki “o cılız” muhalefete rağmen Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin “iyi kötü” “yenisi” yapılabildi; Üstün Akmen kendisini “dozerlerin önüne” atamadığı halde kurtarılabildi.

Hilmi Bulunmaz - Atatürk Kültür Merkezi konusunda da LİNÇÇİ kişilerin büyük payı var. Onları, daha sonra değerlendireceğim. Senin, AKM'yi buraya taşıman, tamamıyla, "maymuna bak" demenden kaynaklanıyor.

Erbil Göktaş - Eğer o “kampanyadaki güçler” Türkiye Tiyatrosu’nun yapısal ve fiziksel sorunları için “bir araya” gelebilselerdi bugün tiyatromuz varolan sorunların girdabında boğulmamak için çırpınmazdı; bundan sen de sorumlusun; hiç “o konularda bilgisizim” savunmasına sığınma, sırf çok bariz bir örnek olduğu için hep AKM’yi örnek veriyorum, söyler misin AKM için kaç yazı yazdın, çektiğin “binlerce” videodan kaçında bu soruna değindin?...

Hilmi Bulunmaz - Döner bakarım. Bu konu üzerine yazdığımı ve konuştuğumu anımsıyorum. Onu da ayrıca değerlendirebilirim. Merak etme sen. Yeter ki, "maymuna bak" demekten vazgeç!

Erbil Göktaş - Türkiye Tiyatrosu’nda “bu çocukların” yaşadığı “nahoş” duruma benden başka kim sahip çıktı?...

Hilmi Bulunmaz - Sen de dahil, hiç kimse sahip çıkmadı!

Erbil Göktaş - Senin kızını sitesinde “malzeme” yaptı diye Burak Caney'iYeni Tiyatro Dergisi'nde benden başka “binlerce kez” kim lanetledi?..

Hilmi Bulunmaz - Diyet mi istiyorsun?

Erbil Göktaş - Büktel'le Çetinkaya da lanetlemiş ya da eleştirmiş olabilirler, ama doğrudan senin kızın bağlamında ele alıp almadıklarını anımsayamadığım için öyle yazdım, bunu da belirteyim.

Hilmi Bulunmaz - Diyet mi istiyorsun?

Erbil Göktaş - "facebook" sana göre "bir bataklık" olabilir; ben "facebook hesabımı Coşkun Büktel'in önerisiyle” açtım; kendisine teşekkür ediyorum, çünkü bu “ortamı” bizler de kendi amaçlarımız için kullanabiliriz; nitekim ben de öyle yapıyorum, şarkılarımızı, oyunlarımızı, videolarımızı ve yazılarımızı paylaşıyorum; çünkü "facebook bir paylaşım sitesidir"…

Hilmi Bulunmaz - Coşkun Büktel'e de, sana da, facebook bataklığı hayırlı uğurlu olsun! İyi paylaşmalar, iyi paslaşmalar!

Erbil Göktaş - Senin “çocuk” (O.Ö.) hızını alamamış Can Yücel’e de saldırmış; "gerici duygular yayan 66. Sone’yi" ve bu sonenin Berliner Ensemble’da Robert Wilson ve diğer yorumları paylaşmamdan dolayı Can Yücel’e de saldırmış…

Hilmi Bulunmaz - Ne var bunda? Bana göre de, 66. Sone, tamamıyla arabesk, tamamıyla gerici, tamamıyla karşı devrimci, tamamıyla teslimiyetçi bir "şiir"...

Erbil Göktaş - Can Yücel yaşasaydı ne derdi biliyor musun, "gerici sensin, 66. Sone de…" diye bir devam ederdi ki anasından emdiği sütü burnundan getirirdi; O, kim ki yaşamını toplumcu mücadeleye koymuş Can Yücel’e "gerici" diyor?

Hilmi Bulunmaz - Erbilciğim, korkma! Korkunun ecele faydası yok. Delikanlı gibi açıkça yaz: "Gerici sensin, 66. Sone de ananın amına girsin!" Malumunuz, Duygu Asena, bir televizyon kanalında Nâzım Hikmet için; "O, kartpostallar şairidir" demiş ve Can Yücel de, şu iğrenç lâfı etmişti "Kart sensin, postal da ananın amına girsin!" Sahi, Erbil, bu akademisyenler, neden böyle korkak oluyorlar? Aldıkları parayı hak etmedikleri için mi?

Erbil Göktaş - Başka yerde açıklamış olabilir, bu “sone”nin niçin “gerici” olduğunu açıklaması gerekmez mi …

Hilmi Bulunmaz - Erbil, senin hayatını idame ettirebilmen için, telefon görüşmeleri, facebook bataklığı gibi iletişim araçları gerekli, yeterli ve hattâ zorunlu olabilir. Ancak, benim için, bunlar, gereksiz geyikler. Ben, seninle yaptığım bir telefon görüşmesinde, Oğuzcan'ın 66. Sone konusuna açıklık getirdiğini söylemiştim. Şimdi neden o telefon görüşmesini anımsamıyorsun ki?

Erbil Göktaş - Okuyanların bu saldırısında “66. Sone”nin neden “gerici” olduğunu o anda öğrenmeleri gerekmiyor mu?

Hilmi Bulunmaz - Oğuzcan Önver'e "Gerici sensin, postal da ananın amına girsin!" mantığıyla yaklaşmayanlar, yani akademisyen olmayanlar, yani anti-akademisyen olanlar, Oğuzcan Önver'in yazdığı bu yazıyı, ne zaman, nerede yayımladığını bulabilirler. Ancak, küçük bir emek harcamak gerekir.

Erbil Göktaş - Vay be, Can Yücel gerici, Robert Wilson, Ezginin Günlüğü gerici, bir tek senin “çocuk” “ilerici” öyle mi?

Hilmi Bulunmaz - Robert Wilson ve Ezginin Günlüğü, 66. Sone'nin arabesk, gerici, karşı devrimci, teslimiyetçi bir "şiir" olduğunu anlamamışlarsa, evet, onlar da sapına kadar gericidir.

Erbil Göktaş - Bir tek O, devrimci!...

Hilmi Bulunmaz - Bir tek, o (hani senin, "Gerici sensin, 66. Sone de ananın amına girsin!" demek istediğin, ancak yüreksizliğinden tam olarak değil de, yarım yamalak söylediğin o genç) devrimci değil! Bu ülkede, binlerce, on binlerce devrimci var! Bu ülkede, binlerce Oğuzcan Önver var!

Erbil Göktaş - Ayrıca Mustafa Kemal’e de laf etmiş, o konuya girmeyeceğim, Kemalizm’in “sosyal devlet” projesiyle “kendine özgü sosyalizme” açıkken bunun nasıl önünün kesildiğini de anlatmayacağım.

Hilmi Bulunmaz - Zâten giremezsin. Girsen de çıkamazsın. Çıksan da soluğun yetmez, yığılıp kalırsın. Ayrıca, Mustafa Kemal adını kullanmadığı hâlde, neden Mustafa Kemal adını kullandığını iddia ediyorsun? Yoksa, hani, şu ünlü Mustafa Kemal'i koruyan yasa nedeniyle, savcılara göz mü kırpıyorsun Erbilciğim?!!!

Erbil Göktaş - Ama ben, İşçi Partisi’ne üye falan olmadım, Ankara’ya falan gidip de partiye katılmadım; sadece Emperyalizm’e karşı projeleri için destek verdim ve “destek verenler” olarak adım yazılmıştır; bunu bile yanlış okumuşsunuz ya, helal olsun size…

Hilmi Bulunmaz - "'destek verenler' olarak adım yazıldı" yerine, neden "yazılmıştır" diyorsun. Çünkü, bir kıvırma payı peşindesin!

Erbil Göktaş - Ayrıca bu çocuğa söyle İşçi Partisi’nin programını okusun, bir zamanlar sen de İşçi Partiliydin. Aynı zaman da Grup Yorum da dinlemiyor muydun?

Hilmi Bulunmaz - Ben, benim kurduğum kurum ve kuruluşlardaki hiçbir kimseye, hiçbir zaman, hiçbir biçimde, siyasal bir partinin programını okumalarını asla ve kesinlikle dayatmam, asla ve kesinlikle isteklendirmem, asla ve kesinlikle önermem, asla ve kesinlikle teşvik etmem. Çünkü, yaşadıklarımdan öğrendiğim çok ciddi şeyler var: Türkiye'deki siyasal partilerin bütünü, hepsi, tamamı, tümü kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için mücadele ediyorlar. Sen, bakma onların bayraklarında adalet, bağımsız, barış, birlik, büyük, cumhuriyet, dayanışma, demokrasi, demokrat, demokratik, doğru, emek, halk, hareket, işçi, liberal, kalkınma, komünist, millet, milliyetçi, muhazakar, özgürlük, saadet, sol, Türkiye, yol, yurt... gibi kavramlarından soyutlanmış sözcüklerin dalgalandığına!

Er bil Göktaş - Senin çocuğun deyimiyle, sen de mi “ikiyüzlüydün”?

Hilmi Bulunmaz - Ben, bireysel istencimi, kişisel inisiyatifimi, şahşî melekelerimi, hiçbir zaman için, hiçbir parti ağasına teslim etmedim. Ben, kurulduğunda Sosyalist Parti olarak tabela asıp, daha sonra, tabelasındaki "Sosyalist" sözcüğünü "İşçi" sözcüğüyle değiştiren partinin kuruluş aşaması olan 1987 yılından, 1990'lu yılların başına dek bu partinin üyesi olarak (bize verilen garantiye göre, 12 Eylül Faşizmi öncesi yaptıkları gibi devrimcilere "saldırılmayacaktı") kaldım.

Ancak, ne zaman ki, devrimcilerin kanıyla beslenen "Kızıl Elmacı" zihniyetle aynı kaptan beslenmeye, sahte "anti-emperyalist" sözler etmeye, üstüne üstlük, bu partiye "işçi olarak girenler patron" ve "patron olarak girenler işçi" olmaya başladığının ayrımıma varmamla, ekonomik anlamda sürekli olarak benden bir şeyler talep edilmesi nedenleri ve daha birçok anlamsız nedenlerle, bu sahte partiden ayrıldım.

Şu anda, "Silivri'de kızağa çekildikleri" için, bu partiyle ilgili bir yorum yapmama kararımı, senin "sayende" delmiş bulunuyorum. Erbil, ben, İşçi Partisi üyesiyken de, Grup Yorum'u dinlemekle kalmıyor, bu yürekli insanlar, Ortaköy'deki "İdil Kültür Merkezi"nden Valilik tarafından sökülüp atıldığında, bana karşı uygulanan bütün polis baskılarına, bütün polis baskınlarına, bütün İşçi Partisi baskılarına, bütün gözaltı ve tehditlere, bütün işkencelere, bütün mühürlemelere, bütün Bulunmaz Kültür Merkezi'ne neredeyse sabit karakol kuran Terörle Mücadele Şubesi'nin iğrençliklerine karşın, onları sahiplendim, tam üç buçuk ay, hiç de üç buçuk atmadan, sahte değil, gerçek anti-emperyalist mücadelemi, onlarla birlikte sürdürdüğüm gibi, bu mücadeleme devam ediyorum hâlâ. Evet, ben, Grup Yorum dinlemeye devam ediyorum hâlâ:

"Çıkıp Dersim dağlarında türkü söylemek var ya oy Cemo Cemo can"

Erbil Göktaş - Bu çocuk kaç yüzlü?...

Hilmi Bulunmaz - Bu çocuk, tek yüzlü! Bu çocuk, çok yüzlü değil. Bu çocuk, yüzsüz değil! En önemlisi, bu çocuk, sağcıyla sağcı, solcuyla solcu, futbolcuyla futbolcu, Ayşenilciyle Ayşenilci, Lemiciyle Lemici, Nejatçıyla Nejatçı, Erbilciyle Erbilci, Hilmiciyle Hilmici, Coşkuncuyla Coşkuncu... değil!! En azından, hayatının şimdiye dek yaşadığı bölümüyle tek yüzlü; çok yüzlü değil, yüzsüz hiç değil!! Tabii ki, bu çocuğun geleceğini kestirebilecek kadar müneccim değilim...

Erbil Göktaş - Vay be Hilmi, “senin ki” binmiş bir külüstür kamyona, şehir içinde basıyor gaza, “devirmediği”, ezmediği kimse kalmamış; ağır ol evlat, biraz yavaş gel!...

Hilmi Bulunmaz - "Benimki", bir külüstür kamyona değil, Karl Marks'ın "Kapital"ine, Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar"ına, Maksim Gorki'nin "Ana"sına, Tolstoy'un "Sanat Nedir?"ine, Sadık Hidayet'in "Baykuş"una, Coşkun Büktel'in "Theope"sine, Oğuzcan Önver'in "TUTKAL"ına ve buraya adlarını sıraladığımda, bu yazının bağlamını genişletecek, bu yazının omurgasını esnetecek denli çok yapıtlara "binerek" yazıyor.

"Benimki", memur zihniyetiyle entelektüel hayata nüfuz etmeye çalışan bütün doktorlara, bütün yardımcı doçentlere, bütün doçentlere, bütün profesörlere ders vermek için yazıyor. "Benimki"nin ezmediği kimse kalmayacak! "Benimki"nin ağır olmaya hiç niyeti yok!! "Benimki"nin yavaşlamaya hakkı yok!!!

Erbil Göktaş - Biraz Sait Faik oku; “Bir İnsanı sevmekle başlar her şey”…

Hilmi Bulunmaz - "Benimki", benim hempam, benim omuzdaşım, benim yoldaşım, benim çocuk, biraz değil, Sait Faik'in her yaptığını su içer gibi okuyan biridir. Kendisini, sadece "küçük dünyalar" oluşturan Sait Faik'le sınırlı tutmayıp, dünya edebiyat okyanusuna açan bir çocuk olan Oğuzcan Önver, bugün, senin gibi yrd. doç. dr.'nun karşısında "bile" dimdik durabiliyorsa, zâten bu gücünü, biraz da, Sait Faik'in dünyasından alıyor demektir!

Erbil Göktaş - İnsanları sev, doğayı sev, hayvanları da!

Hilmi Bulunmaz - Ormanı koru, çimenlere basma, dişlerini fırçala, karına tecavüz etme... Aklımıza gelen birçok şeyi buraya sıralayarak, toplumsal bir iş yapmış olmayız. Sadece, insanları sevdiğimizi, doğayı sevdiğimizi, hayvanları da sevdiğimizi, ormanı koruduğumuzu, çimenlere basmadığımızı, dişlerimizi fırçaladığımızı, karımıza tecavüz etmediğimizi... dile getirmiş oluruz. Bu sözlerin, hiçbir toplumsal yararı olmaz. Önemli olan, söylem boyutunda değil, eylem boyutunda davranış geliştirmektir. Örnekse, yağ tulumu denilebilecek şişmanlıkta olan birinin, durduk yerde yada herhangi bir temellendirme isteği içerisindeyken, insanların sağlıklı olması için sürekli olarak spor yapmasını, kilo yapıcı yiyeceklerden kaçınmasını söylemesi, ne denli yararlı olursa, bir insana "Gerici sensin, 66. Sone de ananın amına girsin!" yada "Kart sensin, postal da ananın amına girsin!" deme cüretinde bulunan birinin, herhangi bir insanı sevmesi olası değildir. Bu tür insanlar, William Shakespeare hayranı oldukları gibi, gerici 66. Sone'nin imgesiyle, hayatlarını, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için karanlık düşlere yatırırlar!

Erbil Göktaş - Evet Hilmi, bu mantıkla gidersen, "facebook bir bataklık" diye “yer almak istemiyorum” dersen, ben de “kapitalist düzen ne peki?” diye sorarım; “yaşamayın o zaman” dersem haksız mı olurum?...

Hilmi Bulunmaz - Evet, haksız olursun! Diyalektik denen "bir şey" var!! Diyalektiğin dört ana kuralı var!!! Bu ana kurallardan biri de, "her şey karşıtını içinde taşır"dır!!!... Kapitalizm, sosyalizmi içinde taşır. Ben, çok net bir şey söylüyorum: "Eceli gelen yazar, facebook duvarına yazar!" Yazarlık azmini, yazarlık becerisini, yazarlık cesaretini, yazarlık çabasını, yazarlık deneyimini, yazarlık eylemini, yazarlık faaliyetini, yazarlık gücünü, yazarlık heyecanını, yazarlık ısrarını, yazarlık inadını... facebook bataklığında kullandığını iddia eden hiçbir yazar, ne bir roman yazabilir, ne de bir benzeri yapıt. facebook bataklığında birer bataklık gülü olmayı sürdüren yazarlar, kuramsal boyut içeren, ne kullanmalık, ne de kurmaca bir yapıt üretirler!

Evet, Erbilciğim, kapitalistlerin anladığı anlamda, ben zâten yaşamıyorum! Ben, her sabah, yaklaşık olarak saat altıda kalkıyor, yedide köpeklerim Tarçın'la Toprak'ı Sultanahmet Parkı'nda gezmeye çıkarıyor ve onlar dolaşırken ben de kitap okuyorum; sekizde iş yerimi açıp çalışmaya başlıyor ve aynı zamanda okuyup yazıyorum; tam on iki saat çalıştıktan sonra, saat sekizde tiyatroma gidip çalışmalarımı yürütüyorum; yaklaşık olarak yirmi üçde evimde oluyor ve okuma yazma işlerimi, aynı hızla sürdürüyorum. Yani, bir kez daha söylüyorum, ben, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için değil, sosyalist dünyanın oluşumu için hayatımı sanatsal kavgaya yatırıyorum.

Erbil Göktaş - Kaldı ki sen de “kapitalist düzenden” 50 yaşından sonra da olsa, çektiğin onca sıkıntıdan sonra da olsa, kendi isterlerin doğrultusunda yararlanmıyor musun?

Hilmi Bulunmaz - Her ne kadar, yukarıdaki repliğimde konuya açıklık getirmiş olsam da, tarihe ve topluma karşı sorumluluğum olduğu için, bu soruya da yanıt vermek zorundayım. Ben, sekiz yaşımdan bu yana çalıştığım için, hiçbir zaman kimsenin eline bakmayan bir mantıkla hareket ediyorum. Benim, hiçbir zaman için, kanıksanmış anlamda amirim, üstüm, patronum olmadı. Ben, yirmi bir yaşımdan bu yana birçok işletme sahibi oldum. Ben, onlarca yıldır bir şirketin kurucusu ve genel müdürüyüm. Ben, hiçbir zaman için, sadece ve sadece kendi çıkarları için, bireysel menfaatleri için, kişisel hırsları için, şahsî hayalleri için yaşamını kapitalizmin o alçak tezgâhına yatıran bir zavallı olmadım, olmuyorum, olmayacağım. Ben, birçok kişinin elde etmek istediği bir varsıllığa sahip olmama karşın, işçi sınıfının bilincini ifade eden bilimsel sosyalizmden uzaklaşmadım. Günümüzde, Marks'a ekonomik "yardım" yapan bir Engels bulunmadığına göre, ben de, hem Marks'ın ve hem de Engels'in rolüyle toplumdaki yerimi almak istiyorum. Yani ben, mecburiyetten değil, tercihlerim sonucu Marksist'im. Yani ben, yoksulluk ve yoksunluk içerisinde olmasam da, yüreğimin sol yanını kapitalistlere satacak kadar işçi sınıfı düşmanı değilim. Yani ben, önüne çeşitli mamalar atılmasına karşın, o mamaları yemeyen ve sosyalizmin ışığına "tutsak" olmuş biriyim. Yani ben, 50 yaşımdan sonra değil, küçük zaman dilimlerinin dışında, hemen her zaman "kapitalist" olmama karşın, hiçbir zaman için kapitalist olma alçaklığında bulunmadım.

Erbil Göktaş - Onu “değiştirip dönüştürmeyi düşündüğün gibi, "facebook"u da niye aynı biçimde düşünmüyorsun?...

Hilmi Bulunmaz - facebook'u dönüştürmek isteyenlerin, nasıl araştırmacılıktan, nasıl bilimsellikten, nasıl estetikten, nasıl etikten, nasıl kültürden, nasıl sanattan ve en önemlisi, nasıl işçi sınıfının ideolojisi bilimsel sosyalizmden uzaklaştıklarını, her sabah doğan güneş gibi net bir biçimde görmeme karşın, beni bu bataklığa çekme arzunu bir türlü anlayamıyorum. "Suç ortaklığı" mı öneriyorsun?

Erbil Göktaş - Bu senin “çocuk”, kusura bakma ikide bir “senin çocuk” diyorum çünkü bu çocuk, senin yaşadığın “acıları” sanki kendisi yaşamış gibi, düşünce özgürlüğü adına, benim yaşayıp yaşamadığımı soruyor; maddeler halinde yazmış, ben de maddeler halinde anlatayım:

Hilmi Bulunmaz - "Bu benim 'çocuk'", sempatik görünmek zorunda olmayan empatik bir çocuktur. Amirlerine, hocalarına, üstlerine, öğretmenlerine, patronlarına, yönetmenlerine hiçbir zaman için şirin görünme derdinde olmadığı için, sempati sözcüğü üzerine duygusal temrinler yapmayan, ancak, empati sözcüğünün içerdiği tüm zenginliklerin ayrımında olan "bu benim 'çocuk'", içinde bulunduğu kurumun (Bulunmaz Kültür Merkezi, Bulunmaz Tiyatro, Sosyalist OYUN Dergisi) tarihçesini iyi değil, çok iyi bildiğinden, benim hempam, benim omuzdaşım, benim yoldaşım gibi konuşma hakkına sahip. Evet, o "maddeler hâlinde"ki saptamaları, bana sorarak, benden tetikçilik görevi alarak sormadı "bu benim 'çocuk'"... "Bu benim 'çocuk'", kendi istenciyle, öz iradesiyle, benim oluşturduğum devrimci kurum ve kuruluşların verdiği mücadele azmine ortak oldu. Gelecekte nasıl bir tavır takınır? Tabii ki, bilemem. Ancak, şurası çok net: "Bu benim 'çocuk'", şimdilik kaydıyla, işçi sınıfının ideolojisi bilimsel sosyalizmi içselleştirmiş durumda.

Erbil Göktaş - 1. "Senin kurmuş olduğun tiyatro mekânları, polis tarafından hiç basılıp mühürlendi mi?" Diyor, evet, benim kurduğum değil ama benim çalıştığım dernekler, bürolar 1980 öncesinde taşlı sopalı saldırıya uğrayıp bombalandı bile…

Hilmi Bulunmaz - Erbilciğim, topu taca attığında, gol olmuyor. Topu taca atınca, sadece maçın niteliğini düşürmüş oluyorsun.

"Bu benim 'çocuk'", 12 Eylül Faşizmi öncesindeki, 12 Eylül Faşizmi'ni hazırlayan faşist örgütlenmeyi dile getirmiyor. Sözde demokrat olunan ve Avrupa Birliği'nin kıçını yalamak için demokrat görünen iktidarların dönemimi dile getiriyor. Yani, "bu benim 'çocuk'", 1 Mayıs 1989 tarihinde kurulup, tüm kalleşliklere karşın, hâlâ adından söz ettirmeyi başaran Bulunmaz Tiyatro'yu dile getiriyor. Yani, "bu benim 'çocuk'", 5 Şubat 1995 tarihinde kurulup, yüzlerce kez polis baskısına, onlarca kez polis baskınına, defalar gözaltılara, birçok kez mühürlenmeye, zaman zaman ölüm tehditine maruz almış Bulunmaz Kültür Merkezi'ni dile getiriyor. "Bu benim 'çocuk'", tam 1100 alçak kişinin örgütlediği bir LİNÇ KAMPANYASI sürecinin sıcaklığını duyumsatmaya çalışıyor. Ayrıca, ben, 12 Eylül Faşizmi öncesi, bir HALKIN YOLU yoldaşı olarak, tabii ki, senin çalıştığın derneklere benzer yerlerde çalışırken, payıma düşeni aldım. Ben, çektiklerimizin yarışmasını yapmıyorum. "Bu benim 'çocuk'", çektiğimiz acıların yarışmasını yapmıyor. Sadece ve sadece, senin dergicilik özgürlüğünün, Ayşenil'in verdiği reklâmlarla sınırlı olabileceği varsayımında bulunuyor! Sen de, şöyle söyleyebilirsin:

"Ben, dergiciliği zâten hakkıyla yapıyorum. Dergimizin, hiçbir yerinde, hiçbir büyük boşluk yok. Dergimizde, hiçbir yazım yanlışı yok. Dergimizin yazılarının bütünü, hepsi, tamamı, tümü özgün yazılardan oluşuyor. Dergimizdeki yazıların hiçbiri, (ç)alıntı olarak yayınlanmamıştır. Dergimize, LİNÇÇİ kişiler hiçbir zaman için bulaşmamıştır. Çehov'un deyimiyle; ve daha bir sürü..."

Böylelikle, biz de, senin derginin, sadece LİNÇÇİ olmayan bir dergi olmadığını, aynı zamanda, reklâm almak için değil de, sadece ve sadece tiyatral bilinç vermek için yayınlandığını anlamış olalım. Bu niteliklere sahip olan bir tiyatro dergisinin, değil Ayşenil'den, Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan bile reklâm alma hakkı vardır. Bir derginin yasal olarak reklâm hakkı elde etmesi ayrı, estetik anlamda reklâm hakkı elde etmesi ayrıdır. Ha, şunu söyleyebilirsin; "Sen de bu dergiye reklâm veriyorsun ama!..." Doğru. Ama, ben, benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle beslenen bir kurumun başında değilim. Ben, tamamıyla "kapitalist" bir kuruluşun sahibiyim. Bana, ben, halkım, tüyü bitmemiş yetim hesap soramaz. Ama ben, Ayşenil'e, Lemi'ye, Nejat'a, kendi adıma, halkım adına, tüyü bitmemiş yetim adına çatır çatır hesap sorabilirim.

Erbil Göktaş - Sevgili Türkiz arkadaşım, İzmir -Menemen’de olayı seyreden polislere “görevinizi yapın” diye bağırırken, ben de protesto edenlerin içindeydim, 15 yaşımda…

Hilmi Bulunmaz - Vallahi Erbilciğim, topu taca atmakta üzerine yok doğrusu! Benim de, birlikte tiyatro yaptığım ve Türkiye İşçi Partisi yolunda yürümeye özen gösteren Cemil Sönmez yoldaşım katledilmişti ve daha bir sürü. Ne yapalım şimdi yani? Nâzım Hikmet'in dediği gibi; "Ölenler dövüşerek öldüler / güneşe gömüldüler / Vaktimiz yok onların matemini tutmaya / Akın var güneşe akın / Güneşi zaptedeceğiz / Güneşin zaptı yakın"

Erbil Göktaş - Yine Şirinyer’de çalıştığımız dernek bombalanmıştı da, olay sonrası her şeye inat onlarca kişi toplanıp Muğlalı Tufan Doğu’nun seminerine katılmıştık, kelle koltukta…

Hilmi Bulunmaz - İçimin bayıldığını, anlamsızlıklar tarlasındaki düşünsel mayınlara bastığımı dile getirmeliyim. Ha, şöyle söylenebilir: "Sen de her şeye yanıt vermek zorunda değilsin!" Doğru. Doğru da, şöyle bir olasılık var: "Bu adam, söylenen her söze karşılık, doğru yada yanlış bir yanıt verebilmiş. Ancak, neden bu önemsiz yeri anlamış ki?"

Erbil Göktaş - Çünkü ağabeylerimiz ablalarımız “tekrar saldırı olur” diye kendileri “güvenlik önlemleri” almışlardı.

Hilmi Bulunmaz - 12 Eylül Faşizmi öncesi, "kurtarılmış bölgeler" olduğu gibi, "halk milisleri" de vardı. Bunu, biraz olsun araştırma duygusu olan herkes bilir. Anlattığın hikâye, hiç de özgün bir durum değil. Tıpkı, Yeni Tiyatro Dergisi sayfalarındaki boş alanları doldurmak için mürekkep fışkırtılması gibi, buraya da anlambilimsel boyutu olmayan, hamasetten öteye gitmeyen sözler ekliyorsunuz. Yeni Tiyatro Dergisi'nin, LİNÇÇİ tiyatro dergilerinden tek farkı, en büyük farkı, sadece ve sadece LİNÇÇİ olma alçaklığı göstermeyen, insanlığını yitirmemiş birileri tarafından yayınlanıyor olmasıdır. Benim, sizin derginizi "vitrine koyma" amaçlarımın başında, sizin insan olma onurundan uzaklaşmayarak, LİNÇÇİ olma alçaklığında bulunmamanızdır. Yinelemekte yarar var: Sizin bu onurlu duruşunuz, kendi insanlığınızdan kaynaklanmaktadır. LİNÇÇİ olmamanızı, benim için, bizim için yapılan bir destek olarak görmüyorum. LİNÇÇİ olmama davranışınızı, sadece ve sadece onurunuzu kurtarma çalışması olarak niteliyorum.

Erbil Göktaş - 18 Mayıs 1984’de Menemen Halk Eğitimi Merkezi’nde sahnelediğim Ferhan Şensoy’un “Şahları da Vururlar” oyunu Sıkıyönetim Komutanlığı’nca yasaklandı ve benim işime son verildi.

Hilmi Bulunmaz - Yineliyorum: Ben, biz, hiçbir kimseyle, hiçbir zaman, hiçbir bağlamda, çektiğimiz acıların yarıştırması içerisine girmiyoruz. Ayrıca, "Şahları da Vururlar" oyunu, asla ve kesinlikle sosyalist damarı olan, ilerici bir oyun falan değildir. Böyle olmasına karşın, tabii ki, bu oyunun yada herhangi bir oyunun yasaklanmasını asla istemem. Ancak, ben, bir tiyatro esteti olarak, böyle hıyarca kaleme alınmış bir oyunun oynanmasını içime pek sindiremiyorum. O dangalak Sıkıyönetim Komutanı, senin yönettiğin oyunu yasakladı diye, sen devrimci bir eylemlilik içerisinde olmuyorsun. Sen, hiç de, bu durum nedeniyle, işçi sınıfının ideolojisi sosyalizme hizmet etmiş olmuyorsun.

Erbil Göktaş - Oysa Ferhan Şensoy, İstanbul’da bu oyunu oynuyordu; üstelik İlçe Milli Eğitim Müdürü, Halk Eğitimi Müdürü bana “iş” verdikleri gibi bu oyun için izin de vermişlerdi.

Hilmi Bulunmaz - Ferhan Şensoy, hiçbir zaman için, kapitalizme karşı çıkabilecek bir yüreğe sahip olmadığı için, o zaman da istediği oyunu oynuyordu, bugün de istediği oyunu oynuyor. Nasıl ki, Devlet Tiyatroları bünyesinde oynandığında "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü", hiçbir kovuşturmaya uğramazken, bir "özel" tiyatro tarafından oynandığında kovuşturmaya uğrayabiliyorsa, Ferhan Şensoy'un "Şahları da Vururlar"ı İstanbul'da oynanırken, "gariban" birileri tarafından oynandığında faşistler tarafından yasaklanabilir. Burada, en büyük sorumluğun, Ferhan Şensoy'a düşmesi gerekir: "Oradaki 'Şahları da Vururlar'a izin vermezseniz, ben de buradaki 'Şahları da Vururları oynamaktan vazgeçerim!" deme cesaretini göstermeliydi. Ancak, nerede onda o yürek!!!

Erbil Göktaş - Ancak ilk gece Sıkıyönetim Komutanı, askeri ve mülki erkan 1. Perde’yi izleyip 2. Perde için “siyasi ve argo sözleri” çıkarmamı isteyip ben çıkarmayınca oyunun tüm gösterimlerini yasaklamakla kalmadılar, işime bile son verdiler.

Hilmi Bulunmaz - O dönemlerde Erdal Eren'in de hayatına son verdiler. Tabii ki, ben, yineliyorum, senin işine son verilmesine de, Erdal Eren'in hayatına son verilmesine de karşıyım. Ancak, ben, sözde demokratik ortamdan bahsediyorum. 12 Eylül Faşizmi sonrasından bahsediyorum. Ben, biz, yani benimle birlikte "bu benim 'çocuk'", bizim çektiğimiz acıların röntgenini gösteriyoruz. Böyle, böyle yaptığımız için, halktan yana sanat yaptığımız için, hem de sözde demokratik dönemde çektiklerimizi dile getiriyoruz. Aşımızın, başımızın, dişimizin, düşümüzün, eşimizin, işimizin, yaşımızın sorunlarını serimlemiyoruz. Biz, sınıfsal mücadelemiz sonucu, bunları bunları çektik diyoruz. Bunu da çok doğal, çok normal karşılıyoruz. Siz neden daha az acı çektiniz diye hesap sormuyoruz. Sadece durum tespiti yapıyoruz. Bu arada, size de, sizin neler yaptığınızı soruyoruz. Peki, biz, size neler yaptığınızı sormasaydık, siz, kendiliğinizden, bu hiç de sosyalist bir amaçla yazılmamış "Şahları da Vururlar"ı falan gündeme getirebilecek miydiniz? Bence, hayır! Asla ve kesinlikle gündeme getirmeyecektiniz!

Erbil Göktaş - Milli Eğitim ve Halk Eğitimi müdürleri beni savunmasalardı, sorguya bile çekilmem işten bile değildi; bu sorguyu yaşayamadığım için özür dilerim, o zaman “devrimci” olurdum herhalde?...

Hilmi Bulunmaz - Tabii ki, bir insan, "Millî Eğitim ve Halk Eğitimi müdürleri" tarafından savunuluyorsa, yani, bizatihi devlet güçleri tarafından savunuluyorsa, o insanın sosyalist devrimci olma şansı yoktur. Senin yada bir başkasının sorguya çekilmesi, senin yada bir başkasının sosyalist devrimci olma garantisini vermese de, devlet güçleri tarafından korunan birinin sosyalist devrimci olma şansı asla ve kesinlikle olamaz.

Erbil Göktaş - Yine 1987 yılında “Sema Uyanınca” adlı tek kişilik oyunumu oynarken salonu basmadılar ama seyircilerin yarısı polisti; arkada sivil bir polis de suflörlük yapar gibi teksti takip ediyordu; doğaçlama yaptığım yerlerde “hışır hışır” kağıtları karıştırmasını, “nereyi oynuyor bu ya” seslerini salondaki seyirciler bile duyup laf atarak oyuna katılmışlardı.

Hilmi Bulunmaz - Erbilciğim, gerçekten, insanın ruhunu sıkıyorsun. Sana karşı bir yazı yazan "bu benim 'çocuk'", senin ayarını bozmuş, seni "yoldan çıkarmış", seni rotadan uzaklaştırmış, senin pusulanı şaşırtmış... Gece mahmurluğunda, aklına gelen her sözü üzerimize boca etmişsin. Geçenlerde de, Ankara Devlet Tiyatrosu'nda "Genç Osman" oynanırken, salonun yarısı polis okulu öğrencileriydi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kızı Sümeyye Erdoğan sayesinde, sahnedeki bir oyuncu (Tolga Tuncer), neredeyse linç edilecekti. Peki, Erbilciğim, hem de bu sözde demokratik ortamda, sen, Tolga Tuncer için ne yaptın? Herhangi bir oyunu, herhangi bir eylemi polisler izliyor diye, o oyun, o eylem sosyalist devrimci oyun, sosyalist devrimci eylemdir diye bir kural geliştirilemez.

Erbil Göktaş - 2. "Senin yayınladığın herhangi bir dergi, polis baskısına uğrayıp, bu nedenle hiç basın savcısının ve/ya yargıç karşısına çıktın mı?"

Hilmi Bulunmaz - Evet, gerçekten, "Senin yayınladığın herhangi bir dergi, polis baskısına uğrayıp, bu nedenle hiç basın savcısının ve/ya yargıç karşısına çıktın mı?"

Erbil Göktaş - Savcının ya da yargıcın karşısına çıksak gene iyi; 12 Eylül 1980’den hemen sonra sanırım 3 Ekim 1980 Cuma akşamı Sıkıyönetim Komutanlarının karşısına çıktım; beni neyle suçladılar 3 gün boyunca biliyor musun?

Hilmi Bulunmaz - Ah be ağabeyciğim! Yeter be ağabeyciğim!! Ben de 2 Temmuz 1981 tarihinde gözaltına alındım ve yirmi sekizinci gün tutuklanıp, tamamı elli yedi gün işkence altında yaşadım. Bir kez daha yineliyorum: Ben, acılarımızı yarıştırmıyorum. O zaman öyleydi, Türkiye'nin nüfusu yaklaşık olarak kırk milyondu ve yaklaşık olarak iki milyon insan polis tezgâhından geçmişti. Ben, acılarımızın yarıştırılmasından yana değilim, işçi sınıfının ideolojisi olan sosyalist devrimci sanat yanlısıyım. Bu oyun, öyle tahmin ediyorum ki, okurlara yada izleyicilere pek bir katkı sunmayabilir. Ancak, ben, tarihe ve topluma sorumluluğum nedeniyle yazıyorum. Bunun dışında pek büyük bir amaç taşımıyorum.

Erbil Göktaş - Menemen ve köylerinde gazete, dergi, bildiri dağıtmak, afiş asmak ve duvarlara yazı yazmakla…

Hilmi Bulunmaz - Neden suçlama diye nitelemede bulunuyorsun ki?! Zâten bir sosyalist devrimcinin yapması gereken en "sıradan işler" bunlar. Bu işleri yapmadan yan gelip yatanlara sosyalist devrimci denmez, Oblomov denir!

Erbil Göktaş - Kanıtlayamadılar. Kaldı ki bu “eylemlerin” hiç biri “yasak” değildi 12 Eylül öncesinde, sadece duvarları “kirletmenin” para cezası vardı.

Hilmi Bulunmaz - Kanıtlasalar ne olurdu? Madem ki, "yasak" değildi, neden kanıtlayamadılar?! Yoksa, sen, siz, eylem yapmak yerine pandomim mi yapmıştınız?!!!

Erbil Göktaş - 3. "Sen, hem de ücretsiz olarak dağıttığın dergin nedeniyle, Ayşenil Şamlıoğlu'nun adamları tarafından hiç taciz, tedirgin, darp edildin mi, bu nedenle hiç somut fiziksel saldırıya uğradın mı?"

Hilmi Bulunmaz - Vallahi, "benim bu 'çocuk'", çok güzel bir soru sormuş. Bu soruyu, ben de yinelemek istiyorum: "Sen, hem de ücretsiz olarak dağıttığın dergin nedeniyle, Ayşenil Şamlıoğlu'nun adamları tarafından hiç taciz, tedirgin, darp edildin mi, bu nedenle hiç somut fiziksel saldırıya uğradın mı?"

Erbil Göktaş - Kusura bakılmasın o zaman Ayşenil hanımı tanımıyordum.

Hilmi Bulunmaz - Erbil, gerçekten çok acemi bir demagog olmanın ötesine gitmeye hiç niyetin yok! Ben, biz, Ayşenil hanımın kişiselliğinden dem vurmuyoruz. Ben, biz, Ayşenil'in taşıdığı dünya görüşünden dem vuruyoruz. Ben, biz, Ayşenil'in suçunun, onun ve senin kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, imge taşeronluğu yaptığınızı dile getiriyoruz.

Erbil Göktaş - Bu konuyla ilgili düşüncelerimi Mesut Alptekin için yazdığım önceki yazımda açıkladım; artık bu konuda konuşmak içimden gelmiyor…

Hilmi Bulunmaz - Bence, bu saatten sonra susman, senin için çok hayırlı olur. Ben, biz, bunca günlük ve tarihsel işimizin yoğunluğu içerisinde sana karşı yazmakta zorlanırken, bugünden sonra, daha yoğun bir kadrolaşmaya girer de, daha rahat bir zaman dilimi içerisinde yanıt yetiştirmeye başlarsak, vay senin akademik hayatına! Bizim yoğun ilgimizden sonra, artık sen, akademik çalışmaların yerine, polemik çalışmalara sarılmak zorunda kalırsın!

Erbil Göktaş - Ama sözü edildiği gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden “her ay” reklam almıyoruz, bu sezon beş ay reklam aldık; yani yedi ay alamadık; bu sadece Genel Sanat Yönetmeni’ne bağlı değil; o darp ettiklerini söylediğiniz “adamlar” da Ayşenil hanımın adamları değil; Genel Sanat Yönetmeni, sanatsal işlerden sorumlu kişidir; “idari işlerle” de ilişkisi vardır ancak sizin “olayınızdaki” muhatabınız İBBŞT Müdürlüğü’dür; orası da doğrudan Belediye’ye bağlıdır.

Hilmi Bulunmaz - İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı AKP'li Kadir Topbaş'a bağlı, bağımlı ve onun emrinde çalışan Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu'ndan reklâm alsan ne olur, İBBŞT Müdürlüğü'nden alsan ne olur? Beni, bizi, Ayşenil Şamlıoğlu'nun adamları darp etse ne olur, İBBŞT Müdürü'nün adamları darp etse ne olur? Ortada, videoyla, fotoğraflarla tespit edilmiş bir darp, taciz, tedirginlik, somut fiziksel saldırı olayı var mı, yok mu? Var!... Eeee, ne öyleyse? Ben, biz, seni, sizi sıkıştırmasaydık, sen, siz, "geçmiş olsun" diyecek miydiniz? Hayır, demeyecek ve facebook bataklığındaki hayatınıza devam edecektiniz! Bırak, Ayşenil Şamlıoğlu'nu "koruma müdürlüğü" yapmayı! Bu tür olaylar, tarih boyunca yaşanmıştır. Egemenler saldırır, mazlumlar "yaralanır" ve tarafsızlar tribünlerden izlerler!!!

Erbil Göktaş - Bizim bu “kurumla” işlerimiz yasal prosedürlere uygun olduğu için, bir işimiz, etkinliğimiz, eylemimiz olacaksa “sözel” olarak söyler ya da “dilekçeyle” başvururuz.

Hilmi Bulunmaz - Tamam, siz prosedüre uygun olarak davranıp, dilekçeyle iş görün. Ben, biz, asla ve kesinlikle prosedüre uygun davranmadık, prosedüre uygun davranmıyoruz ve prosedüre uygun davranmayacağız! Ben, biz, hiçbir kimseye dilekçe vererek tiyatral bir etkinlikte bulunmayız. Biz, tiyatral bir etkinlik yaparız ve yetkililer bizi engellerler. Biz, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Fatih Reşat Nuri Güntekin Sahnesi'nin önünde, prosedüre uygun davranmadığımız gibi, dilekçe de vermedik. Bunun diyeti neyse ödedik, öderiz.

Erbil Göktaş - “Şiddet” her zaman yanlıştır ama biz böyle bir şey olmasına da mahal vermeyiz; olursa da yasal yollardan haklarımızı arar, hesabını da sorarız.

Hilmi Bulunmaz - Biz, devrimci şiddeti seviyoruz. Biz, şiddeti her zaman yanlış bulmuyoruz. Biz, böyle bir şey olmasına mahal veririz. Böyle bir şey olduğunda da, şimdiye dek, hiçbir zaman için yasal yollara başvurmadık. Çünkü biz, biliyoruz ki, bu ülkede, haksızlıklar yasalarla korunuyor. Tıpkı 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun, eğitim haksızlıklarını koruduğu gibi. Ha, bu arada, şunu da sormakta yarar var: Ahmet Ertuğrul Timur, Mustafa Şükrü Demirkanlı, Ömer Faruk Kurhan gibi LİNÇÇİ alçakları savcılığa verince, ne oldu? "Yasal yollardan haklarımızı arar, hesabını sorarız." dediğin için bu soru aklıma geldi de!!!

Erbil Göktaş - Şimdi gelelim yaşadığım başka bir olaya: 1979 yılında Menemen’de, Perşembe Pazarı’nda sattığımız/dağıttığımız dergi, gazete ve broşürler “SAĞ’lıcaklı” kişilerin bıçaklı, silahlı saldırısına uğramıştı da Şenol arkadaşım karnından bıçakla yaralanmıştı.

Hilmi Bulunmaz - Erbilciğim, 12 Eylül Faşizmi öncesinde öldürülmüş o kadar çok devrimci yoldaşlarım oldu ki, hangi birini sayayım?! Ölülerimizin "kellesi" ile mi hava atacağız Erbil?!! Evet, böyle durumlar yaşandı!!! Ancak, burjuvazinin bize kabul ettirmek istediği gibi, o zaman ki faşizm, "sağ-sol" çatışması değil, faşist terördü!!!...

Erbil Göktaş - Yine bir gece “SAĞ’lıcaklı” kişiler gazete ve dergi dağıtırken bıçak ve sopalarla saldırmışlardı, Şenol ve ben artık akıllandığımız için artık bıçaklıların değil, sopalıların üzerine atılıp sopalarını almıştık da, hepsini bir güzel sopalamıştık…

Hilmi Bulunmaz - Hani "'şiddet' her zaman yanlıştı"? Neden bu durum karşısında da, yasal yollara başvurmadınız? Erbilciğim, anlattığın şeylerin tanığını bulmak zor olduğu için, senin bu anlattıklarını sen mi yaşadın, yoksa Baltalı İlah Zagor mu yaşadı? Bunu ayrımsamak, en azından benim için çok zor!

Erbil Göktaş - “Taciz, tedirgin” edilmeye gelince, her yer sivil polis, “Sağ’lıcaklı”larla dolu olduğu halde bahsedilen duyguları yaşadığımı anımsamıyorum; biz “korku nedir?” bilmezdik ki?...

Hilmi Bulunmaz - Erbilciğim, sen "Gece Dersleri" yazılarını yazarken, içki falan içmiyorsun, değil mi? İnan olsun, patinaj yapan bir otomobil bile senden çok daha işlevsel olur! Çok daha uyanık olur! Dönüp dönüp benzer sözlerle bir söylem oluşturma çabasına girince, hiç de akademik falan görünmüyorsun be Erbil!

Erbil Göktaş - Hâlâ da bilmem, korkunun ecele faydası yok çünkü ya da ne bileyim, “pilavdan korkanın kaşığı kırılsın…”

Hilmi Bulunmaz - Erbil kardeşim benim, korku, senin bilinçaltına öyle bir işlemiş ki, "pilavdan dönenin kaşığı kırılsın" sözünün içerisine bile sinmiş bu "korku" sözcüğü! Senden bir ricam var; bir edebiyat profesörüne gidip şunu soruver: "pilavdan korkanın kaşığı kırılsın" diye bir söz var mı? Sahi Erbilciğim, dil bilincinden bunca yoksun birinin, nasıl oluyor da, yardımcı doçentlik tezini kabul ediyorlar?


Erbilciğim, herkesin, her ortamda, ulu orta söyleyebileceği hamasi sözlerle hiçbir şey anlatılamaz. Sahi, Erbil, sen nasıl oluyor da, öğrencilerine derdini anlatabiliyorsun? Bunu, bir türlü anlayabilmiş değilim.

Erbil Göktaş - Senin ki, beni “Sen, bu cahil, bu genç insanlarla uğraşmasan da, bu cahil, bu genç insanlar seninle (de) uğraşmayı sürdürecekler! Bunu aklından hiçbir zaman için asla çıkarma!!!” diye tehdit ediyor ya, O.’dan korkan O’nun gibi olsun!...

Hilmi Bulunmaz - Tehdit falan deyip, işi kriminoloji boyutuna taşıma. Çocuk, açıkça sana bir şey söylüyor. "Seni eleştireceğiz" diyor. Bunu hangi araçla yapıyor? Kalemle yapıyor! Tabii ki, bu çocuğun kalemi kılıçtan keskin olduğu için, seni ürkütüyor ve sende tehdit edilmişlik duygusu oluşturuyor. "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!" Erbilciğim, ayrıca, "senin ki" diye yazılmaz; "seninki" diye yazılır. Lütfen, ara sıra, bir edebiyat profesörüyle sohbet et!

Erbil Göktaş - Ama bu söylem çok kötü be Hilmi; insanda bir adap, edep olur, nezaket, saygı olur; “geçmiş olsun” diyene önce “sağol” denir…

Hilmi Bulunmaz - "Sağol" denmez; "sağ ol" denir! Nasıl ki, zamanında verilmeyen adalet, adalet değilse, zamanında söylenmeyen "geçmiş olsun" da, "geçmiş olsun" değildir. Hele ki, bu "geçmiş olsun" söylenmemiş ve söyletilmiş ise, hiç de muteber değildir.

Bir adamın, tiyatro dergiciliği, Ayşenil'in verdiği reklâm kadar özgürse, vay o adamın hâline! Bir adam, hem nalına hem mıhına vuruyorsa; bir adam, ne şiş yansın ne kebap diyorsa; bir adam, reklâm aldığı müşterisi Ayşenil'in "koruma müdürü" oluyorsa, o adamın "geçmiş olsun" dileğini, ne yazık ki kabul edemeyeceğiz!

Erbil Göktaş - Birisi selam verdiği zaman alınır, ondan sonra bir hesabı varsa “usulünce” kesilir; seninkiler racon da bilmiyorlar…

Hilmi Bulunmaz - Benimkiler, egemenlerden yana sanat yapmadıkları, statüko için yayıncılığa gönül düşürmedikleri için, Kültür Bakanlığı çanağı yalamadıkları için, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapmadıkları için, Lions Ödülleri almadıkları için, hiçbir ödüle ve hiçbir yarışmaya katılmadıkları için, usulünce hesap kesemiyorlar be Erbilciğim! Benimkiler, bilimsel yöntemlerle hayata baktıkları için, ne yazık ki, racon kesme derslerine hiç kulak asmıyorlar!! Benimkiler, verilen her selama karşılık topuk selamı vermeyi alışkanlık hâline getirmeyi düşünmüyorlar!!!

Erbil Göktaş - Eksik eğitiyorsun bu çocukları be Hilmi eksik!...

Hilmi Bulunmaz - Yooo, hiç eğitmiyorum. Bizim dağarcığımızda "eğ, eğil, eğme, eğmece, eğitim" sözcükleri yok. Benim çocuklar, kendi kendilerine öğreniyorlar. Benim çocuklar, hiçbir kimseye "hocam" diye seslenme aptallığında bulunmuyorlar!

Erbil Göktaş - 4. "Sen, kurmuş olduğun sanatsal mekânlar, dergiler vb. nedeniyle, hiç gözaltına alınıp işkence gördün mü?"

Hilmi Bulunmaz - Ben, yine işin kolayına kaçıp, benim çocuğun sorusunu yinelemekle yetineceğim: "Sen, kurmuş olduğun sanatsal mekânlar, dergiler vb. nedeniyle, hiç gözaltına alınıp işkence gördün mü?"

Erbil Göktaş - Bu soruya 2. Maddede yanıt vermiştim, senin ki soru sormasını da bilmiyor ya Hilmi!...

Hilmi Bulunmaz - Öğrenecek be Yrd. Doç. Dr. amcası! Henüz çok genç biri benimki! Sen de zamanla "senin ki" yerine, "seninki" diye yazmayı öğrenirsin gayri!

Erbil Göktaş - Dediğim gibi 3 Ekim 1980…

Hilmi Bulunmaz - Eeee?

Erbil Göktaş - 3 gün 3 gece…

Hilmi Bulunmaz - Eeee?!

Erbil Göktaş - Sorgu sual…

Hilmi Bulunmaz -Eeee?!!

Erbil Göktaş - Ha bir de Ağustos 1980’de sanatsal-siyasal bütün mekanlarımız Sıkıyönetim tarafından kapatıldığı için mahallemizdeki boş arsada gazete-dergi okuyup tartışırken devriye gezen jandarmalar tarafından Sıkıyönetim Komutanlığı’na götürülmüştük…

Hilmi Bulunmaz - Eeee?!!!

Erbil Göktaş - Bu “gözaltı” sayılır herhalde?

Hilmi Bulunmaz - Eeee?!!!...

Erbil Göktaş - Ama “fiziksel” işkenceden söz ediyorsa senin ki, benimle birlikte bir öğrenci arkadaşımı daha dövmemişlerdi, çok çelimsizim ve küçüğüm diye herhalde; ama diğer benden büyük arkadaşlarımı döverken gelen jop ve sopa seslerini bugün gibi hatırlıyorum…

Hilmi Bulunmaz - Erbil, sizin mahallede hiç eşek arısı yok mu? "Senin ki" değil, "seninki"... Hay dilini eşek arısı soktun! Yapma ya! Demek, sizin mahallede çelimsiz kişilere, Sıkıyönetim Komutanlığı'nda bile dokunmuyorlardı! Bizim Oğuzcan'ı defalarca gördün; ben diyeyim 50 kilo, sen de 40 kilo! Çelimsiz sözcüğü bile, Oğuzcan'ın yanında çelimli kalır! Sıkıyönetim Komutanlığı'nda değil, hem de İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Fatih Reşat Nuri Güntekin Sahnesi'nde ve hem de Ayşenil Şamlıoğlu'nun adamları tarafından darp edilen Oğuzcan Önver, "üflesen yıkılacak" kadar çelimsiz biri. Ama resmî faşizm, ama sivil faşizm, insanları çelimli - çelimsiz diye ayırmaz! Darp edip geçer. Tıpkı, Ayşenil Şamlıoğlu'nun adamlarının yaptığı gibi!!!

Erbil Göktaş - Bu da bir nevi işkence sayılır mı acaba?...

Hilmi Bulunmaz - Güzin Abla öldüğüne göre, istersen Haydar Dümen'e soralım! O ne derse, ona göre karar verelim! Nasıl olsa, bizim muhabbetimiz, tamamıyla magazinel boyut kazanmaya başladı!

Erbil Göktaş - 5. "Sen, yaptığın sanatsal etkinlikler için hiç tehdit edildin mi?"

Hilmi Bulunmaz -Ömer Faruk Kurhan'dan aldığın karikatür boyutundaki tehdit dışında, herhangi bir tehdit aldın mı?

Erbil Göktaş - Çoooook!...

Hilmi Bulunmaz - İçinde beş tane "o" harfini barındıracak kadar çok tehdit aldınsa, seni tehdit edenleri savcılığa verdin mi? Verdikten sonra, savcılık soruşturmasının takipçisi oldun mu? Yoksa, Ahmet Ertuğrul Timur, Mustafa Şükrü Demirkanlı, Ömer Faruk Kurhan... gibi LİNÇÇİ kişilerin ardını bıraktığın gibi, seni, o zamanlar tehdit edenlerin de ardını bıraktın mı? Sahi, şu yasalara güvenen bir insan olarak, seni tehdit edenleri, nasıl bir uslanma sürecine soktun "Erbil Hoca"?

Erbil Göktaş - Hangi birini anlatayım ki?...

Hilmi Bulunmaz - Birinciden başla, sonra ikinciye geç, ardından üçüncüye ve daha sonra dördüncü, beşinci, altıncı... bininci diye devam edersin.

Erbil Göktaş - Anlatsam da anlamazsın ki…

Hilmi Bulunmaz - Anlar, anlar! Sen hiç merak etme!! Ne de olsa, bir tiyatro okulunda okuyacak kadar bir dangalak olmadığı için, senin anlatacağın her şeyi, tabii ki doğru, gerçek olma koşuluyla sonuna dek dinleyip anlar!!!

Erbil Göktaş - Bazılarına yukarda değindim zaten…

Hilmi Bulunmaz - Bazılarına da aşağıda değinirsin, ben, şimdi ve burada değinmeni istiyorum. Daha yerinde bir deyişle, uzun uzun, ayrıntılarıyla, inandırıcı bir söylemle anlatmanı istiyorum.

Erbil Göktaş - Ben en iyisi Coşkun Büktel'in"coskunbuktel.com" sitesindeki “tehdit sayfası”na bir bakmanı önereyim de, hiç olmazsa yakın tarihi okumaya başla…

Hilmi Bulunmaz - Ben de sana, Coşkun Büktel'in coskunbuktel.com sitesindeki "Geri Zekâlılar İçin Alfabe Düzeyinde Özdemir Nutku Skandalı Rehberi"ni önereyim de, hiç olmazsa "Özdemir Baba"n hakkında yazılmış yalın bir yazı okumaya başla...
Erbil Göktaş - Daha doğrusu okumaya başla; “kitapsız yazar seni!...”

Hilmi Bulunmaz - Oğuzcan Önver, sana ve senin "Özdemir Baba"na bile ders verebilecek denli entelektüel bilince, kültürel bilince, sanatsal bilince, sınıfsal bilince sahip biri. Senin, Kuran-ı Kerim'in girişinde yazdığı "oku, oku, oku" sözlerini, Oğuzcan'ın üzerine fışkırtman gerekmez! Ayrıca, tırnaklı da olsa, tırnaksız da olsa, Oğuzcan Önver, sapına kadar kitaplı bir yazardır!!!


Erbil Göktaş - Eee evlat, yeterli mi?...

Hilmi Bulunmaz - Ne Oğuzcan Önver, ne Mesut Alptekin, ne de bir başka proleter, senin "Gece Dersleri"nden hiçbir şey öğrenemez! O kadar karanlık şeyler anlatıyorsun ki!! "Artık yeteeer! Kes be biradeeer!!!" diye bağırmaktan öte bir şey gelmiyor elimizden...

Erbil Göktaş - Bunlar yetmediyse, “boşan da semeri ye” diyebilirim ama demeyeceğim.

Hilmi Bulunmaz - Ben de sana, "eşşşek" diyebilirim, ama demeyeceğim! Çünkü sen, "Gerici sensin, 66. Sone de ananın amına girsin!" sözünü söyleme cesaretine sahip olmadığın gibi, "boşan da semerini ye" sözünü de dile getiremiyorsun! Böylelikle, ben de, hakaret suçundan korktuğum için değil, ama orantısız güç kullanmamak için, sana "eşşşek" demeyeceğim!

Erbil Göktaş - Bir de kalkmış bana vereceğim yanıt konusunda önerilerde bulunmaya çalışıyorsun…

Hilmi Bulunmaz - "Bu benim 'çocuk'" böyle biri Erbilciğim! Hem eleştirir ve hem de eleştirmenlik stratejisi sunar!! Ne yaparsın, serde devrimcilik var!!!

Erbil Göktaş - Zahmet etme, benim yazı yazmak için kimsenin önerilerine gereksinmem yok; ama 3. önerindeki “İngilizce öğren de gel!” sloganı atabileceğimi söylemen var ya, tam evlere şenlik!...

Hilmi Bulunmaz - Madem ki, kimsenin önerisine gereksinme duymuyorsun, o hâlde, sen nasıl olsa, bu oyuna karşı bir oyun yazarsın da, Türkiye tiyatrosu yepyeni bir oyun yazma tekniğiyle karşı karşıya gelir; "polemik oyun"...

Erbil Göktaş - Ben Fransızca öğrenmeni ve alıntı yaparken, sözlükten bakarken “namuslu” davranmanı önereceğim…

Hilmi Bulunmaz - Ben de sana, İşçi Partisi'ndekilerle hempa olurken, omuzdaş olurken, yoldaş olurken dikkatli olmanı önereceğim! Ayrıca, en kısa zamanda İngilizce öğrenip, akademik yükselme yolunda ilerlemeni önereceğim. Tabii ki, bu arada Türk dilini de öğrenmeni hararetle önereceğim!!!

Erbil Göktaş - Mesut Alptekin'in “editör”, kendinin “Genel Yayın Yönetmeni” olduğunu kanıtlamak için Türkçe sözlükten alıntı yapıyorsun ya; bu konuda bana saldırmak için “1.Yayımcı” anlamını görmezden gelip hemen 2. anlama can simidi gibi sarılıyorsun ya…

Hilmi Bulunmaz - Erbilciğim, yayımcılık teknik bir iştir. Genel Yayın Yönetmeniği kurgusal ve stratejik bir iştir. Mesut Alptekin, teknik niteliklere haiz biri olduğu için, onu editör (yayımcı) yaptım, Oğuzcan Önver entelektüel biri olduğu için, onu da Genel Yayın Yönetmeni yaptım.

Erbil Göktaş - Olmuyor evlat, olmuyor koçum, “alıntı namusunu” kirletiyorsun; her zaman her sözlükte 1. anlama bakmalısın, o karşılamıyorsa 2. anlama geçebilirsin…

Hilmi Bulunmaz - Erbilciğim, editör, yayımcı demektir. Yayın yönetmeni demek değildir. Sen, bu demagogluğunu Özdemir Nutku'dan mı öğrendin?

Erbil Göktaş - O yüzden Fransızca yanında, çünkü “editör” dilimize Fransızca’dan geçmiştir, Türkçe’yi de öğrenmen gerekiyor…

Hilmi Bulunmaz - Benim çocuklar, yakında, çok yakında, pek yakında, doktorlara, yardımcı doçentlere, doçentlere, profesörlere Fransızca ve Türkçe dersleri vermeye başlayacaklar!

Erbil Göktaş - Hilmi’nin yaptığı gibi yazım yanlışlarına değinmeyeceğim bile, çünkü niyetin yanlış, niyetin bozuk…

Hilmi Bulunmaz - Çocuğun niyeti sosyalist bir dünya oluşumuna katkıda bulunmak. Çocuğun niyeti, akademisyenlere "ders" vermek!

Erbil Göktaş - Niyet bozuk olunca hiçbir şey düzgün olamaz…

Hilmi Bulunmaz - Örnekse, reklâm alma niyetiyle bir dergi yayınlanmaya başlanırsa, hiçbir tiyatro yazısı düzgün olamıyor!

Erbil Göktaş - Tıpkı insani olarak söylenmiş “sağlıcakla kalın” sözünü “SAĞ’lıcakla”ya çevirdiğin gibi; bilmeni isterim, çok sevimsiz oluyorsun, kötücülleşiyorsun, yazık oluyor sana; içtenliğini, duyarlığını böyle kötü sözcük oyunlarıyla harcama, küçük hesaplarla kendini küçültme; içten ol, dürüst ol, istersen de olma…

Hilmi Bulunmaz - Ya Erbil, senin ruhuna akademisyenlik zehri otağ kurmuş. Sen, bir saniye olsun, ders vermeden soluk alamaz mısın be birader?!

Erbil Göktaş - Sen de öyle Hilmi…

Hilmi Bulunmaz - Emredersin yardımcı doçentim!

Erbil Göktaş - "Bulunmaz Efsanesi" gözümde bitmiştir.

Hilmi Bulunmaz - "Bulunmaz Efsanesi" başlamadı ki! Böyle bir efsane yoktu ki! Böyle bir efsaneye ben izin vermem ki!!!

Erbil Göktaş - Daha ne diyeyim?..

Hilmi Bulunmaz - Daha başka hiçbir şey söyleyebileceğini hiç sanmıyorum!

Erbil Göktaş - Bu kadar…

Hilmi Bulunmaz - Gerçekten bu kadarcık mı? Yine bekleriz efendim. Berhudar olunuz muhterem kardeşim! Sabah şerifleriniz hayırlı olsun hocam!! Allah, sizi, başımızdan eksik etmesin yardımcı doçentim!!! Yüce Zeus ve şarapçı Dionysos, sizi, "Gece Dersleri"nden bir gün bile mahrum etmesin, nevî şahsına münhasır biraderim!!!...


***


Ayrıca bakınız:

Ayşenil Şamlıoğlu'nun adamları tarafından taciz edilen Sosyalist OYUN Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Oğuz can Önver'in yaşadığı zor anların görüntüleri!

Ayşenil Şamlıoğlu ve Tolga Yeter’e çok açık mektup!

Ayşenil Şamlıoğlu'nun yönetimindeki Şehir Tiyatroları, Bulunmaz Tiyatro sanatçılarına saldırı düzenledi!

Ayşenil'in suçu ne?

BÜKTEL'İN ÖLÜMÜ!

"Düşünce özgürlüğüne yapılmış yoğun bir saldırı" (mı?)

GECE DERSLERİ YENİDEN (MESUT ALPTEKİN İÇİN)

Bizim, sizin karanlık derslerinize ihtiyacımız yok!

GECEYARISI DERSLERİ: (HİLMİ BULUNMAZ'I KINAMAK!)


EGS Sonuçları (Erbil Göktaş Sınav Sonuçları)
Erbil Göktaş'ın, İşçi Partisi'ne katılımcı olduğunu kanıtlayan belge!
Erbil Göktaş, hiç mi utanmıyorsun?!
SANSÜR!


Bulunmaz, sadece LİNÇÇİ alçakları değil, LİNÇÇİ olma alçaklığında bulunmayan Yeni Tiyatro'yu da eleştiriyor!

Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, Erbil Göktaş'a ve diğerlerine yanıt veriyor!


Sosyalist OYUN Dergisi editörlerinden Mesut Alptekin, "sansürbasyonist" diye nitelediği Erbil Göktaş'ın, kendisini engellemesini içine sindiremiyor!!!

Erbil Göktaş, yanıt verdiği Mesut Alptekin'in yazısını yayınladı!