1 Haziran 2011 Çarşamba

TUTKAL yazarı Oğuzcan Önver, çok tartışılacak bir yazı yazdı!

Sosyalist OYUN Dergisi Genel Yayın Yönetmeni, oyun yazarı, senarist, şair Oğuzcan Önver, kaleme aldığı TUTKAL adlı romanıyla! Foto: Hilmi Bulunmaz


***


Coşkun Büktel, Shakespeare konusunda fena hâlde yanılıyor!


BÜKTEL'İN ÖLÜMÜ!


Oğuzcan Önver
30 Mayıs 2011


Coşkun Büktel'in "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" adlı kitabını ilk okuduğumda, Türkiye tiyatrosunun ne kadar yozlaşmış, ne kadar çürümüş olduğunu algılamış ve bu algılama sonrası oldukça şaşırmıştım. Bu kitap sayesinde, Büktel'in oyunu "Theope"ye ve Coşkun Büktel'e yapılan haksızlıkları öğrenince, canım çok sıkılmıştı. "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" kitabını ilk kez olarak okuyup "Theope"ye ve Büktel'e yapılan haksızlıkları öğrendikten uzun bir süre sonra, bu kitabı, daha nesnel bir bakışla tekrar okuma ihtiyacı duydum. Aradan geçen bunca zamanda, Lev Tolstoy’un eşsiz eseri "Sanat Nedir?" kitabı ve Tolstoy tarafından bu kitabın "Shakespeare ve Dram Sanatı Üzerine" bölümünde eleştirilen Shakespeare üzerine uzun uzun düşünmüş, bu düşüncelerimi tiyatro kamuoyuyla paylaşan yazılar yazmıştım.

Tolstoy'un derin anlamlar içeren "Sanat Nedir?" kitabını zaman zaman okudukça, tiyatro sanatı konusundaki görüşlerim berraklaşmaya başlamış ve özgüvenim hızla artmıştı. Artık, şuna çok emindim; Tolstoy, yazarlık uğraşım açısından benim önderimdi ve duygu yoksunu Shakespeare, aldığı her nefesle dünyamızı kirletiyordu.

Coşkun Büktel'in, Shakespeare hakkında, Shakespeare konusunda, Shakespeare üzerine düşüncesi olumluydu. Sanatsal yolum Tolstoy'la kesişip, Shakespeare'le iyice çelişmeye başlayınca, Coşkun Büktel'i, sadece "Theope" bağlamında değil, Shakespeare konusunda da yeniden değerlendirebilmek amacıyla, "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" kitabını, bu kez, daha eleştirel bir gözle okudum ve gördüm ki, Coşkun Büktel, fena hâlde yanılıyor! "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" kitabında da belgelenmiş olduğu gibi, Türk tiyatrosu, büyük bir Shakespeare bataklığında debelenip duruyor.

"Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" kitabıyla ilgili kafama takılan bazı soruları, içime sinmeyen tarafları, öncelikle okurlarımla paylaşmak isterim:

1 - Kitabın adı ("Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları"), Nâzım Hikmet’in "Memleketimden İnsan Manzaraları" eserinden esinlenerek/uyarlanarak konulmuş. Peki, bu esinlenme, bu uyarlanma, kitabın herhangi bir yerinde belirtilmiş mi? En azından, Nâzım Hikmet'e küçük bir selam çakılmış mı?

2 - "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" kitabında, Coşkun Büktel'in, tiyatroyla alâkasız birçok kişisel fotoğrafı da bulunuyor. Coşkun Büktel, hayatıyla ilgili güzel anlarını bizimle paylaşabilir; bu gayet anlaşılır bir durum, ancak, Coşkun Büktel'in askerlik fotoğrafı niye bu kitapta yer alıyor? "Theope" gibi anti-militarist izler taşıyan bir oyun yazmış birinin, kitabında askerlik fotoğrafına yer vermesi bana tuhaf geldi doğrusu.

Şimdi gelelim, "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" kitabının 205-243 sayfaları arasında yer alan röportajda (Bu röportaj, kitap yayınlanmadan önce AGON Dergisi, Ekim-Kasım 1995, 7. sayıda yayınlanmıştır!) Coşkun Büktel'in, Shakespeare ve sanat hakkında kurduğu bazı cümlelere...

Coşkun Büktel - Ben Shakespeare’i, daha çok, dili kullanışındaki mükemmellik yüzünden seviyorum. (Sayfa 227)

Oğuzcan Önver - Coşkun Büktel'e, bu noktada kesinlikle katılmıyorum; çünkü, Shakespeare’in dili mükemmel kullandığı falan yok! Shakespeare’in dili, oldukça savurgan, konunun özünden kopuk, gerçeklikten çok uzak bir dil. Shakespeare'in, özgün anlamda, sadece kendi emeğiyle ürettiği herhangi bir sanat eseri bile olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü Shakespeare, eski halk masallarından, kendisinden önce yaşamış oyun yazarlarından çalarak oyunlar üretmiştir; onun gerçek bir sanat eserinin varlığından asla söz edemeyiz. Özgün ve duygulu olmadıktan sonra, hiçbir sanatçı, gerçek bir sanat eseri üretemez. Shakespeare’de, özgün ve duygulu olma özelliklerinin kırıntısı bile yok.

Coşkun Büktel - Shakespeare’in de bazı oyunları diğerlerinden daha iyi. (…) Shakespeare’in "HAMLET"iyle "MACBETH"i arasında hangisi daha iyi diye bir yarışma açmak elbette ki ahmaklık olur. (Sayfa 227)

Oğuzcan Önver - Biz, bu "ahmaklığı" yapalım ve bu iki oyunu; HAMLET ve MACBETH’i karşılaştıralım: HAMLET ve MACBETH’i toplasan beş para etmez.

Shakespeare oyunlarını, Almanca, İngilizce ve Rusça dillerinden okumuş olan Lev Tolstoy "Hamlet / Macbeth" konusunda hiç üşenmeden kafa yormuş:

"Onun en güzel, en başarılı yapıtları sayılan Kral Lear’i, Romeo ve Juliet’i, Hamlet’i, Macbeth’i birbiri ardına okudukça herhangi bir estetik haz almak şurada dursun, karşı konulmaz bir iğrenti, can sıkıntısı ve şaşkınlık duydum." "Sanat Nedir?" Sayfa 302

Coşkun Büktel - Tiyatroyu sevselerdi Shakespeare’i severlerdi, Coşkun Büktel'i severlerdi, Moliere’i severlerdi. (Sayfa 233)

Oğuzcan Önver - Oysa ben, bu cümlenin tam tersini düşünüyorum. Tiyatroyu seven herhangi bir insan, Shakespeare'i asla sevmez. Shakespeare’i seven herhangi bir insan, tiyatrodan kesinlikle nefret eder. Shakespeare’i seven herhangi bir insan, yalnızca tiyatrodan değil, doğadan, halktan, hayattan, vb. nefret eder. Çünkü Shakespeare, Tolstoy'un "Sanat Nedir?" kitabından ve Shakespeare'in sahtekârca yazılmış oyunlarından da anlayabileceğimiz gibi, aileyi, devleti ve özel mülkiyeti, yani günümüzün diliyle söylersek, kapitalizmi kutsayan vasat bir yazardır. Çok uzun bir zamandır "akıl tutulması" yaşayan Türkiye entelijiyansı, Türkiye tiyatrosu, "akıl tutulması"na bağlı olarak, aynı zamanda, "Shakespeare tutulması" da yaşamaktadır. Dünyanın hemen her yerinde, sanatla sanatçıların arasına Shakespeare hayaleti girmiş ve bu hayalet dört yüz yıldır sanatçıların beyinlerini çürütüp, sanatı imha etmiştir.

Sanata, özellikle de tiyatroya yeni başlayan her genç, Shakespeare’in ne kadar büyük bir deha olduğunu sürekli olarak duymaktadır. Böyle bir fikir aşılanıp telkin edilmiş gençler, kuşaktan kuşağa aktarılacak bir Shakespeare hayranlığının, Shakespeare efsanesinin esiri oluyorlar. Sanat tarihine baktığımızda, Shakespeare'e kafa tutabilen, onu yerin dibine, hak ettiği yere sokabilen tek kişinin Lev Tolstoy olduğunu görebiliyoruz. Tolstoy, "Sanat Nedir?" kitabında, o kadar net belgelerle, o kadar açık düşüncelerler eleştiriyor ki Shakespeare'i, bu kitabı okuduktan sonra, hâlâ Shakespeare hayranı olan, hâla Shakespeare efsanesinin etki alanında kalmayı sürdüren bir aydının aklından şüphe etmemize gerekiyor.

Bu saatten sonra, "Sanat Nedir?" kitabını okumamakta yada okumasına karşın Shakespeare hayranlığında direnen aydınlar varsa, bu aydınlar için, "akıl tutulması" kıskacından kurtulmak, neredeyse olanaksızdır. Tolstoy'un, bu kitabındaki zihin açıcı uyarılarına karşın, Shakespeare hayranlığında direnen, Shakespeare'i mükemmel olarak gören aydınlar, tarihin tozlu raflarında unutulup gitmeye mahkûmdurlar. Çünkü, Eylül / 2007 tarihinde Türkçe olarak da yayınlanan "Sanat Nedir?" kitabından biliyoruz ki, "hava döndü, Tolstoy'dan, Tolstoy'dan esiyor yel". Kapitalizm güçlendikçe, Shakespeare hayranlığı daha da yükselecektir ve ancak, Shakespeare, kapitalizmin yok olmasıyla birlikte tarih sahnesinden silinip gidecek ve Lenin'in deyişiyle "devrimin aynası" Tolstoy, tarihteki haklı yerine rahat rahat yerleşecektir.

Shakespeare, kendinden önce yaşamış oyun yazarlarının yapıtlarını, halk masallarını araklayarak, çalarak sözde eserlerini oluşturmuş ve sanat dünyasına bu çalıntı yapıtlar pazarlanmıştır. İngiliz ve Amerikan emperyalizminin gücü, İngiliz sömürü politikası yüzünden, İngilizce'nin, dünyanın her yerinde konuşulan bir dil olmasının dayatılması, ayrıca estetik diktatör Goethe'nin pazarlamasıyla, Shakespeare, kendisine ait hiçbir özgün oyunu bulunmamasına, sahte duygular mimarı olmasına karşın, dünya çapında en ünlü oyun yazarı hâline getirilmiş, dünyanın en ünlü oyun yazarı ilân edilmiştir. Bu durum, Shakespeare’in doğru oyunlar, estetik oyunlar, gerçekçi oyunlar, güzel oyunlar, iyi oyunlar, mükemmel oyunlar yazdığı için değil, ilk önce İngiliz şovenizminin ve daha sonra, bu şovenizmin kucağında büyüyen emperyalizmin kültür stratejileri nedeniyle gerçekleşmiştir. Nasıl ki, soğuk savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri Merkezî İstihbarat Teşkilâtı CIA (Central Intelligence Agency), Lenin ve sosyalist yoldaşlarının kurduğu Sovyetler Birliği'ne karşı anti-sosyalist düşüncelere sahip yazarlar yetiştirmişse, Shakespeare de, Amerikan Emperyalizmi'nin cici annesi, süt annesi, VIII. Henry'nin kızı, "Bakire Kraliçe" I. Elizabeth tarafından, dünya tiyatrosunun başına hastalıklı bir sanatçı(?!) olarak yetiştirilmiştir. Shakespeare, yaşadığı "Tudor Hanedanlığı" döneminde, "Bakire Kraliçe"nin dizi dibinden asla ayrılmayan, kalpsiz, soytarı olabilecek düzeyde bile olsa insan sıcaklığından zerre kadar nasibini alamamış bir yazar(?!) olarak, o zamanki hanedanlığın, şimdiki kapitalizmin sömürü rolü için biçilmiş kaftanlardan sadece biridir!

Shakespeare’in Türkiye yolculuğu da, dünyadakinden farklı bir rota izlememiştir. Shakespeare, Türkiye tiyatrosunda emek düşmanlarının, halk karşıtlarının, kapitalizm sevdalılarının, her zaman için tutunacakları yapay bir dal olmuştur. Örneğin, Shakespeare’in şiirlerini ilk çevirenlerden biri "Amerikan Mandacısı" Halide Edip Adıvar (Halide Onbaşı), Üsküdar Amerikan Lisesi'nde okuyup, Demokrat Parti İzmir milletvekili olmuş bir yazardır. Shakespeare çevirileriyle tiyatroda en çok tanınan isimlerden biri Özdemir Nutku ise, "Amerikan" Robert Kolej’lidir. Shakespeare çevirileri yapan bir başka ünlü isim "Amerikan" Robert Kolej’li, "Amerikan" Boğaziçi Üniversitesi Fahrî Doktoru, 12 Mart Kültür Bakanı Talât Sait Halman’dır. Shakespeare çevirileri yapan bu isimlerin "Amerikan" Boğaziçi Üniversitesi bağlantıları asla göz ardı edilemez.

Coşkun Büktel'in "Shakespeare’siz Herifler" adlı oyunu, iyi ki Devlet Tiyatroları’nda, iyi ki Şehir Tiyatroları’nda veya iyi ki herhangi bir özel tiyatroda oynanmıyor da, sanki çok lâzımmış gibi, bir kez daha egemenlerin tiyatral sözcüsü Shakespeare övgüleri üzerimize fırlatılmıyor. Bu tavır, teselli edici bir durum olarak görülebilir. Çünkü, "Shakespeare’siz Herifler" oyununda, Shakespeare oyunlarını, günümüze uyarlarken bozan yönetmenlere getirilmiş ciddi bir eleştiri var. Shakespeare oyunlarını yönetenlerin, bu oyunları değiştirmesi, yönetmenlerin zaafından değil, bu oyunların çok berbat olmasından, hattâ, bu oyunların gerçek anlamda tiyatro oyunu bile olamamasından kaynaklanıyor. Berbat bir oyunu, hattâ, gerçek anlamda tiyatro oyunu bile olamayan bir oyunu güncelleme isteği ne kadar saçmaysa, bu saçmalığı yapanları eleştirirken, egemenlerin tiyatral sömürü aracı Shakespeare savunuculuğu yapmak da o kadar saçmadır. Tiyatromuzun bu kısır tartışmalardan kazanacağı hiçbir şey, evet hiçbir şey yoktur.

Coşkun Büktel - Shakespeare’in dili mükemmel kullandığını biliyorum. (…) Bir de bazılarının gözünde "THEOPE"nin değerini düşürmeyi göze alarak, hiç çekinmeden itiraf ediyorum ki, dili şiirsel kullanmayı nasıl Shakespeare okumalarım sayesinde öğrenmişsem, dili yaratıcı kullanmayı ise Türkiye’nin en büyük ajanslarında toplam dört yıl süren reklamcılık kariyerim sayesinde öğrendim.

Oğuzcan Önver - Şimdi, konunun en can alıcı bölümüne, yani zurnanın "zırt" dediği yere geldik. Coşkun Büktel, ikinci defa, Shakespeare dilinin mükemmel olduğunu söylüyor. Söylemekle, düşünmekle, yazmakla kalmıyor, artık nasıl oluyorsa, aynı zamanda "biliyor" da! Coşkun Büktel'in bu bilgisi yanlış ve Coşkun Büktel, Shakespeare konusunda fena hâlde yanılıyor.

Hepimiz, zaman zaman hatâ yaparız. Geçmişteki düşündüklerimizle, şu anki düşündüklerimiz arasında fark olabilir; bu durum, değişimin doğal sonucudur. Önemli olan, geçmişteki yanlış düşüncelerimizle hesaplaşabilmemiz, özeleştiri yapmayı bilmemizdir. Özeleştirisi yapılmayan düşünceler, hâlâ devam ediyor demektir. Coşkun Büktel, Shakespeare konusunda, şu anda da geçmişteki gibi mi düşünüyor, yoksa şimdiki fikirleri değişti mi? Coşkun Büktel'in, dili şiirsel kullanmayı Shakespeare gibi bir sanat yoksunundan öğrenmiş olmasına karşın, kendisinin, "Theope" gibi bir oyun yazabilmesi oldukça düşündürücüdür. Oysa, "Theope"nin dili, Shakespeare’in dilinden daha iyidir. Coşkun Büktel'in reklâmcılık konusundaki itirafı ise dürüstçedir. "Kapitalizm ve onun kuyruklu yalanı facebook" adlı yazımda belirttiğim gibi: Frédéric Beigbeder adındaki bir reklâmcı da, yazdığı bir kitapta şöyle bir itirafta bulunmuştu:

.........."Benim mesleğimde kimse mutlu olmanızı
..........istemez, çünkü mutlu insanlar tüketmezler."

Coşkun Büktel de, Beigbeder tarzı bir özeleştiride bulunmalıdır. Sadece Coşkun Büktel değil, bütün Türkiye tiyatrosu, özeleştiride bulunup Shakespeare salgınından derhal kurtulmalıdır. Shakespeare zehrini kanından temizleyemeyen herhangi bir tiyatro, üç-beş tiyatral diktatörün elinde oyuncak olmanın ötesine asla geçemez. Her aydın, bu konuda üzerine düşen görevi hemen yerine getirmelidir. Bu yazı, Coşkun Büktel'i ve tüm tiyatro kamuoyunu göreve çağırma yazısı olarak da, Coşkun Büktel’in ve tüm tiyatro kamuoyunun tiyatral anlamdaki ölümü olarak da okunabilir.

Lev Tolstoy - "İyi ama, ya o derinlikli sözler, Shakespeare kişilerinin ağızlarından dökülen ve her biri âdeta birer hikmet olan o süzme sözler ne olacak?" diyeceklerdir iflah olmaz Shakespeare hayranları. (Lev Tolstoy, burada, Coşkun Büktel'le birlikte, bütün Shakespeare hayranlarına sesleniyor. "Rahmetli", pek ileri görüşlüymüş canım!) (…) Benim buna yanıtım, veciz sözlerin, düşüncelerin düzyazı yapıtlarda, özlüsöz güldestelerinde değerlendirilmesi gerektiğidir, amacı sahnede canlandırılan duyguya izleyicinin de katılmasını, bu duyguyu izleyicinin de paylaşmasını sağlamak olan dramatik bir sanat yapıtında değil.

Coşkun Büktel - Ben, insanın etiyle kanıyla yaratılmış, yaratıcısının yalnızca fantezisiyle değil de etiyle kanıyla yaratılmış eserlere daha çok önem veriyorum. (Sayfa 238)

Oğuzcan Önver - Yaratıcılık, tanrısal/ilahî bir kavramdır. Sanatçıların, aslında bir şey yarattığı falan yoktur. Sanatçı, kendini yaratıcı olarak görmeye başlarsa, bu, sanatçıda yüksek bir ego/tanrısal bir güç yanılsaması oluşturabilir. Megalomani hastalığına tutulmamak için, bu konu üzerine çok iyi düşünmek gerekir.

Şimdilik sonsöz

Coşkun Büktel, eğer "18 yaşındaki bu çocuk da kimmiş?!" deyip beni ciddiye almama gafletine düşerse, ona, Shakespeare’i paspas gibi ezmiş Tolstoy’u ve onun "Sanat Nedir?" adlı kitabını tavsiye ederim. Coşkun Büktel, Shakespeare hakkındaki olumlu düşüncelerinde kararlıysa, Tolstoy’u karşısına alıp, Tolstoy’a cevap versin ki, böylelikle tarihsel görevini yerine getirmiş olsun. Bunu da yapmak istemezse, gayet tabii facebook'ta video paylaşmaya ve geyik muhabbeti yapmaya devam edebilir. Bu arada, Coşkun Büktel'in facebook sayfasında yeni bir haber varmış:

.........."Leman'ın ve Cadde Yayınları'nın sahibi Tuncay Akgün'e sordum: 'Hamdi Mümkün yahut İkinci Geliş'in Cadde Yayınları tarafından Haziran'da piyasaya çıkarılabileceğine hâlâ inanıyor musun?'

..........Tuncay Akgün'ün cevabı: İnanıyorum Coşkun.

..........Akgün dört aydır benimle kafa bulmuyorsa, Türk dilinde yazılmış en yaratıcı romanı okumaya hazırlanın!"

Ne diyelim?! Haydi hayırlısı olsun!!!

"Theope" konusunda da birkaç kelâm edip, bu yazıyı, şimdilik kaydıyla bitirelim. "Theope", Coşkun Büktel'in deyimiyle;

1990’da, İstanbul Şehir Tiyatroları, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde "vandalca budanarak ve biçimsel deformasyonlarla tanınmaz kılınarak" sahnelendikten sonra; 1997’de ise Lefkoşa Şehir Tiyatrosu tarafından yine kısaltılarak ve bu kez "yazarından izin alınmaksızın" sahnelendi. Türk tiyatrosunda fanatikleri bulunan birkaç oyun metninden biridir.

Peki, "Theope"ye bu haksızlıklar yapılırken, oyunun oynanmasını protesto eden, bu olayın sorumlularını sertçe eleştiren Coşkun Büktel, bu oyunun oynanması nedeniyle telif hakkı (para) almış mıdır? Para aldıysa, bu sert eleştiriler ne kadar meşrudur? Para aldıysa, bu eleştirilere kim, ne kadar inanır?

Not: Bu yazı, "Shakespeare’in Ölümü" adlı kuramsal tiyatro kitabı için hazırlanmıştır. Zamanla derinleşecek ve koşullar oluşup kitap basılırsa, "Büktel’in Ölümü" başlığı altında bu yazıyı da orada okuyabileceksiniz.

Önemli not: Bu yazı, Sosyalist OYUN Dergisi'nde de yayınlanacaktır!

(Kaynak: Yazan Yöneten Oğuzcan Önver)