30 Eylül 2008 Salı

Kültür Bakanlığı çanağı tartışması renkleniyor...

Emekçilerden aldığı vergileri, bir çanağın içerisinde tiyatrolara sunan hükümetler, tiyatronun sanattan uzaklaşmasını, çürümesini, küflenmesini hızlandırıyorlar. Kültür Bakanlığı çanağını yalayan tiyatrolar, hızla, hem de şimşek hızıyla, halkın sorunlarına yabancılaşıyorlar ve halkın da kendi sorunlarına yabancılaşması için sade suya oyunlar sunuyorlar. Halk için değil, devlet için, daha yerinde bir deyişle çanak için tiyatro yapan patronlar, hem halka karşı ve hem de tarihe karşı toplumsal suç işliyorlar. Başta Kültür Bakanı Ertuğrul Günay olmak üzere, bu suça ortak olanlar, halk nezdinde yargılanıyorlar. Ne var ki, kılları bile kıpırdamadan suçlarını sürdürüyorlar...

Patronlar Dünyası sitesindeki ibretlik yazıyı okumanızı öneririz:


Perde açmadan ödenek alan çok tiyatro var!


Levent Kırca'nın Ali Poyrazoğlu'na 'pornocu' demesinin ardından, Emre Kınay da tiyatrolara verilen devlet desteği konusunda komisyon üyesi Poyrazoğlu'na verdi veriştirdi.

21 Ağustos 2007

Ali Poyrazoğlu'nun Levent Kırca'yla ilgili yaptığı "Kendini geliştirmediğini düşündüğümüz için tiyatrosuna devlet desteği çıkmadı" açıklaması; tiyatrocu Emre Kınay'ı çok kızdırdı: Poyrazoğlu en yüksek ödeneği kendisine çıkarttı!..

Tiyatro alemindeki söz düellolarının ardı arkası kesilmiyor. Geçtiğimiz haftalarda Levent Kırca'nın Ali Poyrazoğlu'na 'pornocu' demesinin ardından, Emre Kınay da tiyatrolara verilen devlet desteği konusunda komisyon üyesi Poyrazoğlu'na verdi veriştirdi. Ali Poyrazoğlu'nun üyesi olduğu ve tiyatrolara devlet desteği sağlayan komisyondan, Levent Kırca Tiyatrosu'na 'kendisini geliştirmediğini düşündükleri için' ödenek çıkarmadığını açıklaması; Emre Kınay'ı çileden çıkardı.

KENDİSİNE BAKSIN

"Ali Poyrazoğlu önce kendisine baksın" diyen Emre Kınay, "Ödenek komisyonunda olup da en yüksek parayı kendi tiyatrosuna verecek kadar vicdansız bir insandır. Poyrazoğlu haksız yere aldığı parayı iade etsin. Ayrıca birçok tiyatro ve oyuncu perde açmadığı halde bu komisyondan para alıyor" iddiasıyla, yeni bir tartışmaya zemin hazırladı. Kınay, Ali Poyrazoğlu'nun tiyatrolara ödenek veren bir kuruma üye olmasını 'haksız' bulduğunu belirterek, şunları söyledi:

KAÇ OYUN SERGİLEDİ?

"Bir insan para vereceği tiyatroları belirleyen bir kurulda olup; kendi tiyatrosuna 92 milyar lira ödenek çıkarabilir mi? Ali Poyrazoğlu'nun elini vicdanına koyup, bu kuruldan ayrılması gerekir. Benim sahibi olduğum 'Duru Tiyatro' hiçbir zaman bu kuruldan ödenek alamadı. Üstelik tiyatroma geçen yıl 65 milyar liralık masraf yaptım. Acaba Poyrazoğlu kendi tiyatrosunda kaç tane oyun sergilemiş? Tiyatrosuna ne zaman ses ve ışık sistemi kurdurmuş? Hiç masraf yaptırmış mıdır? Nedim Saban'ın oyununun oynadığına hiç şahit olmadım. Ama Ali Bey nedense gidip izlemiş gibi ona tam destek verdi!"

ACI GERÇEK!

Kendisinin eğitimli bir oyuncu olduğunu ve kendi çabalarıyla bugünkü konumuna geldiğini vurgulayan Emre Kınay, Ali Poyrazoğlu ile ilgili iddialarını şöyle sürdürdü: "Çoğumuza okul olan koskoca Dostlar Tiyatrosu, Poyrazoğlu'nun üye olduğu kuruldan 'Oyunun Sonu Beckett' projesi için sadece 40 bin YTL ödenek aldı. Öte yandan Müjdat Gezen'in öğrencileriyle yaptığı deneme sahnesine 80 bin YTL para çıktı. Bir yanda 40 yıldır ayakta kalma mücadelesi veren bir tiyatro, diğer yanda deneyimsiz öğrencilerle yürütülen bir yıllık bir tiyatro! Ne kadar acı bir gerçek. Devletten ödenek alıp, sahne açmamış bir sürü oyun ve tiyatro var. Sahtekarlık yaparak komisyondan para alıyorlar ama hiç faaliyet yok!"

PARAYI GERİ VERMELİ

Kınay, "Ali Poyrazoğlu komisyonu yanlış bilgilendiren ve sadece kendisine yakın olanlara ödenek çıkaran bir insan" diyerek, sözlerini şöyle sürdürdü: "En yüksek oranda desteği kendi tiyatrosuna alan Poyrazoğlu'nun bu durumu, bir sürü gerçek tiyatrocuyu ahlaken rahatsız eder. Bunu meslektaş hocalarım ve arkadaşlarım adına rahatlıkla söyleyebilirim. Ali Poyrazoğlu bence derhal aldığı ödeneği geri ödemelidir. Yoksa tiyatrocular patlamak için bir kıvılcım beklemektedir."

Kime ne kadar destek verildi?

Kültür Bakanlığı Değerlendirme Komisyonu; Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'nun 'Tak Tak Takıntı', Ankara Ekin Tiyatrosu'nun 'Midas'ın Kördüğümü' ve Ortaoyuncular Sanat Gösteri ve Yayıncılık'ın 'Fername' adlı oyunlarına 92'şer bin YTL destek verme kararı aldı. Ödenek alan tiyatrolardan bazıları da şöyle sıralandı:

* Ankara Sanat Tiyatrosu (Belalı Aile): 90 bin YTL
* Kenter Tiyatrosu (Anna Karenina): 90 bin YTL
* Oyun Atölyesi (Hırçın Kız): 85 bin YTL
* Müjdat Gezen Tiyatrosu (Tuhaf Bir Aile): 82 bin YTL
* Tiyatro İstanbul (Kaçamak): 60 bin YTL
* Tiyatro Kare (Babamla Dans): 45 bin YTL
* S. Alışık Tiyatrosu (Güllü): 42 bin YTL
* Dostlar Tiyatrosu (Oyun Sonu): 40 bin YTL

Başak Çoban/Günaydın

(Kaynak: Patronlar Dünyası)

Emre Koyuncuoğlu vb. tiyatroya Avrupa Birliği çanağı mı tutuyor?

Panel: “Avrupa Uluslararası Kültür Politikalarının Sanatsal Üretim Sürecine Etkileri” başlığıyla duyurulan bir habere rastladık. TÜRKİYE - AVRUPA KÜLTÜREL İLİŞKİLERİ FORUMU adlı bir sitede rastladığımız bu haber, son derecede sıkıcı ve karmaşık. Şimdilik Emre Koyuncuoğlu'nun söylediği karmaşık ve anlaşılması zor sözlerin arasından cımbızla seçtiğimiz alıntıyı sunuyoruz:


(...)

Uluslararası Festivallerden veya organizasyonlardan davet alan veya ortak prodüksiyona gidilen gösterilerimin hepsi bağımsız projelerdi. Bağımsız proje derken şunu kasdediyorum. Projeyi tamamen kendim tasarladım, kendim yazdım, çalışacağım sanatçıları kendim seçtim ve projenin hiçbir aşamasında bir değişiklik yapmadan prodüksiyonu gerçekleştirebilmek için destek aldım.

(...)

(Bakınız: TÜRKİYE - AVRUPA KÜLTÜREL İLİŞKİLE FORUMU)

Allah nazardan saklasın!...

Kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için kullanılan televizyonda görüntü erliği yapan Engin Günaydın, para için değil; "aile ve dostluk bağlarını Kuvvetli tutmak." için oynadığını iddia ediyor!...


Allah... Allah!...


Böyle bir anlayışla görüntü erliği yapılabilir mi? Engin Günaydın'a göre yapılabilirmiş!...


Maşallah!...


Engin Günaydın, Avrupa Yakası gibi "çok insani" yeni setler bulur da, "aile ve dostluk bağlarını Kuvvetli tutmak." için yepyeni duygulara yelken açar!...


İnşallah!...


Tiyatro Dünyası sitesinden aktarıyoruz:


Engin Günaydın: Para İçin Oynamam!


EKRANLARIN SEVİLEN DİZİSİ 'AVRUPA YAKASI'NIN SEVİLEN OYUNCUSU ENGİN GÜNAYDIN PARA İÇİN TV'DE OYNAYAN TİYATROCULARA ÇATTI

'Avrupa Yakası'nın Burhan Altıntop'u Engin Günaydın, televizyonda sadece para kazanmak için çalışan oyunculara isyan etti. 'Mahalledeki esnaf mıyım ki ben, para kazanmak için çalışayım.'

Avrupa Yakası dizisinin sevilen karakterlerinden Burhan Altıntop'a hayat veren Engin Günaydın, televizyonda sadece para kazanmak için çalışan tiyatroculara veryansın etti. Hiçbir zaman sadece para için bir iş yapmadığını belirten Günaydın, bir dönem çok parasızlık çektiğini ve gelecekte yine aynı şeyleri yaşayabilme ihtimali olduğu için zor günlerinde yardım isteyebileceği aile ve dostlarına önem verdiğini söyledi.

BEN ESNAF DEĞİLİM Kİ

Televizyon dizilerinde oynayan tiyatro kökenli birçok oyuncunun bu işi sadece para kazanmak ve tiyatrolarına destek sağlamak için yaptığı açıklamalarına tepki gösteren Günaydın, şunları söyledi: 'Ben televizyonu sadece para kazanma alanı olarak görmüyorum. Ben para kazanmak için hiçbir zaman iş yapmadım. Mahallede bir esnaf değilim ki! Kalabalık bir seyirci bizi izliyor Para her şekilde gelir. Önemli olan aile ve dostluk bağlarını Kuvvetli tutmak.'

'Avrupa Yakası' dizisini hem canlı hem de üç kamerayla çekilmesinden dolayı canlı bir performans alanı gibi gördüğünü de söyleyen Günaydın, şöyle konuştu: 'Ben televizyonu bir performans alanı olarak görüyorum. 'Avrupa Yakası'nda çalışmayı çok seviyorum. Kulisinden yapımına kadar çok insani bir set. '

(Kaynak: Tiyatro Dünyası)

Kültür Bakanlığı çanağı tartışılıyor!...

Bugün bayram. Evde yalnızım. Ne ekmeğimi kazandığım işyerime gitmek zorundayım, ne de tiyatroma... Hiçbir iş yapmama özgürlüğünün çekiciliğine kapılmamaya çalışıyorum. Kapanan gözkapaklarımı engellemek için, ellerimi kullandığım anlar oluyor. Birkaç yudum Yeniden Çarmıha Gerilen İsa okumak iyi geldi. Hemen ardından yine Internet ortamı...

İşimin ve tiyatromun kıskançlığı nedeniyle, Internet ortamındaki tartışmalara yeteri denli zaman ayıramıyorum. Ama bugün...

21 Ağustos 2006 günü, Gölge Tiyatro sitesinde yayınlanan ilginç bir yazı var. Kültür Bakanlığı çanağı tartışmasını içeren bir yazı olduğundan ilgimi çekti. Okurlarımın da ilgisini çekeceğini umarım... (HB)


Toplumsal muhalefet yapmayanlar, sorun para olunca bir araya geliyor!


Özel tiyatrolardan devlet desteğinin çekilmesi tiyatro sanatçıları arasında tepki topladı. Sanatçılar, bu durumun Türkiye'de sanatın zaafa uğramısına neden olacağını bunun da demokrasi hareketini zedeleyeceğini söylediler.

Ankara Ekin Tiyatrosu sahibi Faruk Güvenç; "Türkiye'de tiyatroların zaten bir erezyon içerisinde olduğunu şimdi iyice dibe vurmaya doğru gidileceğini ifade etti.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yayımlanan ve Resmi Gazete'de yayınlanan yeni bir yönetmelikle 'Özel Tiyatrolara Devlet Desteği Yönetmeliği' yürürlükten kaldırılması tiyatro sanatçıların tepkilerine neden oldu. Devlet desteğinin geri çekilmesi ekonomik sıkıntılar yaşayan özel tiyatroları zorluklarla karşı karşıya bırakacağı ve bazı tiyatroların perdelerini açmasını engelleyeceği düşünülüyor. Konuya ilişkin görüşlerini aktaran Ankara Ekin Tiyatrosu'ndan Faruk Güvenç, Türkiye'de etiyatroların zaten bir erezyon içerisinde olduğunu şimdi iyice dibe vurmaya doğru gidileceğini ifade etti. Güvenç, bugüne kadar devletten her hangi bir bildirimin gelmediğini, niye kaldırıldığına ve bundan sonra nasıl bir uygulamanın yapılacağına ilişkin her hangi bir açıklamanın yapılmadığını söyledi. Devletin vereceği destekle perdesini açacak olan onlarca tiyatro olduğunu belirten Güvenç, "Bu tiyatrolarda bir panik havası yaşanıyor. Onlar herhalde perdelerini açmakta zorluk yaşayacaklar" dedi. Güvenç, bu yasadan sadece özel tiyatroların etkilenmediğini, Kültür Bakanlığı'nın kendi iç bünyesinde gerçekleştirdiği bazı uygulamaların önüne de set çekildiğini ve bu yasanın değişik bentlerinin diğer sanat kurumlarını da etkileyeceğini söyledi.

'Maliye Bakanlığı karşı çıkıyor'

Güvenç, devlet desteği konusunda hedef alınacak tek yer Maliye Bakanlığı olduğunu belirterek, destek yönetmeliğinin ortadan kalkmasına neden olan 5018 sayılı yasayı çıkartıp yürürlüğe koyanın da yine Maliye Bakanlığı olduğuna işaret etti. Yıllardır Maliye Bakanlığı'nın devlet desteğine karşı olduğunu aktaran Güvenç, 3 yıldır ödenek arttırımlarının Başbakan ve Kültür Bakanlığı'nın çabalarıyla olduğunu anlatarak bu dönemlerde de Maliye Bakanlığı'nın olumsuz tavır sergilediğini hatırlattı. Son olarak 1 buçuk ay önce Tiyatro Yapımcıları Derneği Başkanı Ali Poyrazoğlu'nun görüşmesini aktaran Güvenç, bu görüşmede Kültür Bakanı Atilla Koç'un talepleri olumlu karşıladığını, turizm ilanlarına verilen sübvansiyonun aynısını kültür alanında da yapılmasını önerdiğini hatırlatarak, bilet fiyatlarından alınan vergiler, şans oyunlarının total tutarının binde 3'ünün tiyatrolara ayrılması konularında isa Başbakanla görüşmelerini tavsiye ettiğini aktardı.

'Desteğin nakit verilmesi istismara neden oluyor'

Devlet desteğinin veriliş biçiminin de hatalı olduğunu belirten Güvenç, kendisinin desteğin nakit olarak verilmesine karşı olduğunu, desteğin nakit para desteği olması yerine farklı şekillerde olması gerektiğini dile getirdi. Güvenç, nakit para yerine gazete ilanlarını karşılamasının, salon kiralarının sübvanse edilmesinin, turnelerde salon kiralarının ödenmesinin çok daha faydalı olacağını söyledi. Nakit para desteğinin çeşitli boyutlarda istismara neden olduğunu ifade eden Güvenç, "Çalışan tiyatrolarla çalışmayan tiyatrolar ayırt edilmiyor. Çalışmayan tiyatro eski bir geçmişe sahipse, medyatik oyuncuylara sahipse pek fazla performasına bakmadan değerlendirme yapılıyor. Bu şekilde gerçek anlamda tiyatro yapanla yapmayan ortaya çıkacak. Nakit verilince verilen para şahsi işlere kullanılıyor. Ancak bunu profesyonel tiyatrolar için söylüyorum, amatör tiyatrolara nakit desteği yapılabilir" dedi. Tiyatroların ödedikleri rakamların devletin verdiği destekten dört kat fazla olduğunu anlatan Güvenç, "Gerçek anlamda tiyatro yapanlar aldıkları desteği katbe kat olarak SSK'ya, salon kiralarına, gazete ilanlarına veriyor. Devlet nakit vereceğine sübvanse etsin. Verdikleri destek buralara harcansın" şeklinde kaydetti.

Özel tiyatroların turneler sırasında yaşadıkları zorluklar hakkında da bilgi veren Güvenç, özel tiyatroların Anadolu'nun her kentine gittiğini belirtti. Devletin buralara tiyatroyu, sanatı götüremedeğini aktaran Güvenç, bu eksikliği özel tiyatroların giderdiğini üstelik bunu da zor koşullar altında yaptıklarını söyledi. Güvenç, "24 saat içerisinde gidip, oynayıp, dönmek zorundayız. Ekonomik sıkıntılarımız olduğu için hesabımızı kitabımızı ona göre yapmak zorundayız. Devlet tiyatroları yola bir gün önce çıkıyorlar, ertesi gün sahneyi tanımak adına prova yapıyorlar, akşam oyunlarını oynuyorlar, ertesi gün yola çıkıp geri dönüyorlar. Özel tiyatrolar ise sabah hareket ediyoruz, öğlen varıyoruz, oyuncularla birlikte dekor taşınır, sahne kurulur, aynı gün iki oyun oynanır, o gece de yola çıkılıp geri dönülür. Burda Devlet Tiyatroları'nın yaptığıdır esas yapılması gereken ama biz sıkıntılardan kaynaklı yapamıyoruz. Böylesine bir özveriyle çalışıyoruz" dedi.

Devlet desteğinin kesilmesi nedeniyle özel tiyatroların biraraya gelip bir şeyler yapmaları konusuna da değinen Güvenç, özel tiyatrolar arasında yıllardır bir birlikteliğin sağlanamadığını, yalnızca para konusunda birleşmenin de dürüst bir davranış olmadığını söyledi. Güvenç, "Bu çok acı bir şeydir. Özel tiyatrolar yıllardır devlet desteği gündeme geldiği zaman biraraya geliyor. Bugün hangi toplumsal muhalefet için bir araya geldik, kim İsrail'in katliamlarına ilişkin bir şey söyledi, ne zaman doğudaki savaş için bir açıklama yapıldı, F tipi cezaevleri, fındık mitingi için ne zaman bir söz söylendi? Tek başına yaptığında sesin duyulmuyor. Ben ustalara soruyorum, niye bu zamana kadar bir açıklama yapılmıyor da para konusu işin içine girdimi bir araya geliniyor? Bu ahlak dışı bir şey, ben bunu onaylamıyorum" şeklinde konuştu.

'Türkiye'deki demokrasi hareketi de bundan etkilenir'

Devlet desteğinin kaldırılmasına ilişkin görüşlerini aktaran Devlet Tiyatroları emekli Başrejisörü Erhan Gökgücü de Avrupa'da da özel tiyatroların rahat yaşayamadıkları için devlet desteğini aldıklarını, Türkiye'de de bunun yapılması gerekmektiğini dile getirdi. Gökgücü bu desteğin salt parasal şekilde olmayabileceğini, paranın dağıtımında sakatlıklar yaşandığını, ancak birden bire özel tiyatrolara devlet desteğinin kesilmesinin kabul edilemez olduğunu aktardı ve bu desteğin nasıl verileceğinin tiyatro sanatıyla uğraşan insanların kuracağı bir yapıyla belirlenmesi gerektiğini üzerinde durdu. Desteğin kesilişinin hükümetin tiyatro sanatına ve sanata bakış açısının ifadesi olduğunu dile getiren Gökgücü, hükümetin sanatı güdümlemek için maddeler bulduğunu söyledi. Görevini iyi yapan tiyatroların insanı etkileme gücü bulunduğunu belirten Gökgücü, tiyatro sanatının önemine değinerek, " Bu sanatın Türkiye'de zaafa uğratılması, Türkiye'deki demokrasi hareketini zedeler. İnsanlar tiyatro sanatını izleyerek etkileniyorlar. Tiyatro sanatının Türkiye'nin aydınlanma hareketine katkısı büyüktür. Bundan seyirciyi mahrum etmeye hiç bir hükümetin hakkı yoktur" dedi.

'Tiyatro yapımına da engel olur'

Konuya ilişkin görüş bildiren Samsun Sanat Tiyatrosu'ndan Yaşar Gündem de bu desteğin kesilmesinin sadece maddi yardımın kesilmesi olarak algılanmaması gerektiğini, bu desteğin kesilmesinin alt metninin Türkiye'de tiyatro yapılmasına engel getirmek olduğunu belirtti. Gündem, özel tiyatroların yaşayacağı en büyük sorunlardan birinin turnelerde yaşanacak salon sorununa işaret etti. Gündem "Biz gittiğimiz yerlerde Kültür bakanlığından destek aldığımız için kültür merkezlerinde ve devlet tiyatrolarında oynayabiliyoruz. İndirimli oynuyoruz. İşlemler daha hızlı yürüyor. Şimdi bunların önü kesilecek" dedi. Salon fiyatlarının yüksek olması nedeniyle oynama şanslarının olmayacağını, kirayı karşılayabilmek için bilet fiyatlarını arttırılmasıyla da seyirci kaybı yaşayacaklarını ifade etti. Gündem, "Bu işin bir de seyirci boyutu var yani. Seyirci kaybedeceksiniz, her yerde oynayamayacaksınız. Yani kapsamlı bir mevzu. Ses çıkmazsa sıra devlet tiyatrolarına gelecek" şeklinde kaydetti. Amatör Tiyatrolar Birliği 2. Başkanı Selim Kalıç da, bu yasa iptal edildikten sonra amatörleri etkilemediği, sadece profesyonellere desteğin kesildiği söylendiğini ancak amatörlerin zaten son üç beş yılda bu kapsama alındığını hatırlattı. Kalıç, özel tiyatrolar destek alırken amatör tiyatroların bir kaç yıl öncesine kadar bu kapsamın dışında tutulduğunu, özel tiyatrolara destek kesildikten sonra amatörlerin hiç desteklenmeyeceğini dile getirerek, "Zaten özel tiyatrolar destek alırken amatörler işin içinde yoktu şimdi niye desteklesinler. Bu yasa uygulanmaya devam ederse amatörler bugüne kadar ne gördü ki bundan sonra ne görsün" dedi.

ANKARA(DİHA)
Haber: DERYA YÜKSEL

(Kaynak: Gölge Tiyatro)

Beşiktaş Belediyesi, çocuklara şirin görünüyor!...

Beşiktaş’ta çocuklar için tiyatro zamanı

Beşiktaş Belediyesi, kültür sanat etkinliklerinde yeni sezonu çocuk oyunlarıyla açıyor
.
Ekim ayı süresince Akatlar Kültür Merkezi Melih Cevdet Anday Sahnesi’nde, Masal Gerçek Tiyatrosu “Pollyanna” isimli oyununu sahneleyecek. Ortaköy Kültür Merkezi Afife Jale Sahnesi’nde ise yine ekim ayı boyunca Tiyatro Mie’nin “Kırmızı Başlıklı Kız” ve “Komik Tavşan Hobi” isimli oyunları çocuklarla buluşacak.
.
(Kaynak: Milliyet)

İzlenebilecek bir site...

Bakınız: zaferyal.kuzeyyildizi.com

Geç kalmış duyuru...

Biz, "başka" işlerden para kazanıp tiyatroculuğu gönüllülük temelinde sürdürüyoruz. Bunun da çeşitli handikapları oluyor. Bu handikapların başında gelen, zamansızlık nedeniyle, tiyatro dünyasının tümünü izleyememek. Aşağıda sunduğumuz yazıyı bugün (30 Eylül 2008) gördük. Oyuncu Tayfası'nın böyle bir oyun sahnelediğini yeni öğrendik. Zamanı geçse de, önemsediğimiz bir yapıt olduğu için gündeme getirdik:


Oyuncu Tayfası


Oyuncu Tayfası'nın son numarası sahnelerde... 2005 yılından bu yana her yeni projede çıtayı yükselten topluluk bu kez Bulgar yazar Stanislav Stratiev'in 2 perdelik komedisi "Roma Hamamı" ile sizlerle.

Yaz aylarında tatile hiç çıkamayan İvan Antonov'a rahatsızlanan müdürünün tatil kartı verilir. Evinin anahtarlarını salonunun döşemelerinin tamiri için ustalara bırakan Antonov'un kapıdan çıkmasıyla taksi durağında başlayan macerası evine dönmesiyle başlayacaktır.

Salonundan eşsiz bir Roma hamamı çıkmıştır. Ustalar şaşkın ve medya hazırdır. Bu arada eve yerleşmiş ve Roma hamamıyla unvan ve paraya ulaşmak isteyen hatta bu uğurda nişanlısı Marta'yı bile ihmal eden Doçent Ananiev'inde hırs içinde bekleyişi Antanov'u şaşkınlık içinde bırakır. Hamamı yurtdışına kaçırmak isteyen Tsekov'la evi tarihi eserlere meraklı zengin müşterisine satmak isteyen Diamandiev ise evinde yabancılaştırılmış Antonov'un kafasını daha da karıştırmak için hazırdır. Tatil dönüşünde kendi baba ocağından atılmak üzere olan Antonov'un kurtulma şansı devletin Roma hamamına atadığı Cankurtaran'la iyice trajikomik bir hale dönecektir.

Stanislav Stratiev'in Roma Hamamı adlı eseri bizi evimizden çıkarken kapıyı açık bırakmamaya zorlayacak; "bu oyuna ikinci kez gelebilmeyi çok isterdik ama evi boş bırakmaya gelmez" diyeceksiniz.

Ancak evi boş bırakmak riski, artık evinizdekiler gibi gördüğünüz Oyuncu Tayfası'nı izlemek için değer değil mi? 2. 3. ve 4. seyirlerinizde de koltuklarımız yine sizin…

Roma Hamamı'nın basın galası 26 Ocak Cumartesi akşamı saat:20.00'da yapılacak.

Oyun Ocak, Şubat ve Mart ayı boyunca her Cuma ve Cumartesi saat:20.00'da Bahçelievler – Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezinde. Tüm gösterimler ücretsizdir.

www.oyuncutayfasi.org

Yazan: Stanislav Stratiev
Yöneten: Arif Kuru
Işık tasarım: Akın Yılmaz
Dekor tasarım: Burhan Yılmaz
Genel koordinatör: Kerem Yılmaz

(Kaynak: tiyatro.net)

İnanalım mı?!...

Malumunuz, AKP, AKM'yi yıkmak istiyordu. Şimdilik yıkmadı. AKP'ye güvenmediğimizden, özellikle sanat alanında güvence de verseler, yemin de etseler, kuşkuya düşmeden edemiyoruz. Güngör Uras, okuyucusuna güven veren bir gazeteci. Milliyet gazetesindeki AKM'yle ilgili köşe yazısını okuyunca, yüreğimize az da olsa su serpildi. Güngör Uras, tanıklara dayalı bir köşe yazısı yazsa da, yineliyoruz, AKP'nin sanata bakış açısına güvenmediğimizden, AKM'nin yıkılmayacağına inanmakta zorlanıyoruz. Hoş, içinde bulunan tiyatro esnafının, ruhlarını dizilere sattığı bir süreçte, AKM yıkılsa ne olur, yıkılmasa ne olur? Her şeye karşın, AKP'nin isteği yerine gelmezse, az da olsa sevineceğiz...

Milliyet gazetesindeki Güngör Uras köşesinden sunuyoruz:


AKM yıkılmıyor (Baba yaptı. Oğlu yeniliyor)


Güngör Uras
28 Eylül 2008


İstanbulluların tepkisi etkili oldu. Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi yıkılmıyor.

Yenileniyor. 2009 yılı eylül ayında yenileme tamamlanmış olacak.

AKM’nin ilginç bir hikâyesi vardır... Dr. Lütfi Kırdar İstanbul Belediye Başkanı iken, Batı türü sanat etkinlikleri için İstanbul'da tek bir mekân olmadığını söyleyerek, İl Genel Meclisi'nden Taksim'de bir opera binası ve Taşlık'ta bir açıkhava tiyatrosu yapımı için karar çıkardı.

O zamanın kafasıyla dünyanın en ünlü mimarlarıyla temasa geçildi. Uluslararası yarışmada kazanan proje, savaş nedeniyle uygulanamadı. 1946'da proje küçültülerek temel atıldı. Belediye para bulamayınca proje yarım kaldı. 1953'te dünyaca ünlü mimarlar Prof. Bonatz ile Prof. Holzmeister İstanbul'a davet edilerek görüşleri alındı. 1956'da özel bir büro kuruldu. Başına rahmetli mimar Hayati Tabanlıoğlu getirildi. Yeni bir tasarıma dayalı bina 1969'da tamamlandı, 1970 yılında yandı. Onarımda Hayati Tabanlıoğlu'nun çizimiyle birçok şey değiştirildi. 1.300 kişilik büyük salon, 500 kişilik konser salonu ve 250 kişilik sinema, 200 kişilik oda tiyatrosu salonlarıyla AKM 1978 yılında tekrar hizmete açıldı.

Koruma kararı etkili

İki yıl önce AKM’nin yıkılarak yerine yeni bir bina yapılması gündeme geldi. Halbuki Prof. Dr. Mete Tapan başkanlığında, Prof. Hale Çıracı, Sait Karabulut, Ömer Korman ve Habibe Silahtar'dan oluşan "Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu", cumhuriyet döneminin örnek modern binalarından biri ve de bir "kültür varlığı" olarak AKM binasının korunmasına karar vermişti. Hükümet sonunda binanın yıkımından vazgeçti. 2010 yılı İstanbul Kültür Başkenti Projesi kapsamında yenilenmesi uygun görüldü. Yenileme giderleri bu proje için ayırılan fonlardan karşılanacak. Yenileme sorumluluğunu AKM’nin mimarı, rahmetli Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu (Viyana T.Ü., 1986) ile Melkan Gürsel Tabanlıoğlu ( İ.T.Ü., 1993) “bila bedel” üstlenmiş durumda.

Murat Tabanlıoğlu’nun verdiği bilgiye göre, AKM binası, “opera, bale ve filarmoni” etkinlikleri için günün ihtiyaçlarına ve ileri teknolojinin gereklerine göre yenileniyor. Bina depreme karşı güçlendiriliyor. Tüm girişler öne alınıyor. Ön cephede ana çizgiler korunarak alüminyum malzeme kaldırılıyor. Sahne teknolojisi yenileniyor. Sanat galerisi yeniden düzenleniyor. Salon ana çizgiler korunarak yenileniyor. Prova salonları yapılıyor. Yangın sistemi havalandırma sistemi güçlendiriliyor.

Çalışmalar başladı

Verilen bilgiye göre, yenileme işi başlamış durumda. Şimdilerde binanın içi boşaltılıyor. Kullanılmayacak koltuklar ve malzemeler ihtiyacı olan bölge tiyatrolarına gönderiliyor.Murat Tabanlıoğlu, “Yenileme sorumluluğunu üstlenince ilk işim bu binanın yapımında babamla çalışan ekibi bir araya toplamak oldu. Çoğu ölmüştü ama hayatta olanlar yenileme için çalışıyorlar. Sahne ve teknik donanımın tasarımcısı Düsseldorf Operası'nın da sahne donanımını yapan dünyaca ünlü mimar Willi Ehle idi. O da vefat etmiş. Yenilemede İngiliz Kraliyet Operası’nın sahne ve teknik donanım danışmanı Ann Minors’dan, akustik konusunda ise Robert Essert’in danışmanlığından yararlanacağız.” diyor. AKM'nin, teknik donanımı çok önemli. Bu donanımın değeri bina değerinin 4 katı kadar. Salondan daha büyük ve de 40 metre yüksekliğinde sahnesi var. Sahne bütünüyle iniyor, çıkıyor, tabanı mekanik olarak dalgalanıyor. Daha önce mekanik olan donanım da otomasyona gidiliyor.

Ümit edilir ki, yenileme için gerekli ödenek bulunur. Ödemeler zamanında yapılır. İşler aksamaz ve de planlandığı gibi yenileme gelecek yılın sonbaharına kadar tamamlanır.

(Kaynak: Milliyet)

Çanak yalamacılara müjde!...

Sanırız, yaptığımız ısrarlı anti-çanak yalayıcılığı yayınları nedeniyle, yeteri denli çanak yalamak isteyen kalmadığından, Kültür Bakanlığı, çanak yalatacak tiyatro bulmakta zorlanıyor. Kültür Bakanlığı, tiyatro mevsiminin başlamasına karşın, "ek süre" verdiğine göre, Kültür Bakanlığı çanağı yalamak isteyen sayısında düşüş var demektir. 12 Eylül Faşizmi'nin bir uyduruğu olan Kültür Bakanlığı çanağı, artık işlemekte zorlanıyor ve "ek süre" ile ayakta durmaya çalışıyor. Yaptığımız devrimci ve halktan yana yayıncılık işe yaramaya başladı...

Aşağıdaki haberi Sabah gazetesinden aldık ve haberin hemen altında kaynağımızı belirttik. Haberin aynısı, sadece üçe bölünerek, sözcük sözcük tiyatrodunyasi.com sitesinde de yayınlandı. Sanırız, adını andığımız site, haberi kendi oluşturmuş yada aldığı kaynağı belirtme gereksinimi duymamış. Biz, okurlarımızı eşek yerine koymamak ve Sabah gazetesi muhabirlerinin emeğinin üzerine yatmamak için kaynak vermeyi yeğliyoruz:


Özel tiyatro desteği için ek süre tanındı


Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca hazırlanan" Yerel Yönetimlerin, Derneklerin, Vakıfların ve Özel Tiyatroların Projelerine Yapılacak Yardımlara İlişkin Yönetmelik" kapsamında bakanlıktan maddi destek almak isteyen özel tiyatroların 2008 - 2009 sanat sezonuna ilişkin başvuru tarihleri tekrar uzatıldı. Bakanlığın son dakikada aldığı yeni bir kararla, 'iki ay daha uzatılabilecek' olan bu süre yetkisi gereğince, ilgili başvurular 10 Ekim 2008 tarihine kadar kabul edebiliyor. Başvurular bu tarihte ve akşam saat 17.00'a kadar Ankara Hipodrom'daki Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Müdürlüğü tarafından değerlendirilecek.

(Kaynak: Sabah)

Kanal 7, nabza göre şerbet veriyor!...

Ramazan ayı gelince, dinsel motifleri biraz daha sıkılaştıran televizyon kanallarından Kanal 7, halkın içinde bulunduğu ruh durumuna göre program belirliyor!...Kırk filmden ilki Sonsuz Merhamet'in oyuncuları:

Aslıhan Güner, Halit Karaata, Selin Uyanık, Vugar Aliye, Necdet Tok, Yakup Gonca, Tanya Jaziri, Murat Özdil, Sebahat Adalar, Nizamettin Şimşek, Hüseyin Özden, Naci Temel

TIKLAYINIZ:
KANAL7'DE YAKINDA KIRK HADİS FİLMLERİ...

Erdoğan-Doğan çelişkisinden artan kırıntılar!

KANAL 7 SUNAR!

Nedim Şener

Necmettin Erbakan'ın "Bugün yapılmış olan cihadı televizyonsuz yapmanın imkânı yoktur. Bu inançla Kanal 7 için para vereceğiz" sözlerinin ardından 'bağışlarla' dünyaya gelen Kanal 7, siyasi İslam’daki yükselişler, kavgalar, parti kapatmalar ve yine yıllar içinde değişen bağış toplama yöntemleriyle bugünlere geldi

(Bakınız: Milliyet)

29 Eylül 2008 Pazartesi

facebook bataklığında her yol mübah!...

Emperyalist kültürün bir izdüşümü olarak kotarılan facebook bataklığı, insanları düşünsel olarak tuzağa düşüren anlayışlarla dolu. Bunun somut bir örneğini Radikal gazetesinden aktarıyoruz:


MI6, Facebook’ta ajan arıyor


Kamu televizyonlarını ve iş bulma sitelerini kullanan İngiliz gizli servisi MI6 şimdi de internet iletişim ağı Facebook’a ‘ajan aranıyor' ilanı verdi

AYNUR TATTERSALL

LONDRA - Ajan bulmak için her yolu deneyen İngiliz gizli servisi MI6, sosyal web sitesi Facebook'a ‘ajan aranıyor’ diye ilan verdi. MI6, Facebook'ta yer alan ilanı ile farklı etnik grupları temsil eden İngilizler'i bulmaya çalışıyor.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, daha önce yeni iş imkanlarını duyurmak için çeşitli kamu televizyonlarını ve iş bulma sitelerini kullanan MI6'in, şimdi Facebook gibi sosyal web sitelerinden yararlandığını açıkladı. Dünyanın birçok ülkesinde ajanları olduğu bilinen kurumda çalışanların hizmet ettiği toplumu yansıtmasının şart olduğunu söyleyen Facebook sözcüsü, üyelerin ilanlara çok yoğun ilgi gösterdiklerini söyledi.

MI6’in, Facebook’taki ilanında “Britanya’yı korumaya yönelik global istihbarat toplayıp-analiz yapacak Operayon Memurları arıyor” denildi. İlanda, global tarih konusunda bilgi sahibi olan potansiyel başvuru sahiplerine seslenerek, uzun dönemde kariyer geliştirmek isteyenleri MI6’e davet edildi.

İngiliz gizli servisi MI6, dış istihbarat faaliyetleri ile ilgili kuruldu. Askeri İstihbarat olarak bilinen MI6'nın resmi durumu ve hiyerarşik yapısı değişmesine karşın, kamuoyunda bu adla anılmayı sürdürüyor. Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı altındaki Savunma Konsayi’ne bağlı hizmet veriyor. Ayrıca İçişleri ve Dışişleri bakanlıklarıyla da sürekli irtibat halinde bulunuyor.(dha)


(Kaynak: Radikal)

Kahrolsun Salvador Dali Faşizmi!...

Biz, sanat alanında; emperyalizme, kapitalizme, faşizme... karşı çıkan bir siteyiz. Biz, tiyatroyu salt bir meslek olarak görmeyip, aynı zamanda bir savaşım alanı olarak kabul ediyoruz. Özellikle sanat alanında faşizmi destekleyenlere karşı, hiç de ikircikli davranmıyoruz. Bizi diğer tiyatro yayın organlarından ayıran en önemli özelliklerden biri bu...

Salvador Dali Faşizmi'nin üzerinin küllenmesi için gözlerini kör edip, kulaklarına kurşun dökerek, ağızlarına bant çeken yayın organları, mutlaka faşizmden çöpleniyorlar demektir. 25 Eylül 2008 günü, Milliyet gazetesinde okuduğumuz; "Salvador Dali Göndermeleri İçimi Isıtıyor" haberi, bizi bayağı düşündürdü. Salvador Dali Faşizmi'nin alçaklığını külleyen bir mantığın izdüşümü olarak algıladığımız bu haber, tiyatroyla ilgili olduğundan, düşünme sürecimiz bir kat daha artmıştı. Haberi sitemize almakla birlikte, Dali'nin faşizm destekçiliğini unutmuyoruz!... başlığıyla, bir de sunuş yazısı yazmıştık...

Neyse ki bugün, BirGün gazetesinde, aşağıdaki yazıya rastladık da, düşünmemiz biraz olsun, daha aydınlık bir sürece girdi. BirGün'den aktarıyoruz:


DERKENAR: FAŞİST GENERAL FRANCO’YU KUTLAYAN RESSAM: DALİ


Dali’nin ilk “faşistliği” değildir bu… Henüz yirmili yaşlarındayken arkadaş olduğu İspanyol şair Federico Garcia Lorca’nın öldürülmesinin ardından yaptığı alçakça açıklamayla gündeme gelir…

Sakıp Sabancı Müzesi’nde yeni bir sergi açıldı: “İstanbul"da Bir Sürrealist: Salvador Dali” Dahi sanatçı-yoksa deli mi demeli-olarak anılan Salvador Dali’nin 270 eserinin yer aldığı sergi, 20 Ocak 2009’a kadar açık kalacak. Dali hakkında, sanatı ve yaşamı üzerine çok şey yazıldı ve yazılacak. Dali sergisi vesilesiyle hakkında yazılanları okuyunca onun nedense-neden acaba?- pek değinilmeyen bir yönünü yazmak farz oldu.

Sanatı üzerine yorum yapmak boyumuzu aşar ama yaşamında kara bir leke olarak duran-elbette bize göre-politik duruşunu yazabiliriz. Onun sanat yaşamını, “deliliği” ile birlikte anılan yaşamını kaleme alanlar nedense hayat karşısındaki politik duruşuna hiç değinmezler.

Dali’nin gayri resmi yaşam öyküsü

İspanyol komünistlerinin, devrimcilerinin katili, katillerin en büyüğü faşist General Franco’nun hayranı olan Dali, tarihe onu kutlayan ender sanatçılardan biri olarak geçer. 1975 yılında ölen Franco’nun ölmeden iki ay önce işlediği bir cinayeti kutlayan Dali’nin bu yönü nedense Dali biyografilerine girmez. Faşist General Franco, Eylül 1975’de beş antifaşist genci idam ettirir. 83 yaşındadır ve hâlâ öldürmeye devam etmektedir. Bu gözü dönmüş katili kamuoyunun önünde kutlayan Dali, İspanyol ve dünya devrimcilerinin bir kez daha nefretini kazanır. Bir kez daha demekteyiz çünkü Dali’nin ilk “faşistliği” değildir bu…

İspanya İç Savaşı’nın sonunda, 1939’da yönetimi ele geçiren Franco diktatörlüğünü desteklediğini açıklayan Salvador Dali, büyük çoğunluğu devrimci olan Sürrealistler tarafından dışlanır. Sürrealist akımın önderi André Breton tarafından “Dolar Hevesli” olmakla suçlanır.
Dali’nin ilk “faşistliği” değildir bu… Henüz yirmili yaşlarındayken arkadaş olduğu İspanyol şair Federico Garcia Lorca’nın öldürülmesinin ardından yaptığı alçakça açıklamayla gündeme gelir. Bir antifaşist olan Federico García Lorca, 1936 yılında İspanya İç Savaşı’nın başında Franco’nun faşist milisleri tarafından öldürülür. Dali, Franco’nun işlettiği bu cinayetin ardından “Lorca’nın bir eşcinsel cinayete kurban gittiği” yorumunu yapar…

Dali’nin ilk “faşistliği” değildir bu… Gençlik arkadaşı ünlü yönetmen ve senarist Luis Bunuel’i -ki Bunuel ile 1929 yılında “Endülüs Köpeği” isimli bir film de çekmiştir-Amerika seyahatinde komünist ve ateist olmakla suçlayıp, Meksika’ya sürülmesine neden olur.

Bütün bu olaylar nedense Dali’nin “resmi biyografi”lerinde yer almaz. AnaBritannica Ansiklopedisi’nde Dali maddesini okuyanlar onun Lorca ile Bunuel ile dost olduğunu okurlar ama dostlarına neler yaptığını okuyamazlar…

Dali mi, Picasso mu?

İstanbul’da Bir Sürrealist: Salvador Dali” sergisi üzerine yazılanlardan biri oldukça ironikti. 2006 yılında yine Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan Picasso sergisinden daha fazla katılım bekleniyormuş. “Uzman”lar, Dali’nin ziyaretçi sayısının Picasso’nunkini geçeceğini sanmaktalarmış. Diyelim ki öyle oldu, ne önemi var…

Bir yanda 1937 yılında İspanyol İç Savaşı sırasında faşist Almanya ve İtalyadan destek alan Franco’nun Guernica şehrinde yaptıkları katliamı anlatan “Guernica” isimli tabloyu yapan Pablo Picasso diğer yanda, İspanyol Salvador Dali…

Yazıyı Jorge Semprun ya da kod adıyla Federico Sanchez’in Dali hakkında yazdıklarıyla noktalayalım. Ama önce birkaç satırla da olsa Jorge Semprun’dan söz edelim. Jorge Semprun 1923"te Madrit"te doğan, 1937’de Fransa’ya iltica eden, Fransız Komünist Partisi’ne katılarak direniş hareketinin bir üyesi olan, toplama kampına yollanan bir militan…

II. Dünya Savaşı’nın ardından İspanyol Komünist Partisi"ne katılarak merkez komite üyesi olan ve 1964’de ihraç edilen Semprun, romanları ve senaryoları ile ünlendi. Costa Gavras’ın “Z” ve “İtiraf” filmlerinin senaryo yazarı olan Semprun, 1988-1991 arasında İspanya Kültür Bakanı olarak görev yaptı.

2005 yılında Agora Kitaplığı’ndan yayınlanan “Federico Sanchez"den Selamlar” adlı kitabında Salvador Dali’nin cenazesini anlatır Jorge Semprun. Dali’nin neden faşist olarak kabul gördüğünü anlattığı satırları birlikte okuyalım…

***

Dali’nin cenaze töreni

Fİgueras Kilisesi’nin sahnında ayakta durmuş, rahibin Salvador Dali için yaptığı cenaze konuşmasını dinliyorum. Aynı konuşmayı üçüncü kez yapıyor. İlk önce İspanyolca, sonra Katalanca olarak yaptı, şimdiyse Fransızca olarak tekrar ediyor.

Generalitat’ın başkanı Jordi Pujol ve ben, Salvador Dali için yapılan cenaze konuşmasını üçüncü kez, bu sefer Fransızca olarak dinliyoruz. Henüz cenaze konuşmasından sorumlu rahibin aynı metni Almanca ve İngilizce olarak da tekrarlayacağını bilmiyoruz –yani, Başkan Pujol’un da bunu bildiğini sanmıyorum. Cenaze törenindeki bu çılgın çokdillilikle rahibin neyi kanıtlamaya çalıştığını bilmiyorum. Belki de sadece ne kadar çok dil bildiğini. Bu performanstan sonra bu konuda hiçbir kuşku duyulamazdı zaten. Belki de kendisinin Roma’daki Papa olduğunu, Saint-Pierre Meydanı’nda “Kent ve Dünyayı Kutsama” duasıyla bir tören yönetmekte olduğunu sanıyordu.

Çok dil bilen rahibin asıl niyeti ne olursa olsun, biz o 25 Ocak 1989 Çarşamba günü, Figueras Kilisesi’nde, Salvador Dali’nin cenaze töreni için toplanmıştık. Ben İspanyol hükümetini temsil ediyordum, Jordi Pujol ise özerk Katalan hükümetini. Aslında ben bir anlamda Dali’nin mirasçısı sayılırdım, çünkü ressam, Katalan kamuoyuna son bir oyun oynayarak bütün malvarlığını İspanyol devletine bırakmıştı. Bu cenaze töreninden önceki gün vasiyeti açıldığında bu durum aşırı milliyetçi kimi politikacı ve aydınlarda büyük bir hoşnutsuzluk yaratmış, bunlar ateşli bir dille İspanyol devletini ‘Katalonya’nın kültürel zenginliklerini yağmalamak’la suçlamışlardı.

Gözümün ucuyla Başkan Pujol’a bakıp, rahibin cenaze konuşmasını dördüncü kez tekrar edişini dinlerken içimden ağlamak geliyor. Ya da zaman zaman katıla katıla gülmek. Ne olursa olsun, duygularımı güçlü bir şekilde dışavurmak istiyorum.

1975 Eylül ayında General Franco, beş genç anti-faşist hakkında imzaladığı idam kararını olağanüstü hal mahkemelerine onaylatmıştı. Generalin yaşayacak ancak birkaç haftası kalmıştı ama son ana dek cani rolünü oynamayı sürdürüyordu. Onun işi her ne pahasına olursa olsun düzeni korumaktı. Bu kez bu işi beş kişinin hayatı pahasına yapmıştı.

İspanya’da, o 1975 Eylülü’nde, genel bir rahatsızlık ve korku dolu bir hayretin içinde yalnızca bir tek ses yükselip bu kararından dolayı General Franco’yu, kamuoyu önünde kutlamıştı: Salvador Dali’nin sesiydi bu. Bu beş genç anti-faşistin idam ettirilmesini kutlamıştı. Çünkü her ne kadar büyük bir ressam olmuşsa da, Salvador Dali, hiçbir zaman saygıdeğer bir insan olmamıştı.

Gözümün ucuyla, zamanında Franco polisi tarafından tutuklanmış ve kötü muamele görmüş olan Başkan Pujol’a bakıyorum. 1975’te katledilmiş o beş genci hatırlıyorum. Salvador Dali’nin Francisco Franco’ya gönderdiği telgrafı hatırlıyorum. Gelecek günleri, Dali’nin mirasını İspanyol devletine bırakması üzerine başlamış olan polemiği düşünüyorum. Bu cenaze törenine, sürekli kendini tekrar edip duran bu çokdilli konuşmaya karşı kayıtsızlığımın verdiği zamanı ve mesafeyi değerlendirerek, bu konuda nasıl bir tutum izleyeceğime karar vermeye çalışıyorum.

Federico Sanchez"den Selamlar, Jorge Semprun, Agora Kitaplığı, 2005.

FEZA KÜRKÇÜOĞLU
fezakurkcuoglu@birgun.net

(Kaynak: BirGün)

Zaman gazetesi, yeni bir tartışma başlatıyor!...

AKP'ye yakın Zaman gazetesiyle, CHP'ye yakın Cumhuriyet gazetesi arasındaki kayıkçı kavgası, halkın sorunlarının ikincilleşmesi için iyi bir numara!... Ticaret burjuvazisinin egemenliği için yayın yapan Zaman'la, seçkinci küçükburjuva ve kent burjuvazisi için yayınlanan Cumhuriyet, yazdıklarını okutamama sorunuyla karşı karşıya. Cumhuriyet gazetesinin sürekli olarak vurguladığı gibi, Zaman gazetesi tüccarların desteğiyle ücretsiz dağıtılabiliyor. Şimdi Zaman'a Cumhuriyet de uydu anlaşılan. Eğer haber asparagas değil de, ciddiyse, Cumhuriyet gazetesini de sorgulamaya başlayacağız. Aşağıda sunduğumuz Zaman gazetesinin haberini, her ne denli işkillenerek okuduysak da, okurlarımızın bilgisine sunuyoruz:


Çankaya belediyesi, ücretsiz Cumhuriyet gazetesi dağıtmış


Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz'ın basına sızan ses kaydında, Cumhuriyete 100 milyar ödeme yapmaktan söz etmesi yeni bir skandalın ortaya çıkmasına sebep oldu.

Çankaya Belediyesi'nin, her gün 500 Cumhuriyet Gazetesi alıp ücretsiz olarak dağıtmış.

Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, televizyon programına, Eryılmaz'ın 'Balbay'a 100 milyar veremiyoruz' sözlerini değerlendirdi..

Balbay, "Açık söyleyeyim. Çankaya Belediyesi 500 gazete alıp dağıtıyor. Her gün değil, yeri geldiğinde. Sonuç olarak işin kaydı belli. Yani belediyenin borcu Cumhuriyet gazetesine. Ben Ankara temsilcisi olduğum için adım söyleniyor" dedi.

Cumhuriyet Gazetesi'nin fiyatının 75 kuruş olduğu hesaba katıldığında 100 bin Ytl'ye (100 milyar) yaklaşık 134 bin gazete alınabiliyor.

Eğer Balbay'ın dediği gibi 500'er gazete alındıysa bu para ile 268 gün gazete alınmış oluyor.

Gazetelerin dağıtılmasına kriter oluşturan 'Her gün değil, yeri geldiğinde' ifadesi ise akıllara farklı soru işaretleri oluşturuyor. Ayrıca tüm seçmenlere hizmetle yükümlü bir belediyenin marjinal bir kitleye hitap eden gazeteyi alıp dağıtması da bir başka tartışma konusu.

(Kaynak: Zaman)

Yeni bir site doğuyor: -virüs

Bakınız: exivrus.blogcu.com

Şimdilik sadece soruyoruz!...

Hangi tiyatro esnafı, hangi belediyeden, ne kadar avanta alıyor?...

Ayrıca bakınız: Belediye tiyatrolarını tanıtıyoruz.

Tiyatro dünyası bizden izleniyor!

Google'da Istvan Örkeny diye arama yaptığınızda, birinci ve ikinci sırada sitemiz çıkıyor!...

Bakınız: Google/Istvan Örkeny

(Tıklayınız: "Tiyatro dünyası bizden izleniyor!")

Adını Vedat Günyol'dan alan Günyol Bakoğlu...

Okurlarımız bilir; kapitalizmi güzelleyen, paranın iktidarını estetize eden çalışmalara sıcak bakmıyoruz. Özellikle reklam filmleri, diziler... bize göre değil. Bulunmaz Tiyatro'da oyunculuğa başlayıp da, reklam ve dizi filmlere yöneldikten sonra, tekrar oyunculuk yapma sancısı çeken Günyol Bakoğlu'nun röportajını ilginç bulduğumuz için link veriyoruz:


(...)

Ünlü markaların sesi olan dublaj sanatçısı ve oyuncu Günyol Bakoğlu, ara verdiği oyunculuğa dönmek istiyor.

(...)

- Tam 20 yıldır oyunculuk yapıyorsunuz. Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?

Küçük yaşlarda edebiyatçı olmayı çok istiyordum. Lisedeyken annemle birlikte gazetede bir ilan gördük. "Bulunmaz Tiyatro İstanbul" adlı özel bir tiyatro oyuncu seçmeleri yapıyordu. Annem de "Sen seversin böyle işleri bir git bak" dedi. Ve gidiş o gidiş. Sonrasında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin oyunculuk sınavlarına girdim ve tüm şanssızlıklara rağmen kazandım. Öğrencilik dönemim boyunca Oğuz Aral hocamızın yönlendirdiği işlere palyaço olarak gittim. Pandomim yaptım. Radyoculuk yaptım.

(Bakınız: Bakterim.Com)

Yeni bir tiyatro...

(Bakınız: tiyatro vesaire)

Kurtlar Vadisi Pusu'cuları işbaşında!...

Zafer Algöz de Kurtlar'ın etkisini artırmak için kapı kapı dolaşıyor!


Emekçilerin, toplumsal sorunlara yabancılaşması için kullanılan en önemli silahlardan biri de televizyon. İki reklam arasını doldurmak için üretilen diziler, halkın sıradan sorunlarına bile yabancılaşmasına neden oluyor. Özellikle Kurtlar Vadisi dizisi oyuncuları, halkın istencinin iktidara etki etmesini ötelemekle, toplumsal ve estetik sorumluluk alıyorlar. Zafer Algöz de bu sorumlulardan (yada sorumsuzlardan) biri. Kurtlar Vadisi'nin halkımıza kurduğu Pusu'nun farkına varmak için, zaman zaman Zafer Algöz gibi oyuncuların da neler yaptığını gündeme getirmeyi bir borç biliyoruz. Kurtlar Vadisi'nin Pusu'sundan sunuyoruz:


PUSU EKİBİ ÖĞRENCİLERLE BULUŞTU


Kurtlar Vadisi Pusu dizisinin sevilen oyuncuları, ödül törenleri ve söyleşiler aracılığıyla üniversite öğrencileriyle buluştu.

Uludağ Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi tarafından “Yılın En Başarılı Dizisi” seçilen Kurtlar Vadisi Pusu ekibi, hem ödül törenlerinde hem de Koç Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi’nde gerçekleşen söyleşilerde öğrencilerle bir araya geldi.

Koç Üniversitesi’nden “Yılın En Beğenilen Aksiyon Dizisi” Ödülü

Koç Üniversitesi Televizyonu tarafından öğrenciler arasında yapılan anketle, “Yılın En Beğenilen Aksiyon Dizisi” seçilen Kurtlar Vadisi Pusu ekibi için Koç Üniversitesi’nde bir söyleşi ve ödül töreni düzenlendi.

Kurtlar Vadisi Pusu ekibinden Necati Şaşmaz, Zafer Algöz, Mustafa Üstündağ, Ragıp Savaş ve Sema Öztürk’ün katıldığı söyleşi ve ödül töreninde oyuncular öğrencilerin yoğun ilgisiyle karşılaştı.

(Kaynak: kurtlarvadisifan.net)

Yazın emekçisi Adnan Binyazar üretiyor...

Soyadına uygun olarak, yazın sanatının hemen hemen her alanında ürün veren Adnan Binyazar, gerçekten bin konuda kalem oynatabilecek donanımda biri. Özellikle eleştiri konusundaki saptamalarının yerindeliği, dikkat çekici. Otuz yılı aşkındır okuduğum, okudukça yararlandığım bir yazar olan Binyazar, tiyatro alanında yazarlık heveslisi insanlara da büyük olanaklar sunabilecek biri. Tiyatronun sanat olmasını isteyen, bu konuda çaba harcayan insanlar, salt tiyatro yazarlarını değil, aynı zamanda yazarlığın röntgenini çekebilecek denli önemli bir yazar olan Adnan Binyazarı da yakından izlemeliler. Yukarıda kapağını sunduğumuz ve bir sevda destanı havasıyla yazılmış Ölümün Gölgesi Yok romanını okumanızı salık veririz... (HB)

Derya Önder, önemli bir haber sunuyor...

Hükümetin sunduğu olanaktan yararlanmak istemeyip, Frankfurt Kitap Fuarı'nı protesto eden Leyla Erbil (Bakınız: AKP'yi protesto etmeyen, düzene karşı çıkamaz!), yazarlar tarafından benimsenmeye başlandı. Derya Önder'in haberini soL gazetesinden okumak için tıklayınız:

Yazarlar Leyla Erbil'i anlattı

FORTIS, ateş topu gibi!...

Hollanda ve Belçika ağırlıklı sermayeyle dünya halklarının parasına yön vermek için kurulan FORTIS, gittiği ülkelerde kuşku oluşturuyor. Türkiye'ye DIŞBANK'ı satın alarak giren FORTIS, tiyatro piyasasına da el atıp, Tiyatro... Tiyatro... dergisinin arka kapağına reklam vererek dikkat çekmişti...

(Bkz: Tiyatro... Tiyatro... arka kapağını Fortis'e verdi!)

Yaşamın her alanını tutsak alarak, emperyalist düşlerin yeşermesi için mücadele eden FORTIS, şimdi büyük sorunlar yaşıyor. FORTIS'in yaşadığı sorunların ayrıntısını soL gazetesinden okumak için tıklayınız:

Üç ülke Fortis'e el koydu

Mehmet Tekkanat bildiriyor...



USTADAN ÇIRAKLARA ÖĞÜTLER
.
ÜNLÜ YÖNETMEN ERDAL GÜLVER ALTAN ERKEKLİ SAHNESİ’DE
.
.
Mersin Büyükşehir Belediye Şehir Tiyatrosu’nun davetlisi olarak Mersin’e gelen Devlet Tiyatrosu yönetmeni Erdal Gülver; Mersin Gençlik Sanat Merkezi Altan Erkekli Sahnesi’ni ziyaret ederek, tiyatro ile yeni tanışan kursiyerlere hem sahne hem de hayat dersleri verdi.
.
GSM Altan Erkekli Sahnesi’nin açtığı tiyatro kurslarına katılan gençler daha ilk derslerinde karşılarında yılların sahne adamı Erdal Gülver’i görünce çok heyecanlandılar.
Kursiyerlerle keyifli bir sohbet yapan ve yarım asıra yaklaşan sanat yaşamından örnekler anlatan ünlü yönetmen Erdal Gülver; tiyatroyu öğrenmenin en önemli unsurlarından birinin usta-çırak ilişkisinin iyi işlemesiyle olacağının altını çizerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
.
“Mersin’in birçok şehirde bulunmayan bir güzelliğe sahip, Mehmet Tekkanat gibi bu işe yüreğini beynini koymuş ustalar var. Mersinli gençlerin bunu iyi değerlendirmesi gerek. İyi bir tiyatrocu, öncelikle iyi bir dinleyicidir. Ben ustalarımı çok iyi dinleyerek, onların her hareketini gözlemleyerek ve tabi çok çalışarak sahnelerde kalıcı olmayı başardım. Sizler de daha yolun başındasınız. İyi birer tiyatro insanı olmak istiyorsanız, algılarınızı açık tutup, ustalarınızı iyi dinleyin ve çok çalışın. Yetenekler çok çalışarak gelişir ve kalıcı olur” dedi.
.
BAYRAĞI SİZ GENÇLERE DEVREDİYORUZ
.
Sanat yaşamında her zaman gençlere önem verdiğini belirten Erdal Gülver; “ Büyük önderimiz Atatürk, bu ülkeyi bizlere emanet etti. Bizler de bu ülkenin sanatçıları olarak, onun gösterdiği yolda çalıştık ve bayrağı sizlere devredeceğiz. Bir ülke öncelikle sanatıyla var olabilir. Bu gerçeği asla unutmadan kendinizi güzelliklerle donatın ve sizden sonrakilere de aktarın. Sanata gönül verdiğiniz için hepinizi kutluyor ve başarılar diliyorum” dedi.
.
Keyifli geçen sohbet sonrasında, kursiyerlerle hatıra fotoğrafları çektiren Erdal Gülver; Mersin’e böyle bir salon kazandıran ve gençlere tiyatro sanatını sevdirmeye çalışan GSM Altan Erkekli Sahnesi kurucu genel sanat yönetmeni Mehmet Tekkakant’a teşekkür etti.
.
(Ayrıca bakınız: Mehmet Tekkanat)

Homeros / İlyada (28.09.08)


İlyada (28/09/2008) from Cemal Bulunmaz on Vimeo.

Aydın, belleklerin üzerine serpilen külü üflüyor...

Nazım Hikmet Kültür Merkezi ile Su Gösteri Sanatları Sahnesi genel sanat yönetmeni, soL gazetesi yazarı Orhan Aydın, toplumsal sorunlarla sanatsal sorunların yumak olduğu durumları kaleme almayı sürdürüyor. Her salı günü soL gazetesinde yazılarını yayımlayan Aydın, kendi gazetesi olan soL'da yayınlanmadan bir gün önce yazılarını bize yolluyor; biz de seve seve yayınlıyoruz:


Dinle bak çatırdıyor…


Orhan Aydın
29 Eylül 2008


Yıl 1976. Ülkenin dört bir yanı şenlik alanı sanki. Fabrika avlularında grev önlükleri ile halaya duran işçiler, üniversitelerde bağımsızlık ve eşitlik için ayağa kalmış kol kola girmiş gençlik, toprak ağalığına karşı isyan bayrağını açmış köylüler, hak arayan, soran, sorgulayan aydınlar, demokratik kültür adına gecelerini gündüzlere katıp üreten sanatçılar.

Şaşakalırdınız.

Hep bir ağızdan söylenen türkülerin, coşkulu ritmini yakalamıştı insanlık.

12 Mart faşizmine yenik düşmeyi kabullenmeyen, direnip ayağa kalkmaya kararlı toplumsal bir ortak akıl, Kızılırmak gibi sel olup taşıyordu.

Cezaevlerinde çekilen acılar, işkenceler, zulümler daha da bilemişti insanoğlunu.

Yurdun dört bir yanından faşizme karşı birleşik, ortak sesler yükseliyordu.

68’in üstünden tanklarla, postallarla, köpek ulumaları ve ezan sesleri ile geçen 12 Mart faşizmine dar ediliyordu hayat.

Sendikal hak ve özgürlüklerin önünün açılması için sermayenin kapılarını dövüyordu işçi sınıfı.

Bizler, Maraş ilinin Pazarcık ilçesinin ova köylerindeyiz. Sık biçimde arıza yapıp yollarda bırakan, uçuk mavi renkte bir Düldülümüz var, her şey onun içinde. Dekor parçalarını da tepe bagajına yükleyip, sıkıca bağlıyoruz.

Topraklarına sahip çıkıp direnen ırgatlara, her akşam şarkılı-türkülü danslı oyunlar oynamak için yollardayız.

Bazen okul bahçesine, bazen cami avlusuna, bazen de köy meydanına kuruluyor sahne.

Karanlık çöktüğünde ovadan yükselen traktör sesleri civar köylerden seyirciler taşıyorlar oyuna.
Buna kimsecikler inanmıyor ama, İstanbul şehrinde yada Ankara’da sonsuz olanaklar içinde perdeler açık oyunlar oynanırken, bizim seyircilerimiz traktör römorkları üstünde türküler söyleyerek geliyorlardı oyun izlemeye. “Bayram yerine kehribar başaklı sap çeker gibi”

Oyunun adı, ‘Ağalar Cehennemin Dibine’. Bir komedi ki sormayın. Oynarken kırılıyoruz gülmekten.

Ağalık ve marabalık ilişkileri üstüne bir mesel, ama ne mesel. Arkada akan “matrak” bir aşk hikayesi de var.

Oynanış biçimi, geleneksel halk tiyatrosu örneklemeleri için iyi bir seçim olabilir. Köy seyirlik oyunlarındaki “oyun çıkarma” geleneği üstüne kurgulanmış. Tüm oyuncular, kostümler, aksesuarlar sahnede.

‘Oyun babası’ yada ‘Oyun kurucusu’, müzikli bir anlatı ile bahsi açıyor ve rolleri dağıtarak başlıyor işe.

Her rol, her gece dönüşülerek oynanıyor.

Böylelikle oyundaki oyuncular bu oyunun içindeki tüm rolleri mutlak oynamış oluyorlar. Bir oyuncu için bulunmaz bir olanak.

Erkan Yücel, her gün farklı bir ağa oynayarak rekora koşuyor. Aynı replikleri kuşanmış, aynı kostümlerin içinde farklı farklı ağalar. Kekemesi var, şaşısı, topalı var, kürdü var, Egelisi, göçmeni var, var oğlu var. Ve hangi akşam, hangi tipi oynayacağına da sahnede karar veriyor.

Adamın karşısında söz söylemek bile ustalık ister.

Erkan, sahneye adımını atar atmaz seyirci tarafında bir uğultu bir çalkalanmadır başlıyor. Gülmemek için kendilerini zor tutuyor kalabalık. Sahnedeki adam hem onlardan biri hem değil, hem yakından tanıdıkları ağa hem değil, rol büyücüsü sanki.

O gün, oyun sonunda birlikte söylenen bir Pir sultan deyişine eşlik eden farklı bir ses vardı.

Aşık İhsani ile Pazarcık’ın Harmancık köyünde tanıştım. Her şeyi ile sabırlı bir kavganın tam orta yerinde.

Gorki gibi pos bıyıklı, hiddetli mi hiddetli bir adam.

“Odun kırıcıydı adı İlyastı / Yanaştım yanına yüzünü astı / İşin ne dedim, bir küfür bastı / Arkasından baltasını biledi.”

Oyunu izledikten sonra kahkahalarla geçen sohbetin tadı dün gibi.

Faşizme ve Amerika’ya karşı savurduğu usturuplu küfürler ozan geleneğinin öfkesinin de bir belirtisiydi.

Öğrendik ki o da, elinde sazı ile köy köy dolaşıp, kendi topraklarında yoksullaştırılan köylülerin verdikleri hak mücadelesine ve devrimcilerin düzenledikleri gecelere katılmak için turneye çıkmıştı.

Devrimci Toprak-İş Sendikası’nın Pazarcık’ta düzenlediği ve yerin göğün jandarmalarla kuşatıldığı 76 Yılının 14 Temmuz akşamını hiç unutmadım.

Geceyi Pazarcık karakolunda geçirmemizin sebebi Aşık İhsani olmuştu.

“Hoşt Amerika, puşt Amerika” dedikçe alan dalgalanıyor, tüm katılımcılar türküyü birlikte söylüyordu.

Jandarma komutanı, bu türküden çok alınmış olsa gerek, hepimizi tıktı içeriye.

Pazarcık jandarma karakolu, yaşlı bir kiraz ağacının altında, küçücük bir bina. Bir komutan odası, bir tuvalet ve büyükçe bir tutuklu koğuşundan ibaret. Kiraz ağacının önünde, fıskiyeli bir havuz.

Ertesi sabah kalabalık seslere uyandık.

Etkinliği izleyen seyircilerin tamamı, karakolun çevresini kuşatmışlardı.

Pencerenin açıldığı koridorun sonunda, havuz başında sigaralarını tüttüren kızgın yüzler görüyoruz. Önce ne olduğunu anlayamadık.

Ama komutanda bir telaş bir telaş sormayın. Tarihe not düşmek lazım, bu uzatmalının adı; Ertan Alışlı idi. Zayıf ince yapılı, sert ve buyurgan bir zavallılık.

Dışarıdakilerin aralarından seçtikleri temsilciler iki jandarma ile geldiler yanımıza; “Sizi almadan bir yere gitmiyoruz haberiniz ola” dediler.

Öyle de oldu. Kaymakam karakola geldi ve yarım saat sonra ortak bir ifade imzalatıp, hepimizi serbest bırakmak zorunda kaldılar.

Komutan Ertan’ın yüzündeki, yenik ama öfkeli adam ifadesi görülmeye değerdi!

Pazarcık ovasından, Ankara ve İstanbul sahnelerindeki oyunlara baktığınızda, birkaç özel tiyatronun toplumsal gerçekçi ürünler verdiğini görürsünüz.

AST, Dostlar Tiyatrosu ve Çağdaş Sahne’de onlarca arkadaşımız birer tiyatro fabrikası işçisi gibi çalışıp, oyunlar üretiyorlardı.

Emekçiler, işçiler ve öğrenciler sahnelerin üstünde kendi renklerini, kendi seslerini, kendi nefeslerini duyumsuyorlardı.

Tiyatro görevini yapıyor, 68 baharından sonra ilk kez, kapalı gişelerle oynanan buluşmalara erişiliyordu.

75-76 ve 76-77 sezonlarında AST’ın oynadığı oyunlar halen belleklerdedir.

Nereye Payidar, Aladağlı Miho, 804 İşçi, Komün Günleri.

Türkiye tiyatrosunun temel taşları olan bir çok dostum, meslektaşım bu oyunlarla adlarını duyurdular.

Nereye Payidar; Bilgesu Eranus gibi bir yazarla tiyatromuzun ilk yüzleşmesini sağladı.

Rutkay Aziz’in yönettiği oyun, tiyatroya yeni bir isim kazandırmıştı, Yeşim Dorman. Yaman Okay, Cezmi Baskın, Şener Kökkaya, Savaş Yurttaş, Meral Niron, Jale Aylanç, Rana Cabbar, Talat Bulut ve Erdal Gülver ise benim anımsadığım diğer isimler.

Oyunun şarkıları da belleklerde kalan şarkılardır. Sözler Çiğdem Talu, besteler Timur Selçuk.

Baskıydı işkenceydi / Bir işe yaramadı,
Dışardan yardım geldi / Onu kurtaramadı.
Bu gün öyle bir gün ki / Ey insan kasapları,
Hakkı yenenler şimdi / Tutuyor hesapları.
Yılların geleneği / Bizlere sökmeyecek,
Hiç kimsenin emeği / Kasaya girmeyecek.
Dinle bak çatırdıyor / Çatladı çatlayacak,
Kasa can çekişiyor / Gücü yok dayanacak.

oaydinoaydin@gmail.com

28 Eylül 2008 Pazar

Bir kısa öykü denemesi...

Nesrin Savan, Bulunmaz Tiyatro'nun düzenlediği "Yazarlık Kursu"na ilgi duyan bir arkadaşımız. Uzun yıllardır yazma uğraşı içerisinde bulunmasına karşın, yazdıklarını yayımlamıyordu. Ne var ki, bizimle tanıştıktan sonra, yayımlamaya karar verdi. Savan'ın bir kısa öykü denemesini okurlarımıza sunuyoruz:


Çat çat çat


Nesrin Savan
28 Eylül 2008


Ayakları, elinden tutmuş, onu hiç bilmediği bir mekana doğru sürüklüyordu. Dik merdivenleri soluk soluğa çıktı: Tak, tak, tak.

Geleceğini biliyormuş gibi kapıda bekliyordu adam. Sakin sakin içeri aldı. Çıt yoktu. Bir tek o. Yaklaştı, yaklaştı. Gözünü gözüne mıhladı. Küstah bir sırıtış yayıldı yüzüne. Sadece dişlerini görebiliyordu. İri iri sıralanmış dişler. Kaçmak kurtulmak istedi kadın.Tam hareket etmek üzereyken koltuğa oturttu. Kararlılık alevinin dolanışını, sıçrayarak etrafa dağılışını, kesip biçecek kahpeliğe bırakışını seyretti; ellerinde adamın.

Kalp atışlarının ritmi değişti: Güp, güp, güp.

Alnında istiflenen ter damlaları düştü: Şıp, şıp, şıp.

O ne! Makas! Çıkış yok, durduran yok, yol yok: Yok, yok, yok.

Olduğu yere sindi, sindi; küçücük nokta olup kaybolmayı umdu kadın. Acıyordu bir yerleri. Eli, kolu, her yeri. Sesler duyuyordu: Çat, çat, çat.

Bir şeyler akıyordu simsiyah. Kan mı? Göz yaşları mı? Aklına gelen bütün küfürlerle sövmek istiyordu; ancak "gaddar, katil, ruhsuz, hain, nasıl kıydın nasıl?" kelimelerini bulabildi. Ama sesi neden çıkmıyordu? Yoksa makas çatırtılarına mı isabet ediyordu? Aynadaki suretine her bakışında, kısrak kuyruğu saçlarını düşündü; kalçalarında savrulan. Yüreğinde daralan nefesini dudağından üfledi. Şişti, şişti; kocaman balon oldu. Ha patladı ha patlayacak.

Ertuğrul Günay da sorumlu!... 5

Aşağıdaki yazıyı tümgazeteler.com sitesinden aldık. O site de Zaman gazetesinin 31 Temmuz 2004 tarihli sayısından almış. Dört yılı aşkın bir zaman önce yayınlanmasına karşın, güncelliğinden hiçbir şey yitirmediğinden; daha yerinde bir deyişle, Devlet Tiyatroları Çiftliği'nde durum hiç değişmediğinden, aradan bunca zaman geçmesine karşın, okurlarımıza sunmaya karar verdik:


Kurtlar Vadisi'nin 'baba'ları tiyatroda oynamıyor, ama devletten aylık ve teşvik alıyor...


Devlet Tiyatroları(DT), Devlet Opera ve Balesi ile Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı sanatçıların işe gelmediği halde hem ek iş yapması hem de 'teşvik ikramiyesi' alması, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı harekete geçirdi. Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi ile Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı çok sayıda sanatçı, işe gitmediği halde hem devletten 'teşvik ikramiyesi' alıyor hem de popüler dizilerde oynuyor.

Kurtlar Vadisi dizisindeki konsey üyelerinin hemen hepsi Devlet Tiyatroları sanatçısı. Vadi'de başarılı performans sergileyen konsey üyeleri, tiyatroya vakit ayırmıyor. Usta oyuncular, devletten aldıkları maaşla geçinemediklerini ve ek iş yapmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Devlet ise çalıştırmadığı sanatçılara maaşın yanı sıra ikramiye veriyor.

Kurtlar Vadisi'nde Kılıç rolüyle izlediğimiz Atilla Olgaç, Testere Necmi lakaplı Tarık Ünlüsoy, 'Deve Tuncay' olarak bilinen Osman Wöber, Laz Ziya rolündeki İstemi Betil, dizinin Hüsrev Ağa'sı Baykal Saran ile Samuel'i canlandıran Nişan Şirinyan Devlet Tiyatroları sanatçısı. Devletten maaş ve teşvik ödülü alan sanatçılar, sadece Kurtlar Vadisi'ndeki oyuncular ile sınırlı değil.

Bir İstanbul Masalı, Zerda, Seni Yaşatacağım, Patron Kim, En Son Babalar Duyar dizilerinde oynayan bazı isimler de Devlet Tiyatroları sanatçısı olup maaş ve teşvik alıyor. Bakanlık, her ay maaşını verdiği, üstelik yılda altı kez de birer maaş ikramiye ile ödüllendirdiği sanatçılarının kendi kurumlarına ait projelerde rol almasını istiyor. 'Yıllardır tiyatroya uğramayan, özel dizilerde rol alan; ancak teşvik ikramiyesi ödenen oyuncular var.' diyen Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu, yeni bir tasarı hazırladıklarını ve bu tasarı ile sadece çalışanların ödüllendirileceğini söyledi.

Halen 1949'da çıkarılan bir yasayla yönetilen tiyatro, bale, opera ve güzel sanatları daha çağdaş normlara kavuşturmak isteyen bakanlık, Avrupa'daki benzer kurumların yönetmeliklerini inceliyor. Çoğu devlet kurumunda olduğu gibi bakanlıkta da 'bankamatik memur' diye nitelendirilen pek çok çalışan var. Sanat kurumlarında kadrolu bulunan sanatçılar, çalışsın ya da çalışmasın, aynı maaşı ve aynı ikramiyeyi alıyor. Üstelik teşvik ikramiyesi verilirken de sanatçının çalışıp çalışmadığına bakılmıyor. Durum böyle olunca, gelişigüzel dağıtılan ikramiyeler kurumdaki tüm çalışanları iş yapmamaya teşvik ediyor. Örneğin, tiyatrocuların en fazla rol aldığı Kurtlar Vadisi dizisinin 'konsey' üyelerinin hemen hepsi DT sanatçısı. Konsey üyeleri, dizideki performanslarını ne yazık ki tiyatroda gösteremiyor. Ancak usta sanatçıların rol aldığı dizi, reyting rekorları kırıyor.

Dizide mafya babası ve konsey üyesi 'Kılıç' rolüyle izlediğimiz Atilla Olgaç, DT sanatçısı. Hem'Kurtlar Vadisi'nde hem de 'Hayat Bilgisi'nde rol alan Olgaç, tiyatroya az uğramasına rağmen ikramiye ile ödüllendirilenlerden. Aynı dizide 'Testere Necmi' rolüyle ünlenen Tarık Ünlüsoy da tıpkı Olgaç gibi teşvik ikramiyesi alıyor. DT'nin sanatçısı olan; ancak hem dizilerde boy gösterip hem de 'teşvik ikramiyesi' alan isimler Olgaç ve Ünlüsoy ile de sınırlı değil. İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü Osman Wöber, dizideki adıyla 'Deve Tuncay'; İstemi Betil nam-ı diger Laz Ziya, dizinin Hüsrev Ağa'sı Baykal Saran, Adnan Birecik ve 'Samuel' rolüyle dikkat çeken Nişan Şirinyan. Dizinin'Baron'u Zafer Ergin ise DT'den geçen yıl emekli olmuş. Kurtlar Vadisi sadece bir örnek.

Televizyonlardaki birçok dizi, tiyatro oyuncularıyla çekiliyor. Bir İstanbul Masalı'nda Behiye Arhan'ı canlandıran Arsen Gürzap, Zerda dizisinin 'Mahmut Ağa'sı Burak Sergen, Seni Kurtaracağım dizisinde Can Gürzap, 2002'de 'Yılan Hikayesi' ve bu yıl da 'Patron Kim' dizilerinde oynayan Ayten Gökçer, 'En Son Babalar Duyar' dizisinden Levent Ülgen dizilerde boy gösteren oyuncular arasında.

Devlet Tiyatroları'nda bir oyuncunun aylık maaşı ortalama 1,5 milyar lira. (2004) Reyting yapan dizilerde ise başrol oyuncuları bölüm başı 25-30 milyar lira alıyor. (2004) Bir dizinin ayda dört bölüm gösterildiği hesap edilirse oyuncuların aylık kazancı 100 milyarı buluyor. (2004) DT dışında bir de Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü`ne bağlı sanatçılar var. Bakanlık yaptığı incelemede bin kişiden fazla kadroya sahip Güzel Sanatlar`daki sanatçıların bir kısmının geceleri bar ve müzik kulüplerinde çalıştığını tespit etmiş. Yine aynı sanatçılar, birçok şarkıcının albümünde müzisyen olarak enstrüman çalıyor. Bu sanatçıların yaptıkları ikinci iş aslında yasal değil; ancak geçinebilmeleri için de başka çareleri yok.

Devlet Opera ve Balesi sanatçıları için de durum pek farklı değil. Opera ve Bale'de 60 yaşını aşan birçok balerin bulunuyor. Tüm dünyada balerinlerin emeklilik yaşı 39. Dünyadaki sanat kurumları 39 yaşını geçmiş sanatçılara sahne vermiyor ve balerinler çoğunlukla bu yaşta emekli oluyor. Türkiye`deki emeklilik yaşı 65 olduğundan bir balerin ilerlemiş yaşına rağmen iş yapmasa da kadroda tutulabiliyor.
2004-07-31 Zaman
http://www.zaman.com.tr/?bl=kultursanat&alt=&hn=75652

(Kaynak: tümgazeteler.com)

***

Ayrıca bakınız: Ertuğrul Günay da sorumlu!...