12 Şubat 2009 Perşembe

Talât Halman'a Emek Ödülü veren TAKSAV'ı eleştirince her yola sapıldı!

Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf'ın (TAKSAV), hem de "Emek Ödülü"yle kutsadığı 12 Mart Faşizmi Dönemi Kültür Bakanı Talat Sait Halman (Talat Sait Halman, the Minister of Culture of Turkey during fascist March 12th stroke, who has been awarded)

***

Güncelleme: 14 Şubat 2009 Saat: 23.00

Okurlarımızın dikkatine

Aşağıda yazılarını yayınladığımız Emrah Özlek imzasının gerçek bir kişiye ait olmama ihtimali gitgide ağır basıyor.

Çünkü…

Emrah Özlek imzasıyla bize yazı gönderen kişiden ısrarla fotoğraf ve telefon numarasını istememize karşın, sonunda bir fotoğraf gönderdiği halde, şimdiye dek, bize telefon numarasını göndermeye yanaşmadı. (Fotoğrafı da şüpheli kılan bir durum.)

Emrah Özlek’le kurduğumuz internet iletişimi sırasında, kendisine gönderdiğimiz 14 Şubat 2009 Cumartesi 00:08 tarihli e-postanın telefon numarası talebimizle ilgili bölümü şöyle:

..........“Seni tanımamız gerekiyor. Tanımadığımız bir kişinin fikirleri çok yaşamsal olsa bile, bizde kuşku oluşturuyor. Fotoğraf istedim, gelmedi. Bir telefon numarası rica ediyorum. Tiyatro camiasından seni tanıyan birinin telefonunu rica ediyorum. Ben, tiyatro camiasındaki hemen hemen herkesi tanırım. Ortak tanıdığımız biriyle telefonlaşıp görüşme sağlayabilirsem, senin düşüncelerini çok daha rahatça gündeme getirebilirim. Gerçek ad değil de, mahlas kullanıyorsan, bu bizim işimize gelmez. Bizim, takma adla yazı yazanlara karşı tavrımız olumsuz. Dünyanın en doğru fikirlerini de yazsa, gerçek adla ortaya çıkmayanlara olanak tanımayız.

Hilmi Bulunmaz”

Telefon numarasını göndermesi için verdiğimiz mühlet sona ermesine karşın, Emrah Özlek, istediğimiz telefon numarasını bize göndermedi.

Emrah Özlek adlı kişinin gerçek olduğuna inanmak artık oldukça güçleştiği için, okurlarımızdan; Özlek’e ait yazıları, yukarıda açıkladığımız gerçeklerin ışığında okumasını, ve yazılarda adı geçen kişi ve kurumlara yönelik suçlamalara, başka kaynaklarca belgelenmiş olanlar dışında, itibar etmemelerini diliyoruz.(HB)

***

(Aşağıdaki yazıda bulunan "TAKSAV" ve "İATP-G" sözcüklerine biz link verdik. / OYUN)


Halman Skandalı, Esatoğlu Tacizi ve İATP


Emrah Özlek
11 Şubat 2009


Sayın Hilmi Bulunmaz


Bloglarınızı kısa bir süre önce keşfettim. Bazı konularda size zaman zaman yazmayı dilerim. Uygun bulup yayınlarsanız, takdir sizindir.

Fakat ısrarla takipçisi olduğunuz konularda, sizinle bildiklerimi paylaşmanın elzem olduğunu düşünüyor ve yayınlayacağınızı umuyorum.

Darbecilerin Kültür Bakanı Talât Sait Halman'a ödül verilmesi, Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf'ın (TAKSAV), bu ödülü vermiş olması, İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu - Girişim'in (İATP-G), TAKSAV'ı savunma çabaları ve sizin geri püskürtmeleriniz ve Mehmet Esatoğlu'nun tacizciliği... Acaba bunlar tesadüf mü? TAKSAV, Talât Sait Halman'ı tanımıyor muydu? Dalgınlıkla mı ödül verdi? Tiyatro Boğaziçi anlamına gelen İATP-G'nin TAKSAV savunusu ve ısrarla Esatoğlu tacizini gündemde tutması tesadüf müdür? Bu konuları, bildiklerimin ışığında açıklamaya çalıştım. Eminim size benzer başka durumlar da gelmiştir. İnceleyip mümkünse yayınlamanızı rica ediyorum. Tabii İATP-G de yanıtlamaktan kaçınmazsa, asıl o zaman bazı konular aydınlığa kavuşacaktır.

Saygılarımla
Emrah Özlek
Tiyatro ÖKM eski üyelerinden

***

İATP-G VE ATÇ YADA MEHMET ESATOĞLU İLE BOĞAZİÇİLİLER ARASINDA ASLINDA NELER OLUYOR?
İATP yada onu yıktıktan sonra kurdukları İATP-G, 10 yıldır Mehmet Esatoğlu'nu tacizcilikle suçluyor. Acaba bu, ne kadar gerçek bir taciz? Önce İATP nedir? Bunu azıcık irdeleyen, farkına varacaktır ki İATP, "G"li yada "G"siz, yanına ekledikleri bir iki taşeron topluluklar dışında, Boğaziçi Üniversitesi demektir. Önce İATP-G'nin resmi sitesindeki üyelere bakalım.

Halihazırda İATP-Girişim toplantılarına temsilci gönderen topluluklar şunlardır:

1. ATÖLYE TİYATRO TOPLULUĞU
2. BOĞAZİÇİ GÖSTERİ SANATLARI TOPLULUĞU
3. BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ FOLKLOR KULÜBÜ
4. BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ OYUNCULARI
5. EĞİTİM EMEKÇİLERİ TİYATRO EĞİTİM ARAŞTIRMA BİRİMİ
6. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM ARAŞTIRMA TOPLULUĞU / DENEYSEL SAHNE
7. İTÜ TAŞKIŞLA SAHNESİ
8. MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİVERSİTESİ GÖSTERİ SANATLARI KULÜBÜ
9. ZEYTİNBURNU HALK SAHNESİ

Birinci sıradaki Atölye Tiyatro Topluluğu, Tiyatro Boğaziçi'nden oluşan bir gruptur. İki, üç, dördüncü sıradakiler, zaten rektörlük tescilli Boğaziçi topluluklarıdır. Beşinci sıraya geçtiğimizde görülen Eğitim Emekçileri Tiyatrosu, yine neredeyse tamamı Boğaziçi kampüsündeki öğretim görevlilerinden oluşan, Eğitim-Sen üyesi de olan topluluktur. Daha önce adında Eğitim-Sen yer alırken, kontrolden çıkmaması için Eğitim-Sen'den kopartılarak sürdürülmüştür. Son sıraya geçtiğimizde görülen Zeytinburnu Halk Sahnesi, yine Boğaziçi'li çalıştırıcıların kontrolünde faaliyet sürdüren bir topluluktur.

Geriye kalan 6., 7., 8. sıradakilerse farklı üniversiteler olsa da, o üniversitelerin asli toplulukları değil; o üniversitelerde olan çok sayıda çalışmalardan birer örnektir ve Tiyatro Boğaziçi elemanlarıyla yakınlıkları nedeniyle gözlemci olarak birkaç toplantıya katılmışlardır. Örneğin İTÜ Taşkışla Sahnesi, henüz 2 yıllık geçmişe sahip olup, yukarıdaki listede birinci sırada bulunan Atölye Tiyatro Topluluğu'ndaki Boğaziçi'li çalıştırıcıdan destek almaktadır.

Aslında İATP-G, Tiyatro Boğaziçi demektir; Boğaziçi Üniversitesi demektir. "G"yi almadan önce de tablo pek farklı değildi. Fakat İstanbul Üniversitesi'nde, rektörlüğün Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM) salonunu kapama girişimi karşısında, İstanbul Üniversitesi Topluluğu direniş gösterip eylem yapmıştır. Bu eylemler sırasında, üyesi oldukları İATP'den haklı olarak sahiplenilmeyi beklemiş, ama tam tersi bir tutumla, tam da eylem sıcaklığında İATP'den dışlanıp atılmışlardır. O dönemde ÖKM ile İATP arasındaki polemikler, bazı tiyatro sitelerinde yer bulabilmiştir. Zaten bu nedenle, İATP alelacele ve Boğaziçi kökenli toplulukların yeter oyuyla feshedilip yerine "G"lisi hayata geçirilmiştir. (www.iatp-web.org/about.asp) Buradan da amaçlarının sığlığı konusunda fikir edinmeniz mümkündür.

İATP'yi, kendi üyesi toplulukların hakkını aramak, kararlı ve devrimci bir mücadele vermek bir yana, herhangi bir sorun karşısında, herhangi bir eylemde de görmek mümkün olmadığı gibi, pek çok ilde yapılan amatör ve alternatif tiyatro birliklerine de katılmaz, dikkate almaz. Katıldığı tek "kolektif" TAKSAV'dır ki, onunla da yakın siyasal duruştadır.

Boğaziçi Üniversitesi, bilindiği gibi Robert Kolej'in devamıdır. Robert Kolej ise, Türkiye'de Amerikan patentli olarak açılan ilk eğitim kurumudur. Boğaziçi Üniversitesi, zaman zaman demokrat, aydın, hatta devrimci laflarını kullansa da (Dikkat ediniz; "devrimci" kelimesi, neredeyse hiç geçmez; kendilerinden menkul bir aydın ve demokratlık etiketini sık sık kullanırlar.), genellikle, Amerika'nın Türkiye için biçtiği modelin sola yakın tandansını Türkiye'de Boğaziçi Üniversitesi ve kısmen Bilgi Üniversitesi temsil eder.

Geçtiğimiz yıllarda Boğaziçi Üniversitesi, Dans Grubu'nun ve müzik gruplarının gösterilerinde türbanlı üyeler, türbanlı gitaristlerle basına yansımış; Zaman gazetesi gibi Ameriko-İslamcı Fethullah Gülen'in destektlediği gazeteler, bu etkinliklerden övgüyle söz etmişlerdir. 1970'li yıllarda Türkiye üniversitelerinde siyasal örgütlenmeler yaşanırken, Boğaziçi Üniversiteliler adeta halktan ve diğer üniversitelerden soyutlanmış, apolitik zengin kolejliler gibiydiler. O dönem, elit aile çocuklarını çalkantılardan muhafaza eden Boğaziçi Üniversitesi'nin daha fazla misyonu olduğu bir gerçek. Bu da aydın-demokrat elitizmi etiketi altında, özgürlüklerden yanaymış izlenimiyle Amerikan politikalarının sol tandansını oluşturmak. Bunu kavradığınızda, size İATP'nin neden sadece TAKSAV'a katıldığı, TAKSAV'ın neden Amerikan onaylı muhtıracıların Kültür Bakanı Talât Sait Halman'a ödül verdiği, neden TAKSAV'ı İATP sözcüsü Boğaziçili Ömer F. Kurhan'ın savunma gereği hissettiği, sürpriz gelmemelidir. Ömer F. Kurhan'ı tek başına incelemeniz dahi ilişkiler ağını sergileyecektir.

Bütün bu tesadüfler(!) art arda sıralandığında, TAKSAV'ın eski muhtıra / darbe kültür sözcüsü, Kültür Bakanı Talât Sait Halman'a verdiği ödül de, Boğaziçi'lilerin bu etkinlikte yer almakla kalmayıp TAKSAV savunusu yaptığı da, çok açık olarak ortaya çıkmaktadır. Kültür-sanat alanında devrimci yada sosyalist olmayan, sözde bir demokrat ve aydın yapılanmanın lokomotifi olma görevi bu TAKSAV ve İATP gibi yapılanmalara verilmiştir. Barışarock gibi, her yıl biraz daha siyasallaşan büyük bir organizasyonun, adeta Mehmet Esatoğlu bahanesiyle, başta İATP olmak üzere, ona bağlı bazı kadın ve eşcinsel küçük burjuva örgütleriyle sabote edilmesi de tesadüf değildir.

Bu gerçekleri pekiştirecek bir açıklama, esasen geçtiğimiz yıl Mehmet Esatoğlu'ndan gelmiştir. Mehmet Esatoğlu, bilindiği gibi İATP'nin asla tahammül edemediği sosyalist bir çizgide olan ve ayrım gözetmeksizin sosyalist ve komünist yapılanmalarla, kolektiflerde yer alan, Amatör Tiyatrolar Çevresi'nin başındaki örgütleyici isimdir. Mehmet Esatoğlu, yıllardır öfkeyle suçlanan kişidir. Bu suçlamayı da, halen İATP bünyesinde yer aldığını gördüğümüz ve Boğaziçili çalıştırıcılara bağlı Zeytinburnu Halk Sahnesi'nden bir oyuncunun tacize uğradığı iddiasına dayandırmaktadırlar. Taciz gibi, toplumun dindarından solcusuna, her kesiminin iğrenerek damgalayacağı ağır bir suçla suçlanmakta olan Mehmet Esatoğlu, aslında yukarıdaki açıklamanın ne kadar gerçekçi olduğunu geçen yıl www.tiyatroyun.blogsot.com sitesinde açıklamıştı. Ayrıca Gölge Tiyatro ve yine www.tiyatroyun.blogspot sitesinde yayınlanan uzunca bir söyleşiyle de konuya açıklık getirmişti bulunmaztiyatro.blogspot.com/2007/09/bararockta-neler-oldu-8.html

Aşağıya Mehmet Esatoğlu'nun çarpıcı açıklamalarını da alıyoruz:

Tacizcilikle suçlanan Mehmet Esatoğlu, İATP-G'yi emperyalizm uşaklığıyla suçluyor:


..........(...) 1996 yılında; İstanbul'da gerçekleşen Habitat Zirvesi'nde, ABD Başkanı Bill Clinton, kitle örgütleri için yeni bir yol çizdi. Neydi bu yol? Kitle örgütleri; yani dernekler, sendikalar, vakıflar, kooperatifler... var olan sisteme muhalefet alanları olmayacak; aksine, sistemin eksik ve gediğini toparlayan, bu yönde çalışmalar yapan kuruluşlar olacaklar. Sistem de, bu kuruluşlara gereken desteği verecek. O günden itibaren, ülkemizdeki tüm kitle örgütlerinde bir yol ayrımı ortaya çıktı. Bu iki eğilim, bir süre kendi içinde çatıştı. ATÇ içinde de, bu tartışmanın yansımaları oldu. İçimizdeki bazı topluluklar, ATÇ'yi sisteme ve onun yoz kültürüne karşı çıkan duruşundan uzaklaştırmaya çalıştılar. Onlara göre, ATÇ yalnızca tiyatro eğitim seminerleri ve atölyeler yapan bir "sivil toplum kuruluşu" olacaktı. Ben, bu eğilimlere karşı "Sisteme Başkaldıran Amatör Tiyatro" başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazıdan sonra aramızdaki yol ayrımı keskinleşti. BGST (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) bünyesinde yer alan Tiyatro Boğaziçi, bu yeni eğilimin başını çekiyordu. Bu nedenle 1999-2000 sezonunda aramızda, ATÇ geleneğine uymayan sert tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalar sırasında, kimi grupları bana karşı kışkırtmaya çalıştılar. Başaramadılar. 2000 yılı sonbaharında, benimle iki yıldır çalışan bir topluluk olan Özgür Sahne oyuncuları, ellerine tutuşturulan bir metinle beni suçladılar. Bu bir komploydu. Bir ay önce, benim kendilerine yeterince zaman ayırmadığımdan yakınan topluluktaki oyuncular, bir ay sonra, benim kendilerini taciz ettiğimi söylediler. Bu iddialar üzerine bazı toplantılar yapıldı. Ama bir sonuca varılamadı. Bunun üzerine, toplantılara katılmayan bazı topluluklar, benimle hiçbir şey konuşmadan, ATÇ'den ayrıldılar. İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu (İATP), böyle bir komplo ile kuruldu. Bill Clinton'ın 1996'da formüle ettiği yolda ilerlemeye koyuldu. (...)


Yine yukarıda sıraladığımız ilişkiler ağını ortaya sermekte yetersiz olsa da, Aralık 2008'de Taciz Vakası, tam da Sosyalist Tiyatrocu Hilmi Bulunmaz'ın TAKSAV'ı, darbeci generallerin bakanına ödül verdiği için köşeye sıkıştırdığı anda, durduk yerde bir kez daha alevlendirilmiş ve ilerici, alternatif ve amatör tiyatroların dikkatleri şaşalı ve hummalı imza kampanyalarıyla tacize kilitlenmeye çalışılmıştır. Ömer F. Kurhan, tacizle Talât Sait Halman olayını harmanlayarak savunu hazırlayıp konuyu gargaraya getirmeyi tercih edecektir. Hilmi Bulunmaz, insanları "Ya bu darbeciye verilen ödülden yanasınız. ya karşısınız!" tercihine zorlarken, Kurhan kontrolündeki İATP ise "Ya tacizden yanasınız, ya değilsiniz!" şartıyla ortaya atılmıştır. İATP, ne ATÜK'e ne Yenikapı Tiyatrosu'na benzer. Alternatif tiyatrolar olduğunu iddia eder; ama toplumsal yada sınıfsal bir konumda asla göremezsiniz. Daha çok, azınlıklar, eşcinseller gibi arada kaşınmasında değişik çevrelerin yarar gördüğü konularda etkisiz yazılardan ibaret kalır. TAKSAV yada İATP adını ilk duyduğunuzdan bu yana, hangi emekçi eylemine, hangi ilerici eyleme, hangi toplumsal tiyatro sorununa destek verirken gördünüz ki, bu TAKSAV'ın Talât Sait Halman'a verdiği ödüle şaşırıyorsunuz? TAKSAV yada İATP'nin, AKP hükümetine tavrı konusunda bir fikriniz var mı? Ama Mehmet Esatoğlu, daha evelki yıl, şehir şehir dolaşıp tecrite karşı oyun sahneledi. Üstelik soruşturmaya uğrama pahasına. İATP, o zaman Esatoğlu'nun peşine takılıp deşifre etme eylemine cesaret edemedi; Lüleburgaz Amatör Tiyatrolar toplantısında da yapamadı bunu. Çünkü bu durumda neye ve kime taraf olduğu netleşebilirdi. Ne zaman ki Barışarock'da Esatoğlu adı duyuldu; orada ortaya çıktılar. Çünkü Barışarock yeterince siyasal olmayan bir alandı; siyasallaşması ürkütüyordu. Ancak "TAKSAV'ın Talât Sait Halman skandalı" sizin tarafınızdan gündeme gelip de taraftar bulmaya başlayınca, eldeki hazır malzeme Esatoğlu bir kez daha sofraya sürüldü; üstelik bu kez, bir neden de yokken. Darbe bakanına ödül verilmesine karşı savunmaları bir yana, imza koymayan İATP on yıl gecikmeyle ve birdenbire coşkuyla tacize karşı imza kampanyaları başlattı; ki biz Internet'te istenirse nasıl kolayca imza toplanabildiğini gayet iyi biliyoruz. Bugün, facebook yada mail grubu gibi zincirlerde, bir günde onbinlere varan imzalar toplanabiliyor.

Bu konuda, bu yazıyı ikna edici bulmayabilirsiniz. Size önerimiz; eğer bu konunun üzerine gitmek istiyorsanız, özellikle İATP'den hayal kırıklığıyla ayrılan İstanbul Üniversitesi ÖKM'nin 3 yıl önceki sorumlularıyla, Mehmet Esatoğlu'yla karşılıklı oturup bilgi almaya çalışmanızdır. Ayrıca İATP içerisinde adı geçen kişileri ve ilişkileri de dikkatle izlemekte yarar vardır.

***

ÖMER F. KURHAN KİMDİR?
Galatasaray Lisesi mezunu, Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesi Tiyatro-Dramaturji Bölümü'nde yüksek lisans tezini verdi. Tiyatroya, 1984 yılında Boğaziçi Ünivesitesi Oyuncuları'nda başladı. 1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi mezunlarınca kurulan Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu'nun genel sanat yönetmenliğini yaptı. 2001-2006 döneminde yayıncılık yaparken, İstanbul Eğitim-Sen'de sendika tiyatrosu (Şimdiki adıyla, yukarıdaki listede Eğitim Emekçileri Tiyatro Araştırma Birimi buradan türemiştir.) alanında eğitimci olarak faaliyet gösterdi. Bugün, halihazırda İATP üyesi olarak sunulan toplulukların yarısı, adeta Ömer F. Kurkan'ın bir şekilde ilişkili olduğu topluluklardır. İATP, adeta "Ömer F. Kurhan Tiyatroları Platformu" gibidir. www.fkurhan.blogspot.com

***

Coşkun Büktel
11 Şubat 2009


İnsanlar konuşuyor

Tiyatro ÖKM eski üyesi Emrah Özlek'ten, İATP-G, TAKSAV, Esatoğlu tacizi ve Ömer F. Kurhan hakkında, "bir kısmı yeni ve ilginç" suçlama, savunma ve açıklamalar...

Tiyatro ÖKM (İstanbul Üniversitesi, Öğrenci Kültür Merkezi Tiyatrosu) eski üyelerinden Emrah Özlek'in, Hilmi Bulunmaz'a gönderdiği yazıyı, makul ve mantıklı bulduk ama yeterince ikna edici bulmadık. Özlek de, tıpkı suçladığı Kurhan gibi, suçlarken gayet inandırıcı olabildiği halde; savunma yaparken, inandırıcı olamıyor. Özlek, örneğin, Kurhan'ı ve İATP-G'yi TAKSAV skandalına kör bakmakla suçlarken gayet inandırıcı olabilirken; Esatoğlu tacizini savunmaya kalkıştığında, tacize uğramış ve sayıları birden çok fazla mağdurun tanıklıklarına karşı ikna edici somut bir şeyler söylemek yerine, Esatoğlu'nun zamanında yaptığı "Clinton talimatı" biçiminde özetlenebilecek açıklamayı (ki konuyla ilgisiz bulduğumuz için zamanında eleştirmiştik −bkz: "Tacizlerin mağdurları ve tanıkları konuşmaya devam ediyor."−) Esatoğlu ağzından tekrarlamakla yetiniyor ve bu da Özlek'i doğal olarak, savunmada gayet yetersiz kılıyor.Aynı biçimde, Kurhan da, örneğin, sansüre karşı bir tutumla Özgür Başkaya'ya karşı çıkarken gayet net ve açık bir dil kullanmaktan kaçınmadığı için gayet ikna edici olabildiği halde (Bkz: "Özgür Başkaya’nın Sansür İddiasına Yanıtı: Biz Yaptık Oldu!");

TAKSAV'ın Talat Halman skandalını (Bkz) savunmaya kalkıştığında, o bilinen kaypak ve kaçamak Mimesis diline başvurmak zorunda kalmış ve asla ikna edici olamadığı gibi, kendi entelektüel kimliğine ilişkin de acıklı bir görünüm yaratmıştı. (Bkz, bkz, bkz ve bkz) Hele Özdemir Nutku skandalına sözde müdahale ediyormuş gibi yapmaya kalkıştığında, Kurhan'ın o acıklı görünümü daha da vahim bir hal almıştı (Bkz). (Bu konuda Kurhan'ı ayrıntılı cevaplayacak yazımız hâlâ tamamlanmadığı için, Kurhan'dan ve ilgili okurlardan bir kez daha özür diliyoruz.)

Emrah Özlek'in, söz konusu skandallara bir nebze daha aydınlık getiren suçlama, açıklama ve savunmalarını okumak için, lütfen...

TIKLAYINIZ!

***

Açıklığa Kavuşturulması Gereken Bir Nokta: Bulunmaz ve Büktel Haber ve/veya Yorumdan Neyi Anlıyorlar?


Ömer F. Kurhan
12 Şubat 2009


Yıllardır tiyatro alanında haber-yorum sitelerinin oldukça sorunlu bir duruş içinde olduğuna dair belirlemeler yapıyorum. Bu sorunun giderilmesinde, ilk aşamada örnek çıkışlara ihtiyaç duyulduğu kanısındayım. Dolayısıyla, kişilerin, toplulukların, platformların ya da girişimlerin internet yayıncılığını özenli yapmasının hayli önemli olduğu; bu şekilde ülke çapında tutarlı ve güvenilir haber-yorum sitelerinin yolunun döşenebileceği düşüncesini destekliyorum.

Son olarak, Bulunmaz’ın editörlüğünü yaptığı OYUN sitesinde ve Büktel’in kişisel sitesinde, “Halman Skandalı, Esatoğlu Tacizi ve İATP” başlıklı bir yazıya yer verildiğini gördüm. Yazı çeşitli forum sitelerinde rastlanabilecek, tiyatro alanındaki dedikodu kültürünün sıradan bir örneği olarak kabul edilebilir. İATP-G, içinde yer alan topluluklar ve şahsım hakkında çeşitli yorum ve iddialar içeren bu ve benzeri yazıların internet ortamında dolaşması gayet normal ve tabii ki bir ilk değil. İnternet ortamı aynı zamanda bir dedikodu ve söylenti ortamıdır; yani istenirse bu yönde de değerlendirilebilir.

Ciddi haber-yorum sitelerinde de bu tip yazılara rastlamak mümkündür. Şöyle ki: Bir haber ya da yorum yayımlıyor ve o haber ya da yazının altında okur yorumlarına da yer veriyorsanız; bu tip yazılarla karşılaşmanız mümkündür. Küfür ve hakaret içermedikçe, ilkesel olarak bu tip yazıların yayımlanmasına karşı değilim. Hatta haber-yorum sitelerine canlılık katmak ve yazar-okur iletişimini geliştirmek açısından faydalı olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde, o siteye canlı bir forum boyutu katmış oluyorsunuz. Orada okurlar, konu hakkında birbirleriyle tartışma olanağı da bulabiliyorlar.

Buna karşılık, eğer bir yazı haber ve/veya yorum değeri verilerek yayımlanıyorsa, o sitenin editörleri şöyle bir sorumlulukla karşı karşıya kalırlar. O yazıda geçen iddiaların olgusal içeriğini denetlemek ve doğruluğunu araştırmak. Aksi takdirde, tiyatro yayıncılığı adına magazin çizgisi geliştirmiş olur ve yayıncılığınızı dedikodu ve söylenti üzerine inşa etmiş olursunuz.

Denilebilir ki, sonuçta Büktel’in sitesi kişisel bir site; onun neye haber ve/veya yorum değeri biçtiği kendisini bağlar. Doğrudur; zaman zaman bu sitenin kişisel bir çerçeveyi zorlama eğiliminde olduğunu düşünsem de, nihayetinde kişisel bir sitedir. Dolayısıyla kamusal yayıncılık adına doğrudan muhatap kabul edilmesi abartılı olabilir. Fakat aynı şey Bulunmaz’ın editörlüğünü yaptığı OYUN sitesi için söylenemez. Dolayısıyla, söz konusu yazıya haber ve/veya yorum değeri biçerken olgusal içeriğini denetleme ve doğrulama adına nasıl bir çaba gösterdiğini açıklamak durumundadır. Yazıdaki olgusal belirlemelerin doğruluğunu ya da ciddiye alınabilirliğini araştırmış mıdır? Araştırmışsa, hangi sonuçlara ulaşmıştır? Yazıyı bu araştırmanın bir parçası olarak mı yayımlamıştır? Bu sorulara yanıt verildiğinde, magazin yayıncılığı ile kamusal sorumluluk içeren yayıncılık arasındaki fark da aydınlığa kavuşacaktır.

Yayımladıkları yazının dezenformasyon içerdiği ya da yanlış bilgilerle dolu olduğunu göstermek dünyanın en kolay işidir. Fakat belirtmek gerekir ki, dezenformasyondan sorumlu olan yazının kendisi değil, yayımlayanlardır. Hiç kimseye internet ortamında dedikodu yapma, dedikodunu yazılı hale getirme ve oraya buraya yollama denilemez. Bu kamuyu doğrudan ilgilendiren bir mesele değildir; bir yerde insanların saçmalama ya da dedikodu yapma özgürlüğü de olacaktır. Fakat bir dedikodu kamusal sorumlulukla yayın yaptığını iddia eden bir kitle iletişim aygıtı tarafından kullanıldığında, artık dedikodu olarak kalmaz; dezenformasyona dönüşür.

Bulunmaz ve Büktel’in enformasyon değeri biçtikleri yazıda nelerin uydurma olup olmadığı konusunda şimdilik bilgi vermeyeceğim. Belki böylece, dedikodu kaynaklı dezenformasyon üretimi ile enformasyon üretimi arasındaki farkı gözetmek için gecikmiş de olsa bir çaba içine girerler. Aksi takdirde, bir dedikodu yazısını alıp dezenformasyona dönüştürmek gibi bir sorumluluğu taşımaya devam edeceklerdir.

Bu arada, gerek Bulunmaz gerekse Büktel’in hâlâ bana yanıt borçları olduğunu ve aradan çok uzun zaman geçtiğini hatırlatmak isterim. İzleyebildiğim kadarıyla, yayıncılık faaliyetlerini aksatan özel bir durumları yok; siteleri düzenli olarak güncelleniyor. Tartıştığımız konulara ilişkin öncülsüz ve içerikten yoksun “tezlerine” ilgili ilgisiz çeşitli haber ve yorum başlıklarında yer vermelerini tabii ki yanıt olarak kabul etme imkânım yok. Daha önce de belirttiğim gibi, agonizm ve polemik uzağında durmak bir kenara gayet faydalı bulduğum pratiklerdir. Fakat, millet nasılsa reklam kültürüne batmış deyip tanıtımcı sloganlar atmak ve bu pratiğin üzerine biraz da dedikodu ekip dezenformasyona kapıları açmak, çıkar yol değildir.

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Coşkun Büktel


GÜNCELLEME 12 Şubat 2009:

Emrah Özlek'in yukarıda "İnsanlar konuşuyor" başlığıyla sunuşunu yaptığımız yazısıyla ilgili olarak; Ömer F. Kurhan'ın (Büktel ve Bulunmaz yayıncılığını eleştirerek, Büktel ve Bulunmaz'ı "bireysel" ya da "sorumsuz" olmakla suçlayan ve Emrah Özlek'i sansür etmedikleri için Büktel ve Bulunmaz'ı kınayan) yazısını okumak için, lütfen, Kurhan'ın yazısının aşağıdaki başlığı tıklayınız:

Açıklığa Kavuşturulması Gereken Bir Nokta: Bulunmaz ve Büktel Haber ve/veya Yorumdan Neyi Anlıyorlar?

NOT: Bu yazımız, bir cevap değil, yalnızca bir sunuş yazısıdır. Kurhan'a ve okurlara vadettiğimiz cevabımıza bu konuları da elbette dahil edeceğiz; ama ne yazık ki, bugünlerde vaktimiz kendini yoğun biçimde dayatan pek çok konunun ancak bazılarına ve ancak bu çapta tepki vermeye yetiyor. CB.

***

Cevap alamadığım cevaba cevabımdır!


Emrah Özlek
13 Şubat 2009


Hilmi bey,

Gördüğünüz gibi, cevap vermek istemiyorlar. Zira, cevapla konunun deşileceğinin farkındalar. Ve bu cevap verme durumu, onların boyunu aşan deşifrasyonlara varacak.

Bir kişi hakkında “tacizci” diye sayfalarca yazı yazmak, "haber" değeri taşıyor(!): Lütfen sorar mısınız; “Esatoğlu tacizci” diye haber ve yorumlar yazarken, hangi belgeyi yazılarına ekleyip de yolladılar bugüne dek? Tacize uğradığını söyleyen kişilerin kendi kalemlerinden dahi çıksa, bu bir iddiadır. Bunu hiç kimse belge sayamaz. Kaldı ki tacize uğradığını söyleyen kişilerin kaleminden çıkıp size ulaşmış bir belge de yok; bildiğim kadarıyla. Onların adına, İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu'nun (İATP) yazdıkları var!

Coşkun Büktel, benim belge sunamadığımı yada sunulan belgeleri çürütemediğimi belirtmiş. Allah aşkına hangi belge?!

Tamam, “Kadının beyanı esastır.” tezini, siz de kabul ettinizse, size ben, dört farklı kız bulsam ve bir ay içerisinde, muhtelif zaman aralıklarıyla, aynı kişiden bahsederek,

.........."Şu ünlü kişi; 'Sana TV'de bir dizi ayarlarım, ama teknemde benimle bir gece geçireceksin!' şeklinde teklifte bulundu."

diye mailler yollatsam, siz bunları, dört kızdan gelince belge sayabilir misiniz?Sayın Ömer F. Kurhan belge sayacak mı? İki kız arkadaşımı kendisine yollasam, sözlü ifadeyle yukarıdaki yargıyı dile getirseler, belge sayacak mı? Peki siz, onun benzer yaklaşımını nasıl belge sayabilirsiniz? Coşkun Büktel, bunlara nasıl kanaat etmiş?

Kendilerinin, 10 yıldır ortada zorlamayla dolaştırmaya çalıştıkları iddialar dedikodu değil, yorum değil, ulaşılmış, enforme edilmiş gerçekler; ama benim yazdıklarım yada sizin yayınladıklarınız dedikoduymuş. Kaldı ki benim için yazdıklarımda asıl unsur Mehmet Esatoğlu'nun tacizci olup olmadığı değil; İATP'nin toplumsal ve tiyatral duruşudur. Esatoğlu'na yer vermemin tek nedeni, bunların toplumsal duruşu konusunda çok büyük ipuçlarını geçen yıl vermiş olmasındandır. Ve bu açıklama, tacizcilik konusunda neden bu kadar ısrar ettiklerini, neden gündemde hoşlarına gitmeyen bir konu olduğunda, tacizle gündem yarattıklarını açıkça ortaya sermektedir.

İstedikleri platformda, istedikleri şekilde kendileriyle karşılıklı tartışırız. Buyurun, siz organize edin. Mehmet Esatoğlu, Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM) dönem başkanı, İATP sözcüsü ve gerek duyulursa ben de gelirim ve kamera önünde konuşuruz. Dilerlerse, tacize uğramış iki bayanı da getirip yüzleştirsinler Esatoğlu’yla. Yapın bu teklifi bakalım; kabul edecek mi İATP sözcüsü? Madem ki bu taciz konusu tiyatro gündemini 10 yıl kaplayacak denli büyük bir olay, haydi ön ayak olun ve tiyatronun bu büyük sorununu(!) çözelim! Video kaydını yapar yayınlarsınız; gerisi kamuoyu kanaatine kalır. Fakat gördüğünüz gibi, bundan şiddetle kaçınmaktadırlar. Basit bir yazıya dahi, yanıt verememenin sıkıntısını yaşıyorlar. Zira, geri plandaki misyonları deşifre olacaktır; bunları göze alamıyorlar.

Lütfen bu yanıtıma yer veriniz.

***

Dedikodu Enkazı Altında Dezenformasyon Hizmeti Vermek


Ömer F. Kurhan
13 Şubat 2009


“Açıklığa Kavuşturulması Gereken Bir Nokta: Bulunmaz ve Büktel Haber ve/veya Yorumdan Neyi Anlıyorlar?” başlığı taşıyan yazımda, özellikle Bulunmaz’ın editörlüğünü yaptığını OYUN sitesinin dezenformasyon anlamına gelebilecek bir yayıncılık çizgisi geliştirdiğini belirtmiş ve bazı sorular sormuştum: “Yazıdaki [""Halman Skandalı, Esatoğlu Tacizi ve İATP"] olgusal belirlemelerin doğruluğunu ya da ciddiye alınabilirliğini araştırmış mıdır? Araştırmışsa, hangi sonuçlara ulaşmıştır? Yazıyı bu araştırmanın bir parçası olarak mı yayımlamıştır?”

Bu sorulara yanıt verilmesi talebini Büktel sansür talebi gibi algılamış. Yani nasıl algılamak istiyorsa öyle algılamış. Bunun anlamı, Bulunmaz ve Büktel’in haber-yorum değeri biçtikleri yazıda geçen iddiaların olgusal olarak yanlışlar mı, yoksa doğrular mı içerdiğini aydınlığa kavuşturacak asgari araştırmadan muaf bir yayıncılığın savunusunu yaptıklarıdır. Böylesi bir yayıncılık anlayışının neden olabileceği uç noktada absürd vakaları tahayyül etmeyi şimdilik kendilerine bırakıyorum. Bu konuda herhangi bir sıkıntı yaşayacak olurlarsa – ki normalde yaşamamaları gerekir - başka bir yazıda kendilerine yardımcı olabilirim.

Bir önceki yazımda şunu söylemiştim: “Bulunmaz ve Büktel’in enformasyon değeri biçtikleri yazıda nelerin uydurma olup olmadığı konusunda şimdilik bilgi vermeyeceğim. Belki böylece, dedikodu kaynaklı dezenformasyon üretimi ile enformasyon üretimi arasındaki farkı gözetmek için gecikmiş de olsa bir çaba içine girerler.” Dedikodu yayıncılığı yoluyla dezenformasyon üretimine (özetle magazin yayıncılığına) ilkesel olarak karşı çıkmadıklarını açıklamış olduklarına göre, neresinden tutsan dökülen dedikodu yazısında verilen bir “enformasyona” basitçe ışık tutmaya çalışayım.

Yazıda örneğin şu söyleniyor: “Atölye Tiyatro Topluluğu, Tiyatro Boğaziçi'nden oluşan bir gruptur.” Bu iddianın dile getirilmesi yazının iç mantığı bakımından tutarlı ve gereklidir. Çünkü yazıya göre, İATP-G’deki tüm topluluklar aslında Boğaziçi bölgesinin organik uzantısı ya da bileşeni olmalıdır. Sorun şurada: Atölye Tiyatro Topluluğu, Tiyatro Boğaziçi’nin organik uzantısı ya da bileşeni olmak bir yana, herhangi bir döneminde çalıştırıcı, oyuncu, yönetmen vs. alış verişinin olmadığı, yani kuruluşunda ve evriminde oyun faaliyetlerinin ya da örgütlenmesinin kesişmediği bir topluluktur.

Pekiyi bunu Atölye Tiyatro Topluluğu’nu tanımayan bir okur nasıl öğrenebilir. Eğer araştırmacı bir yol izlerse, örneğin Tiyatro Boğaziçi ile Atölye Tiyatro Topluluğu’nun oyunlarına bakarak kadro kesişmelerini takip edebilir. İsterse bu araştırmayı 1990’lara kadar uzatma şansı vardır. Fakat ne kadar ararsa arasın bir kesişme olmadığını görecektir.

Denilebilir ki, bu biraz zahmetli bir yol. İşin biraz daha kolayına kaçmak isteyen İATP-G sitesinde gezinirken İATP yıllık bültenlerine bakarak toplulukların kuruluşu ve evrimleri hakkında detaylı bilgiler edinebilir. Bunlar sıradan bir okurun yapabileceği işlerdir.

Pekiyi Tiyatro Boğaziçi ile Atölye Tiyatro Topluluğu arasında oyun üretimi bağlamında ya da örgütsel kesişmeler olabilir miydi? Olabilirdi tabii ki. Eğer dramaturjik olarak keskin yol ayrımları yok ise, topluluklar sanatsal anlamda birbirlerine destek olmak ya da iletişimlerini daha ileri noktalara taşımak üzere pekâlâ kadro alışverişi yapabilir, hatta ortak oyunlar da sergileyebilirler. Fakat Tiyatro Boğaziçi ile Atölye Tiyatro Topluluğu arasında böyle bir ilişki yaşanmamış. Yani ortada zorlamayla da olsa oraya buraya çekiştirilebilecek bir veri yok.

Ne Bulunmaz ne de Büktel bir yayıncı olarak sıradan bir okurun yapabileceği işleri yapamıyor. Dönüp enformasyon değeri biçtikleri yazının yazarına (artık her kimse) örneğin şu soruyu soramıyorlar: Yahu sen Tiyatro Boğaziçi ile Atölye Tiyatro Topluluğu arasındaki ilişkiyi yanlış yorumlamış olabilir misin? Arada pek kesişme görünmüyor da, ondan soruyoruz.

Varsayalım ki Büktel kendi kişisel sitesinde asgari ve kamusal sorumluluk içeren basın yayın ilkelerini hayata geçirmekten sorumlu değil. Fakat kamusal bir sorumlulukla OYUN dergisinin editörlüğünü yapan Bulunmaz’ın da verilen enformasyonun doğru olup olmadığına dair bir asgari bir araştırma içinde olmaması, saydam, dürüst ve güvenilir yayıncılık iddialarına gölge düşürmez mi?

Bu tavrıyla Bulunmaz dedikodu yazarıyla güçlü bir anlaşma içindedir. Öte yandan arada önemli bir fark vardır: Birisi kamusal sorumluluk taşımayan ve dedikodu yapamaz diyemeyeceğimiz bir TC vatandaşıdır, ama diğeri kamusal ve de üstelik devrimci yayıncılığı magazin yayıncılığı ile karıştıran bir yayıncıdır. Sonuç: Yazıyı yazanın güya olgularla desteklediği tezi sadece kendi üzerine değil, OYUN sitesinin de üzerine çökmektedir. Bulunmaz da bu enkaz altında yayıncılık yapmayı sürdürmektedir.

Dedikoduyu “enformasyon” diye pazarlamanın sonu budur. Eğer Bulunmaz hızını alamayıp, biraz olsun “enformasyon” kaynağının söylediklerini doğrulama çabası içinde olsaydı, örneğin yazının muhatap aldığı yapıların görüşüne ve aktarabilecekleri bilgilere başvurmayı ihmal etmeyip yazının enformasyon değerini test etseydi, yani kelimenin gerçek anlamında bir haber-yorum yayıncısı gibi davransaydı, bu gelmezdi başına.

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Coşkun Büktel


2. GÜNCELLEME
13 Şubat 2009:

Ömer F. Kurhan, aşağıdaki kısacık sunuş yazımızı, yeni bir yazıyla cömertçe cevaplamış. Şu an, Kurhan'ı ilk fırsatta ayrıntılı cevaplayacağımızı tekrar etmekten ve Kurhan'ın yazısını bir an önce okurların dikkatine sunmaktan başka bir şey yapamıyoruz.

Kurhan'ın, (Emrah Özlek yazısındaki tek bir maddeye karşı çıkarak, yazıdaki diğer bütün iddiaların doğru olabileceği hakkında, en azından bizde, kanaat uyandıran) yazısını okumak için, lütfen, aşağıdaki başlığı tıklayınız:

Dedikodu Enkazı Altında Dezenformasyon Hizmeti Vermek


NOT: Konuyla ilgili Emrah Özlek'in Hilmi Bulunmaz'a gönderdiği ikinci yazıyı okumak için ise, lütfen şu başlığı tıklayınız:

Cevap alamadığım cevaba cevabımdır!

***

Nihayet Mesele Anlaşıldı


Ömer F. Kurhan
14 Şubat 2009


Bulunmaz ve Büktel’in dezenformasyon üretiminin maksadı, bir şekilde İATP-G ile iletişime geçmemiş dedikodu yazarının ikinci mektubu sayesinde netleşmiş oldu. Bu nedenle, her ne sayıklarsa sayıklamış olsun, dedikodu yazarına bir teşekkür borçluyuz. OYUN sitesine gönderdiği ikinci yazısında sadete gelmiş ve asıl derdini açıklamış. İyi de bunu yapması için lafı bu kadar dolaştırıp bilip bilmeden atıp tutmanın manası neymiş?

Anladık, Bulunmaz ve Büktel şu taciz karşıtı kampanyayı didikleyip yıpratma isteğiyle yanıp tutuşmuşlar. Eveleyip geveleyerek kampanyaya faydamız olamıyor, bari bir zararımız olsun demişler. Tam bu sırada bir dedikodu yazarı çıkagelmiş ve onlar da üstüne atlamışlar.

Dedikodu yazarının ikinci mektubu şu tiyatro eğitiminde cinsel taciz meselesinin açıklığa kavuşturulması için çözüm önerisi bile yapmış. Bulunmaz da bu çözüm önerisini ciddiye alıp yayımlamış. Bu normal sayılmalı, çünkü insani meseleleri seyirlik eğlence ve dedikodu malzemesi haline getirmek gibi bir anlayış ve alışkanlığa sahipler. Yani vicdani tavır ve duruştan rahatsız bir yaşam tarzına gömülmüşler.

Arkadaşlar arasında her konu açıldığında “Büktel’e rağmen Büktel’in yazarlık haklarını savunmak ne kadar olanaklı?” sorusunu boşuna sormadım bugüne kadar. Kendi haklarını savunma ve kamuoyu vicdanına sunma becerisinden yoksun Büktel ve yakın dost çevresinin, eğitimde cinsel taciz gibi insani bir meseleye yaklaşımı ne kadar ciddi ve samimi olabilir?

Ben dedikodu yazarının ikinci mektubunu okuduktan sonra psikolojik problemleri olan ve hasta hakları çerçevesinde dolaylı da olsa rahatsız edilmemesi gereken bir kişi olabileceği yolunda bir kanaate ulaştım. Bu nedenle söz konusu şahıs kanlı canlı ortaya çıkana dek, doğrudan kendisine dönük bir yanıt yazılmasını doğru bulmuyorum. Yok eğer gerçekten bu isimde birisi var ve ruh sağlığı da elveriyorsa, kendisiyle canlı iletişim kurulması ve eleştirilerini İATP-G sitesine de yollamasının teşvik edilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Böylece saçmalama eylemi ile akıl yürütme eylemi arasındaki farkı öğrenme şansına kavuşacaktır. Bu vakada dedikodu ve dezenformasyon yayıncılığını ilke edinen OYUN sitesinden böyle bir hizmet beklemesi yanlış olur.

Dedikodu yazarının ruh sağlığına ilişkin niçin kuşkuya kapıldın sorusuna yanıtım şudur: OYUN sitesinde yayımlanan ikinci mektubunda güya Esatoğlu’nun nasıl haksızlığa uğradığı anlatılıyor ve konuyu ele almak üzere bir araya gelme önerileri filan yapılıyor, ama bu konuda tamamen hayali ve gerçeklikten kopuk bir dünya kurgulanmış görünüyor.

Tiyatro eğitiminde cinsel taciz meselesi ile ilgili gelişmeler çok farklı. İATP-G ile Esatoğlu arasında bir diyalog zaten kurulmuş durumda. Bu diyalog Türkiye Tiyatrolar Birliği’nden (TTB) Orçun Masatçı aracılığıyla kuruldu ve devam ediyor. Şöyle de söylenebilir: TTB ve İATP-G temsilcileri bu konuyu kendi aralarında ele almaya başlamış durumdalar.

Şimdi bu tip gelişmeleri OYUN gibi dedikodu ve söylenti üzerinden yayıncılık yapma ve oradan da dezenformasyona batma başarısı gösteren bir siteden takip etme imkânı olabilir mi? İnternet ortamından gelişi güzel malzeme devşirip yayımlamayı tiyatro yayıncılığı zannedenler mi bu gelişmeleri sorup soruşturup takip edecekler?

Tiyatro eğitiminde cinsel taciz suçlamasıyla yüzleşmeyi ilkesel olarak reddetmediği aktarılan Esatoğlu’nun kendisini savunma ve konuyla ilgili düşüncelerini dile getirme hakkı tabii ki vardır. İATP-G temsilcilerinin aktarımına göre, şu aşamada, meseleyi ele alabilecek bir komisyonun biçimi ve işleyişi üzerine sürdürülmesi gereken bir tartışma var. Görüşmelerden samimi ve yapıcı sonuçlar elde edilebildiği takdirde, genel olarak tiyatro camiası adına bir kazanım elde edileceğine kuşku yoktur.

Bu tip ciddiyet ve sorumluluk talep eden konularda, artık torun sahibi olabilecek yaşa da gelmiş Bulunmaz ve Büktel gibi şahsiyetlerden ciddiyet ve sorumluluk talep etmenin anlamsız olduğu sonucuna ulaşmak zor değil. Tiyatrocu genç kuşaklara örnek olabilecek davranışlar sergilemek bir yana, insani bir meseleyi sulandırmama becerisi dahi gösteremiyorlar. Pekiyi bu onları ilginç mi kılıyor? Aksine, fazlasıyla sıradanlar.

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Bu, Herhangi Bir Tartışmaya Katkı Sunmayan Bir Yazıdır!


Burak Üzümkesici
14 Şubat 2009


OYUN sitesinde, 11 Şubat’ta Emrah Özlek imzalı bir yazı yayınlandı. İATP-G ve bünyesindeki topluluklara ağır hakaret yağdıran böyle bir yazıyı doğruluğunu teyit etmeden yayınlayarak, kamusal bir yayıncılık yapma iddiasında olan Hilmi Bulunmaz büyük bir yükün altına girmiştir. OYUN dergisinin, “Taksav’ın neden olduğu siyasal ve tiyatral tartışmaya katkı” ambalajıyla okuyucuya sunduğu böyle bir yazıyı yayınlamaktaki aceleciliği oldukça düşündürücüdür. Yazının, siyasal ve tiyatral boyutunu (!) bir kenara bırakalım, bahsi geçen tartışmaya ne düzeyde bir katkısının olduğunun, hangi yayıncılık ilkesiyle hareket edilerek yayınlandığının halen açıklanmasını bekliyoruz. Bir tiyatro sitesinde, İATP-G gruplarını, birçok uğraşının içinde, böylesi çirkin bir saldırının hedefi haline getirdiği ve kendini savunma zorunluluğu doğurduğu için Hilmi Bulunmaz’ın bir an önce bu soruları yanıtlamasını talep ediyoruz.

Coşkun Büktel ise 22 Şubat 2008 tarihinde yazdığı bir yazının başlığını hemen unutmuş gözüküyor: “Biz masum olduğumuzu ispat etmek zorunda değiliz, ama onlar suçlamalarını ispat etmek zorunda”. Aradan neredeyse tam bir yıl geçmiş, ve ben merak ediyorum; değişen ne? Yalnızca kendisi suçlanınca mı anlamlı oluyor bu söz?

Birdenbire ortaya çıkan iftiralara karşı “zorunda olmamasına” rağmen Ömer Faruk Kurhan’ın yalanladığı bir iftira Coşkun Büktel’i tatmin etmiyor. Tatminsizliğinin dışavurumunu ise, ibret olabilecek bir akıl yürütmeyle yapıyor: “Kurhan'ın, (Emrah Özlek yazısındaki tek bir maddeye karşı çıkarak, yazıdaki diğer bütün iddiaların doğru olabileceği hakkında, en azından bizde, kanaat uyandıran) yazısını okumak için...” Belli ki Büktel daha fazlasını istiyor. Yazının kendi argümanlarını ispatını değil, İATP-G’nin kendini savunmasını bekliyor. Aksi takdirde iddiaların doğru olabileceği kanaati uyanırmış. Dahiyane bir düşünüş!

Yine Coşkun Büktel’in kişisel sitesine dönelim. Site, Büktel’in ahlâkî duruşu hakkında fikir veren, kendi kitabından yaptığı çarpıcı bir alıntı ile selamlıyor ziyaretçiyi: “İnsanları, ismimi ve isimlerini vermeden suçlayacak kadar alçak değilim”. Büktel’e soralım; bu cümleden şöyle bir sonuç çıkar mı: “İsimler verildiği müddetçe her türlü hakaret, iftira, dezenformasyon yoluyla suçlamalar yapılması meşrudur.”? Ne kadar saçma olur değil mi Coşkun Büktel? Tıpkı Ö.F.Kurhan’ın cevap vermek için yalnızca bir suçlamayı seçip almasının, diğer suçlamaların doğru olduğu anlamına gelemeyeceği kadar saçma!

Lafı çok da uzatmak istemiyorum. Her ne kadar sizlerden bir cevap gelene kadar bu suçlamalara yanıt oluşturmama tavrını benimsemeye çalışsam da, sitenizde öylece duran bu asılsız iddialara karşı sessiz kalmaya kendi vicdanım el vermemektedir maalesef. Bu nedenle yazımın bundan sonrasını dedikodu yazarı Emrah Özlek’in iddialarını, ona hitap ederek yanıtlamaya ayırdım. Elbette elimden geldiği kadarıyla ve kendisinin anlayacağını umduğum bir dille...

İddialar ve yanıtlarım:

1- “İATP-G'nin ısrarla Esatoğlu tacizini gündemde tutması tesadüf müdür?”

Elbette değildir Emrah. Esatoğlu yakın geçmişte bir gün Bertolt Brecht Gecesi’ne konuşmacı olarak katıldı hatırlarsın. Hatırlamazsan sitemizdeki yazılara bir bakıver. İATP-G yıllardır, kendini muhalif (devrimci, sosyalist, vs) olarak tanımlayan kuruluşların faaliyetlerine katılan bu kişinin tacizciliği hakkında ahlâkî bir sorumluluk taşıyarak kurumları bilgilendirir. Ve bir tavır göstermelerini bekler. Bu etkinlik de bunlardan biridir, alamet-i farikası ise artık İATP-G’nin bu kişinin elini kolunu sallayarak kurumlarda istediği gibi gezmesinden duyduğu rahatsızlığı artık bir çözüme kavuşturmak istediği bir eşik niteliği taşımasıdır. Sen de bilirsin, yapılan bilgilendirmenin ardından, Esatoğlu, daha sonra düzenlenen Nazım Hikmet Gecesi organizasyonundan ihraç edildi. Yalnızca dinleyici olarak katılabildi. Hasılı, İATP-G, Esatoğlu meselesinin yalnızca Esatoğlu meselesi demek olmadığını bilir ve halihazırda yürüttüğü kampanyanın eğitimin yozlaştırılması ve sanatta cinsel taciz konularında kolektif duyarlılık yaratmak için bir mihenk taşı olmasını umar. Hafıza-i beşer nisyan ile malûldur derler. İATP-G bu söze inat, Esatoğlu’nun tacizlerini asla unutmamakta kararlıdır. Geçmişte insanlara çektirdiği acılarla yüzleşmeden nasıl yola devam edebilir insan, hangi vicdan, hangi ahlâkî değer buna izin verir Emrah? Ha, elbette, bu kampanya muhalif çevreler arasında da turnusol kağıdı işlevi görürse ne âlâ! Haydi Emrah, sen de bir şeyler yap, bu yozlaşmaya arka çıkma!

2- "Tiyatro Boğaziçi anlamına gelen İATP-G" ve "Önce İATP nedir? Bunu azıcık irdeleyen farkına varacaktır ki İATP, "G"li yada "G"siz, yanına ekledikleri bir iki taşeron toplulukları dışında, Boğaziçi Üniversitesi demektir."

Karar ver Emrah, İATP-G Boğaziçi Üniversitesi mi demektir, Tiyatro Boğaziçi mi? Karar verdikten sonra da hangi bir-iki grup taşerondur, buna da değinirsen sevinirim? Belli ki ben, senelerdir içinde olduğum platformu senin kadar iyi tanıyamamışım.

3- "Birinci sıradaki Atölye Tiyatro Topluluğu, Tiyatro Boğaziçi'nden oluşan bir gruptur"

8 senedir tiyatro faaliyetinde bulunan topluluğumun böyle oluştuğunu da ilk defa senden duydum. İnan topluluktaki arkadaşlarıma kızdım Emrah, niye bu zamana kadar bana söylemediniz diye? Güldüler... İTÜ ve Galatasaray Üniversitesi'nin tiyatrolarından yetiştiklerini söyleyip durdular. Ama üzülme Emrah, topluluğumuzun bir üyesinin şu anda Boğaziçi Üniversitesi ile ilişkisi olduğunu tespit ettim. Ama ne yazık ki o da tiyatro ile ilgisi olmayan bir yüksek lisans programında tez hazırlamakla meşgulmüş. Kendisine başarılar diledim Emrah...

4- "İki, üç, dördüncü sıradakiler, zaten rektörlük tescilli Boğaziçi topluluklarıdır."

Nezaket göstermişsin bence burada. Madem bunların tümü Robert'in torunu, Amerikan uşakları, şöyle yazsan daha etkileyici olurdu: "alçak rektörün tescilli işbirlikçileridir". Nasıl?

5- "Eğitim Emekçileri Tiyatrosu, yine neredeyse tamamı Boğaziçi kampüsündeki öğretim görevlilerinden oluşan, Eğitim-Sen üyesi de olan topluluktur. Daha önce adında Eğitim-Sen yer alırken, kontrolden çıkmaması için Eğitim-Sen'den kopartılarak sürdürülmüştür. Son sıraya geçtiğimizde görülen Zeytinburnu Halk Sahnesi, yine Boğaziçi'li çalıştırıcıların kontrolünde faaliyet sürdüren bir topluluktur."

Bir kez olsun git buralara Emrah ve sor onlara siz kimsiniz diye? Nasıl birleştiniz, nasıl koptunuz, hangi koşullarda sürdürüyorsunuz çalışmalarınızı diye? İnan çok şey öğrenirsin, özellikle çocuklardan. En azından tiyatral bir dayanışma adına yap bunu Emrah, artık tiyatro yapmıyorsan en azından o kullanmayı çok sevdiğin kelimeyle; devrimciliğinle yap bunu.

6- "Geriye kalan 6., 7., 8. sıradakilerse farklı üniversiteler olsa da, o üniversitelerin asli toplulukları değil; o üniversitelerde olan çok sayıda çalışmalardan birer örnektir ve Tiyatro Boğaziçi elemanlarıyla yakınlıkları nedeniyle gözlemci olarak birkaç toplantıya katılmışlardır."

Hangi üniversitenin en asli topluluğu hangisidir Emrah? Bize bu hiyerarşiyi anlatırsan çok memnun oluruz. Ayrıca Tiyatro Boğaziçi'lilere yakınlarsa neden bunu birlikte sinemaya, konsere, eğlenceye gitmek için kullanmıyorlar da, toplantılarda “gözlemcilik” yaparak kullanıyorlar ben de bir türlü anlayamıyorum. Çok sıkıcı bu yeni nesil.

7- "İTÜ Taşkışla Sahnesi, henüz 2 yıllık geçmişe sahip olup, yukarıdaki listede birinci sırada bulunan Atölye Tiyatro Topluluğu'daki Boğaziçi'li çalıştırıcıdan destek almaktadır."

Az daha 1.çinko yapıyordun Emrah! Olsun üzülme, bir dahaki sefere. Bu sefil, biçare üniversite topluluğu maalesef 2 senedir tiyatro yapıyor. Pek dikkate almaya gelmez. Büyü de gel Taşkışla! Çalıştırıcılık konusunda ise okuyucuyu 3 numaralı iddianın cevabına yönlendirmek isterim. Gel gör ki, yine tutturamadın şu boğaziçi meselesini. Nedendir bilmem, üniversite sınavına girerken Boğaziçi tercihlerin arasında var mıydı gibi sorular gelmeye başlıyor aklıma?

8- "Aslında İATP-G, Tiyatro Boğaziçi demektir; Boğaziçi Üniversitesi demektir."

:)

9- "İstanbul Üniversitesi'nde, rektörlüğün Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM) salonunu kapama girişimi karşısında İstanbul Üniversitesi Topluluğu direniş gösterip eylem yapmıştır. Bu eylemler sırasında, üyesi oldukları İATP'den haklı olarak sahiplenilmeyi beklemiş, ama tam tersi bir tutumla, tam da eylem sıcaklığında İATP'den dışlanıp atılmışlardır. O dönemde ÖKM ile İATP arasındaki polemikler, bazı tiyatro sitelerinde yer bulabilmiştir. Zaten bu nedenle, İATP alelacele ve Boğaziçi kökenli toplulukların yeter oyuyla feshedilip yerine "G"lisi hayata geçirilmiştir."

İATP öyle bir platformdu ki o zamanlar, bir olay yaratıp kendini mazoşist bir biçimde bir an önce feshetmek ve adının sonuna G takmak istiyordu. Düşündük ki dört harf yanyana gelince pek havalı olmuyor, şöyle afili bir "-" ve sonrasında bu zamana kadar kimsenin kullanmadığı bir G harfi olsun dedik, hani alternatifiz ya! İATP, bu temel hedefi, başlarındaki danışmanın zoruyla tiyatro yapma hakkı engellenen öğrencileri kullanarak kamufle etmeye çalıştı. İstersen bunu o dönem yazılan onlarca yazıyla kanıtlayabilirim Emrah.

10- "(www.iatp-web.org/about.asp) Buradan da amaçlarının sığlığı konusunda fikir edinmeniz mümkündür."

Yeniden okudum da, gerçekten sığ. Kesin Boğaziçililer yazmıştır. Halbuki oraya "kapitalizmin çöküşünü gerçekleştirmek, faşizmi döktüğü kanda boğmak, mütevazı bir biçimde dünyayı ele geçirmek" olarak yazsalar belki amaçlarımız sığlıktan kurtulabilirdi. Oldu olacak, İATP-G’nin adındaki Alternatif kelimesinin yerine de Devrimci’yi koyalım. Hem, alternatif dediğin de zaten amerikancı bir sözcük değil midir?

11- "İATP'yi, kendi üyesi toplulukların hakkını aramak, kararlı ve devrimci bir mücadele vermek bir yana, herhangi bir sorun karşısında, herhangi bir eylemde de görmek mümkün olmadığı gibi, pek çok ilde yapılan amatör ve alternatif tiyatro birliklerine de katılmaz, dikkate almaz. Katıldığı tek "kolektif" TAKSAV'dır ki, onunla da yakın siyasal duruştadır."

Sen İATP-G'yi nerelerde görmek istediğini belirtirsen belki daha açıklayıcı olur. Kararlı ve devrimci mücadele nasıl verilir, kendi pratiklerinden örneklerle sunabilir misin? Eminim bir çok örgütlenme senin tavsiyelerini merakla bekliyor. Yukarıdaki diğer iddialarını daha somut açıklayabilirsen yardımcı olmaya çalışırım elbette. Neticede her atılan çamuru temizlemek için buradayız, başka ne işimiz olacak Emrah?

12- "Boğaziçi Üniversitesi, zaman zaman demokrat, aydın, hatta devrimci laflarını kullansa da (Dikkat ediniz; devrimci kelimesi, neredeyse hiç geçmez kendilerinden menkul bir aydın ve demokratlık etiketini sık sık kullanırlar.)"

Devrimcilik eğer dedikodu, iftira, hakaret, dezenformasyon, tacizcilik ile eşitleniyorsa eminim ki Boğaziçililer bu kavramı kullanmamaktan gurur duyarlar Emrah. Neyse ki, devrimci olup da belli değerleri olan insanlar halen yaşıyor. Boğaziçili arkadaşlar adına konuşmak haddime düşmez ama ne de olsa hepimiz taşeronuz, değil mi ama?

13- “Ameriko-İslamcı”

Bu kavramı dağarcığıma kattığın için teşekkürü borç bilirim. Ayrıca yazında Fetullah geçiyor, ama Soros’u unutmuşsun, oldu mu yahu?

14- "sözde bir demokrat ve aydın yapılanmanın lokomotifi olma görevi..."

Dilin ne kadar tanıdık Emrah. Evet evet, Mimesis dili olmadığı kesin.

15- "Barışarock gibi her yıl biraz daha siyasallaşan büyük bir organizasyonun adeta Mehmet Esatoğlu bahanesiyle başta İATP olmak üzere, ona bağlı bazı kadın ve eşcinsel küçük burjuva örgütleriyle sabote edilmesi de tesadüf değildir."

Bildiğim kadarıyla Barışarock geçtiğimiz yıl son kez yapıldı. Bunun nedeni de İATP-G'dir elbette. Ayrıca amaçlarımız arasına "kadın ve eşcinsel küçük burjuva örgütleri"ni yok etmeyi eklemeyi de önereceğim Emrah. Devrimi bunlarla mı yapacağız Allah aşkına? Halbuki, önce işçi devrimimiz bir gerçekleşsin, kadınlara ve diğer “talî” unsurlara da sıra gelecek elbet! Değil mi? Hala öğrenemediler şunu!

16- "Mehmet Esatoğlu, bilindiği gibi İATP'nin asla tahammül edemediği sosyalist bir çizgide olan..."

ne güzel demişsin :) (lütfen madde 12'deki devrimciliği, sosyalistlikle değiştirerek yeniden okuyunuz)

Esatoğlu ile başlamıştık, yine onunla bitirelim...

Değerli vaktimi bu yazıya ayırmaya zorladığınız, ortodoks sol bir zihniyetle muhatap kıldığınız için ne kadar teşekkür etsem azdır Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz. Umarım yanıtlarım sizi mutlu etmiştir. Etmediyse yazın daha detaylı cevaplayalım. Ne de olsa sizler için varız!

Emrah, sen de kendine iyi bak...

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Coşkun Büktel


3. GÜNCELLEME
14 Şubat 2009:

Ömer F. Kurhan, birkaç cümlelik sunuş yazılarımızı bile, cömertçe cevaplamaya devam ediyor; Bulunmaz ve Büktel'in sitelerinde Esatoğlu tacizine karşı çıkan onlarca yazı varken (bkz ve bkz) bar bar bağıran karşı kanıtlara kulak asmaksızın, "Bulunmaz ve Büktel şu taciz karşıtı kampanyayı didikleyip yıpratma isteğiyle yanıp tutuşmuşlar" gibi "yorumdan çok, yalana yakın duran" ifadelerle, niyetimizi kasıtlı ve amaçlı olarak yanlış okumaya ve bu yanlış okumalara dayanarak, (kanıt, belge, kaynak göstermek, link vermek gibi bilimsel yöntemlere pabuç bırakmadan; bu bilimsel yöntemlerin fanatiği olan Büktel'i "magazinci" diye nitelemek gibi hafifliklerden de hiç sakınmadan) bizi, kendince yakıştırdığı birtakım sıfatlarla aşağılamaya çabalıyor. Olsun! Biz, bu çabaları da okurların dikkatine sunmakta yarar görüyoruz.

Kötü niyetli yazıları, hatta (son günlerde gönderdikleri özel mesajlarda tıpkı Kurhan gibi bizi "ihtiyar" diye aşağılamakta olan) isimsiz sapıkların yalan ve iftiralarını bile; hatta hatta, bizi dansöz kıyafeti giymiş gösteren fotomontaj iğrençliklerini bile, "sıfır sansür" inancımız gereği, geçmişte, hem de ana sayfadan, nasıl yayınladıysak (Bkz); bu yayınlarla Türk tiyatrosunda saatin kaç olduğunu veya tiyatromuzun hangi vahim ölçüde çürümüş bulunduğunu kavramak açısından okurlarda bilinç oluşturduğumuza nasıl inandıysak; Kurhan'ın beğenmediğimiz ve hak ettiği çaptaki cevabı mutlaka vereceğimiz, son yazısını da aynı "sıfır sansür" anlayışıyla okurlara sunuyor; yayınlarımızda, "sıfır sansür" nedeniyle dezenforme olmayacak ve "sıfır sansür" talep edecek "yetişkin" bir okur kitlesi hedeflediğimizi, kamusal yararı "sıfır sansür" anlayışında gördüğümüzü belirtiyoruz. Hedef kitlemizin, "sıfır sansür" anlayışımızı yıpratmak amacıyla, "öyleyse porno da yayınlayacak mısınız?!" gibi dangalakça sorularla bizi taciz etmeye kalkışmayacaklarına güveniyoruz.

Bu güvenle dikkatinize sunduğumuz Kurhan'ın son yazısına, ileride şu ya da bu biçimde sansür edilmesi/değiştirilmesi endişesinden tümüyle uzak kalmak için, en güvenilir ve sürprizlere kapalı siteden link veriyoruz. Kurhan'ın son yazısını okumak için lütfen, aşağıdaki başlığı tıklayınız:

Nihayet Mesele Anlaşıldı

***

Habercilik Adına Yola Çıkıp Dedikodu Enkazı Altında Kalmak İstemeyenlerin İlgisini Çekebilecek Bir Değerlendirme


Ömer F. Kurhan
15 Şubat 2009


Durup dururken ve absürd jestlerle “Emrah Özlek” vakasını İATP-G’nin gündemine sokma başarısı gösteren Bulunmaz ve Büktel’in eleştirisini yaparken çıkış noktalarım şunlar oldu: (1) Tiyatro alanında özel bir öneme sahip olduğunu düşündüğüm internet ortamında tiyatro yayıncılığına gösterdiğim hassasiyet; (2) Güncel olarak taciz karşıtı kampanyayı yıpratma ya da sulandırma işlevi de yüklenen dedikodu yayıncılığı ve ciddiyetsizlik.

Bir noktayı tekrar vurgulayalım: Burada mesele OYUN dergisi tarafından faili meçhul olduğu ilan edilen dedikodu yazısı değildir. Bu tip dedikodu yazılarıyla karşılaşmak her zaman olasıdır.İnternet ortamında dedikodu yapılmaz diye bir şey de yoktur. Mesele, dedikodu yazılarının ciddiye alınıp haber ve/veya yorum diye yayımlanmasıdır. Eğer bunu yaparsanız, temel bazı yayıncılık ilkelerinin ışığında sorgulanmaktan kurtulamazsınız.

Bu ilkeleri öğrenmek için de illa ki bu işin okulunu okumanız gerekmez. Ya da örneğin benim gibi şu kadar yıl “alaylı” tarzda bu işi yapmış olmanız da gerekmez. Bu işlere ilgi duyan herhangi birisi örneğin gazetecilik mesleğinin de konu edildiği bir filmi ya da oyunu seyrederek ya da bir romanı okuyarak pek çok şey öğrenebilir.

Örnek verecek olursam: Son dönemde seyrettiğim filmler arasında “G.A.L.” diye bir film var. GAL İspanya’da Bask sorunu kaynaklı ve illegal silahlı faaliyet yürüten ETA örgütüne karşı kurulmuş devlet destekli bir terör örgütü. Yani bizim “Susurluk Çetesi” ya da son dönemde “Ergenekon Terör Örgütü” denilen teşkilatlarımıza benziyor. Bir gün kimliği belirsiz birisi telefonla bir gazeteyi arıyor ve yasa dışı bir dizi cinayet, bombalama vs. eylem gerçekleştirdiği bilinen bu örgütü deşifre edebileceğini iddia ediyor. Telefonu açıp iddia sahibiyle konuşan gazetecinin ilk tavrı, duyduğu sesle yetinmeyip yüz yüze görüşme talebinde bulunmak oluyor. Yüz yüze görüşmek de yetmiyor, iddiaları hakkında kanıt sunması talep ediliyor. Yüz yüze de görüştükleri kişi gerçekten de önemli kanıtlara (fotoğraf, küçük bir cephanelik, yazılı belgeler vs…) ulaşmalarını sağlıyor. Bu aşamada, kamuoyuna dönük enformasyon üretimini başlatma kararı alıyor ve tabii ki suçlanan kişi ve kurumların da görüşlerini almak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Şimdi böyle bir filmi seyreden çocuk yaşta birisi bile habercilik etiği ve kurallarına ilişkin temel bazı bilgiler edinebilir. Pekiyi haber-yorum yayıncılığı yaptığını iddia eden Bulunmaz’ı bu temel bilgileri edinmekten / uygulamaktan alıkoyan ne? Ya da Büktel’in kendi şahsi sitesinde Bulunmaz’ın editörlüğünü yaptığı OYUN dergisinin kuyruğuna takılmasının manası ne?

Bu sorunun yanıtı bir boyutuyla gayet basit: Bulunmaz ve Büktel dedikodu temelli dezenformasyon üretiminde sakınca görmeyen magazin yayıncılığının özneleri haline gelebiliyorlar. Yani yayıncılık alanında ilkeli bir duruş içinde değiller. Duruma göre ilkeli, duruma göre ilkesiz tavırlar üretmeyi ilkeli olmak sanıyorlar.

Hilmi Bulunmaz’ın editörlüğünü yaptığı OYUN dergisinin aslında “Emrah Özlek” adlı bir şahsiyetin var olmayabileceği ve bu imzaya sahip açıklamalara itibar edilmemesi gerektiği sonucuna nihayet ulaşmış olması, örneğin “G.A.L.” gibi bir filmden kolaylıkla öğrenilmesi mümkün habercilik ilkelerine hâlâ tam itibar edilmediğini gösteriyor. Tamam, içine sürüklendikleri magazin yayıncılığından dönmek için küçük bir adım atma çabası var, ama henüz yolun çok başındalar. Ne yazık ki kat etmeleri gereken çok daha uzun bir yol var. Bunun için de magazin yayıncılığına hayli meyilli duruşları hakkında zorlu geçeceği belli köklü bir özeleştiri sürecine girmeleri gerekiyor.

Bulunmaz ve Büktel’in taciz karşıtı kampanyayı yıpratmaya çalıştıkları ya da sulandırdıkları yönündeki iddiama gelince: Bunu anlamakta güçlük çekmelerini anlıyorum. Bu güçlüğe neden olan, ortak akıl ve vicdan temel alınarak geliştirilebilecek kamusal tavrın yerine kendi öznelci duruşlarını ikame etmeleri.

Kendi öznel dünyalarında asıl dert şu taciz meselesi filan değil. Asıl dert şu taciz meselesinin kendi öznelci gündemlerini destekleme konusunda kullanışlı olup olmadığı. “Çok sıradanlar” derken örneğin bunu kastediyorum. Kamusal alan bu şekilde çöküyor ve Türkiye’de milyonlarca, dünyada milyarlarca insan bu şekilde koyun gibi güdülebiliyor: Herkesin derdi kendine! Bu nedenle taciz karşıtı kampanya Bulunmaz ve Büktel’in desteğiyle değil, onlara karşı da değil, ama aynı zamanda onlara rağmen yürütülüyor. “Emrah Özlek” vakasında içine düştükleri durum, nasıl kendi öznelliklerine gömüldüklerini ve “rağmen” pozisyon aldıklarını bariz bir şekilde gösterdi. Yine de, eğer olur da örneğin Büktel’in yazar olarak haklarının çiğnenmesini seyirlik olmanın ötesine taşımayı başarır ve kamusal bir hak arayışına dönüştürürlerse, mütevazılığın sınırlarını zorlamaya çalışan bir destek sunacağımdan emin olabilirler. Yani pozisyonum ne karşı ne de “rağmen” olacaktır. Çünkü bu tip meseleler tek tek kişileri aşar ve kamusal bir inisiyatif alınmasını talep eder. Meseleye az çok vakıf her aklı başında vatandaşın da bu inisiyatife katkı sunması vicdani ve sosyal bir sorumluluktur düşüncesindeyim.

Aynı şeyi ne yazık ki Bulunmaz’ın TAKSAV ve Halman’a verilen ödül konusunda yürüttüğü “anti-faşist” kampanyası için söyleyemeyeceğim. Bir ara ifade özgürlüğünü anlama ve tanıma özürlüsü Özgür Başkaya’nın da ittifak ettiği bu kampanya, tamamen promosyona batmış durumda. Son olarak taciz karşıtı kampanyaya gölge düşürme işlevi de yüklenmek istenen konuyla ilgili tanıtım spotlarına baktığımda, ne Halman’ın faşist bir entelektüel ne de TAKSAV’ın faşizmin taşıyıcı öznesi bir kurum olduğunu gösterme yolunda tek bir adımın dahi atılamadığını görüyorum. Zaten asıl derdin bu olduğuna da inanmıyorum. Araştırıp soruşturup suçlamak başka, paşa gönlüm öyle arzu etti suçladım demek bambaşka.

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Tiyatro Yayıncılığı İlkeleri Konusunda Geçmişten Bir Örnek


Fırat Güllü
15 Şubat 2009


Tanzimat dönemi Osmanlı Ermeni aydınlarından Hagop Baronyan 1874-1876 yılları arasında iki dilde (Osmanlıca ve Ermenice) yayınladığı “Tiyatro / Tadron” adlı haftada iki kez yayınlanan dergisinin, 15 Nisan 1874 tarihli beşinci sayısında şu uyarıya yer vermiştir (sadeleştirerek aktarıyoruz):

“Gazetemize yayınlanmak üzere dışarıdan bazı belgeler ulaşmakta ise de gönderenleri tanımadığımız için yayınlayamıyoruz. Bu kişileri, bundan böyle mektup yazarak –istemiyorlarsa yazıları imzasız veya seçecekleri bir alamet-i mahsusa ile basılabilecek olsa da- idaremize kendilerini tanıtmaları konusunda uyarır ve gazetemize yaptıkları katkılardan dolayı teşekkür ve övgülerimizi sunarız.”

İnternet yayıncılığı ilkeleri üzerine yaşanan son tartışmaların da ışığında, yaşadığımız topraklarda neredeyse bir buçuk asır önce, modern tiyatro yayıncılığının henüz başlangıç dönemlerinde, tek başına yayınladığı bu dergide belli ilkelere en baştan vurgu yapan Baronyan’dan öğreneceğimiz çok şey olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Tarihi, bir “ilerleme-gerileme” ikilemi içerisinde algılayanlara duyurmanın borcumuz olduğunu hissediyoruz.

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

OYUN DERGİSİNİ TEMEL YAYINCILIK İLKELERİNE DUYARLI OLMAYA DAVET EDİYORUZ


OYUN dergisinin 14 Şubat 2009 tarihli açıklamasında, İATP-G, üye topluluk ya da şahıslar hakkında ortaya atılan absürd iddiaların sahibinin kimliğinin doğrulanamadığı bilgisi verildi. Buna ek olarak, kendi sitelerinde yayınlamış olsalar da bu yazılara itibar edilmemesi çağrısı yapıldı.

Öncelikle bu açıklamasından dolayı OYUN dergisine ve editörü Hilmi Bulunmaz'a teşekkür ediyoruz.

Bununla birlikte, genel okur kitlesine dönük yayıncılık yapan OYUN dergisinin, haber kaynağının güvenilirliğini ve dile getirilen iddiaların geçerliliğini sorgulama yönünde gerekli özeni oldukça gecikmiş olarak göstermeye başladığını belirtmemiz gerekiyor.

Bundan sonraki süreçte, OYUN dergisinin temel yayıncılık ilkelerine duyarlı bir tutum izleyeceği umudunu korumak istiyoruz.İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Coşkun Büktel


4. GÜNCELLEME
16 Şubat 2009:

Kurhan gündelik alışkanlık haline getirdiği, kolay yazılmış, kanıtsız, kaynaksız, linksiz, belgesiz cevap yazılarının sonuncusunda, sırf gerçek sandığımız bir şahsın gerçek çıkmaması nedeniyle (iki gün sonra düzeltme yapıp okurları uyarmamıza rağmen) bizi "magazinci", "dedikodu yazarı", "ihtiyar", "sıradan" gibi (geniş bir yazıyla hepsini cevaplayacağımız) sıfatlarla aşağılamaya devam etmesinin yanında; nihayet zurnanın zırt dediği noktalara (TAKSAV skandalı ile Özdemir Nutku skandalına ) değinmek cesaretini(!) de gösteriyor. Tabii ki, aslında görmek istemediği bu skandallara değinirken, Kurhan, bir süredir kullanmakta olduğu, nispeten açık, berrak ve net iletişim dilini terk etmek ve yine, yıllardır karakterinin bir parçası haline getirdiği, (hani şu açıklamaktan çok örtbas etmeye, anlaşılmaktan çok derin ve anlaşılmaz görünmeye yarayan) takur tukur, bulanık, gayritabii, kaypak, kaçamak, akademik taklidi (çakma akademik) Mimesis diline ricat etmek zorunda kalıyor ve Hilmi'nin dikkat çektiği TAKSAV skandalı iddiasına, (karmaşık yazmayı ve kulağını mümkün olan en ters yönden göstermeyi erdem sanan bir heveslinin) aşağıya aktardığımız şu grameri gayet bozuk cümlesiyle) cevap verirmiş gibi yapıyor:

.........."ne Halman’ın faşist bir entelektüel ne de TAKSAV’ın faşizmin taşıyıcı öznesi bir kurum olduğunu gösterme yolunda tek bir adımın dahi atılamadığını görüyorum."

Peki, sayın Kurhan, Halman'ın "12 Mart faşizminin bakanı" olduğunu görüyor musun? Elbette, görüyorsun. Ama yazında bunu telaffuz etmeye, durup dururken okurlara bir kez daha hatırlatmaya yanaşmıyorsun. Oysa, Hilmi, bu konuda onlarca yazı yazdı ve her yazısında "12 Mart faşizminin bakanı" diye bar bar bağırdı. Ama sen, Hilmi'ye sağır kulağı verdiğini belli edercesine, yazının içinde ne "12 Mart faşizminin bakanı" ibaresini, hatta ne de "12 Mart" kavramını, bir kez dahi telaffuz etmiyor, 12 Mart'ı açıkça görmezden geliyor; tartışma zeminini kaydırarak, konuyu saptırarak, Hilmi'nin iddiaları hakkında okurları yalnızca yanıltmaya çalışıyorsun. "Dedikodu yazarı" diye nitelediğin Büktel, şu kısacık yazılarında bile, kanıtsız, kaynaksız, belgesiz konuşmazken; sen, hayatın boyunca yaptığın gibi, kanıtsız, kaynaksız, belgesiz, desteksiz atıyor; ancak çevrendeki toy gençleri tavlayabilecek, o "çakma akademik" ifade kabızlığınla, yalnızca afaki biçimde ahkam kesiyorsun.

Sonra da kalkmış bana, yine o ifade kabızı, o eşek arısı sokasıca Mimesis diliyle "Yine de, eğer olur da örneğin Büktel’in yazar olarak haklarının çiğnenmesini seyirlik olmanın ötesine taşımayı başarır ve kamusal bir hak arayışına dönüştürürlerse, mütevazılığın sınırlarını zorlamaya çalışan bir destek sunacağımdan emin olabilirler." diyerek, o çarıklı erkânıharp kurnazlığınla, gerektiğinde kıvırabileceğin biçimde, Özdemir Nutku iftirası konusunda bana destek sunmak üzere, ne idiği belirsiz, anlamsız, karşılığı yalnızca senin bulanık zihninde mevcut, trıçkadan bazı şartlar ileri sürüyor, benimle pazarlığa girmeye kalkıyorsun. İftirayı görmeyi kabul ederim ama şartlarım var, diyorsun. Eğer (ne olduğunu açıkça, mertçe, Türkçe telaffuz etmeye yanaşmadığın ama sana karşı yazmakta olduğum cevap yazımdan vazgeçmemi de gerektireceğini tahmin ettiğim, o her türlü "yoruma açık") şartlarını kabul edersem; iftirayı "göreceğini" ve iftiraya karşı bana "âdeta'yı aşmayacak ölçüde" bir destek (Mimesis diliyle söylersek, "mütevazılığın sınırlarını zorlamaya çalışan bir destek") vereceğini söylüyorsun!

Sence ben bugünkü Türk tiyatrosu kadrolarıyla ittifak kurmayı amaçlayan birine benziyor muyum? Daha birkaç gün önce "Kazmacıbaşı'nın yanardöner karakteri" başlıklı bir yazıda "...tiyatromuzda 'makul ve dürüst' insan sayısı, bir parmağı kopuk bir elin parmak sayısını bile geçmemektedir." demiş olan ben, ittifak arayan, imza toplayan biri olabilir miyim? Hele iftirayı kayıtsız şartsız kınamak yerine; kınamak için şartlar (hem de ne idiği belirsiz şartlar) öne süren birini kazanmayı önemseyebilir miyim? Sizler, sanatçı adayları olarak, iftiraya doğuştan karşı olmalıydınız. İftira karşıtlığını genlerinizde taşımalıydınız.

Siz bana destek olmayı boşverin de kendinizi kurtarın! Çünkü önünüzde iki seçenek var: Ya iftirayı görecek ve gördüğünüzü "adeta'yı aşmayacak ölçüde" değil, "açıkça, mertçe, Türkçe" belli edeceksiniz; ya da iftirayı görmezden gelecek ve tombaladan çektiğiniz sıfatları art arda dizerek, "Coşkun Büktel, dedikodu yazarı, ihtiyar, magazinci, sıradan, üşütük, kel kafalı, ciddiyetsiz, terbiyesiz, ehliyetsiz, kıskanç, cahil, yeteneksiz, bir ayağı çukurda, seri katil, sübyancı bir yazar müsveddesidir. İftirayı o yüzden görmüyoruz. Coşkun Büktel'i Coşkun Büktel'e rağmen savunmak mümkün değil ki!..." diyecek; bu bahanelerle, kendinizi ve çevrenizdeki üç-beş toy genci kandırmayı başarsanız bile, üç yıldır kör taklidi yaparak iftirayı görmezden gelmenin dayanılmaz hafifliğinden kurtulamayacaksınız.

Siz bana rağmen beni savunmak gibi problemlere kafa yormak yerine, entelektüel tutarsızlığınızı örtbas etmenin daha olgun ve inandırıcı yöntemlerini bulmaya bakın!

Ama Can Yücel şiirinde dendiği gibi, "Ne kadar rezil olursak o kadar iyi" diyorsanız, o başka...

Ben, iftirayı görmek için önerdiğiniz o rezil pazarlığa, Cyrano'nun cevabını veriyorum:

"İstemem, eksik olsun!"

Kurhan'ın yeni cevap yazısını okumak için, lütfen, aşağıdaki başlığı tıklayınız:

Habercilik Adına Yola Çıkıp Dedikodu Enkazı Altında Kalmak İstemeyenlerin İlgisini Çekebilecek Bir Değerlendirme

***

Büktel Tanıtım Spotlarıyla İş Görmeyi Bırakıp Sonunda Bir Şeyler Söylemeyi Başardı (mı?)


Ömer F. Kurhan
17 Şubat 2009


Büktel’in az biraz argüman içerir gibi görünen görece uzun bir yazısı "4. GÜNCELLEME" başlığı altında nihayet çıka geldi. Tanıtım spotlarıyla iş görmediği için, bu yazının ciddiye alınabileceğini düşünüyorum. Arada tashih hizmeti vermekten kaçınmayıp “Habercilik Adına Yola Çıkıp Dedikodu Enkazı Altında Kalmak İstemeyenlerin İlgisini Çekebilecek Bir Değerlendirme” başlıklı yazımdaki bir cümlemin düzeltilmesi konusunda uyarı yaptığı için kendisine teşekkür ediyorum. Ne de olsa kamusal (okur yararına) bir hizmet vermiştir.

İşin özüne gelecek olursak, Büktel retoriğinden süzüp çıkardığım bazı iddiaları sıralamak ve yanıtlamak istiyorum. Niçin bu süzme işlemini yapmayı tercih ettiğim sorulacak olursa: Bir tartışma sırasında ileri geri retorik yarıştırmak ve gerçekte neyin tartışıldığını anlaşılmaz hale getirmek pek hazzettiğim bir eylem biçimi değildir. Büktel’in o pek rahatsızlık duyduğu “Mimesis dili” ne yazık ki akıl ve mantık işleyişine dikkat edilmesini buyurmaktadır.

Büktel’in iddialarını ele alacak olursam:

Kendisini “magazinci”, “dedikodu yazarı”, “ihtiyar”, “sıradan” gibi sıfatlarla aşağılamışım.

Ben kendisini bu sıfatlarla aşağılamadım. “Emrah Özlek” vakası bağlamında bu sıfatları gerçekten hak ettiğini iddia ettim. Gerçekte İATP-G gibi bir girişim yapısının var olmadığı, kurmaca olduğu, yıllarca kamuoyunun aldatıldığı iddiasını dürüst ve ciddi bir yayıncılık ve yazarlık anlayışına sığdırma başarısı göstermesi, tabii ki kendisini “magazinci” ya da “dedikodu yazarı” olma pozisyonuna sürüklemiştir.

Hâlâ anlaşamadığımız nokta şudur: Mesele “Emrah Özlek” adını kullanan dedikodu yazarının gerçek isim kullanıp kullanmadığı değildir. Bir iddia ciddiye alınıyorsa, yayıncının iddia sahibine kefil olup habercilik yapması mümkündür. Gazetecilerin yeri geldiğinde haber kaynaklarını gizleme hakkı olduğunu bilmiyorlarsa, öğrensinler. Fakat şunu da öğrenmeliler: O zaman, güvenilir olduğunu ilan ettiğiniz haber kaynağınızın iddialarının doğrudan muhatabı haline gelirsiniz.

Bulunmaz haber kaynağının varlığını (gerçekten böyle bir kişinin var olup olmadığını) dahi doğrulamadan iddiaları yayımlamış ve daha sonra bu yaklaşımından vazgeçerek söz konusu şahısın yazılarına itibar edilmemesi gerektiğini söylemiştir. Yani en başta yapması gerekeni sonradan yapmıştır - ki bu da bir şeydir. Büktel dedikodu yazarı pozisyonuna düşmek istemiyorsa – ki “Emrah Özlek” vakasında içine düştüğü durum açıkça budur – hem haber kaynağının hem de iddiaların doğrulanması yönünde asgari bir çaba göstermek zorundaydı. Bunu yapmadığı için dedikodu literatürüne katkı sunmak durumunda kalmıştır.

Büktel’in aşağılayıcı kabul ettiği sıfatlar hakkında bazı düzeltmelerin yapılması gerekiyor. Örneğin ben “sıradan” değil, “fazlasıyla sıradan” dedim. En önemlisi, bu sıfatları kullanırken karakter tahlili yapmaya çalışmadım; “Emrah Özlek” vakası bağlamında sergilenen Büktel jestlerine işaret ettim.

Büktel yansıtmacı bakış açısını biraz terk edebilirse, benim insanların kişiliğine değil, jestlerine odaklandığımı fark edebilir, ama bu noktada dramaturjik bir anlaşmazlık içinde olduğumuz çok açık. Ben ne kadar jestlere odaklanıyorum desem de, o bunu karakter tahlili gibi yorumlayacaktır; çünkü kişiliği (genelde kendi kişiliğini) yüceltmeyi ya da tersine kişiliğe saldırıyı alışkanlık edinmiş bir üslubu benimsemektedir. Açık sözlülük sandığı şey de budur.

Büktel kişilik merkezli bir algılamayı tercih etmekte ve üstelik bu tercih herkesin olmalıymış gibi bir yanılsamaya kapılmaktadır. Maalesef durum bu değil. O kişilik sorgulaması yapıyor, ben kişilerin eylemlerini sorguluyorum. Zaman zaman kişilik vurgusunu fazla merkeze kaydırdığımdan şüphe ettiğimde kendime kızıyorum. Bu nedenle, örneğin “sen, hayatın boyunca yaptığın gibi” türünden ifadelere pek sıcak bakmıyorum. Bu kapsamda bir gözlemin ne tanrısal yönetmene ne de tanrısal yazara, ancak Allah’a mahsus olabileceğini düşünüyorum.

Kullandığım sıfatlardan bir tanesi dışında, tamamının olumsuz anlamlar içerdiği doğrudur. Fakat olumlu anlamda kullandığım bir sıfat var: “ihtiyar”. Bu konuda Büktel’in niçin yanlış algıya sürüklendiği sorusuna verilebilecek bir yanıt şu olabilir: Büktel günümüzde pek moda anti aging (yaşlanma karşıtı) ideolojinin derin etkisi ve baskısı altındadır. Oysa ben anti aging ideolojisine karşı çıkıyorum. Bu ideoloji, Huxley’in “Yeni Cesur Dünya” eserindeki uğursuz öngörülerinden birisinin daha gerçekleşmesi gibi geliyor bana.

İhtiyarlık çağının bilge olma yolunda önemli fırsat yarattığını ve yaşını başını almış insanların da bunun bilincinde hareket etmesi gerektiğine inanmaktayım. Yani torun sahibi olabilecek yaşta insanların – ki Kasım 1963 doğumlu birisi olarak bu kuşağa uzak olduğumu düşünmüyorum - genç kuşaklara örnek olması ve yol gösterici sorumluluklar alması gerektiği düşüncesine sahibim. Dolayısıyla Büktel’e dönük eleştirim ihtiyar olması değil, aksine ihtiyarlığın yapıcı gereklerini yerine getirmemesidir.

Acaba şu ihtiyarlık mevzusunda tamamen yanlış anlamaya yol açabilecek vahim bir ifade ya da yazım hatası mı yaptım diye şüphelenmedim değil. Ama dönüp baktığımda, böyle bir hatanın olmadığını gördüm. Türkçe dersi vermeyi pek seven Büktel, muhtemelen anti aging ideolojinin derin etkisi ve baskısı altında aşağılandım sonucu çıkarmış ve algılama düzeyinde Türkçeyi katletmiş. Bu da ne yazık ki basitçe harfler ve kelimelerle oynayarak tashih edilebilecek bir hata değil.

Yazımda “12 Mart faşizminin bakanı” ya da “12 Mart” kavramını bir kez dahi telaffuz etmemiş ve 12 Mart’ı açıkça görmezden gelmişim.

Büktel Bulunmaz’la yarım kalmış ve 12 Mart faşizminin niteliğini de sorunsallaştıran polemiğimize müdahil olmuş. Buyursun olsun. Yalnız bu müdahale pek komik olmuş. Polemiğin asıl gövdesini oluşturan yazıları yok sayıp, kestirmeden 12 Mart’ı görmezden gelmeye de varan bir tutum geliştirdiğimi iddia etmiş.

Şimdi bu yaklaşım iki türlü yorumlanabilir. (1) Büktel nerede Halman ya da TAKSAV geçse, “12 Mart” ya da “12 Mart faşizmi” demeyi bir zorunluluk olarak görmektedir; (2) Bulunmaz’la polemiğimizin ana gövdesini oluşturan yazıları yok sayarak benim 12 Mart faşizminde Halman’ın oynadığı rol hakkındaki kavrayışımın anlaşılabileceğini iddia etmektedir.

Eğer birinci yaklaşım söz konusu ise, Büktel’in koyduğu zorunluluğun ciddiye alınmasına gerek yoktur düşüncesindeyim. Bununla birlikte belki bir konuda haklı olabilir. Bazı okurlar Halman’ın 12 Mart faşist rejiminin bana göre tasfiye edilmiş bakanı olduğu hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadıkları gibi, bu konuda yürütülen tartışmalardan habersiz bir şekilde yazımı okumuş olabilirler. Ama ben okurdan daha araştırmacı ve meraklı olmasını talep etmekteyim. Tartışmalardan tümüyle habersiz bir okur derse ki nedir bu Halman meselesi, istiyorsa Oyun dergisi ve İATP-G sitelerinde gezinebileceğini ve ilgili yazılara ulaşabileceğini varsaymaktayım. Yani ortada öyle okurun erişemeyeceği gizli kapaklı bir tartışma yok.

İkinci yaklaşım da ciddiye alınamaz. Polemik yazıları göz önüne alınmadan benim 12 Mart’ın varlığı ya da 12 Mart faşizminin niteliği hakkında ne düşündüğüm hakkında iddialarda bulunmak saçmalamak olur. Nitekim Büktel de saçmalamakta ve fili kuyruğundan yakalayıp kuyruğun devamına bakmaya gerek yok demektedir. Ben bakılmasının daha makul olabileceği düşüncesindeyim. Elbette isteyen Büktel absürdizminin peşine takılmakta özgürdür. Ama bu durumda filin altında ezilmek gibi bir riski göze almak zorundadır.

Yeri gelmişken, Büktel’i okurken kolayca fark edilebilecek bir eksiğini belirtmekte fayda var. Nasıl ki temel basın yayın ilkeleri konusunda bir derse ihtiyaç duyuyor, temel mantık bilgisi konusunda da durum aynı. Eğer bir şehir efsanesi haline gelen ayrıntılı yanıtını yayımlayacak olursa, bu konuyu biraz daha ayrıntılı ele alabilirim. Yalnız bir konuda yanılıyor: Benim burada ileri düzeyde “akademik” bir tartışma yürütme niyetim de şansım da yok. Benim verdiğim bilgilerin çoğu ilköğrenim düzeyinde kalmaya mahkûm. Çünkü işin abc’sini bir bilinmezin konusu haline getirmek gibi saçmalıklarla uğraşıp duruyoruz. Aynı durumun mantık bilgisi için de geçerli olduğunu göstermek zor olmayacak.

Büktel’in yazarlık haklarıyla ilgili olarak pazarlık yapıp “trıçkadan” şartlar öne sürmüşüm.

Büktel’in “trıçkıdan” dediği şart, meselenin kamuya (halka) mal edilmesidir. Kendisi ve yakın dost çevresi “Theope” vakasını öz pohpohlamaya dayalı seyirlik bir dava haline getirdiği sürece, kamu bu davayla zaten ilgilenmeyecektir. Ne yazık ki benim derdim Büktel’in fanları kulübüne üye olup öz pohpohlama korosuna katılmak değil.

Birisi çıkıp resmi devlet ve şehir tiyatrolarının kapısını yumruklayıp durmuş; niçin beni baş tacı etmiyorsunuz diye bağırıp çağırmaya başlamış. Onlar da demişler ki, sen buranın tanrısı olamazsın; biat edeceksin. Edersin, etmezsin derken kavga büyümüş. Biz bu kavgada şuna bakarız: Onca gürültü patırtı arasında bir haksızlık meydana gelmiş mi, gelmemiş mi? Kamuyu, yani halkın genelini ilgilendiren budur. Yoksa Büktel’in tanrısal yazarlık uğruna verdiği kavga ya da örneğin son dönemde dizi film sektöründe nereye oturduğu belli olmayan şahsi problemleri değil.

Kamusal alana inme eylemini pazarlık unsuru kabul eden zihniyetin, tabii ki kamuyla bir alışverişi olmayacaktır. Kamusal alan Cyrano kılığına bürünüp “İstemem, eksik olsun” buyruklarının verilebileceği bir alan değildir. Ya her “sıradan” vatandaş gibi halkın bir parçası olduğunuzu kabul edersiniz ya da genetik, seçkin ve de ayrıcalıklı bir sanatçı yansıtmasından hareketle fan kulüp çalışmalarınıza devam edersiniz. Güya onur ve erdem adına tertip edilen bu oyuna “Mimesis dili”nin itiraz etmeye devam edeceğine hiç kuşkunuz olmasın.

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Coşkun Büktel


5. GÜNCELLEME
17 Şubat 2009:

Benim "tanıtım spotlarımı" önemsemez görünmeye özenmesine karşın; her zaman aşırı önemseyerek "destan gibi" yazılarla cömertçe cevaplamak zorunluluğunu hissetmiş olan Kurhan'a, şimdilik, (spot olmalarına rağmen Kurhan'ın "destanlarının" tersine, afaki konuşmak yerine, bilimsel yöntemleri gözeten, kaynak, belge, link ya da alıntı sunan, içi "dolu") spotlarla cevap vermekte sakınca görmüyorum.

Bir önceki yazısında, "Yine de, eğer olur da örneğin Büktel’in yazar olarak haklarının çiğnenmesini seyirlik olmanın ötesine taşımayı başarır ve kamusal bir hak arayışına dönüştürürlerse, mütevazılığın sınırlarını zorlamaya çalışan bir destek sunacağımdan emin olabilirler." diyerek şartlı destek önerisi yaparken bile, Büktel'in "ibretlik" mücadelesini kaypak ve kaçamak Mimesis diliyle, "seyirlik" olarak niteleyip sinsice aşağılamaya kalkıştığı için; dünkü yazımda, kendisiyle ittifak kurmayı önemsemediğimi söylemiş, "Siz bana destek olmayı boşverin de kendinizi kurtarın!" demiş ve Cyrano gibi, "İstemem, eksik olsun!" diye bar bar bağırmış olmama rağmen; bugünkü yazısında Kurhan, benim ne dediğime hiç kulak asmadan, "akıl ve mantık işleyişine" hiç aldırmadan, kalkıp Büktel'in Fan Kulübüne girmeyeceğini ilan ediyor; "Ne yazık ki benim derdim Büktel’in fanları kulübüne üye olup öz pohpohlama korosuna katılmak değil." diyor. Ben, onun (tıpkı bizi "ihtiyar" diye aşağılamaya kalkıp da bugün kıvırdığı gibi) "gerektiğinde kıvırabileceği biçimde" yaptığı şartlı öneriyi, "açıkça, mertçe, Türkçe" bir lisanla, "İstemem, eksik olsun!" diye bağırarak reddettiğim halde; konuyu kapatmayı kabul etmeyen Kurhan'ın, fan kulübüme girmeyeceğini söylemesi, bir başka deyişle, "akıl ve mantık işleyişine" takla attırması; ve bu yeterince komik değilmiş gibi, bir de kalkıp "Büktel’in o pek rahatsızlık duyduğu 'Mimesis dili' ne yazık ki akıl ve mantık işleyişine dikkat edilmesini buyurmaktadır." diyerek, bu "spotun" kahkaha kreşendosuna yeni bir halka eklemesi, acıklı, çok acıklı...

Kurhan'a karşı, boyut kısıtlaması uygulamaksızın rahatça yazmakta olduğum asıl cevabım, çok daha "hisseli ve eğlenceli" olacak. Reklam diliyle söylersek: Bekleyin, çok yakında!

Kurhan'ın, yine hiçbir bilimsellik kaygısı taşımadan, Dede Korkut gibi anlat babam anlattığı, "yorumdan uzak yalana yakın" afaki "lafların" son ve en eğlenceli versiyonunu okumak için, lütfen, aşağıdaki başlığı tıklayınız:

Büktel Tanıtım Spotlarıyla İş Görmeyi Bırakıp Sonunda Bir Şeyler Söylemeyi Başardı (mı?)


NOT:

Feridun Çetinkaya'nın, İATP-G'ye ve Ömer F. Kurhan'a karşı yazdığı, müthiş bir okuma lezzeti sunan, "doyurucu" yazıyı okumak için de, lütfen, aşağıdaki başlığı tıklayın:

İATP-G “Bazı” İnsan Hakları İhlallerine Karşı

***

İATP-G “Bazı” İnsan Hakları İhlallerine Karşı


Feridun Çetinkaya
17 Şubat 2009


İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu – Girişim (İATP-G) adlı tiyatro inisiyatifinin www.iatp-web.org adresindeki internet sitesinde peş peşe yayımlanan İATP-G imzalı bazı bildirilerde, “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dedirten çifte standartlı bir yaklaşım sergilendiği görülüyor.

İnisiyatif üyelerinden Bülent Sezgin’in, kişisel imzasıyla 23 Ocak 2009 günü İATP-G sitesinde yayımladığı, “‘Tiyatro Dünyası’ niçin üç maymunu oynuyor?” başlıklı yazısının hemen ardından, İATP-G’nin 25 Ocak’ta yayımladığı ve "Tiyatro Dünyası" sitesi editörü Can Törtop ile "Tiyatronline" sitesi editörü Yaşam Kaya’yı haklı olarak eleştirdiği, “Tiyatro Haber-Yorum Sitelerinden Tacize ve Sansüre Destek” başlıklı bildirisi şu sözlerle bitiyor:

..........“12 Eylül’den beri ağır bir faşist müdahaleyi ve kuşatmayı yaşayan Türkiye tiyatrosunda sıradanlaşan bu jestler karşısında vicdani bir duruşun örgütlenmesi acil ve sürekli bir gereksinime dönüşmüştür. İnternet ortamında tiyatro yayıncılığını site ağalığı ile karıştıran zihniyetin teşhiri ve okurların uyarılması önemlidir diyerek bu bildiriyi yayımlıyoruz.”

Ne var ki, bu yerinde tespiti yapan aynı İATP-G, 5 Şubat 2009 günü yayımladığı “İATP-G İnsan Hakları İhlallerine Karşıdır!” başlıklı bildirisinde, eleştirdiği türden bir “site ağalığı”na imza atıyor.

Bu bildirisinde, tiyatro gündemindeki hemen her konuya ilişkin görüşünü ve tavrını açıkça ortaya koyan, kamuoyuyla paylaşan “İATP-G inisiyatifi”, (Bulunmaz Tiyatro Sanat Yönetmeni ve Tiyatroyun internet sitesi editörü Hilmi Bulunmaz’ın, “‘Tiyatroda Taciz’, ‘Özdemir Nutku iftirası’, ‘TAKSAV'ın Talat Sait Halman skandalı’... gündemden düşmemeli!...” başlıklı yazısı 9 Ocak 2009 günü, İATP-G sitesinde yayımlamış olmasına rağmen) Türkiye’deki yozlaşmış hâkim tiyatro düzeni ve anlayışının en ibretlik kanıtı olan ve tiyatro yazarı Coşkun Büktel’in deyimiyle “balığın nasıl ‘baştan’ koktuğunu teşhir eden” “Özdemir Nutku Skandalı” ile Hilmi Bulunmaz’ın dikkat çektiği “TAKSAV'ın Talat Sait Halman Skandalı”nı ise ısrarla yok saymayı, görmezden gelmeyi sürdürüyor.

Hatırladığım kadarıyla, bugüne dek yayınladığı “bildirilerde” bu skandalların adını bir tek kez olsun anmayan “İATP-G inisiyatifi”, nedense bu skandallara herhangi bir biçimde, lehte ya da aleyhte, atıfta dahi bulunmuyor. Nedense bu skandallarla ilgili herhangi bir inisiyatif bir görüşü ortaya koymuyor.

Oysa, İATP-G’nin önde gelen isimlerinden Ömer F. Kurhan bile, insan hakları ihlallerine karşı tavır alan bu bildiriden daha birkaç hafta önce, 12 Ocak 2009 günü, İATP-G sitesinde kişisel imzasıyla yayımladığı, “Hilmi Bulunmaz’a Yanıt: Tiyatro Alanında Hak ve Özgürlükler Mücadelesi” başlıklı yazısında, (her ne kadar, “temkinli” davranıp “Bu sonuca kesin delillerden ulaştığımı söyleyemem” çekincesini koymuş olsa da) “Özdemir Nutku Skandalı”nı, en azından, ifade özgürlüğünün engellenmesi ya da kısıtlanması çerçevesinde de ele alınabilecek bir “yazar hakları ihlali” olarak değerlendirdiğini beyan ediyor:

..........“Coşkun Büktel’in kişisel sitesinde düzenli olarak gündemde tutulan ’Özdemir Nutku Skandalı’nı ele alacak olursam, bu skandal tabii ki çok daha kapsamlı bir olayın bir ayağını oluşturuyor. Bu olay, yeri geldiğinde geçmişte de altını çizmeye çalıştığım gibi, yazar haklarının ihlalidir – ki bu ihlal, ifade özgürlüğünün engellenmesi ya da kısıtlanması çerçevesinde de ele alınabilir.”

Buna rağmen, insan hakları ihlallerine karşı olduğunu ilan ettiği bildirisinde “Özdemir Nutku Skandalı”nın adını bile anmayan “İATP-G inisiyatifi”, ya Kurhan’ın “Özdemir Nutku Skandalı” hakkındaki “ifade özgürlüğünün engellenmesi ya da kısıtlanması çerçevesinde de ele alınabilecek bir yazar hakları ihlali” görüşüne dahi katılmıyor ya da “ifade özgürlüğünün engellenmesi ya da kısıtlanması” ile “yazar hakları ihlallerini” insan hakları ihlalinden saymıyor.

Kaldı ki, Kurhan’ın “yazar hakları ihlali” nitelemesi de esasen “Özdemir Nutku Skandalı”na yönelik çarpık bir bakış açısını ortaya koyuyor: Skandalın gerçek boyutunu, önemini ve vahametini yadsımak anlamına geliyor.

Kurhan’ın “Özdemir Nutku Skandalı” değerlendirmesi “esas” yönünden olduğu kadar, “usül” yönünden de çok sorunlu görünüyor.

Kurhan, “Özdemir Nutku Skandalı”na ilişkin değerlendirmesinin hemen başında, bu konuya hiç de nesnel ve olgusal bir tutumla yaklaşmadığını şu sözleriyle ortaya koyuyor:

..........“Özdemir Nutku’nun görüntü ve ses kaydı da yayımlanan ‘Theope’ ile ilgili söyledikleri kendi başına ve kelimesi kelimesine ele alındığında gerçekten de bir hırsızlık suçlaması içermiyor. Özdemir Nutku sadece bir benzerlik var mı yok mu araştırılmasında fayda var diyor.”

Nedense Kurhan, tiyatro profesörü Özdemir Nutku’nun “Theope” ile ilgili ne söylediğini bire bir alıntılamak (iktibas etmek) yerine, Nutku’nun zaten hepi topu üç satırlık bu ifadesini, kafasına göre, “Özdemir Nutku sadece bir benzerlik var mı yok mu araştırılmasında fayda var diyor” biçiminde “özetleyerek” (daha doğrusu tamamen çarpıtarak) okurlara dolaylı biçimde aktarmayı tercih ediyor.

Oysa, Nutku’nun “Theope” hakkında söylediği, mealen aktarılmaya, özetlenmeye gerek duyulmayacak kadar kısa, üstelik çok açık ve çok net.

Ayrıca, bugün artık internet üzerinden de bir “tıkla kolayca ulaşılabilen “Özdemir Nutku Skandalı”nın görüntülü CD kaydında, Nutku’nun “Theope” hakkında gerçekte ne söylediği de nasıl söylediği de açıkça görülebiliyor. Kurhan, Nutku’nun “Theope” hakkında gerçekte tam olarak ne söylediğine okurların kendi gözleri ve kulaklarıyla tanıklık edebileceği bu video kaydına link vermeye ya da herhangi bir biçimde yönlendirme yapmaya da gerek duymuyor.Peki Nutku “Theope” hakkında nerede, ne zaman, gerçekte tam olarak ne söylemişti? Bakalım ne söylemiş:Mayıs 2005’te Ankara’da düzenlenen Devlet Tiyatroları (DT) Koordinasyon Toplantısı’nda, DT sanatçısı Şahin Ergüney söz alıyor ve Coşkun Büktel’in on beş yıldır Devlet Tiyatroları repertuvarında yer alan “Theope” adlı oyununun her bakımdan yetkin bir oyun olduğu halde, on beş yıldır DT’de hiç sahnelenmemiş olmasına dikkat çekiyor. O toplantıya DT Edebi Kurul Başkanı unvanıyla başkanlık eden tiyatro profesörü Özdemir Nutku da, Theope ile ilgili tam olarak, kelimesi kelimesine şunları söyleyip konuyu kapatıyor:..........“....şimdi efendim bir de, bir dikkatini çekmek istiyorum. Hiç bir şeyle itham etmiyorum. Fransızca’da 16.yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var. Özellikle Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler yani, bir bakmalılar. Aradaki benzerliği görmek için. Teşekkür ederim...”İşte, Nutku’nun “Theope” hakkında bütün söylediği bundan ibaret: Kurhan’ın yaptığı gibi özetlemeyi, mealen aktarmayı gerektirmeyecek kadar kısa, açık ve net.Görüldüğü üzere, Kurhan’ın ileri sürdüğünün tersine, Nutku hiç de “sadece” “bir benzerlik var mı yok mu araştırılmasında fayda var” demiyor. Hatta hiç böyle bir şey demiyor.Dahası ve de en önemlisi; Nutku, “Fransızca’da 16. yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var” iddiasını ortaya atıyor.Hem “sadece” bununla da kalmıyor: Kurhan’ın “Özdemir Nutku sadece bir benzerlik var mı yok mu araştırılmasında fayda var diyor” iddiasını açıkça yalanlarcasına ve hiç de masum sayılamayacak bir biçimde, işini şansa bırakmadan, “Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler yani, bir bakmalılar. Aradaki benzerliği görmek için” diye eklemeyi de ihmal etmiyor.Neyi “görmemiz” için tavsiyede, öğütte bulunuyor Nutku: “Aradaki benzerliği”... Hangi benzerlikten söz ediyor acaba Nutku?Tabii ki, 16. yüzyılda yazılmış olduğunu iddia ettiği Fransızca “ikinci Theope” ile Coşkun Büktel’in Theope’si arasındaki benzerlikten...Demek ki neymiş: Nutku, hiç de “sadece bir benzerlik var mı yok mu araştırılmasında fayda var” falan dememiş. Bu asılsız ifade düpedüz Nutku’yu hırsızlık suçlamasında bulunmuş olmaktan daha işin en başında tenzih etmek için, bizzat Kurhan tarafından “uydurulmuş”.Halbuki Nutku, alenen ve kasıtlı olarak, “Theope”nin özgünlüğü konusunda şaibe yaratmak, yazarı Coşkun Büktel’i zan altında bırakmak için somut ve kesin bir “ikinci Theope” iftirası ortaya atıyor.Profesör Nutku, bu “ikinci Theope” iddiasının üzerinden yaklaşık dört yıl geçmiş olmasına rağmen, Büktel, ta Eylül 2005’te yayımladığı “Özdemir Nutku Yalan Söylemediyse Belge Göstermelidir” başlıklı yazısında, Nutku’yu “ikinci Theope” iddiasını belgelemeye davet etmiş olmasına rağmen, bu davetin gereğini yerine getiremiyor ve kendini iftiracı durumuna düşürüyor.Varlığını iddia ettiği “ikinci Theope”yi yaklaşık dört yıldır bir türlü ortaya koyamayan Nutku, 16. Yüzyılda yazıldığını söylediği o “ikinci Theope”nin varlığına delalet eden bir tek belge, bir tek kaynak dahi gösteremiyor.Dolayısıyla, Nutku’nun bakılmasını öğütlediği “aradaki benzerliği”, bırakın “görmeyi”, böyle bir benzerlik olup olmadığına “bakmak” bile mümkün olamıyor.Çünkü “aradaki benzerliği görmek için” Fransız filolojisinden ve Fransızca bilenlere “ikinci Theope“ye bakma ödevini veren profesör Nutku, o “ikinci Theope”nin izini hangi kaynakta bulabileceklerine dair yaklaşık dört yıldır ser verip sır vermiyor.Sonuçta, tiyatro profesörü Özdemir Nutku’nun, varlığı kesin olan tek “Theope” hakkında kasten şaibe yaratmak amacıyla, düpedüz iftira attığı kabak gibi ortaya çıkıyor.Tiyatro profesörü Nutku, aradan yaklaşık dört yıl geçtiği halde, ne bugüne dek kanıtlayamadığı “ikinci Theope” iddiasını geri çekiyor, ne de ortaya çıkıp, zan altında bıraktığı Coşkun Büktel’den herhangi bir şekilde özür diliyor. Bu durumda, Nutku’nun dört yıl önce, Theope’nin özgünlüğü konusunda yarattığı şaibe öylece ortada duruyor, yazarı Coşkun Büktel’i (yalnızca bir kısım insanların indinde de olsa) zan altında bırakmaya devam ediyor.Gel gelelim, bütün bu apaçık belgelenmiş tabloya, bütün bu verilere, CD kaydına rağmen, Nutku’nun “ikinci Theope” iftirasını Büktel’e karşı yazdığı “Coşkun Büktel’e Yanıt” başlıklı cevap yazısında teyit ederek itiraf da etmiş olmasına rağmen, hâlâ “kesin delil” olmadığını ima eden Ömer F. Kurhan, ne acayiptir ki, Nutku’nun “Theope” ile igili söylediklerinin (yani kesin delillerin) bir tek kelimesini dahi alıntılamaya da gerek duymuyor.Kurhan, Nutku’nun söylediklerini bırakın “kendi başına ya da kelimesi kelimesine ele almayı”, hiçbir biçimde ele almıyor. Nutku’nun sözlerini (yani kesin delilleri) titizlikle okurlardan gizliyor. Kurhan’ın “Hilmi Bulunmaz’a Yanıt: Tiyatro Alanında Hak ve Özgürlükler Mücadelesi” başlıklı yazısındaki “Özdemir Nutku Skandalı” üzerine olan bölüme bir bakın bakalım: Herhangi bir şekilde, Nutku’nun “Theope” ile ilgili söylediklerinin bir tek kelimesine dahi yer veriyor mu? Nutku’nun söylediklerinden herhangi bir alıntı, bir tek alıntı dahi yapıyor mu? “Özdemir Nutku Skandalı”nda zurnanın zırt dediği yer olan, “ikinci Theope” iddiasından söz ediyor mu? Hayır, söz etmiyor.Skandalın cereyan ettiği sahneyi, üşenmeden, hatta edebiyat yaparak, “(Şahin Ergüney), maruz kaldığı çapraz ateş altında ve tabii ki Özdemir Nutku’nun bitirici vuruşuyla ağır yaralı olarak geri çekiliyor” gibi ayrıntılara zaman ve yer ayırabilecek şekilde dramatik biçimde tasvir ettiği halde, sıra tam “iftira”nın bam teline, zurnanın zırt dediği yere geldiğinde Kurhan, el çabukluğu marifet, (Nutku’nun, üç yıldır varlığını belgeleyemediği, kanıtlayamadığı, haliyle doğru olmadığı anlaşılan) “Fransızca’da 16. yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var” iddiasını, (sanki önemsiz bir ayrıntıymış gibi) hop diye, es geçiveriyor.“Olgu ve belge”, “sentezleyici bir zihinsel eylem”, “yargı oluşturmak”, “akıl ve vicdanın devreye girmesi”, “olaysal bağlam” gibi birtakım fiyakalı sözler eden Kurhan’ın, “Özdemir Nutku Skandalı”yla ilgili yazdıkları arasında Nutku’nun “ikinci Theope” iddiasının esamesi okunmuyor.Kurhan, zurnanın tam da zırt dediği yeri şu sözleriyle gürültüye getiriyor:.........."Ardından Özdemir Nutku söz alıyor ve el çabukluğu marifet “Theope”yi bir anda şaibeli hale getiriyor, hem de akademik saygınlığını kullanarak. (Şaibenin hiçbir dayanağının olmadığı daha sonra anlaşılacak ve “Özdemir Nutku Skandalı” meydana gelecektir.)"Değerlendirmesini “‘Theope’ vakasına ciddiyetle yaklaşmak gerekir” sözüyle noktalayan Kurhan, “Theope vakası”na hiç de ciddiyetle yaklaşmıyor. Açıkça bir şaibeden söz ettiği halde, Nutku’nun akademik saygınlığını kullanarak yarattığı şaibenin ne olduğunu bile bir türlü açıkça söylemiyor, şaibeyi bir türlü ismiyle cismiyle ortaya koymuyor: Şaibeyi bile “şaibeli” bırakıyor.“Özdemir Nutku Skandalı”ndaki şaibe, skandalın kendisiyle ilgili değildir. Olay iki kere iki dört kadar kesin ve gerçek bir iftira olayıdır. Şaibe, bu gerçek iftiranın Büktel adı üzerinde yaratacağı olumsuzluktan ibarettir. Yoksa olayın (iftiranın) kendisinde herhangi bir şaibe mevcut değildir. Nutku’nun “ikinci Theope” iddiasıyla iftira etmiş olduğu, fizik dünyada mümkün en kesin delillerle ulaşılabilen apaçık bir gerçektir. Bu gerçeği (iftirayı) görmemeye çalışmak, entelektüel akla ve ahlâka yapılabilecek en büyük küfürdür.Gerçekleri ve hakikati doğru bir biçimde yansıtmayarak “Özdemir Nutku Skandalı”nın gerçek boyutunu, anlamını, önemini ve vahametini yadsıyan, yani aslında gerçek “Özdemir Nutku Skandalı”nı okurlardan gizleyen Kurhan hâlâ ne diyor:..........“Özdemir Nutku’nun görüntü ve ses kaydı da yayımlanan Theope ile ilgili söyledikleri kendi başına ve kelimesi kelimesine ele alındığında gerçekten de bir hırsızlık suçlaması içermiyor.” El insaf! Nutku’nun Theope ile ilgili söyledikleri “hırsızlık suçlaması içermiyor” da, ne içeriyor? Daha ne içermesi lazım, daha ne içermesi gerekiyor? Yalan içeriyor mu? İftira içeriyor mu? Şaibe içeriyor mu? Bir tiyatro yazarını haksız biçimde zan altında bırakmayı içeriyor mu? Yalan söyleyerek kara çalmayı içeriyor mu? Bir tiyatro profesörü olan Özdemir Nutku’nun iftira ederek tiyatro yazarı Coşkun Büktel’i zan altında bırakmasını, oyunu “Theope”nin özgünlüğü konusunda şaibe yaratmasını içeriyor mu mesela(?)Bütün bu somut ve kesin delillere rağmen, Nutku’nun “Theope” hakkında söyledikleri “hırsızlık suçlaması içermiyor” demek gerçeklere ne kadar aykırıysa, “Özdemir Nutku Skandalı”nı bir “yazar hakları ihlali” olarak niteleyip geçmek de akla ve vicdana aynı derecede aykırıdır.“Özdemir Nutku Skandalı”nı bir “yazar hakları ihlali” diye kestirip atmanın, faili belli, tanıkları ve kanıtları ortada olan bir suça “faili meçhul” muamelesi yapıp rafa kaldırmaktan herhangi bir farkı var mı? Delilleri açıkça ortadan olan bir suçu tüm çıplaklığıyla teşhir edip failinden bu suçun hesabını sormak yerine, kaçamak bir dille, üstelik kesin delillere dayanmıyor çekincesini koyarak, bunun bir “hak ihlali” olduğunu söyleyip geçmek ne kadar insafsızlıksa, “Özdemir Nutku Skandalı”nın bir “yazar hakları ihlali” olduğunu söyleyip geçmek de o kadar insafsızlıktır.“Özdemir Nutku Skandalı”nı Türkiye tiyatrosunda “balığın ‘baştan’ koktuğunu teşhir eden” bir kanıt olarak niteleyen Büktel, yıllardır, sadece yazarlık hakkının hesabını sormuyor ki; Tiyatro profesörü Nutku’ya çirkin iftirasının, gerçekte tiyatroya ihanetinin, Devlet Tiyatroları Edebi Kurul Başkanı olarak, tiyatro profesörü unvanını taşıyan biri kişi olarak Türkiye tiyatrosuna ihanetinin “hesabını soruyor”.Büktel, kesin delilleri ve kanıtları apaçık ortada olan bu iftira, yalan ve haksızlık karşısında üç maymunu oynayan tiyatro insanlarından “hesap soruyor”, onların tiyatroculuğunu mahkûm ediyor. Ta 2006 Haziran’ında yayımladığı “Özdemir Nutku İnsanların Yüzüne Nasıl Bakabiliyor?” başlıklı yazısında bu skandalın neden sadece “bir yazar hakları ihlali”ne indirgenemeyeceğini çok açık bir biçimde ortaya koyuyor:..........“(...) Özdemir Nutku, sessizliğe gömüldü. Yani sayın Nutku, bugün dahi, hâlâ, resmi DT toplantısında varlığını iddia ettiği ikinci Theope’nin belgesini ya da kaynağını gösterebilmiş veya Büktel’e karşı işlediği suçu kabul ederek özür dilemiş değildir. Ve Theope, bugün dahi, hâlâ, DT sahnelerine çıkarılmamakta ve DT yönetimleri, fosil yazarları zengin eden geleneksel halk düşmanı tutumunu, bugün dahi, hâlâ sürdürmektedir...........Kesin delillerle (CD kasetiyle) saptanmış böylesine vahim ve kasıtlı bir haksızlık (skandal) karşısında bile tepkisiz kalarak, haksızlık eden profesörün haksızlığını pasif biçimde desteklemiş ve (sırf nitelikli ve dürüst eleştirileri yüzünden zaten yıllardır aforoz ettikleri) Büktel'in mağduriyetini bir kez daha üç maymun tavrıyla seyretmiş olan tiyatro insanlarımız (oyuncu, yönetmen, yazar, eleştirmen ya da akademisyenlerimiz) şu sıra, ödenekli tiyatrolardan devlet desteğini çekme (bir anlamda DT’yi kapatma) noktasına adım adım yaklaşan AKP’den yakınıyorlar. Tiyatro insanlarımız, yeterli donanıma, yeterli haklılığa ve yürek gücüne sahip olsaydılar, tiyatro sanatıyla halka öylesine tükenmez bir coşku, öylesine kalıcı bir heyecan ve sanatsal tutku aşılamış olurlardı ki; tiyatrocular iktidarlara değil, iktidarlar tiyatroculara yaranmak zorunda kalırdı. Tıpkı futbolculara yaranmak zorunda kaldıkları gibi.............Eğer tiyatro insanlarımız politik iktidarların sanata olumsuz müdahalelerini caydırmak için gerekli haklılığa ve yürek gücüne sahip olsalardı, Özdemir Nutku, yalanı ve iftirası CD kaydıyla kanıtlandıktan sonra, o yürekli insanlarımızın yüzüne bakamıyor olurdu. Suçunu kabul edip yaptığı haksızlığın mağdurundan özür dileyinceye kadar, tiyatro insanlarımız tarafından aforoz edilmiş olurdu. Ama tam tersine, tiyatro insanlarımız haksızlığın failini değil, haksızlığın mağdurunu aforoz ediyor. Yani Nutku’nun suçunu (yalan ve iftirayı) mazur ve meşru sayıyor. Bu nedenle, Özdemir Nutku tiyatro insanlarımızın yüzüne hiç sıkılmadan bakabiliyor...........Bu nedenle AKP böylesi tiyatrocuların sanatından (böyle bir tiyatrodan) devlet desteğini tamamen çekmek konusunda emin adımlarla ilerleyebiliyor. Böylesi tiyatrocular, bu adımlara karşı çıkmak konusunda, gayet doğal olarak, halkı yanlarında bulamıyorlar.”Büktel’in bu satırları yazmasının üzerinden ancak iki buçuk yıl sonra ortaya çıkan ve bu skandal hakkında metazori görüş beyan etmek durumunda kalan Kurhan, tiyatro profesörü Özdemir Nutku’nun akademik saygınlığını kullanıp 16. yüzyılda yazılmış ikinci bir Theope olduğunu ileri sürerek ve (“Coşkun Büktel’e Yanıt” başlıklı yazısında, “Benim bile varlığından haberi olmadığım başka bir Theope'yi sizin de okumamış olduğunuza emin olduğumu belirttim. Bunu yalnızca bilgi olarak verdiğimi, sizin Theope'nizin özgün bir yapıt olduğundan kuşku duymadığımı da ekledim” deyip) yalan üstüne yalan söyleyerek, tiyatro yazarı Coşkun Büktel ve yapıtı “Theope”ye açıkça iftira etmesine dayanan “Özdemir Nutku Skandalı”nı, sadece bir yazar hakları ihlaline, ifade özgürlüğü ihlaline indirgeyip işin içinden sıyrıldığını sanıyor.Ömer F. Kurhan, açıkça “Özdemir Nutku, ikinci bir Theope olduğu yalanını uydurarak Büktel ve yapıtı Theope’ye iftira atmıştır” dememek için kulağını öylesine tersten gösteriyor ki, “imam osurursa cemaat sıçar” misali, “İATP-G İnsan Hakları İhlallerine Karşıdır!” diye bildiri yayımlayan İATP-G inisiyatifindeki kendi arkadaşları bile Kurhan’ın “Coşkun Büktel’in yazar olarak haklarının çiğnendiği açıktır” tespitinin esbabımucibesini idrak edemiyor, onlar da “Özdemir Nutku Skandalı”na, en azından bir insan hakları ihlali olarak dahi, bildirilerinde yer verme gereği duymuyorlar.***İATP-G’nin tutarsızlığı ve çifte standardı bu kadarla da kalsa iyi.“İATP-G İnsan Hakları İhlallerine Karşıdır!” başlıklı bildirisinde, bir de “İATP-G Sansüre Karşıdır” ara başlıklı ayrı bölüm açan İATP-G’nin, 21 Ocak 2009 günü yayımladığı “İnternet Ortamında Tiyatro Haberciliğinin Hal ve Gidişatı Üzerine” başlıklı bir diğer bildirisinde, (editörü A. Ertuğrul Timur’un “Yaşasın Sansür” başlıklı bir yazı yayımlayarak talihsiz bir biçimde aldığı kararla övündüğü) sansürcülükten sabıkalı “Tiyatrom.com” internet sitesini, “internetteki tiyatro haberciliği ve yayıncılığı konusunda önemli ipuçları veren” olumlu bir örnek olarak göstermesi de aynı derecede vahim, bir başka tutarsızlık ve çifte standart örneği olarak karşımızda duruyor.İnternetteki tiyatro yayıncılığının gidişatını ele aldığı bildiride İATP-G şöyle diyor:..........“Bugün de değişen bir şey yok. İfade özgürlüğünün engellenmesi tiyatro için hayati bir mesele olduğu halde, nerede ne oluyor bakma ve yorumlama zahmetine girmiyorlar. Şu kadar kurum ve kişinin imzaladığı ve tiyatro eğitiminde cinsel istismara dikkatleri çeken kamuoyuna dönük bir kampanya karşısında, istisnai gibi duran bir iki kararsız çıkış dışarıda bırakıldığında, kolaylıkla üç maymunu oynayabiliyorlar...........Bir dönem TİYATROM sitesi tiyatro haberciliği ve yorumculuğu adına kapsayıcı ve ileri adımlar atmış, tiyatro adına nasıl bir haber-yorum sitesine ihtiyaç duyulduğu konusunda önemli ipuçları vermişti. Bu sitenin kapanmasıyla, internet ortamındaki tiyatro haberciliğinin edindiği ilkesiz ve keyfi yaklaşımların önü alabildiğine açılmış oldu...........Bu duruma son vermek tüm tiyatrocuların sorumluluk alanına giriyor. Sorun, tiyatrocu her birey, topluluk ve platformun internet ortamındaki yayın faaliyetlerine gereken özeni göstermesi ve ülke çapında gerçek haber-yorum sitelerinin inşasına katılım ve katkı hedefinin benimsenmesiyle çözülecektir.”“İfade özgürlüğünün engellenmesi tiyatro için hayati bir mesele” denilen bu İATP-G bildirisinde olumlu bir örnek olarak takdim ve taltif edilen “Tiyatrom.com” internet sitesinin en başta kendisi, şahsi ve keyfi bir yayıncılık çizgisi izleyerek gerçekleri kamuoyundan saklayan, gerçekleri çarpıtan “sansürcü” bir yayındır.Hatırlanacağı üzere, bundan yaklaşık iki yıl önce, Coşkun Büktel’in hemen her fırsatta “Özdemir Nutku Skandalı”nı görmezden gelmekle, gerçekleri gizlemekle suçladığı “Tiyatrom.com” sitesinin editörü A. Ertuğrul Timur, bu suçlamalara daha fazla dayanamayıp nihayet sitesinde bu skandala yer vermişti.Bu vesileyle aynı konuda, Büktel’e karşı cevap hakkı doğuracak nitelikte birtakım yazılar yayımlayan Timur, bu yazıları yayımladıktan hemen sonra birdenbire fikrini değiştirerek, peşin peşin (daha yanıt hakkı kullanma talebinde dahi bulunmasını beklemeden) Büktel’in “Tiyatrom.com”da yanıt hakkını kullanmasına izin vermeyeceğini ilan etmişti.Timur, aynı zamanda, doğru olmayan birtakım iddialar üzerine kurguladığı hileli bir anket düzenleyerek, uyguladığı sansürü okurlarının onayına sunmuş, okurlarını da bu açık sansür uygulamasına ortak ederek, utanç verici bir biçimde, sonuçta “Sansüre Evet” diyen 1.005 oy toplamıştı. (Bkz: “Yaşasın Sansür” Skandalı)Başlığı gibi son sözü de “Yaşasın Sansür!” olan bir yazı kaleme alıp sanki övünülecek bir şeymiş gibi bu sonucu bir de cümle aleme ilan eden Timur, yani “Tiyatrom.com”, böylece eşi benzeri görülmemiş, katmerli bir sansüre imza atmıştı.İATP-G’nin örnek gösterdiği “Tiyatrom.com” sitesinin sahibi ve editörü A. Ertuğrul Timur, Burak Caney takma adı arkasına saklanarak yürüttükleri kirli ve aşağılık bir karalama kampanyasıyla Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz’ı hedef alan birtakım kişi ve grupların yuvalandığı, (fotomontaj yöntemiyle Büktel’i dansöz kostümü içinde gösteren resimler dahi hazırlayıp yayımlayacak kadar bayağılaşabilen) “TiyatrOOyun” adlı korsan internet sitesine de (tiyatro yayıncılığını bıraktıktan sonra Timur’un bu konuda hata yaptığını kabul edip pişmanlık duyduğunu açıkladığı üzere) alenen destek vermekte hiçbir sakınca görmemişti. (Bkz. Ahmet Ertuğrul Timur Yazıyor) (Bkz. A. Ertuğrul Timur Özeleştiri Yaptı ve (Büktel ve Bulunmaz'a İftira Eden) İsimsiz Sapıkların Facebook Listesinden İsmini Çekti) (Bkz. Büktel’in Sunumuyla Kâzım Şimşek’ten Bir Yazı “Tiyatrooyun.org Sitesinin Gerçek Yüzü”)İATP-G’nin övdüğü ve örnek gösterdiği “Tiyatrom.com” sitesinin editörü A. Ertuğrul Timur, o dönemde, SKYTURK televizyonunun, Şehir Tiyatroları’nda yaşanan gelişmelerle ilgili olarak Coşkun Büktel’den görüş almasına bile tahammül edememiş, gülünç bir biçimde kendisini Büktel’le kıyaslayarak, sansürcülüğünü, Büktel’den görüş aldıkları için ilgili televizyon kanalındaki yetkililere hesap soracak kadar da ileri götürmüştü. Bütün bunlar da o dönem yazılıp çizilmiş ve yayımlanmıştı. (Bkz. Haber Ahlâksızlığı)Hatırladığım kadarıyla, “Tiyatrom.com” adlı internet sitesinin faili olduğu yukarıda sözünü ettiğim rezaletler, yayıncılık adına “ibret alınması gereken” yüz kızartıcı olaylar yaşanırken, (İATP-G’nin bana kişisel olarak gönderdiği ve aşağıda yer verdiğim mesajda belirtildiğine göre, “Theope konusunda” Timur’u bir bakıma “şifahen” uyarmak dışında) İATP-G, suya sabuna dokunmadan, etliye sütlüye karışmadan olup bitenlere seyirci kalmıştı.Aynı İATP-G’nin bugün çıkıp, sahibini bile özeleştiri yapmak zorunda bırakan yanlış ittifaklarına ve yanlış uygulamalarına rağmen, “Tiyatrom.com” adlı sansürcü internet sitesini överek olumlu bir örnek diye takdim etmesi, uyarıldığı ve eleştirildiği halde yayımladığı bildiriyle açıkça çelişen bu ifadesine dair bugüne kadar herhangi bir düzeltme ya da kamuoyuna açıklama yapma gereği duymaması, ortada apaçık, bir değil, birden çok “insan hakları ihlali” olmasına rağmen, hakikate, gerçeğe karşı adeta dil çıkarıp nanik yapmak değil de nedir?İATP-G bildirisinde taltif edilerek örnek gösterilen “Tiyatrom.com” sitesi, olsa olsa, “ancak ve ancak”, internette yayın yapan bir tiyatro haber-yorum sitesinin “nasıl olmaması” gerektiğine dair “olumsuz/ibretlik bir örnek” olarak gösterilebilir. “Tiyatrom.com” hakkında kaydedilebilecek en olumlu şey, sahibi Ertuğrul Timur’un sonunda hatalarını kavramış ve özeleştiri yapabilmiş olmasıdır.Dolayısıyla bu “sansürcü” siteyi olumlu bir örnek olarak gösteren İATP-G bildirisinin, hiçbir inandırıcılığı, hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur. Bu biçimiyle, tam tersine okurlara ve tiyatro kamuoyuna sağ gösterip sol vuran, aldatıcı, yanıltıcı bir bildiridir.Aynı zamanda tarihe tanıklık eden bir belge niteliğindeki İATP-G bildirisi, bu haliyle, “Tiyatrom” adlı internet sitesinin sansürcülüğünü hoş gören, bu sansürcü yayının olumsuz yönlerine, örneğin sansürcülüğüne, hiç değinmeden yalnızca olumlu yanlarına dikkat çekerek, onu aklamaya çalışan bir temiz kâğıdı görüntüsündedir.İATP-G’nin bu bildirisini okur okumaz, yaptıkları bu hata konusunda kendilerini uyarmak üzere İATP-G’ye şu mesajı göndermiştim...........21 Ocak 2009 feriduncetinkaya@yahoo.com’dan iatpgiletisim@gmail.com’a..........Merhaba,..........İATP-G, dışardan da olsa, dikkatle izlediğim ve Türkiye tiyatrosu için önemli bulduğum bir oluşum...........Sitenizde yayımladığınız hemen her yazıyı ilgi ve dikkatle izlemeye çalışıyorum...........İnternetteki tiyatro haberciliği ya da genel olarak tiyatro konusundaki iletişime ilişkin genel değerlendirmenizi okuyunca bu mesajı göndermeden edemedim...........Önemli noktalara dikkat çekmenizin ardından "Tiyatrom" internet sitesini olumlu bir örnek olarak göstermenize bir anlam veremedim. "Tiyatrom" sitesi yöneticisi A. Ertuğrul Timur'un yaptığı çeşitli yayınlardaki kabul edilemez tutarsızlığı, benim bizzat mağduru ve tanığı olduğum birtakım (hiç de örnek alınmasını tavsiye edemeyeceğim) tasarrufları ortadayken, "Tiyatrom" adlı siteyi örnek göstermeniz büyük bir talihsizlik olmuş. Konuyla ilgili yazınızı okur okumaz bu görüşümü sizinle paylaşma ihtiyacı duydum...........Verdiğim şu linklere bakabilirseniz bu konudaki hassasiyetimi belki anlayabilirsiniz. Benim burada linkini verdiğim örnekler münferit değildir. Bunlar ilk aklıma gelenlerdir...........http://tiyatrofanzini.blogspot.com/2003/06/tiyatro-eletirmeni-stn-akmenin-bir-yazs.html..........http://tiyatrofanzini.blogspot.com/2008/09/ben-sana-tiyatrocu-olamazsin-demedim.htmlBu mesajım üzerine İATP-G’den ertesi gün şu açıklamayı almıştım:..........22 Ocak 2009..........iatpgiletisim@gmail.com’dan feriduncetinkaya@yahoo.com’a..........Ertuğrul Timur'u yakından tanıma ya da tanışma fırsatımız hiç olmadı. Fakat TİYATROM'un diğer haber-yorum sitelerinde olmayan bir duyarlılık geliştirme kaygısı olduğunu görebiliyorduk. Biz bu konuda kendisini biraz daha sıkıştırmaya çalışıyor ve bir ölçüde sonuç alabiliyorduk. Kendisi, diğer tiyatro sitesi editörlerinden farklı olarak, doğru yanlış yanıt veriyor ve kale almazlık yapmıyordu. Belki bizim açıklamamızda örnek yayıncılık yaptığı gibi bir sonuç çıkıyor. Temkinli bir ifade ile "önemli ipuçları" verdiğinden söz etmiştik. Yani profesyonel ve amatör tiyatro dünyasına bir bütün olarak bakmaya çalışıyor, eleştirileri de bir şekilde göğüslemeye çalışıyordu. Tutarsızlık tespiti doğrudur. Bizim de bu konuda epey tartışma ve atışmalarımız oldı. Bunların bir kısmı karşılıklı iç yazışma şeklinde yaşandığı için kamuoyuna yansımadı. Örneğin Theope konusunda kendisini uyardık. Bu tek başına Büktel'in sorunu değildir; Büktel'in üslubu kendisini bağlar, bizi ilgilendiren yazar hakları ve bu noktada Büktel'in haksızlığa uğrayıp uğramadığıdır dedik. Bizim edindiğimiz izlenim, kendisini tartışmaya kapatmayan bir çizgi izlemeye çalıştığı idi. Ama bir tutarlılık sorunu yaşıyordu. Bunda yönetilmesi çok zor kapsamlı ve karmaşık bir siteyi tek başına idare etmek durumunda olması da büyük bir rol oynuyordu. Zaten kendisi de emeğinin sömürüldüğü ya da boşa gittiği hissiyatına kapılıyor ve zaman zaman isyan ediyordu. Kendisini kendisi mi yalnızlığa mahkum ediyordu, yoksa biz de mi buna yol açıyorduk? Muhtemelen her ikisi. İATP-G yetkilileri mesajıma hemen, bu detaylı açıklamayla yanıt vermişti. Açıklamaları için kendilerine teşekkür ettim.Gerçekten de İATP-G yetkililerinin “temkinli” ifadesi semeresini vermişti. “Tiyatrom”un maksadı aşan bir örnek olduğunu dürüstçe teslim etmek yerine, temkinli ifadelerinin kendilerine sağladığı kaçamak yola sapmayı uygun görmüşlerdi: Ama biz yalnızca “Temkinli bir ifade ile ‘önemli ipuçları’ verdiğinden söz etmiştik” savunmasıyla, kendilerince vaziyeti kurtarmışlardı. Öyle ya da böyle, haklı ya da haksız, inandırıcı ya da değil, beğeniriz ya da beğenmeyiz, İATP-G kendisini bir biçimde savunmuştu.Ne var ki, İATP-G yetkililerinin, vaziyete göre manevra yapabilmek üzere ince bir şerbet, doz ayarı çekmiş olması, gerçeği değiştirmiyor. Sansürcü bir internet sitesinin ideal yayıncılık için örnek gösterilmesindeki tutarsızlığı ve vahameti ortadan kaldırmıyor. Tam tersine bu, tutarsızlığı daha da derinleştiriyor, işin vahametini daha da artırıyor.“Sansüre karşı” zehir zemberek bildiriler yayımlayan İATP-G yetkilileri, sanki kafalarındaki ideal tiyatro haber-yorum sitesi ve internet yayıncılığını ifade etmenin başka hiçbir yolu yokmuş, kalmamış gibi, ille de “Tiyatrom.com” adlı sansürcü siteyi başarılı bir örnek olarak göstermek istiyorlar. Ama “Tiyatrom.com”un sansürcü olduğunu bal gibi bildikleri için, doğrudan, yekten “Tiyatrom.com, başarılı bir tiyatro haber-yorum sitesi örneğidir” diyemiyorlar.Sansürcü “Tiyatrom.com”un örnek gösterilmesine itiraz geleceğinden adları gibi emin olan İATP-G yetkilileri, bunu, “temkinli” bir ifade kullanarak, eğip bükerek (yani kılıfına uydurarak) söylüyorlar. Ama öyle ya da böyle, sonuçta “Tiyatrom.com”u okurlarına şu sözlerle örnek gösteriyorlar:..........“Bir dönem TİYATROM sitesi tiyatro haberciliği ve yorumculuğu adına kapsayıcı ve ileri adımlar atmış, tiyatro adına nasıl bir haber-yorum sitesine ihtiyaç duyulduğu konusunda önemli ipuçları vermişti.”Ama İATP-G, okurlarını tam ve doğru bilgilendirme konusunda nedense aynı “temkinli” yaklaşımı göstermiyor. Sansürcü “Tiyatrom.com”u okurlarına sadece olumlu bir örnek olarak sunmanını yol açabilececeğı yanlış anlamaları, yani dezenformasyonu düşünmüyor, dert etmiyor. “Tiyatrom.com”un affedilmez sansür sicili hakkında okurları uyarıcı herhangi bir çekince ya da şerh koyma, açıklama yapma gereği de duymuyor.İATP-G, temkinli bir ifadeyle de olsa, sonuçta, açıkça ve orantısız biçimde, “Tiyatrom.com”u olumlu bir örnek olarak sunup taltif ediyor mu? Ediyor. Aynı İATP-G, “Tiyatrom.com”un sansürcülüğünü ise okurlardan tümüyle gizliyor mu? Gizliyor.İATP-G’nin temkinli bir ifade kullanmış olması, “Tiyatrom.com”u olumlu bir örnek olarak sunup taltif ettiği gerçeğini değiştiriyor mu? Hayır, değiştirmiyor. Temkinli bir ifade kullanmak sadece İATP-G’nin eleştiriler karşısında kolay çark etmesine yarıyor, o kadar.Temkinli, “önemli ipuçları vermişti” ifadesi, “Tiyatrom.com”un aynı zamanda sansürcü olduğunu okurlara söylüyor mu, anlatıyor mu? “Tiyatrom.com”un sansürcülüğünün gizlenmiş olmasını telafi ediyor mu? Hayır.Oysaki İATP-G sadece hakikati söylese ne temkinli davranmasına gerek kalır ne de okurlarını yanıltma kaygısı duyar. Ama bunu yapmıyor. Çünkü, “Tiyatrom”un hem sansürcü olduğunu söyleyip hem de “tiyatro haberciliği ve yorumculuğu adına kapsayıcı ve ileri adımlar atmış, tiyatro adına nasıl bir haber-yorum sitesine ihtiyaç duyulduğu konusunda önemli ipuçları vermişti” demenin büyük bir tutarsızlık olacağını kendileri de görüyor, biliyorlar.İşte bu yüzden, “temkinli” konuşuyor, bu yüzden “Tiyatrom”un sansürcülüğünü okurlardan gizliyorlar. En doğal ve en temel insan haklarından biri olan, kişinin kendini savunma ve cevap verme hakkını dahi tanımayan, açıkça ve alenen sansür uygulayan, üstüne üstlük “Yaşasın Sansür!” başlıklı bir yazı yayımlayarak bu tavrıyla övünen “Tiyatrom.com”un bu faşizan uygulamalarını görmezden gelip yok sayıyorlar. Bu konuda okurları ve kamuoyunu yanıltıyorlar.Benim anlayışıma göre kullanılabiecek hiçbir “temkinli” ifade, sansürün görmezden gelinmesini, bağışlanmasını mazur ve masum gösteremez, ortaya çıkan tutarsızlık için hafifletici bir sebep olarak kabul edilemez.İATP-G'nin, “temkinli konuşmanın” ve tepki gelince çark etmenin çıkar yol olmadığını öğrenmeye ihtiyacı var.Bu yazıda kanıtlarıyla ortaya koyduğum İATP-G bildirilerindeki tutarsızlıklar ve çifte standartlı tutum, İATP-G’nin gerçekte her türlü insan hakları ihlaline karşı olmadığını, sadece “bazı” insan hakları ihlallerine karşı olduğunu açıkça gösteriyor. Ve öyle anlaşılıyor ki, faşizmin en çarpıcı göstergelerinden biri olan sansür, İATP’nin yalnızca “bazen” karşı olduğu ihlallerden biridir.İATP-G, hakikati ve gerçekleri görme konusundaki, somut kanıtlarıyla ortaya koyduğum bu tutarsız ve çifte standartlı tavrına mutlaka bir açıklık getirmek zorundadır. Aksi halde, yalnızca bu bildirilerdeki değil, her anlamdaki ve her konudaki inandırıcılığı ve samimiyeti hakkında ciddi bir kuşku oluşacaktır.

***
Seyirlik Hale Getirilerek İçi Boşaltılan “Theope” Vakası Üzerine Bir Not Ömer F. Kurhan 19 Şubat 2009Aslında “Theope” vakası üzerine bir notu, zaman zaman fanları tarafından Türk tiyatro dünyasının polemik kralı olduğu ilan edilen, bana göre yazım alanında magazin pratiğine katkı sunmaya devam eden Büktel’in haftalardır kurtulamadığı yazma tutukluğu nihayet sona erdiğinde düşecektim. Fakat Büktel’in Fanları Kulübü’ne (BFK) üye Feridun Çetinkaya “İATP-G ‘Bazı’ İnsan Hakları İhlallerine Karşı” başlıklı yazıyı yazıp Büktel de bu yazıyı baş tacı edince, muhatabım ha o olmuş ha bu olmuş fark etmez deyip, konuyla ilgili notumu düşmeye karar verdim.Çetinkaya’nın görüşme talebinde bulunması üzerine bazı İATP-G temsilcileriyle görüştüğünü biliyorduk. Onların aktardığına göre, güya Çetinkaya “İATP-G İnsan Hakları İhlallerine Karşıdır!” bildirisi hakkında bir eleştiri yazısı yollayacak, İATP-G de sonraki olağan toplantısında gündeme alınması önerilen “Theope”, “Özdemir Nutku Skandalı”, artık var olmayan “TİYATROM sitesi sansürcü müydü?” ya da “Halman Skandalı” gibi konulara ilişkin kurumsal görüş oluşturacakmış.Yoksa BFK nihayet kamusal alana inmeye karar vermiş ve İATP-G’yi de tavır almaya mı zorluyordu?Beklenebileceği gibi, az biraz kurumsal ve de kamusal ciddiyet içeriyormuş görünen görüşmeler Çetinkaya tarafından hızla rayından çıkartılarak bir kez daha magazin malzemesi haline getirildi. Ve tabii İATP-G’ye bir eleştiri yazısı filan da gelmedi. Bunun yerine, boşu boşuna İATP-G gündemini meşgul ettiği anlaşılan Çetinkaya, bir karşı propaganda yazısı yayımlayarak güya hepimizi şaşkınlıklara boğdu. Meğersem İATP-G benim bir dediğimi iki etmeyen bir yapı değilmiş. Bu ne yaman çelişkiymiş?Nihayet Çetinkaya anlamış (mı?): Eğer ortada dar bir arkadaş gurubunun sınırlarını aşan daha kompleks bir girişim yapısı varsa, ne yazık ki “Bir dediğini iki etmeme” durumları kolay kolay yaşanmaz. Çelişkilere ve hatta bazen çatışmalara katlanmak zorunda kalırsınız. Hatta ortada çelişki ve dinamizm yoksa, asıl bundan şüphelenmekte fayda vardır (nerede hareket, orada bereket). Kamusal alanda aşırı uyumlu görünmek – ki bunun sonucu genelde kamusal atalettir - yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğuna delalet eder.OYUN sitesinin editörü Bulunmaz’ın ‘Kim bu Emrah Özlek?’ araştırması yapmasının aslında bir gereği yok. Emrah Özlek veya Feridun Çetinkaya veya Coşkun Büktel… Bunların tamamı aynı özün farklı görünümleri… Bundan sonra, kendilerine bir toplam olarak hitap edip özetle “Coşkun Çetinkaya” diyeceğim. Şimdilik sanal bir gerçeklik olduğu neredeyse kesinleşen “Emrah Özlek”i işin içine katmıyorum; çünkü “Theope” vakasına yeterince bulaşmış sayılmaz.Sanıyorum Büktel’in de adil sayılabilecek bu toplama işlemine bir itirazı olmayacaktır. Çünkü Çetinkaya’nın yazısı ile ilgili olarak şu lafları etmiş: “… müthiş bir okuma lezzeti sunan, ‘doyurucu’ yazı…” Bana göre bu yazı, “o..urmak” ya da “s..çmak” gibi fiiller devreye sokularak işin kısmen lümpenliğe de vurulduğu bir demagoji denemesi.Bu lümpenliğe de meyleden yaklaşım, Coşkun Çetinkaya’nın tabii ki kamusal değil ama absürd hale getirmeyi başardığı “Tehope” vakasının belirgin dışavurumlarından sadece bir tanesi. Başka bir örnek verecek olursam: Coşkun Çetinkaya’nın şahsi, ama biraz da BFK “lezzetinde” sitesini ziyaret edenler görecektir. Orada bir “alçaklar”, “sapıklar” ya da “iftiracılar” (geçmişte bir imza kampanyasıyla Coşkun Çetinkaya’yı protesto etmiş olanlar) listesi var. Eski TİYATROM sitesi editörü A. Ertuğrul Timur Coşkun Çetinkaya’ya bir mektup yazıp bir hatırlatma yapma gereği duymuş. Demiş ki benim bu listede ne işim var? Ben zamanında bu yanlış bulduğum kampanyadan imzamı çekmiş, hatta özeleştiri vermiş ve çevremi de uyarmıştım. Coşkun Çetinkaya eveleyip geveleyip diyor ki gözümden kaçmış olabilir. Sonra da ilahi bir jestle kararını veriyor: ‘Madem özeleştirini veriyorsun, seni listeden azat ediyorum!’. Bir özür dileme nezaketi dahi gösteremiyor: Kusura bakma, uyarana kadar şunca zamandır seni haksız bir şekilde “alçaklık”, “sapıklık” ya da “iftiracılık” gibi hakaretlerin muhatabı kılmışım diyemiyor.Bu, Coşkun Çetinkaya’nın açık sözlülükten anladığı magazinel yaklaşım içinde gayet tutarlı bir yere oturuyor: Ben suçlamakta ve hatta hakaret etmekte özgürüm, eğer suçlama ya da hakaretten kurtulmak istiyorsanız, bunu ispat etmek size düşer. Bu da yetmez; ispatın bir şekilde benim bazen dalgınlık da gösteren sübjektif evrenimde yerini alma şerefine erişmesi gerekir.Coşkun Çetinkaya’nın şu magazinleştirdiği “Theope” vakasına gelecek olursam: Özdemir Nutku’nun tavrının nasıl yorumlanacağı konusunda bir anlaşmazlık içinde olduğumuz doğrudur. Bana göre, Özdemir Hoca resmi tiyatro kurumlarından dışlanan “Theope” üzerinde bir şaibe yaratmıştır. Fakat bu şaibe, Özdemir Hoca’nın kelime kelime ya da cümle cümle söylediklerinden yola çıkarak gösterilemez. Bu sonuca ulaşmak için söylenenleri olaysal bağlam içinde değerlendirmek gerekir. Buna karşılık Coşkun Çetinkaya şunu iddia etmektedir: Hayır, şaibe ne kelime, Özdemir Hoca’nın söyledikleri iftiracı olduğuna yeterli kanıt oluşturmaktadır.Pekiyi nasıl oluşturmaktadır?Elimizde Özdemir Hoca’ya ilişkin işitsel-görsel kaydı da yayımlanmış dört tane cümle var:(1) “Hiçbir şeyle itham etmiyorum.”(2)“Fransızca’da 16.yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var.(3)“Özellikle Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler yani, bir bakmalılar.”(4)“Aradaki benzerliği görmek için.”Normalde bu cümleleri önermelere çevirmem gerekirdi. Ama Coşkun Çetinkaya’nın olaysal bağlama dayalı akıl yürütme eyleminden hazzetmeyen alıntıcılık saplantısı nedeniyle aynen bıraktım. İsteyen bunu kendi kafasında yapabilir.Şimdi elimizdeki bu dört cümleye bakan, Özdemir Hoca’nın “çalıntıdır” türünden bir iddiası olmadığını anlayacaktır. Bir benzerlik olduğu iddiası vardır. Birinci ve üçüncü cümleden de anlaşılabileceği gibi, bu benzerlik iddiası kanıtlanmış değil; yani ortada kontrol ve teyit edilmesi gereken bir benzerlik iddiası vardır. Önermelerin bir ilişki içinde ele alınmasını söyleyen temel mantık bilgisi bu sonucu çıkarmamız için yeterlidir. Yani ne Özdemir Hoca savunucularının iddia ettiği gibi birinci cümle esas alınabilir; ne de Coşkun Çetinkaya’nın iddia ettiği gibi dördüncü cümle.Öte yandan, bir şeyin başka bir şeye benzemesi için, o başka şeyin var olması gerekir. Nitekim Coşkun Çetinkaya da bunun farkına varmış. İşte Özdemir Hoca’nın köşeye sıkıştığı noktanın tam da bu olduğunu söylemektedir. Gerçekten de, ortada benzetilebilecek bir eser olmadığına göre, benzerlik tezinin olgusal temeli çökmüş ve açık bir yalan ya da iftira olasılığı belirmiştir.Dikkat edilecek olursa, “olasılık” diyorum. Çünkü olgusal önermelerle bir sonuca ulaşmak biçimsel mantık içinde çözülebilecek bir sorun değildir. (Coşkun Çetinkaya’nın bir türlü vakıf olamadığı temel bir mantık bilgisi.) Karşınıza öyle bir olgu çıkar ki, bu tamamen uydurma görünen benzerlik iddiasının aslında tamamen uydurma olmadığı ya da iftira atma niyeti taşımadığı ortaya çıkabilir.Örneğin, kontrol edilmesi şartıyla benzerlik iddiasını ortaya atan Özdemir Hoca, gerçekten de tamamen yanlış ve ilgisiz bir çağrışımı gündeme getirmiş olabilir. Yani benzerlik iddiası kendi içinde (olaysal bağlamdan kopuk olarak) kötü niyet taşımıyor olabilir. Bu noktada, doğru ya da yanlış, benzerlik iddiasının iftira amaçlı ortaya atılmadığı açıklamasının samimiyetine inanıp inanmamak önem kazanacaktır.Pekiyi samimiyet nasıl test edilecek?Şimdi deniliyor ki, Özdemir Hoca ikinci bir “Theope”nin varlığını ispatlayamadı, şu ya da bu nedenle tamamen yanlış ve ilgisiz bir çağrışımdan hareket edip benzerlik iddiasını ortaya attığı için bir özür de dilemedi. Öyleyse iftiracıdır.Ben Coşkun Çetinkaya’nın vardığı bu sonuca güvenmiyorum; çünkü belden aşağı da vuran ve gayet “lezzetli” ve de “doyurucu” bulduğu demagojik magazin teknikleriyle de iş gördüğünü biliyorum. Bu tekniklerin de damgasını vurduğu kepaze bir teatral ortamda, medeni cesarete dayalı jestlerin devreye girmesinin kolay olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle mesela Özdemir Hoca’nın sustuğunu, yani bir çeşit “kader” kurbanı olduğunu iddia edebiliriz.Benim düşüncem farklı: Özdemir Hoca’nın şu ikinci “Theope”nin varlığı konusunda yalan söylediği ya da iyi niyetle bir yanlışa düştüğüne değil de, pek bilmediği ya da belki karıştırdığı bir şeylerden söz ettiği izlenimine kapılmıştım. Yani “Theope”yi şaibeli hale getirmek için bir şekilde yoktan var etmek gibi bir eylem geliştirmez (açıkça iftiracı pozisyonuna düşmez) diye düşünmüştüm. Doğrusu, şu “… Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler yani, bir bakmalılar” cümlesini tümden ciddiye almazlık etmemiştim.Pekiyi niye böyle yapmıştım? Çünkü ikinci bir “Theope”nin değil, ama bir Théophé’nin varlığından sanki biraz haberdar gibiydim; belki Fransızca ile aşina olmanın da etkisiyle…“Theope” vakasında “iftiracı” suçlamasına çok da önem vermediğim ve bu suçlamanın meselenin özünü oluşturduğunu düşünmediğim için, bu konuyu ayrıca eşeleme gereği duymadım. Fakat Coşkun Çetinkaya son yazısında bir kez daha ‘İkinci bir ‘Theope’ yok!” yok yaygarasını basınca; ben evet ikinci bir “Theope”den benim de haberim yok; ama bir Théophé’den haberim var demem gerektiği sonucuna ulaştım.Şöyle ki: 1697-1763 arasında yaşamış Abbé Prévost (Antoine-François Prévost) adında bir Fransız yazar var ve yazdığı romanlardan birisinin adı “Histoire d’une Grecque Moderne”. Romanın adından Yunanlı genç bir kadının hikâyesinin anlatıldığını öğreniyoruz. Bu Yunanlı genç kadın kahramanın adı Théophé. Yani romanın adı Théophé değil, ama romanda hikâye edilen Yunanlı genç kadın kahramanın adı Théophé. Yabancı dil bilmek koşuluyla bu bilgilere internetten de ulaşılması mümkün. Elbette bu az da olsa zahmet gerektiren işin yapılmasını ‘Ben suçlarım, tersini kanıtlamak suçlanana kalmış’ yaklaşımındaki magazin düşkünlerine tavsiye etme gereği duymuyorum.Şimdi bu veriye bakarak, Özdemir Hoca bir şeyleri birbirine karıştırsa da, aslında öyle kestirmeden yalan sınıfına sokulacak bir iddiada bulunduğu sonucu çıkmaz düşüncesindeyim. (Yener Aksu’yu yalancı olmakla suçlayan Bulunmaz’ın kulakları çınlasın.) Bir sohbet sırasında birilerinden duymuş olabilir ya da gerçekten bizzat kendisi bir yerlerde rastlamış olabilir, ama nihayetinde tamamen uydurma sözler ettiği sonucuna ulaşılamaz.Benim düşüncem, Özdemir Hoca’nın “Theope”nin çalıntı olduğu iddiasıyla ve iftira atmak için ortaya çıkmadığı, ‘Büktel’in eserini öyle gözünüzde aşırı büyütmeyin’ iddiasıyla ortaya çıktığıdır. Fakat tartışmaya açık bu tavrını, bilimsel bir eleştiri ortamında değil, eserin sahnelenme hakkının tartışıldığı bir ortamda geliştirmiştir. Eseri şaibeli hale getirdiği eleştirisini bu nedenle yaptım. Yoksa “Theope”nin Türkçe yazılmış en birinç oyun olduğu düşüncesine ben de itibar etmiyorum.Beni ilgilendiren “Theope”nin “Théophé” adlı kahramanın hikâyesinin anlatıldığı romana benzeyip benzemediği değil. Evet, bazı benzerlikler var: İki eserin de kahramanları benzer adları taşıyorlar ve cinsiyetleri kadın. Bundan ne çıkacak? En fazla Coşkun Çetinkaya’nın olmak istediği gibi bir tanrı olamadığı, her sıradan insan gibi onun da evrensel kavramlar ve kalıplarla düşünmek zorunda kaldığı.“Theope” etrafında kopartılan magazinel ve de sübjektif fırtınaya karşılaştırmaya dayalı akademik egzersizlerle katkı sunmak anlamsızdır görüşündeyim. Kuşkusuz bu iki edebiyat eserini konu alan karşılaştırmalı bir çalışma yapmak zevkli bir uğraş olabilirdi. Denilebilirdi ki bakın bu eserde kadına bakış şöyle, diğerinde böyle, birinde ahlâki sorunsallaştırma şöyle, diğerinde böyle vs… Fakat bu tip akademik egzersizler dahi, magazin kültürüne batmamış olmak gibi asgari bir ciddiyeti gerektirir.Sonuç olarak Özdemir Nutku’nun bir şeyleri yanlış hatırlayabileceği, ama tamamen uydurma bir iddianın da sahibi olmadığı bu şekilde gösterilmiştir kanaatindeyim. “Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenlere” havale edilmiş zayıf bir benzerlik iddiasından hareketle “iftiracı” imal etmek yaygaracı magazinel yaklaşımın şaşırtıcı olmayan bir eylemidir.Araştırma ve sorgulama yeteneklerini köreltenlere son bir mesaj verelim: Söz konusu olgular olduğunda “iki kere iki dört kadar kesin” gerçekleri keşfeden bir kimse henüz çıkmadı. Bu ilahi bir eylem olarak kabul edilir ve genelde Allah’a havale edilir. Fakat bu tip yanılsama ve yansıtma pratiklerinin ne kadar sübjektif ve ‘duruma göre’ (adil olmayan) biçimler aldığını göstermek zor değildir.(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Bugüne kadar Sayın Feridun Çetinkaya ile herhangi bir iletişimimim olmadığı, email adresini, var ise sitesini bilmediğim, tanımadığım için ve sizler de onun söz konusu yazısına yer verdiğiniz için aşağıdaki Sayın Feridun Çetinkaya'ya hitaben yazılmış açıklamamı sizin vasıtanızla iletmek istiyorum.
Diliyorsanız sitelerinizde yayınlayarak , diliyorsanız sadece kedisine birebir ileterek.., benim açımdan hiç farkı yoktur, Feridun beyin yazısı yayınlandı diye ille de benimkinin de yayınlanması ve tiyatro kamuoyu önünde aklanmak gibi bir ihtiyacım da yoktur.
Aracılığınız için şimdiden teşekkür edereksaygılar sunarım
Ertuğrul Timur

Sayın Feridun Çetinkaya,İATP-G ile yaşadığınız polemikler kapsamında Tiyatrom.com ve adımın yeniden anılmaya başladığını ve aynı nakaratlarla yeniden dillendirildiğini görmekteyim. Size sizin yazdığınız gibi uzun uzadıya ve aynı cümleleri permütasyonlarla kelimelerin değişebilecek kadar yerlerini değiştirip yeniden yeniden uzatarak da cevap verecek değilim.Ben iki gün önce Coşkun Büktel'e yazdığım bir düzeltme yazısında sadece Burak Caney adlı kişi yada kişilerin başlattığı kampanyaya desteğimi kısa sürede çektiğimden verilmesi gereken tartışmanın karşılıklı verilmesinin, bilinmeyenlerle ittifakın yanlış olduğundan söz etmiştim ve bundan dolayı özeleştiri verdiğimi hatırlatmıştım. (Ki benzer bir hatayı, bir bilinmezle ittifakı bir kaç gün önce kendileri de yaptılar maalesef)"Yaşasın Sansür" başlıklı yazımın da , düşüncelerimin de halen arkasındayım. Yaşasın Sansür yazısının bir ironi olduğunu anlamamak için ya son derece düşünce özürlü bir salak olmak gerek ya da bize taraf olmayan yayıncının kendi eliyle verdiği bir pası gole çevirelim çabasında olmak gerek ki sanıyorum sizin salak olmayacak bir zeka seviyesinde olmanız ikinciyi geçerli kılıyor.Evet yaşasın sansür.. Eğer Theope polemiği 12-17 yaşlarında gençlerin herkesten fazla okuduğu Tiyatrom'da "sıçıp sıvamak", "sıçtığı yere kadar kovalamak""Şerefsiz ......... "seviyesinde yazılarla sürecekse ben bu polemiğin her üç tarafına da sansür uyguluyor bu polemiğe tiyatrom'da yer yoktur diyorum demiştim ve yine diyorum. Sayın Hilmi Bulunmaz ilk yayına geçtiği dönemki üslubunu oldukça değiştirdi. Bugün kendisine saygı duyacağım noktada yazılar kaleme almakta ve zaman zaman toplumsal muhalefetin önemli bir kalesi olarak gündem yaratmaktadır. Fakat o dönemki üslubu ile yazdığı yazı tiyatrom yayın niteliğine uygun değildi. Yazısında savunduğu felsefi görüşler, politik görüşler, siyasal sivrilikler değil, yada bir oyunu, yazarı savunmasından, bir tiyatro hocasını eleştirmesinden dolayı değil "sıçıp sıvamak", "sıçtığı yere kadar kovalamak", "şerefsiz" gibi cümleleri direk bir şahsın isminin önüne koyarak yasal anlamda da suç oluşturarak bir yanıt yazmasından dolayı idi. Siz bana, yasal olarak da suç teşkil edebilecek bu yazıyı yayınlamak zorundaydın diyemezsiniz, bunu hiç kimse diyemez. . Bugün illegal ve porno yayınlar dışında hangi yayın bilerek küfürlerle sövgülerle ve yasal olarak da suç teşkil edecek bir yazıya yer verir? Hangi demokrat yayın? Düşünce özgürlüğü yada sansür karşıtlığı denilince düşüncelere sansür konulması anlatılır, küfüre sansür konuldu diye sansür savunuculuğu mu yapacaksınız bana?
Peki bunu öne sürerek henüz Coşkun Büktel'in yazılmamış yazısına da sansür uyguladım mı? Evet bu polemiğin tarafları Coşkun Büktel, Mustafa Demirkanlı, Hilmi Bulunmaz idi. Ve ortada başlamış süren bir polemik varken "seninki küfürlü yayınlamam diğerininkinde küfür yok yayınlarım" yaklaşımı da bu defa tek yanlı görüş yansımasına sebep olmayı getirecekti, taraflardan birine üslubun bozuk deyip susturup diğer ikisine geçit vermeyi getirecekti. Üstelik her küfür ve her hakaretin karşıdan da benzer reaksiyonu getirmesi sürpriz olmayacaktı. Bu nedenle de insiyatifimi ve sağduyumu kullanarak, bu polemiğin bu üçlü içerisinde giderek seviyesizleşeceğini de ihtimal dahilinde görerek tiyatrom'da bu polemiğe yer yok, sadece birinin yada ikisinin değil Mustafa Demirkanlı da dahil her üçünün de bu minvalde yazısına tiyatromda yer yok ve bunun adı sansür ise yaşasın sansür demiştim. Kaldı ki bunun nedenlerini de açıklayarak, ve bu konuyu okumak takip etmek isteyenler varsa yine de şu şu sitelerde okuyabilirler deyip adres göstererek. (Büktel ve Bulunmaz'ın sitelerindeki ilgili sayfalara link vererek okuyabileceklerinin de adresini vererek.. (HANGİ SANSÜRCÜ OKUNMASINI İSTEMEDİĞİ BİR YAZIYA VE KİŞİLERİN YAYININA LİNK VERİR?)
Her yayının belirli kuralları vardır bunun aksini düşünmek ahmaklıktır. Coşkun Büktel yada Hilmi Bulunmaz'ın da kuralları var ve olmalıdır da. Bugün siz en radikal, en anarşist, en devlet güçleriyle, dünya emperyalizmiyle dişediş kavga halinde bir ideolojik bir yayına istediğiniz sivrilikte yazı yollayınız memnun kalarak yayınlarlar. Aynı yayınlara içerisinde bir şahsa yönelik şerefsiz, sıçarım.. sıvarım.. şeklinde kelimeler geçen bir yazı yollayın bakalım yayınlayacaklar mı görelim. Var mı onların bunu yayınlayacağına dair ahmakça bir beklentiniz? Ne oldu o zaman bu yayınlar sansürcü mü oldu sayın Çetinkaya? Olabilir mi böyle bir ahmakça beklentiniz sayın Çetinkaya?İstediğiniz bir sanat yayınında istediğiniz ve hak ettiğini düşündüğünüz bir kişiye yönelik "şerefsiz seni sıçtığın yere kadar kovalarım" gibi içerikte bir yazıyı yayınlatınız ben de tamam ben yanılmışım ben sansürcüymüşüm diyeyim. Bulabilecek misiniz böyle bir tane sanat yayını sayın Çetinkaya?Sayın Hilmi Bulunmaz aynı yazıyı arşivinden bulup çıkarsın ve lütfen tek kelime çıkarmadan eklemden aynen şu sansürcü olmadığı için çok seviyorum deyip desteklediği Erbil Göktaş hocanın Yeni Tiyatro Dergisine yollasın. Eğer Yeni Tiyatro Dergisi bu "sıçarım, sıvarım, Sıçtığın yere kadar kovalarım, Şerefsiz Mustafa Demirkanlı" gibi tümcelerin, cümlelerin olduğu yazıyı yayınlasın işte o gün ben Evet Yeni tiyatro dergisi asla sansürcü değil, tiyatrom gerçekten sansür yapmış bütün insanlıktan özür diliyorum diyeceğim var mısınız?Sayın Bulunmaz'dan rica ediniz ve duruyorsa o yazısını isteyiniz ve lütfen beni sansürcü olarak şikayet ettiğiniz İATP-G yayınlayacak mı bir de onlara sorunuz isterseniz..Yoksa sizlerden başka herkes mi sansürcü?
Yayınlamazlar. Eğer gerçekten ahmak yada salak değilseniz (ki sanmıyorum) siz de bu türde bir yazının aklıbaşında ve ciddiyeti olan bir dergide, yayında yayınlanmayacağını bal gibi biliyorsunuz.Zira bu onlar gözü pek, cesur devletle bile çatışmayı göze almış olsalar da yayın ahlaklarıyla, seviyeleriyle, yayıncılık ağırlıklarıyla uyuşmaz. Her yayın her tür şeyi yayınlar aksi sansürdür diye bir tez olabilir mi? Bunu söyleyen evet ancak olsa olsa bir ahmaktır, bir salaktır başka hiç bir şey değil. Tiyatrom'un da bu polemiğe geçit vermemesinin nedeni ve bunu bu noktaya getiren sayın Hilmi Bulunmaz'ın o dönemki bu seviyedeki yazısıdır ve şu an aynı üslupta bir yazı gelse sayın Hilmi Bulunmaz onu kendi sitesinde yayınlar mı inanın ben emin değilim. Zira Sayın Hilmi Bulunmaz iki yıl öncekinden belki çok daha kararlı ve çok daha keskin ama çok daha ağırbaşlı ve olması gereken üslupta bir çizgidedir ve bunu sağladığında kamuoyunda asıl şimdi küfür yada sövgüden daha çok etkili olduğunun da farkındadır eminim.Başa dönersek, Tiyatrom'un senelerce sürmüş bir çizgisi, bir üslubu, bir kendince yayın ahlakı vardı. Tiyatrom'un en büyük okur kitlesi genç kesimdi. Ve bu nedenle de Tiyatrom içinde (bugün bile ben yazarken tiksinerek ama kafanıza dank etmesi için yinelemek zorunda kalarak) sıçıp sıvamaklı, sıçtığı yere kovalamaklı, şerefsiz li, ve hatırlayamadığım benzer ifadelerle dolu yazıyı yayınlamadım ve eğer bu sansürcülükse tiyatrom sansürcüdür dedim bugün tiyatrom sürüyor olsa bugün yine yayınlamam. Bunun devamında gelen tırmanmaları ise isterseniz hiç karıştırmayınız zira iş Ertuğrul Timur'a nereden ne kulp takarız çılgınlığıyla toplist bannerini bahane göstererek belden aşağı vurmalara dek varmıştı ki bu da doğrusu bugün hala saygı duyduğum (çünkü duymamam için neden yok Theope konusunda hak vermemem, yada bir küfür içerikli yazılarını yayınlamamış olmam onların bende saygınlığını azaltmaz) Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in en hafifinden onların bana karşı Burak Caney seviyesinde yayıncılıklarıydı maalesef. En son varılan noktada da ben sizi tanımıyorum, yok sayıyorum, sizinle ilgili hiç bir satıra da yer vermek istemiyorum noktasına varmamdır ki bu sanıyorum en azından onların o dönem bana yaptıklarının yanında her halde daha insancıl bir tavır almaydı. Tiyatrom'la hiç ilgisi olmayan bir cm'lik toplist bannerinin tıklanmasıyla gidilen yerde bir cinsel ürün mağazası reklamı da çıkıyor olmasını bahane göstererek günlerce internette adınız "Feridun Çetinkaya penis büyütücü satıyor" diye anıldı mı sizin hiç? Google aramalarında adınız soyadınız 2 yıldır bu şekilde bulunuyor mu? Bu çarpıtmalı iftirayı yapanları hangi yayın etiğine sığdırıyorsunuz da teorik düzlemi yüksek yazılarınızda hiç anmıyorsunuz? Yazdığınız teorik süsü verilmiş upuzun yazınızda ne bu "sıçıp sıvamalı", ne bu "penis büyütücü satıyor" türü manşetlerle yapılan yüksek fikirsel(!) tartışmalara girmiyorsunuz tabi siz. Onları görmezden geliyor tek yanlı bir yargılamayı doğal sayıyorsunuz.Siz ne kadar tiyatrom okuruydunuz bilemiyorum. Zira ben de sizi Coşkun Büktel savunuculuklarınız dışında neredeyse hiç tanımıyorum. 8 yıl tiyatro yayıncılığı yaptım ama ne bir oyununuza, ne bir tiyatral çalışmanıza, tanık olmadım bu da sizin değil benim noksanım diyelim. Tiyatrom'u tiyatroyla ilgili bir kişi olarak az da olsa takip ettinizse tiyatrom'un Şehir Tiyatrolarında yaşananlar, Adana'da, Mersin'de, Denizli'de, İzmit'de yaşananlar konusunda lokomotif rol üstlendiğini, her türlü görüşün en uç noktalarda ancak ve sadece tiyatrom'da dile getirilebildiğini, Bir önceki Kültür Bakanı müsteşarlarınca tehdit sayılabilecek düzeyde sıkıştırılmasına karşın konunun üstüne gittiğini, Eğer bugün İzmit'de bale salonu mescit olmaktan çıkarılmışsa yeniden bale salonu olmuşsa, AKP'li belediye geldiğinde kaldırılan Denizli Amatör Tiyatrolar Festivali yeniden konulmuşsa, Adana Seyhan ilçesinde DSP'li belediye başkanınca kapatılan belediye tiyatroları yeniden apar topar bulunan bir sinema salonunda açılmışsa, Çocuk Tiyatrolarında sömürü çarkı ilk defa büyük gazetelere haber yapılmışsa, AKM'nin yıkılma kararında geri adım atılmışsa ve onlarca tiyatro sevdalısı gençle ilgilenilip az yada çok olumlu yönde kanalize edilmişse ve daha uzayıp gidebilecek bir takım konular yaşanmışsa ve bunların üzerine korkmadan gidilip gündeme taşınmışsa, defalarca tarafıma tehditler gelmişse, şehir tiyatroları koridorlarında ismim küfürlerle bağırılarak "buraya sokulmayacak bu adam!" diye çınlatılmışsa tüm bunları hiç dikkate almadan siz tiyatrom'a sansürcü dersiniz.. Peki tiyatrom bu konuların üstüne giderken ve tehditler alırken siz özgürlükçü ve mücadeleci beyler neredeydiniz? Neden o zaman bu konularda kalem oynatmadınız yada tiyatrom'un sesinin savunuculuğunu yapmadınız? Bunların hangisi theope ve Coşkun Büktel'in uğradığını varsaydığınız haksızlıktan daha az önemli?Evet siz diliyorsanız, bütün bunları görmezden gelebilir, içiniz elveriyor ve bundan sonra da tiyatrom'a sansürcü demeye ve bunu sayfalarca aynı cümlelerle yazmaya devam edebilirsiniz. Ama buna da sizlerden başka kimseyi inandıramazsınız. Ancak kendi dar taraftar kitleniz içinde içinizi rahatlatırsınız. Bu kadarı dahi gerektiğinden uzun bir yazı olduğu için bundan sonra polemik başlamışken deşelim gayretinde olsanız dahi yanıt vereceğimi sanmıyorum. Çünkü beni bireysel sorunların kavgasından çok toplumsal olanlar ilgilendirir. İnşallah bir gün sizi de Büktel hakları savunuculuğunun yanı sıra toplumsal konularda da bu derece kararlı bir şekilde kaleminizi kullanarak görürüz ve ittifak yapabileceğimiz alanlar da varmış deyip mutluluğa erişiriz.Kendinizi ille de bana yanıt vermek zorunda hissetmeyiniz. Ama bu polemiğe başka siteleri yayıncıları, kişileri bulaştıramaz olduk hazır başlamışken sürdürelim gündem olsun derseniz ve dilerseniz dilediğiniz uzunlukta yanıt yazmakta da özgürsünüz elbette. Ama ben yeniden yanıtlayacağımı sanmıyorum. Zira her şeye karşın ortak paydalar ve asıl uğraşılması gereken ortak sorunlar varken Sayın Hilmi Bulunmaz'la seviyeli bir diyalogu başarmışken külleri deşip ayrıntıları dile getirip zaman içerisinde yapılıp geçilmiş haksız ithamları hatırlayıp hatırlatmak zorunda kalınıp yeniden depreştirmenin kimseye bir yararı olmayacağını aksine öfkelerin kalıcılaşmasına neden olacağını düşünüyorum.
Sağlıcakla kalın