15 Şubat 2009 Pazar

Kurhan'ın yazısını YORUMSUZ sunuyoruz! / 4

Habercilik Adına Yola Çıkıp Dedikodu Enkazı Altında Kalmak İstemeyenlerin İlgisini Çekebilecek Bir Değerlendirme


Ömer F. Kurhan
15 Şubat 2009


Durup dururken ve absürd jestlerle “Emrah Özlek” vakasını İATP-G’nin gündemine sokma başarısı gösteren Bulunmaz ve Büktel’in eleştirisini yaparken çıkış noktalarım şunlar oldu: (1) Tiyatro alanında özel bir öneme sahip olduğunu düşündüğüm internet ortamında tiyatro yayıncılığına gösterdiğim hassasiyet; (2) Güncel olarak taciz karşıtı kampanyayı yıpratma ya da sulandırma işlevi de yüklenen dedikodu yayıncılığı ve ciddiyetsizlik.

Bir noktayı tekrar vurgulayalım: Burada mesele OYUN dergisi tarafından faili meçhul olduğu ilan edilen dedikodu yazısı değildir. Bu tip dedikodu yazılarıyla karşılaşmak her zaman olasıdır.
İnternet ortamında dedikodu yapılmaz diye bir şey de yoktur. Mesele, dedikodu yazılarının ciddiye alınıp haber ve/veya yorum diye yayımlanmasıdır. Eğer bunu yaparsanız, temel bazı yayıncılık ilkelerinin ışığında sorgulanmaktan kurtulamazsınız.

Bu ilkeleri öğrenmek için de illa ki bu işin okulunu okumanız gerekmez. Ya da örneğin benim gibi şu kadar yıl “alaylı” tarzda bu işi yapmış olmanız da gerekmez. Bu işlere ilgi duyan herhangi birisi örneğin gazetecilik mesleğinin de konu edildiği bir filmi ya da oyunu seyrederek ya da bir romanı okuyarak pek çok şey öğrenebilir.

Örnek verecek olursam: Son dönemde seyrettiğim filmler arasında “G.A.L.” diye bir film var. GAL İspanya’da Bask sorunu kaynaklı ve illegal silahlı faaliyet yürüten ETA örgütüne karşı kurulmuş devlet destekli bir terör örgütü. Yani bizim “Susurluk Çetesi” ya da son dönemde “Ergenekon Terör Örgütü” denilen teşkilatlarımıza benziyor. Bir gün kimliği belirsiz birisi telefonla bir gazeteyi arıyor ve yasa dışı bir dizi cinayet, bombalama vs. eylem gerçekleştirdiği bilinen bu örgütü deşifre edebileceğini iddia ediyor. Telefonu açıp iddia sahibiyle konuşan gazetecinin ilk tavrı, duyduğu sesle yetinmeyip yüz yüze görüşme talebinde bulunmak oluyor. Yüz yüze görüşmek de yetmiyor, iddiaları hakkında kanıt sunması talep ediliyor. Yüz yüze de görüştükleri kişi gerçekten de önemli kanıtlara (fotoğraf, küçük bir cephanelik, yazılı belgeler vs…) ulaşmalarını sağlıyor. Bu aşamada, kamuoyuna dönük enformasyon üretimini başlatma kararı alıyor ve tabii ki suçlanan kişi ve kurumların da görüşlerini almak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Şimdi böyle bir filmi seyreden çocuk yaşta birisi bile habercilik etiği ve kurallarına ilişkin temel bazı bilgiler edinebilir. Pekiyi haber-yorum yayıncılığı yaptığını iddia eden Bulunmaz’ı bu temel bilgileri edinmekten / uygulamaktan alıkoyan ne? Ya da Büktel’in kendi şahsi sitesinde Bulunmaz’ın editörlüğünü yaptığı OYUN dergisinin kuyruğuna takılmasının manası ne?

Bu sorunun yanıtı bir boyutuyla gayet basit: Bulunmaz ve Büktel dedikodu temelli dezenformasyon üretiminde sakınca görmeyen magazin yayıncılığının özneleri haline gelebiliyorlar. Yani yayıncılık alanında ilkeli bir duruş içinde değiller. Duruma göre ilkeli, duruma göre ilkesiz tavırlar üretmeyi ilkeli olmak sanıyorlar.

Hilmi Bulunmaz’ın editörlüğünü yaptığı OYUN dergisinin aslında “Emrah Özlek” adlı bir şahsiyetin var olmayabileceği ve bu imzaya sahip açıklamalara itibar edilmemesi gerektiği sonucuna nihayet ulaşmış olması, örneğin “G.A.L.” gibi bir filmden kolaylıkla öğrenilmesi mümkün habercilik ilkelerine hâlâ tam itibar edilmediğini gösteriyor. Tamam, içine sürüklendikleri magazin yayıncılığından dönmek için küçük bir adım atma çabası var, ama henüz yolun çok başındalar. Ne yazık ki kat etmeleri gereken çok daha uzun bir yol var. Bunun için de magazin yayıncılığına hayli meyilli duruşları hakkında zorlu geçeceği belli köklü bir özeleştiri sürecine girmeleri gerekiyor.

Bulunmaz ve Büktel’in taciz karşıtı kampanyayı yıpratmaya çalıştıkları ya da sulandırdıkları yönündeki iddiama gelince: Bunu anlamakta güçlük çekmelerini anlıyorum. Bu güçlüğe neden olan, ortak akıl ve vicdan temel alınarak geliştirilebilecek kamusal tavrın yerine kendi öznelci duruşlarını ikame etmeleri.

Kendi öznel dünyalarında asıl dert şu taciz meselesi filan değil. Asıl dert şu taciz meselesinin kendi öznelci gündemlerini destekleme konusunda kullanışlı olup olmadığı. “Çok sıradanlar” derken örneğin bunu kastediyorum. Kamusal alan bu şekilde çöküyor ve Türkiye’de milyonlarca, dünyada milyarlarca insan bu şekilde koyun gibi güdülebiliyor: Herkesin derdi kendine! Bu nedenle taciz karşıtı kampanya Bulunmaz ve Büktel’in desteğiyle değil, onlara karşı da değil, ama aynı zamanda onlara rağmen yürütülüyor. “Emrah Özlek” vakasında içine düştükleri durum, nasıl kendi öznelliklerine gömüldüklerini ve “rağmen” pozisyon aldıklarını bariz bir şekilde gösterdi. Yine de, eğer olur da örneğin Büktel’in yazar olarak haklarının çiğnenmesini seyirlik olmanın ötesine taşımayı başarır ve kamusal bir hak arayışına dönüştürürlerse, mütevazılığın sınırlarını zorlamaya çalışan bir destek sunacağımdan emin olabilirler. Yani pozisyonum ne karşı ne de “rağmen” olacaktır. Çünkü bu tip meseleler tek tek kişileri aşar ve kamusal bir inisiyatif alınmasını talep eder. Meseleye az çok vakıf her aklı başında vatandaşın da bu inisiyatife katkı sunması vicdani ve sosyal bir sorumluluktur düşüncesindeyim.

Aynı şeyi ne yazık ki Bulunmaz’ın TAKSAV ve Halman’a verilen ödül konusunda yürüttüğü “anti-faşist” kampanyası için söyleyemeyeceğim. Bir ara ifade özgürlüğünü anlama ve tanıma özürlüsü Özgür Başkaya’nın da ittifak ettiği bu kampanya, tamamen promosyona batmış durumda. Son olarak taciz karşıtı kampanyaya gölge düşürme işlevi de yüklenmek istenen konuyla ilgili tanıtım spotlarına baktığımda, ne Halman’ın faşist bir entelektüel ne de TAKSAV’ın faşizmin taşıyıcı öznesi bir kurum olduğunu gösterme yolunda tek bir adımın dahi atılamadığını görüyorum. Zaten asıl derdin bu olduğuna da inanmıyorum. Araştırıp soruşturup suçlamak başka, paşa gönlüm öyle arzu etti suçladım demek bambaşka.

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Oyun'un notu: Bakınız; "12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Halman'a Emek Ödülü veren TAKSAV'ın neden olduğu tiyatral ve siyasal tartışma, tiyatro dünyasındaki yerini koruyor"