10 Haziran 2011 Cuma

Sosyalist OYUN Dergisi Editörü Mesut Alptekin'den yeni bir yazı!

EGS Sonuçları (Erbil Göktaş Sınav Sonuçları)


Mesut Alptekin
10 Haziran 2011


Sayın Erbil Göktaş, gündüzleri uyuyup, geceleri facebook'ta gezerek, Shakespeare'in insanî duygulardan uzak, "dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı" mantığıyla kaleme aldığı "66. Sone"nin değişik biçimlerdeki videolarını paylaşmaktan ve yaz mevsiminin getirdiği sıcak havaların vermiş olduğu etkiyle bunalan paslanmış ruhuyla, www.tiyatroyun.blogspot.com sitesindeki 30 Mayıs 2011 tarihli "'Düşünce özgürlüğüne yapılmış yoğun bir saldırı‘ (mı?)" başlıklı yazımı okuduktan sonra, nihayet kendine gelip, facebook mesaisini azaltabilme becerisini geliştirmeye başladı…

Kendisine göre; "haksız" bulduğu eleştirilerimi bile "ciddiye" aldığını belirterek, pek sevmese de, kendisi için bir zorunluluğun ve sorumluluğun sonucu olduğunu düşündüğü "Gece Dersleri"ni, benim için yeniden başlattı. Tabii ki bu "Gece Dersleri"nin, Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü'ndeki (küçük yaştayken ailesi tarafından her nasılsa bir biçimde bir tiyatroya götürülmüş ve o gün bugündür, o izledikleri oyundan etkilenerek, "tiyatronun büyüsü"ne kapılmış ve böylelikle tiyatroya aşık olmuş) saf ögrencilerini kapsamayan, şahsıma özel bir ders olduğunu, Erbil Göktaş’ın yanıt niteliğindeki yazısına, bir Doçent Doktor otoriterliğiyle verdiği "GECE DERSLERİ YENİDEN (MESUT ALPTEKİN İÇİN)" başlığından bile çok rahatça anlayabiliyoruz. Erbil Göktaş, yazısına istediği başlığı koymakta tabii ki özgürdür; ancak, ben, yine de, onun yazısına neden böyle bir başlık koyma gereksinimi duyduğunu, inanın çok merak ediyorum. Sonuçta ben, ders almak istesem, buna ihtiyaç duysam, hitabet sanatından zerre kadar nasiplenmemiş "Erbil Hoca"dan özel ders almaz, hiç olmazsa, iyi kötü bir devlet güvencesi altında bulunan Kocaeli Üniversitesi'ne yada benzeri bir üniversiteye giderdim…

Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş, bu başlığı taşıyan yanıt niteliğindeki yazısını, doğal olarak, benim yazımın yayınlandığı Sosyalist Oyun Dergisi’nin Internet sitesinde yayımlamış ve daha sonra da kendi dergisinin Internet sitesi www.yenitiyatrodergisi.com adresinde yayımlamış/yayınlatmıştır. Ancak, "Erbil Hoca", bu yanıt niteliğindeki yazısını, benim yazıma karşı “yanıt niteliğinde” olmasına karşın, benim ona karşı yazmış olduğum yazımı, kendi sitesinde yayımlama/yayınlatma gereğini duymamıştır. Durum böyle olunca, www.yenitiyatrodergisi.com sitesi okurları, Erbil Göktaş'ın, benim kaleme almış bulunduğum yazının neresine yanıt verdiğini tam olarak anlayamamışlardır. "Erbil Hoca"nın yazısının içeriğinde, benim yazımın içeriğine değgin, sadece çok kısa özet verilmiştir. Ancak, bu özet geçme ameliyesi, konunun tam anlamıyla kavranabilmesi için, asla ve kesinlikle yeterli değildir. Oysa, böyle bir polemik yazısını, böyle bir karşılıklı düşünce geliştiren bir yazıyı, böyle diyalog içeren yazıyı kaleme alırken, ivedilikle ve öncelikle benim yazıma yada benim yazımın açık linkine yer verilmeliydi. Ve ondan sonra bir yanıt yazısı, bir polemik yazısı yayımlanmalıydı ki, www.yenitiyatrodergisi.com sitesi okurları, kime, ne amaçla yanıt verildiğini tam olarak anlayabilirlerdi. Ne var ki, bu sefer Erbil Göktaş’ı, "sansürbasyon" yapmakla suçlamayacağım. Sonuçta, bana karşı yazılan bu yanıt yazısını uykusuz kalarak hazırlamıştı ve bu uykulu kafayla bunun ayrımına varamamış olabilirdi. Ta ki, kendisi de bu yazıyı okuyana kadar. "Erbil Hoca", bu yazıyı okuduktan sonra da sitesinde bir düzeltme, bir link verme işlemi yapmazsa, işte o zaman, kendisini yine "sansürbasyon" yapmakla suçlayacağım…

Erbil Göktaş’ın bu yanıt yazısından sonra, kalem tutma sırası yine bana geçmiş olmasına rağmen, bu yazının bir ucu da, sanatçı arkadaşım Oğuzcan Önver'e değdiği için, sevgili Oğuzcan benden hızlı davranmış ve "Bizim, sizin karanlık derslerinize ihtiyacımız yok!" başlıklı yazısını derhal, hemen, ivedilikle, sıcağı sıcağına yayımlamıştı…

Gelelim, "karanlık gecelerin pelerinsiz kahramanı" yada "gecelerin doçenti" Erbil Göktaş’ın bana verdiği "ders"e…

“Yazında Yeni Tiyatro Dergisi’ni ve www.yenitiyatrodergisi.com sitesini uğradığınız 'saldırı' karşisında 'haber' yapmamakla ya da 'değinmemekle' suçluyorsun; baştan şunu söylemeliyim ki, her iki yayın organının Yayın Yönetmeni olarak 'haber' türündeki yazılar, ancak 'basın bülteni' olarak geldiği zaman ve fırsat bulup da düzeltip düzenleyebilirsek yayınlayabiliyoruz…”

Gece dersine böyle bir giriş yapan "Erbil Hoca"nın "fırsat bulup da düzeltip düzenleyebilirsek" ifadesi beni çok şaşırttı. Şayet, Yeni Tiyatro Dergisi'ndeki yazıların, düzeltilmiş, düzenlenmiş hâli buysa, düzeltilmemiş, düzenlenmemiş hâlini gerçekten çok merak ediyor ve Oğuzcan Önver'in "Bizim, sizin karanlık derslerinize ihtiyacımız yok!" başlıklı yazısından bir paragrafı ısrar ve inatla buraya taşımak istiyorum:

"Yeni Tiyatro Dergisi'nin her sayısında, sayılamayacak kadar çok yazı hatâsı, hesabı tutulamayacak kadar çok yazım yanlışı, kavranamayacak kadar çok mantık bozukluğu, açıklanamayacak kadar çok dizgi kusuru, tedavi edilemeyecek kadar çok ifade kabızlığı vb. var."

"Erbil Hoca", "ders"in önemli bir bölümünde şöyle bir soruyla çıkıyor karşımıza:

"…tamam sizi engelleyenler 'Şehir Tiyatroları'nın elemanlarıdır ama sizin katılmadığım söyleminizle 'Ayşenil Şamlıoğlu’nun adamları' olduğunu sanmıyorum; bu kişilerin ne zaman işe girdiğine bakmak lazım, sizin söyleminizle Nurullah Tuncer’in Genel Sanat Yönetmeni olduğu yıllarda 'onun adamları' mıydılar? Üç yıl önce de o zaman Orhan Alkaya’nın adamları olmuş olmuyorlar mı?"

Bu kişilerin işe giriş tarihleri ve zamanında kimlerin sorumluluğunda oldukları beni hiç ilgilendirmiyor. Ben, bugüne, taciz edildiğimiz, tedirgin edildiğimiz, darp edildiğimiz ve somut bir biçimde fiziksel saldırıya uğradığımız güne bakarım. Somut bir biçimde yaşamış olduğumuz fiziksel saldırı tarihine bakarım. Fiziksel saldırı olayının yaşandığı tarihte ve bugün, bizi taciz eden, bizi tedirgin eden, bizi darp eden ve bize somut bir biçimde fiziksel saldırıda bulunan kişiler kimin sorumluluğunda?

A - Ayşenil Şamlıoğlu
N - Nurullah Tuncer
O -Orhan Alkaya

Dinnkk!

Süre başladı!!!

Cevap veriyorum:

"A" şıkkı; Ayşenil Şamlıoğlu

Örneğin, Erbil Göktaş’in şu anda gündüz dersi verdiği öğrencileri, Kocaeli Üniversitesi’ne gelene kadar, ilköğretimde ve lisede okudular. O öğrenciler, ilköğretim ve lise dönemlerinde çesitli öğretmenlerin öğrencileri oldular. Ancak, bugüne baktığımızda, şimdi, Erbil Göktaş’in öğrencileri olarak anılmayı hak ediyorlar. Kimse onlara, şu an itibarıyla, "falancanın öğrencisi, filancanın öğrencisi" diyor mu? Hayır, demiyor, diyemiyor, dese bile komik duruma düşüyor. Onlar nasıl ki, şu anda Erbil Göktaş’in öğrencileri olarak anılıyorlarsa, bizi taciz eden, bizi tedirgin eden, bizi darp eden ve bize somut bir biçimde fiziksel saldırıda bulunan kişiler de, Ayşenil Şamlıoğlu’nun adamları olarak anılıyorlar… En azından biz, onları böyle anmayı doğru buluyoruz. Bir kez daha yineliyoruz; bizi taciz eden, bizi tedirgin eden, bizi darp eden ve bize somut bir biçimde fiziksel saldırıda bulunanlar "Ayşenil Şamlıoğlu'nun adamları"dır!!!

"GECE DERSLERİ YENİDEN"e devam:

"Shakespeare’le ilgili madem 'saldırı'da bulunduğunuzu söylüyorsunuz, bunu temellendirmelisiniz, oyunlardan örneklerle bunu yapmalısınız…"

Bunu gerek söyleşi videolarımızda, gerek Sosyalist OYUN Dergisi'nde ve gerekse www.tiyatroyun.blogspot.com adresinde yeterince yapıyoruz. İlla ki, oyunlarla vurgulamamız gerekmese de, ben, zâten, şu sıralar William Shakespeare'in akıllara zarar oyunu "Kral Lear" üzerine araştırma yapıyorum ve araştırmam biter bitmez, onu da mutlaka yayınlayacağım.

Bu arada, şunu da sormak geldi içimden: "Kocaeli Üniversitesi Oyuncuları", "Bulanık Su" isimli oyunu(?) hangi akla hizmet etmek için, hangi tiyatral kurama dayandırarak sahnelemişlerdi acaba? www.istanbultiyatrorehberi.com adlı Internet sitesi bunu şöyle açıklamıştı:

"Oyun, günümüz Türkiye’sinde, büyük bir metropol olan İstanbul’da geçer. Gerçek bir öyküden yola çıkılarak yazılmış olan oyunda altı işçi kadın, bir sel felaketinde, yük taşımak için kullanılan bir araçtan bozma servisin içinde, boğularak can verirler.

Peki kimdir bunun asıl suçlusu? Şöför mü? Hayat zorlukları arasında ayakta kalmaya çalışan ve her şeye boyun eğen kadınlar mı? Patron mu? Yoksa insan hayatını hiçe sayan kapitalizm mi? İşte bu sorular arasında gidip gelirken, kendinizi de sorgulayacağınız, selde ölen altı kadının hayatlarından kesitler izleyeceğiniz, deneysel bir anlatımla sunmaya çalıştığımız bir oyun 'Bulanık Su'…" (Kaynak: istanbultiyatrorehberi.com)

Yani, 400 yıldır dünya tiyatro sahnelerini kirleten Shakespeare’e olan hayranlığınız içerisinde yetiştirmiş olduğunuz oyuncularınız, "insan hayatını hiçe sayan kapitalizm" sözünü ettiklerinde, Shaksepeare'i eleştirebilme gücünü kendilerinde bulamadıklarına göre, Shakespeare'i eleştirebilme perspektifine sahip olmayan kişiler tarafından donatılmalarının verdiği tatlı huzurla, kapitalizmi yeniden üretmenin ötesine geçemediklerinin, biz, zâten gidip oyunlarını izlediğimizde, çok net bir biçimde görebiliyoruz. Kapitalizm sözcüğünü, kavramsıl içeriğinden soyutlayarak, sadece yüzeysel bir biçimde dile getirdiğimizde, gerçek anlamda kapitalizme karşı çıkmış sayılmayız. Kapitalizme karşı çıkabilmek için, toplumsal ideoloji anlamında sosyalist olmak, tiyatral ideoloji anlamında da, anti-Shakespeareyen, anti-emperyalist olmak gerekir. Bunun bir başka denklemi, en azından bizim için, asla ve kesinlikle yok.

"GECE DERSLERİ YENİDEN"e devam:

"Shakespeare konusu bildiğim kadarıyla Özdemir Nutku’nun çalışmaları içersinde çok küçük bir parçaya tekabül eder…"

Bu konuda yorum dahi yapmak istemiyorum. Gerçekten ne kadarlık bir parçaya tekabül ettiğini görmek isteyen okurlar, Google arama motoruna "Özdemir Nutku Shakespeare" (yaklaşık 55.800 sonuç) yada "Özdemir Nutku Shakespeare çevirileri" (yaklaşık 14.100 sonuç) yazarak, listelenen sonuçları bir bir inceleyebilirler. Bu sonuçlara varmak için, benim gibi bir işçi olmak bile yeterli olmasına karşın, nasıl oluyor da, tiyatro tahsil etmiş ve tiyatro tahsil ettiren biri, "bildiği kadarıyla" yetinebiliyor! Şaşmamak ve tümcenin sonuna ünlem imi koymamak olası değil!!!

"GECE DERSLERİ YENİDEN" esnasında "Erbil Hoca"nın en çok dikkatimi çeken söylemi şu olmuştur:

"…ben 'düşünce özgürlügüne' saygılı olma sınavından 32 yıldır yani ‘kendimi bildim bileli’ alnımın akıyla çıkıyorum…"

Bu söylemin dikkatimi çekmesinin sebebi, çok büyük bir çaba göstermeme, çok uğraşmama karşın, bu söylemi bir türlü anlayamayışımdır. "…32 yıldır yani ‘kendimi bildim bileli" ifadesini ne anlamda kullanmıştır acaba "Erbil Hoca"?

Erbil Göktaş nihayetinde 1964 doğumludur ve 1964 doğumlu birisi, içerisinde bulunduğumuz 2011 yılında, 47 yaşındadır ve 50'sine merdiven dayamıştır.

47 - 32 = 15

Yani "Erbil Hoca", 32 yıl önce 15 yaşındaymış. 15 yaşında, ergenlik çagındaki bir insanın kendini bilmemesi için, ya zihinsel bir özürü olması yada 32 yıl sonra bilincinin henüz 15 yaşında açıldığını söyleyebilecek kadar matematik bilgisi zayıf olması gerekir. Oysa Oğuzcan Önver, aşağı yukarı o yaşlarda "TUTKAL" adlı romanını yazabilecek durumdaydı. Şayet, Erbil Göktaş 1964 doğumlu değilse o halde gsf.kocaeli.edu.tr/erbilgoktas linkinde bulunan "Erbil Hoca" hakkındaki bilgiler yanlış yada o "Erbil Hoca", bu "Erbil Hoca" değildir. Belki de, o "Kocaeli Üniversitesi", bu "Kocaeli Üniversitesi" değildir. Eğer ki, ben, konuyu yanlış anlamış yada hiç anlayamamışsam, lütfen, Allah rızası için, Kuran-ı Kerim aşkına, "Erbil Hoca" bana burada neyi vurgulamak istediğini bir zahmet, benim anlayabileceğim bir dille açıklasın…

Gece hızla ilerleyip, iyice boz bulanık hâle gelince, "Erbil Hoca"nın "GECE DERSLERİ YENİDEN"deki kararma kat sayısı şimşek hızıyla artmaya devam ediyor:

“…keşke 'tiyatro' beni kapısının önüne koysa da, ben de, 'Tiyatro Benim Aşkımdı' başlığıyla oyunlarımı kaleme alsam, anılarımı yazsam, hiç durmamacasına okusam okusam okusam… 'Bütün kaygılardan azade' sadece izlesem izlesem izlesem…"

Yani ben, sanatçısı olduğum Bulunmaz Tiyatro'nun kurucusu ve yöneticisi Hilmi Bulunmaz'a gidip; "Ya Hilmi Usta, keşke beni tiyatrodan kovsan da, ben de 'Tiyatro Benim Aşkımdı' başlığıyla oyunlarımı kaleme alsam, anılarımı yazsam, hiç durmamacasına okusam okusam okusam… 'Bütün kaygılardan azade' sadece izlesem izlesem izlesem…" desem ve Hilmi Bulunmaz, benim tiyatrodan kovulduktan sonra üretken bir sanatçı olacağıma inansa, herhalde dakikasında kovardı beni… Şayet, "keşke" diyebilecek seviyeye geldiyse, bence, "Erbil Hoca", artık emekli olup, bahçeli bir eve yerleşerek, iki kavak ağacının arasına gerilmiş bir hamakta okusa, okusa, okusa da, biz de kuramsal bağlam içeren, tadını damağımızdan uzak tutmak istemediğimiz bir dingin insanın alçakgönüllü ruhuyla bezenmiş nitelikli yazılar okuyabilsek!…

"GECE DERSLERİ YENİDEN"e devam:

"Ne güzel ve ne rahat olurdu; böylece sana da yanıt yazacağım diye uykusuz kalmamış olurdum."

Gündüzler torbaya mı girdi "Erbil Hoca"m? Keşke yazı yazmak için bu kadar acele etmeseydiniz! Siz, yine bu gece de facebook'a takılmaya, orada Shakespeare soneleri paylaşmaya devam etseydiniz, ben, sizi günlence beklemeye razıydım "Erbil Hoca"m. Hilmi Bulunmaz, her ne kadar facebook’a karşı çok katı bir tutum sergilese de, nihayetinde beni yada diğer çalışma arkadaşlarımı facebook profillerimizi kapatmaya zorlamıyor. Yani sizin anlayacağınız, bu konuda da özgür iradeye sahibiz. Benim de hâlâ aktif olan bir facebook hesabım var ve ben de bazı zamanlarda, işçi olduğum için, özellikle geceleri facebook'ta online oluyorum. Ve ben, bundan yakınmadığım gibi, ister gece olsun ister gündüz olsun, sizin hakkınızda yazı yazmaktan asla yakınmıyorum. Oysa ki aynı tutumu sizden de beklerdim…

Görüyorsunuz ya, sizin savruk ifadelerinizi bile "ciddiye" alıp, size karşı yazı yazmak durumunda kalıyor ve bundan da hiç mi hiç gocunmuyor, dert yanmıyor, mide spazmı geçirmiyorum…

EGS Sonuçları şimdilik bu kadar "Erbil Hoca"m. Sizden ikinci bir "GECE DERSLERİ YENİDEN" gelip de, söz hakkı yine bana düşerse, bu yazımda söyleyeceklerimden daha fazlasını dile getireceğimi belirtmiş olayım…

Sağlıcakla kalın…


***


Ayrıca bakınız:

Ayşenil Şamlıoğlu'nun adamları tarafından taciz edilen Sosyalist OYUN Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Oğuzcan Önver'in yaşadığı zor anların görüntüleri!

Ayşenil Şamlıoğlu ve Tolga Yeter’e çok açık mektup!

Ayşenil Şamlıoğlu'nun yönetimindeki Şehir Tiyatroları, Bulunmaz Tiyatro sanatçılarına saldırı düzenledi!

Ayşenil'in suçu ne?

BÜKTEL'İN ÖLÜMÜ!

"Düşünce özgürlüğüne yapılmış yoğun bir saldırı" (mı?)

GECE DERSLERİ YENİDEN (MESUT ALPTEKİN İÇİN)


Bizim, sizin karanlık derslerinize ihtiyacımız yok!

GECEYARISI DERSLERİ: (HİLMİ BULUNMAZ'I KINAMAK!)