Mesut Alptekin
15 Mayıs 2011
5 Mart 2006 Pazar günü saat 12.35'te ilk kez olarak adım attığım Bulunmaz Tiyatro'daki oyunculuk çalışmalarına, tam bir hafta sonra, 12 Mart 2006 Pazar günü saat 13.00'te başladım. O günden bu yana, bünyesinde yer aldığım Bulunmaz Tiyatro, gerek bedensel ve gerekse yazınsal birçok çalışma yaptığım bir alan varlığını korudu.
Kendimi daha yakından tanıtayım: İsmim Mesut Alptekin. 13 Haziran 1988 İstanbul / Bayrampaşa doğumluyum. Ancak, doğum yerim nüfus kayıtlarında "Eyüp" diye geçiyor. "61831217234" benim T. C. Kimlik numaramdır. Yani kimliği belirli biriyim. Hâlâ, İstanbul'un Bayrampaşa ilçesinde ikâmet etmekteyim. Ailem ile birlikte yaşıyorum. "Ailem" kelimesinde kastettiğim kişiler, annem, babam ve kardeşimdir. "Ailem" kelimesini vurgulamamın nedeni, "kimliği belirsiz biri" olmadığım, yani piç olmadığımdır.
27 Ağustos 2008 Çarşamba günü; Çanakkale 116. Jandarma Acemi Er Eğitim Alay Komutanlığı, birinci tabur, birinci bölükte vatani görevim olan askerliğimin "Acemi Birliği" diye adlandırılan ilk bölümüne başlayıp, 8 Kasım 2008 tarihinde, yedi gün dağıtım iznine ayrılarak 15 Kasım 2008 tarihinde, Giresun ili, Görele ilçesi, Görele İlçe Jandarma Komutanlığı'nda "Usta Birlik" diye adlandırılan ikinci bölümüne başlayıp, 22 Kasım 2010 tarihine kadar, on beş aylık askerlik sürecimi başarı ile tamamlayıp, "Hizmet Belgesi" eşliğinde teskere alarak sivil hayatıma geri döndüm. Yani Terörist'te değilim. Bunları neden açıklama gereği duyduğuma gelince...
Yazımın aşağıdaki bölümünde bu noktaya da değineceğim. Şimdi gelelim içerisinde aktif durumda olduğumuz Bulunmaz Tiyatro'daki zaman sürecine. Son zamanlarda, değerli arkadaaşım Oğuzcan Önver'in, Genel Yayın Yönetmenliği'ni üstlenmesiyle büyük bir ivme kazandırdığımız OYUN dergimizi, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü İstanbul Devlet Tiyatroları'nda izlemeye gittiğimiz hemen hemen her etkinlik giriş-çıkışında, seyircilere ücretsiz olarak dağıtıyoruz. Geçtiğimiz günlerde Oğuzcan ile birlikte bir değişiklik yapalım diyerek, ''27.Genç Günler'' adı altında başlatılan, çeşitli amatör tiyatroların tamamen ücretsiz olarak sahneledikleri etkinlikleri izlemek vesilesiyle, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Fatih Reşat Nuri Sahnesi salonundaki yerimizi aldık.
Sahnede ''Sevgili İdam'' adlı, samimiyetten tamamıyla uzak, bir damla bile inandırıcı olmayan, oyunculukların çok zayıf olduğu, prodüksiyonun "yetersiz" sözünü dahi arattığı ve «lâ havle velâ kuvvete» diye aşka gelerek, güç belâ otuz iki dişimizi birden sıkıp, bu etkinliği sonuna kadar izlemeye nasıl katlanabildiğimize dair herhangi bir fikir yürütemediğimiz koskoca bir "kırk dakika", bu ''oyun'' diye tanımlamaya utanmadıkları "işkenceye" maruz kaldık.
Etkinliğin hemen akabinde, salonu ilk terk eden kişiler olarak Oğuzcan ve ben, Fatih Reşat Nuri Sahnesi sınırlarından çıktıktan sonra, dergimizi her zaman olduğu gibi, ücretsiz olarak dağıtmaya başladık. Daha doğrusu; Oğuzcan dağıtıyor, ben ise bu dergi dağıtım anını kamerayla kayıt altına alıyordum. Ancak bu sefer diğerlerinden farklı olarak, beni çok şaşırtan bir tabloyla karşı karşıya kaldım. İçeriden çıkan her seyirci, Oğuzcan'ın uzattığı dergiyi, sanki zorunlularmış gibi, almadan asla geçmiyor ve büyük bir bir merakla hemen oracıkta dergiyi incelemeye koyuluyorlardı. Açıkçası bu durum beni çok şaşırtmakla beraber, bende farklı bir haz duygusunun oluşmasına da sebebiyet vermişti. O gün yanımızda getirdiğimiz bütün dergileri dağıttık.
Ancak dağıtım esnasında, dikkatimizden kaçmayan, küçük, ama daha sonradan ne kadar önemli bir sinyal olduğunu anlayacağımız, bir detay takılmıştı objektifimize. Bir ara, içeriden çıkan beyaz t-shirt'lü, uzun boylu, ''27. Genç Günler'' etkinliğinin sorumlularında biri olan, tahminen yirmili yaşlardaki bir genç adam, bizim dergilerden bir tane alıp, tekrar içeri girdi. O gün, biz bunu çok fazla önemsemedik.
Gelelim iki gün sonrasına...
Yine, Oğuzcan'la birlikte, ''27. Genç Günler'' etkinliği kapsamında sahnelenecek olan ''Shakespeare ile Savaş'' adlı oyunu izlemek için, Fatih Reşat Nuri Sahnesi salonundaki yerimizi aldık. Tanrım, o da ne?! Şehir Tiyatroları broşürlerinde ve Internet sitelerinde bahsedilen tarih ve saatte, ''Shakespeare ile Savaş'' isimli oyun yerine ''Eleman Aranıyor'' isimli bir başka oyun(?) püskürtüldü sahneye. ''Oyun'' demeye, ''tiyatro'' demeye, ''sanat'' demeye binbir şahit gerektiren bu pespaye şeyi de, türlü türlü eziyetler, karın ağrıları, mide bulantıları, depresif ataklar, psikolojik tramvalar ve ağır tahrip beyin tecavüzü eşliğinde izleme gafletini bulunduk.
Çıkışta senaryo yine aynı. Oğuzcan; elinde dergilerimiz, ben de kameramızla, Fatih Reşat Nuri Sahnesi çıkışındaki kaldırımda, yerimizi aldık. Önce her şey normal başladı. Seyirciler birer ikişer çıkıyor, Oğuzcan ise dergileri dağıtıyordu. Tiyatro izleyicilerin ilgisi yine yoğundu. Bu böyle devam ederken, içeriden çıkan bir güvenlik görevlisinin, Oğuzcan'a doğru bir şeyler söyleyerek yaklaştığını gördüm. Söylenenleri daha iyi anlayabilmek amacıyla, çekim yaptığım noktadan hareket ederek, onların yanına yaklaşma girişiminde bulunuyordum ki, yine içeriden çıkan, bir önceki anlattığım oyun çıkışında içeriden çıkıp dergimizden bir adet alarak tekrar içeri giren, ''27.Genç Günler'' sorumlularından bir şahsiyet, siyah takım elbisesi üzerine giydiği uzun paltosuyla, Michael Corleone - Memati Baş karışımı bir tavır takınarak: ''Arkadaşım, burada çekim yapamazsın, yasak yasak !!!'' diye orta dereceyi bir kırıntı aşmış ses tonuyla beni uyardı. Ancak, benden çok, dergi dağıtımı yapan Oğuzcan'ın üzerine odaklanmışlardı. Aynı ukalâ, saygısız, hoşgörüsüz, kaba saba tavırlarıyla dikkatlerden kaçmayan, sersefil, kendini bir ''kalın bağırsak üretisi'' sanan genç adam, Oğuzcan'ı gözüne kestirmiş olmalı ki, beni uyardığı gibi hafif değil, tam tersi daha sert bir biçimde uyardı.
Binanın içinden çıkan Fatih Reşat Nuri Sahnesi amirinin bize doğru sökün etmesiyle birlikte daha da kızışan tartışma, ağız dalaşı, itip kakmalar ve ''Senin ağzını burnunu kırarım!'' gibi tehditlere kadar dayanıp, en sonunda amirin, dış mekanda olmamıza rağmen, dergiyi dağıtan arkadaşımız Oğuzcan Önver'e: ''Çık, Şehir Tiyatroları'nın dışında dağıt'' diyerek, kapı önündeki kaldırımı sahiplenmesiyle ''bok değil kaka'' çizgisine getirdiği olay, tiyatro izleyicilerinin bizi ve dergimizi sahiplenmesiyle "hava" bizim lehimize dönmeye başladı.
Bu kendilerini, derebeyi, köy ağası, paşa babası, armudun sapı, üzümün çöpü, Polat Alemdar'ın çırağı, Sadrazam'ın sol baş parmağı sanan, Şehir Tiyatroları görevlilerine inat, tiyatro izleyicilerinin; ''dağıtın, dağıtın'' diye bize moral vermesi sonucu, olay mahâllinden bir metre ileride, dergilerimizin dağıtımını sürdürmemiz ve aynı soytarı, kendini ''Matrix'' filmindeki kurtarıcı, büyük kahraman ''Neo'' zanneden genç adamın(?) ''Şehir Tiyatrolarına aykırı yazılar var orada!'' demesi, buna karşılık olarak, Oğuzcan'ın ''Olabilir, düşünce özgürlüğü denen birşey var'' yanıtını vermesi üzerine, ''Olamaz kardeşim, olamaz! Resmi kurum burası!'' diye, saçma sapan, yersiz ve gereksiz, içi boş ve ancak tarih öncesi çağlardan kalma, kalın kafalı bir mağara adamının mantığıyla konuşan bu sallamasyon görevlinin, kuyruğunu iki bacağının arasına kıstırarak kulübesine geri dönmesiyle son buldu. Tabii bu esnada devam ettiğim kamera kayıtlarını şu linkten inceleyebilirsiniz:
"Ayşenil Şamlıoğlu'nun adamları tarafından taciz edilen Sosyalist OYUN Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Oğuzcan Önver'in yaşadığı zor anların görüntüleri!"
Şimdi gelelim bu durumu irdelerken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu'na bazılar sorular sormaya...
1 - Normal ve çağdaş birer insan olarak, insancıl bir tavırla doğru düzgün uyarı yapmadan, ivedi bir biçimde atağa geçerek ''Senin ağzını burnunu kırarım!'' gibi tehditlere kadar uzanacak bir tavır sergilemek midir bir sanat yuvasında çalışmak?
2 - Bu gibi terbiyesiz, densiz, kendini bilmez, konuşmayı bilmez, insanlıktan uzak bireyleri kurumunuzda çalıştırmak mıdır sanatçı kimliğine sahip olmak?
3 - Sizin adamlarınız, bizi tehditle, tacizle, saldırıyla, darpla değil de, medeni bir şekilde uyarmayı niçin akıllarından bile geçirmediler?
4 - Ayrıca, "Şehir Tiyatrolarına aykırı yazılar var orada!" gerekçesiyle dergi dağıtımımıza engel olmak isteyen bu şuur fukarası şahısların, insanların düşünce özgürlüğünü kısıtlamaya çalışmanın, sansürcülüğü temel ilke edinmesinin altında yatan gerçek sebep nedir acaba?
5 - Şehir Tiyatroları'nın sansürden başka hiçbir serveti yok mu?
6 - Şehir Tiyatroları'nın kendine hiç mi güveni yok?
7 - Bizi dinleyip anlamadan, bizimle iki kelime bile konuşmadan, bizi dergi satmakla suçlama hakını nereden alıyorsunuz?
Biz orada dergi satmadık, dergilerimizi ücretsiz dağıttık. Bizim dergimiz, Ayşenil Şamlıoğlu'nun reklâm karşılığında sadaka verdiği dergilerden değil. Bizim dergimiz satılık değil. Halkımızı sütten çıkmış ak kaşık kisvesine bürünerek çocuk masallarıyla uyutmaya çalışanları teşhir etmek, elbet ki görevimiz ve bu konuda vatandaşı yakinen bilgilendirmek boynumuzun borcudur. Bugüne kadar dağıttığımız hiçbir dergiden bir kuruş dahi tahsil etmiş değiliz. Bu konuya ilişkin, değerli arkadaşım Oğuzcan Önver'in kaleme aldığı "Ayşenil Şamlıoğlu ve Tolga Yeter’e çok açık mektup!" başlıklı yazısından bir bölüm aktarmak istiyorum:
.........."...Bu tiyatro amiri, bu GENÇ GÜNLER sorumlusu kendini bir bok sanan genç, görevlerine hâlâ devam etmekte midir? Bu konu hakkında bir soruşturma başlatılmayacak mı? Bize karşı işlenmiş suçtan ötürü, yazılı bir özür dilenmeyecek mi? Sizin hiç vicdanınız yok mu? Geceleri yastığa başınızı koyduğunuzda, kâbuslarınız ve vicdanınızın çığlıkları, toplumsal sicilinize işlenen bu lekeyi ruhunuzdan silene kadar, umarım peşinizi bırakmaz! Siz, Ayşenil Şamlıoğlu ve siz, Tolga Yeter, bu skandaldan sonra, o koltuklarda oturmaya devam edecek misiniz? Yoksa, istifa etmeyi, aklınızın ucundan da olsa, geçiriyor musunuz? Şimdilik, kibarca söylüyoruz; lütfen, İSTİFA EDİNİZ!"
Maalesef ben, sevgili arkadaşım Oğuzcan Önver kadar sabırlı ve kibar davranamıyorum bu konuda. Ve sesimin çıktığı, kalemimin yazdığı, gücümün yettiği kadarı haykırıyorum buradan:
Sergilemiş olduğunuz bu abes tutumlarınızdan ötürü sizleri esefle kınıyor ve asıl sorumlu olan Ayşenil Şamlıoğlu'na "istifa et" diye sesleniyorum! Ayşenil Şamlıoğlu, istifa et!! Tolga Yeter, istifa et!!! Kendisini "27. Genç Günler" etkinliğinin tek sorumlusu zanneden ukalâ, derhal istifa et!!!...