14 Kasım 2010 Pazar

Başak Sakızlıoğlu'nun Genco Erkal'ı melekleştirmek için yazdığı bir yazı!

Oyun'un notu: "Metin Yazarı"(?!) ve "Dramaturg"(?!) Başak Sakızlıoğlu'nun kendi imzasıyla Yeni Tiyatro Dergisi'nin Kasım 2010 tarihli 23. sayısında yayımladığı "Marx'ın Dönüşü" başlıklı (ç)alıntı yazıyı ele alan sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, değerlendirme yazısını geliştiriyor.

***


Çok önemli bir güncelleme / 16 Kasım 2010: "Metin Yazarı"(?!) ve "Dramaturg"(?!) Başak Sakızlıoğlu'nun kendi imzasıyla Yeni Tiyatro Dergisi'nin Kasım 2010 tarihli 23. sayısında yayımladığı ve aşağıda yavaş yavaş değerlendirmeyi sürdürdüğüm "Marx'ın Dönüşü" başlıklı yazının hemen hemen tamamı, Vikipedi / Özgür Aksiklopedi'nin "Karl Marx" maddesi, Dostlar Tiyatrosu Internet sitesindeki Howard Zinn'in yazısı ve LİNÇÇİ Üstün Akmen'in "Kapitalizmin son aşaması komünizm midir?: 'Marx'ın Dönüşü'" yazısından (ç)alıntıdır. Henüz keşfettiğim ve bu keşfimle birlikte, akıl terazimin bozulmasına neden olacak kadar sinirlendiğim bu durumu, şimdilik, küçük bir notla, güncelleyerek geçiştiriyorum. Ancak, bu (ç)alıntı olayını sindirdiğimde, yani akıl terazimi tamir ettiğimde, tepkim çok daha değişik, çok daha farklı ve çok daha sert olacak! (HB)


***


Hilmi Bulunmaz
14 Kasım 2010


Yrd. Doç. Dr. Erbil Göktaş tarafından yönetilen Yeni Tiyatro Dergisi'ni, yayınlanmaya başladığı andan itibaren, yakından izliyorum. Zaman zaman yazılarımı yayımladığım Yeni Tiyatro Dergisi'nin soluk almasına katkım bulunsun diye, bu derginin hemen her sayısına, karınca kararınca, kurucusu ve yöneticisi olduğum Bulunmaz Tiyatro'nun reklâmlarını verip, bu derginin her sayısından beşer tane satın alarak, bunları, Bulunmaz Tiyatro sanatçılarından bazılarına ücretsiz olarak dağıtıyorum. Bütün diğer tiyatro dergilerinin (Kavuklu, Mimesis, Sahne, TEB Oyun, Tiyatro... Tiyatro...) LİNÇÇİ olduğunu bilmem, LİNÇÇİ olma alçaklığını asla göstermeyen Yeni Tiyatro Dergisi'ni sahiplenmeme neden oluyor...

***

Kendi ifadesine göre "Metin Yazarı" ve "Dramaturg" Başak Sakızlıoğlu'nu, LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın yönettiği(!?) LİNÇÇİ yayın(?!) tiyatronline.com, LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın yönettiği(?!) LİNÇÇİ yayın(?!) tiyatrodergisi.com.tr, Pervin Mısırlıoğlu'nun yönettiği izmirizmir.net sitelerindeki yazılarından tanıyorum. Tüm acemiliklerine, tüm eksikliklerine, tüm hatalarına, tüm yanlışlarına karşın, Başak Sakızlıoğlu, LİNÇÇİ yayın(?!) tiyatronline.com sitesindeki bir yazısında şöyle söylemeyi başarabilmiş birisi:

"Tiyatromuz karanlık günlerin eşiğinde, onu aydınlığa çıkartmak için tiyatroya gönül veren herkes yanmaya hazır olmalı."

Başak Sakızlıoğlu, yukarıdaki sözünü temellendirebilmek yada bu sözü söylerken esinlendiği imgeyi belli etmek için, Nâzım Hikmet'in kaleme aldığı "Kerem Gibi" şiirinden alıntı yapma cesaretini de gösterebilmiş. Ancak, Başak Sakızlığoğlu, aşağıda sunduğumuz biçimdeki Nâzım Hikmet'in "Kerem Gibi" şiirinden alıntı yaptığı şu bölümü:

"Ben yanmasam
....................sen yanmasan
...............................biz yanmasak,
...............................nasıl
.......................................çıkar
................................................karan-
..........................................................-lıklar
..............................................................aydın-
........................................................................-lığa.."

(Kaynak: siir.gen.tr)

Nâzım Hikmet'in estetik ve politik imgelemine hiç yakışmayan şu biçimsiz hâle getirebilmeyi kendinde hak görmüş:

"Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?"

(Kaynak: tiyatronline.com, "KAPATMAK ERDEM SAYILABİLİR Mİ?")

"Metin Yazarı - Dramaturg" olduğunu iddia eden Başak Sakızlıoğlu, hangi akla hizmet ederek, hangi hakla, Nâzım Hikmet'in şiirinin yazılış biçimini, Nâzım'ın estetik ve politik imgelemine hiç yakışmayan ucube bir hâle getirip, alıntı yaptığı bölüme üç tane "z" harfi ve bir tane soru işareti ("?") ekleyebiliyor?

Peki, "'KAPATMAK ERDEM SAYILABİLİR Mİ?' başlıklı yazıyı, bir an önce LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın yönettiği(?!) LİNÇÇİ yayın(?!) tiyatronline.com sitesine yetiştirmek için telâşlanması sonucu, Başak bacımızın kafası çok karışıktı, bu nedenle böyle bir yanlışlık yaptı ve yapmış olduğu yanlışın farkında bile değildi," diye düşünelim. Ancak, sitesinde yayınlamak üzere aldığı Nâzım Hikmet'in bu şiirini okurken, LİNÇÇİ yayın(?!) tiyatronline.com sitesi editörü LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın elleri armut mu topluyordu, gözlerine perde mi inmişti? İki eliyle bir şiiri doğrultamayan LİNÇÇİ Yaşam Kaya, alıntı yapılan bu şiiri okurken, alıntı yapılan bu şiiri dizerken ve alıntı yapılan bu şiiri okurlara sunarken, "eli işte, gözü LİNÇte miydi"?!!!

"Ne olacak canım, alt tarafı, alfabenin son harfiyle, bir soru işaretinin şiire eklenmesi ve şiir biçiminin Nâzım Hikmet'in estetik ve politik imgelemine uymayan bir biçimde değiştirilerek, tiyatronline.com sitesine adapte edilmesi, hiç de acımasız bir dille eleştirilebilecek vahim bir durum olamaz. Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Nâzım Hikmet de, dizeleri öyle merdiven basamakları gibi dizeceğine, adam gibi, düpdüzgün bir şiir yazsa olmaz mıydı sanki? Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Niye, Başak bacımızı bu kadar uğraştıyorsunuz? Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Nâzım Hikmet; ne öyle durmuş oturmuş, canı sıkılmış ve "karan"ın sonuna bir tire / kısa çizgi (-) yerleştirip, "lıklar"ın başına bir tire / kısa çizgi (-) eklemiş; bununla da yetinmeyerek, "aydın"ın sonuna bir tire / kısa çizgi (-) yerleştirip, "lığa"nın başına bir tire / kısa çizgi (-) daha eklemiş! Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Bu herifin, uzun yıllar hapiste yattı diye, bize ecel terleri döktürmeye ne hakkı var? Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Eee, yeter artık ama!! Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Daral geldi, gına geldi, sıkıntı geldi, iyi saatte olsunlar geldi!!! Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Estetikle, politikle, poetik olan arasında böyle saçma sapan ilişki kuranların sayısı artarsa, onlara da bakir, el değmemiş, sıfır kilometre, yepyeni bir LİNÇ KAMPANYASI düzenleme vakti gelecek demektir. Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Siktirin gidin başımızdan kardeşim!!!... Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Ne yani, bir ameliyat yapıp hastanın midesinde makas unutmadık ya!!!... Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Bir bombanın pimini çekip mazlum bir halkın üzerine fırlatmadık ya!!!... Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Alt tarafı, bangır bangır bağıran bir şiir, işte hepsi bu!!!... Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Hem kızcağız, Başak bacımız, Nâzım Hikmet'e kıyak yapacak ve hem de siz, cıyak cıyak bağırıp, bu kıyağın üzerine kırağı serpeceksiniz, çığ düşüreceksiniz!!!... Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz canım! Yok öyle yağma kaaardeeeşiiim!!!!!! Siz de çok dezenformasyon yapıyorsunuz caaanııım!!!!!!"

Hayalî olarak yazdığım ve LİNÇÇİ alçakların ağızlarından çıkabilme olasılığı bulunan bu tür anlamsız sözleri, gerçekten duyar gibi oluyorum. Ancak, "hava kurşun gibi ağır"; benim kulaklarım, bu osuruk kadar bile değeri olmayan sözlere sağır! Ben, osuruk kadar bile değeri olmayan bu sözleri, asla duymam! Bugün, bir tek harfin değerini önemsemeyenler, bir tek harfin bile kölesi olabilecek kadar alçak gönüllü olmaya niyetleri bulunmayan alçaklar, yarın, ameliyat ettikleri bir hastanın midesinde makas unutup, bir başka gün de, bir bombanın pimini çekerek, mazlum bir halkın üzerine fırlatıverirler!!!

Bana bak Başak bacım; sanat, çok zor bir zanaattır! Çünkü, gerçek sanat, gerçek anlamda zanaat değildir!! Eğer öyle olsaydı, iki sözcük (sanat, zanaat) yerine, bir tek sözcük (sanat yada zanaat) kullanılır, olur biterdi!!! Zanaat, sadece bilgi ve beceriyle yapılabilecek bir iştir. Sanatın, beceri ve bilgi gerektirmesinin, zanaata değgin bir boyutu bulunmasının yanı sıra, aynı zamanda, yoğun bir toplumsal ilgiyi ve yüksek bir estetik bilinci gerektirdiğini unutmamalısın, Başak kardeşim benim!!!...

***

LİNÇÇİ Genco Erkal'ı, yaklaşık olarak kırk yıldır tanırım. En keskin dişlere ve en devrimci düşlere sahip olduğunu göstermeye çalıştığı dönemden, "tek dişi kalmış canavar"a teslim olduğu, kapitalist düşler gördüğü ve bunun uzantısı olarak, LİNÇÇİ eskimiş subayın yönetimindeki LİNÇ KAMPANYASI alayında, âdeta uzman çavuş olmak isteyen bir yeni yetme gibi LİNÇ imzası verdiği döneme dek yakından izlediğim LİNÇÇİ Genco Erkal, her zaman için, bana snop, yapay ve gerçek anlamda hiçbir davası olmayan Oblomov kılıklı bir insan gibi göründü. Devrimci duygu ve düşünceleri, kendi kişisel çıkarları için kullanmayı alışkanlık hâline getiren LİNÇÇİ Genco Erkal, hiçbir zaman, işçi sınıfının siyasal ve ideolojik gelişmesi yönünde asla çaba harcamadı. İşçi sınıfını, iktidara yürüme anlamında donandırmakla yükümlü olan aydınlara hiç benzemeyen LİNÇÇİ Genco Erkal, bu sınıfı, sadece ve sadece, kitlesel gücü nedeniyle, potansiyel müşteriler ordusu olarak gördü!

Ömrünü, işçi sınıfının toplumsal, kültürel, siyasal, bilimsel, sanatsal, etik, estetik ve ideolojik kavgasına yatıran Nâzım Hikmet'in şiirlerini, âdeta toptan alıp perakende satışa sunan LİNÇÇİ Genco Erkal, rahat bir yaşam elde etmek, yaşamını garanti altına almak için, Nâzım Hikmet'in şiirlerini, kelimenin tam anlamıyla, kullanmaktan hiçbir zaman geri durmadı.

Öyle tahmin ediyorum ki, LİNÇÇİ Genco Erkal, bu yapıtları keyfine göre kullanırken, bu yapıtlar sayesinde Kültür Bakanlığı çanağı yalamasına (Örnekse, sadece "Kerem Gibi" için, Kültür Bakanlığı çanağının tam 72.000 TL'lik bölümünü yaladı! 72.000 TL, yaklaşık olarak 100 işçinin bir ayda terleyerek elde ettikleri paradır!! 72.000 TL, bir işçinin, yaklaşık olarak, 10 yılda "kazanacağı" paradır!!!), bu yapıtlar sayesinde Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapmasına (Efes Pilsen, özel bir şirket olduğu için, hangi tiyatroya, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapmaları, biralarını şirin göstermeleri karşılığında ne ödediğini açıklamıyor! Ancak, biz, LİNÇÇİ Genco Erkal'ın, Nâzım Hikmet'i pazarlarken, Efes Pilsen tezgâhtarlığı karşılığında, yine, Kültür Bakanlığı çanağı yalamak için aldığı düzeyde, tahminen her sezon için, 72.000 TL aldığı kanısındayız!!!) karşın, bu yapıtlar için, herhangi bir telif de ödemedi. Yineliyorum; bu sadece bir tahmin, sadece bir kanı.

Peki, bu tahmini nasıl yapıyorum? Bu kanıya nasıl varıyorum? Çünkü, LİNÇÇİ Genco Erkal, belleğim beni yanıltmıyorsa, Nâzım Hikmet'in, telif gerektiren hiçbir oyununu (bir uyarlama olarak izleyicilere kakalanan "Sevdalı Bulut" abukluğunu, tabii ki, oyun diye nitelemem, tiyatro sanatına saygısızlık olur!) asla sahnelemedi! 1994-95 tiyatro mevsiminde, LİNÇÇİ Genco Erkal'la Muammer Karaca Tiyatrosu'nu paylaşmak zorunda kaldığımızda, biz, altı oyuncu gerektiren Nâzım Hikmet'in "İnek" oyununu sahnelerken, LİNÇÇİ Genco Erkal, yine "tek kişilik dev prodüksiyon" satarak, bir Nâzım Hikmet katliamı daha yapıp, tek başına paraya para demiyor, sahne üstünde Nâzım silkeliyordu!

12 Eylül Faşizmi öncesi, yüzeysel devrimci söylemlerle para kazanan LİNÇÇİ Genco Erkal, 12 Eylül Faşizmi'yle birlikte, zâten, örgütçülükten hiç hâz etmeyen ruhunun rüzgârına iyice teslim olup, "tek kişilik dev prodüksiyonlar" yaparak, küçük burjuvaların düşlerindeki koruganlara sinmiş bulunan devrimci kıpırtıları, Nâzım Hikmet'in şiirlerine yaslanarak metaya dönüştürmüştür. Böylelikle, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için gerekli ve zorunlu olan; aydın bedenlerin, sosyalizme ve işçi sınıfı ideolojisine karşı oluşturduğu düşünsel barınağa müthiş derecede katkıda bulunma görevini lâyıkıyla yerine getirmiştir!

***

İmdi...

Gelelim, Yeni Tiyatro Dergisi'ndeki Başak Sakızlıoğlu'nun LİNÇÇİ Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirme ameliyesine...

Başak Sakızlıoğlu'nun "Marx'ın Dönüşü" başlıklı yazısı, Yeni Tiyatro Dergisi'nin "eleştiri" bölümünde yayınlanmasına karşın, ne öznel anlamda, ne de nesnel anlamda "eleştiri" sözcüğünün içerdiği kavramı karşılıyor. Tamamıyla, bir "broşür, katalog, tanıtmalık" yazısı havasında ve ilköğretim çocuklarının imge dünyasından bile çok uzağa düşmüş bir düzeysizlikle kaleme alınan "Marx'ın Dönüşü" başlığının üstünde şu sözler var:

"Diyalektiğin Gücünün Hissettiren Çağdaş Bir Yorum ile Genco Erkal Farkı:"

Yukarıda belirtiğim gibi, Nâzım Hikmet'in "Kerem Gibi" şirinden yaptığı kısacık bir alıntının biçimini bozmakla birlikte, üç tane "z" harfi ve bir tane soru işareti ("?") eklemeyi, "alıntı namusu"na gayet uygun gören Başak Sakızlıoğlu, "Marx'ın Dönüşü" başlığının hemen üstüne yerleştirdiği sözün ikinci sözcüğünün sonuna da, hiç gerekmediği hâlde, fazladan bir "n" harfi eklemeyi, gayet uygun görmüş.

"Marx'ın Dönüşü" başlığının üstüne, "Diyalektiğin Gücünün Hissettiren Çağdaş Bir Yorum ile Genco Erkal Farkı:" sözünü, hem de, bir harf ("n") fazlasıyla iliştirmeyi, gayet uygun gören Başak Sakızlıoğlu, "Marx'ın Dönüşü" başlığının hemen altına, "'Herkese Duyurabilirsiniz; Marx Geri Geldi!'" sözünü eklemiş; Howard Zinn'in kaleme aldığı "Marx'ın Dönüşü" oyunundan alıntı yaptığı bu söz, aslında, çok önemli bir kırılma ânının fotoğrafını çekiyor!

Peki, şimşek hızıyla çekilen ve beynimizin en derin köşelerine dek nüfuz eden bu fotoğrafta ne görülüyor?

Hızla çekilen bu fotoğrafta, ciğerin kediye teslim edildiği görülüyor!

Başka ne görülüyor?

Gerçekçi yazar Coşkun Büktel'le sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için düzenlenmiş bulunan ve tam 1100 alçağın imzaladığı LİNÇ KAMPANYASI sürecinde, ününü ve dününü hiç çekinmeden, seve seve kullandıran düşkün bir LİNÇÇİ tiyatro esnafına teslim edilen Karl Marx'ın düşürülmek istendiği çürümüş toplumsal durum görülüyor!

"Taşların bağlanıp, köpeklerin salıverildiği" bir coğrafyadaki trajikomik bir süreçten geçtiğimiz şu LİNÇ KAMPANYASI sonbaharında, gerçek anlamda, hiçbir zaman için, Marksist felsefeye hiçbir katkıda bulunmayan biri tarafından "Marx'ın Dönüşü" oyununun oynanması, "Bu ülkeye komünizm gelecekse, onu da biz getiririz!" diyen zamanın Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'a özgü bir davranış olmanın çok ötesine geçiyor:

"Bu ülkeye komünist bir tiyatro gelecekse, onu da biz (Amerikan Emperyalizmi'nin 'bilimsel izdüşümü' olan Robert Kolej'de / Boğaziçi Üniversitesi'nde okumuş burjuvalar) getiririz!"

***

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Genco Erkal'ın herkesi hayrete düşüren ve hayranlık uyandıran müthiş performanslarından biri daha Dostlar Tiyatrosu'nun 41. Yılı'nda sahneye konulan Marx'ın Dönüşü adlı oyundu ve oyun seçimiyle her zaman bir marka haline gelen Genco Erkal, bir kez daha seyircisine ve tiyatro sanatına saygısını ortaya koymuş oldu, oyun öyle büyük ilgi gördü ki, üçüncü sezona taşıdı seyircisini..."

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:
İçerisinde "herkes" sözcüğü bulunan tümcelere, hiç de sempatiyle bakma alışkanlığı içerisinde bulunmadığımı,"herkes"e belirtmeliyim. Genellemeci sözcükler, genellemeci tümceler, genellemeci paragraflar, genellemeci metinler; âdeta dramaturjik irdeleme gerektirecek kadar zavallı bir görünüm çizdiklerinden, beni çileden çıkarıyorlar. Daha önceleri de, beni çileden çıkaran metinlere imza atmış bulunsa da, şimdiye dek, Başak Sakızlıoğlu kardeşimizi eleştirmemeye özen göstermemin nedeni, kendisinin LİNÇÇİ olmamasıydı. Ancak, LİNÇ KAMPANYASI esnafının en ünlülerinden biri olan LİNÇÇİ Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirme ameliyesi içerisine girince, Başak Sakızlıoğlu kardeşimizi de, eleştiri masasına yatırmayı gayet uygun görüyorum.

Yazımın daha yukarısında belirtmiş olduğum gibi, LİNÇÇİ Genco Erkal'ın hiçbir davranışı, hiçbir tavrı, hiçbir tutumu, "herkesi" bilemem ama beni, hiçbir zaman için "hayrete düşürmedi"; LİNÇÇİ Genco Erkal, bende, hiçbir zaman için "hayranlık uyandırmadı"; onun Marksizm'i toptan satın alıp perakende satışı, bana göre, hiçbir zaman için "müthiş performans" değildi.

Bana bak Başak bacım; sana, size, senin gibilere, sizin gibilere, âdeta birer Türk Standardları Enstitüsü (TSE) damgası vurulmuşa benzeyen, LİNÇÇİ Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) kokulu eleştiriler yazdıran mantık, tamamıyla genellemeci, tamamıyla öznel ve tamamıyla sade suya tirit olmanın ötesine bir türlü geçemeyen dezestetik söylem teranesidir.

Bu arada, "Dostlar Tiyatrosu'nun 41. Yılı" diyorsun... Bana bak Başak bacım, bana bak canım kardeşim Başak, 12 Eylül Faşizmi, ne zaman ilân edildi? 1980 yılında! Aradan kaç yıl geçmiş? 30 yıl! 41 yıldan 30 yılı çıkarınca, geriye kaç yıl kalır? 11 yıl kalır! Eh, işte, hepi topu bu kadarcık!

Bana bak Başak bacım, Dostlar Tiyatrosu'nda bir zamanlar şu oyuncular vardı; Ahmet Gülhan, Ahmet Mekin, Ali Uyandıran, Alpay İzer, Ayla Algan, Erdal Özyağcılar, Cihat Tamer, Gülsen Tuncer, Halit Akçatepe, Haşmet Zeybek, Hikmet Karagöz, Mehmet Akan, Macit Koper, Meral Niron, Salih Kalyon, Şevket Altuğ, Ulvi Alacakaptan, Umur Bugay, Yaman Okay, Yavuzer Çetinkaya, Zeliha Berksoy, Zeynep Tedü, Zeynep Irgat, Zihni Küçümen...

Dostlar Tiyatrosu, bazılarının adlarını yukarıda saydığım oyuncuların ayarında, kaç tane oyuncu barındırıyor şu anda kadrosunda?

Yanıtını ben vereyim; hiiiç...

Çünkü, ortada Dostlar Tiyatrosu diye bir kuruluş yok! Ortada kadro-madro yok!! Ortada, sadece ve sadece "tek kişilik dev prodüksiyonlar" yapan LİNÇÇİ Genco Erkal var!!!

Peki, ortada bir tiyatro topluluğu olmayınca, ortada kadro-madro olmayınca, sahnede bizlere kakalanan "şeyler" ne? O "şeyler" için oyun sözcüğünü, oyun kavramını kullanmak olası mı?

Onun da yanıtını ben vereyim; izleyicilere kakalanan ve karşılığında çok ciddi paralar alınan o "şeyler", asla oyun falan değil. O "şeyler", sadece ve sadece, Kültür Bakanlığı çanağı yalamak, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapmak, Lions Ödülleri almak ve tabii ki, rahat bir hayat garantisi edinmek için pazara sürülmüş birer "oyun"cak ve birer "oyun"cuk. LİNÇÇİ Genco Erkal; Karl Marks'ı, Nâzım Hikmet'i, Aziz Nesin'i toptan satın alıp, adlarını saydığım bu sosyalist değerleri ve adlarını saymadığım diğer sosyalist değerleri, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, şeker tadındaki ambalajlarla drajelendirerek, izleyicilerin küçük burjuva ruhlarının dehlizindeki devrimci kırıntıların üzerine serpip, gözbağcılık yapıyor ve izleyicilerin de, kendisine, "41. Yıl'da 41 kere maşallah" demesine neden oluyor!!!

Bana bak Başak kardeşim benim, "her zaman bir marka haline gelen Genco Erkal" lâfını, çok, ama çok tuttuğumu belirtmeliyim. Kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi, yani meta estetiğinin gelişmesi için, birçok şeyle birlikte, "marka bilinci" edinmek de gerekir. Kapitalizm, kitleler üzerindeki etkisini, meta estetiğine hizmet eden "marka bilinci" ile pekiştirir. Bu nedenle, LİNÇÇİ Genco Erkal için kullanmış olduğun "her zaman bir marka haline gelen Genco Erkal" lâfına, gerçekten bayıldım. Ağzına, diline, eline sağlık! Senin kumaşından bir "Dramaturg" çıkmaz ama, meta estetiğini geliştirmek için gece gündüz kapitalist imgeler peşinde koşan reklâm şirketlerinin gereksindiği bir "Metin Yazarı" çıkabilir!! Biraz daha gayret edersen, televizyon dizisi bile yazabilirsin!!! Ha gayret, Başak bacım!!!...

Bana bak Başak kardeşim, "Marx'ın Dönüşü" başlıklı yazının ilk paragrafına karşılık olarak daha fazla söz etmek istemiyorum. Ancak, bu ilk paragraf için bile, söylenecek o kadar çok söz var ki!... Kavram kargaşası denizinde yüzen bir yazarın kaleme almış olduğu bu ilk paragraf için bile, inan olsun, büyük bir "destan" yazılabilir. Neyse ki, benim canım sıkıldı ve biraz dinlenmek istiyorum.

Canım kardeşim Başak Sakızlıoğlu, LİNÇÇİ Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirmek için kaleme aldığın "Marx'ın Dönüşü" başlıklı yazının ilk paragrafına daha fazla değinmeyip, ikinci ve diğer paragraflarını, dinlendikten, köpeklerim Tarçın'la Toprak'ı Sultanahmet Parkı'nda gezdirdikten, evimin bahçesinde yemeğimi yedikten, Tolstoy'un "Diriliş" romanından on-onbeş sayfa daha okuduktan sonra değerlendireceğim...

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Türkiye'nin yetkin politik tiyatro öncülerinden biri olan Dostlar Tiyatrosu, 42. Yılı'nda ve sonrasında da defalarca bu oyunculuk şölenini İzmir seyircisiyle buluşturdu, hem de her seferinde aynı büyük ilgiyi görerek, salonlara ek sandalyeler koydurarak..."

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Bana bak Başak bacım, öncelikle, bir rakam ve dört sözcüktan oluşan şu alıntıyı oku:

"1969 yılında kurulan Dostlar Tiyatrosu"

(Kaynak: Dostlar Tiyatrosu)

Şimdi gelelim matematik dersine:

2010-1969=41

Sen ne diyorsun?

"Dostlar Tiyatrosu, 42. Yılı'nda ve sonrasında da defalarca bu oyunculuk şölenini İzmir seyircisiyle buluşturdu," diyorsun!

"Buluşturacak" demiyorsun. Bir temennide bulunmuyor yada zamanda yolculuk yapmıyorsun!

Bir kez daha yineleyelim: "42. Yılı'nda ve sonrasında" diyorsun!

Evet, matematik dersimiz devam ediyor:

1969+42=2011 yada 1969+43=2012 vb...

Ben, sana matematik dersi vermeye başlamadan önce, Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Başkanı LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek'e de matematik dersi vermiştim.

(Bakınız: "On bir yaşına yeni basmış, soyut düşünebilme becerisini henüz edinmiş bir çocuğun düzeyine bile ulaşamayan LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek'ten inciler")

Canım Başak kardeşim, LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek'e verdiğim matematik dersinde yüzde yüz haklı olmama, LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek'in matematik özürlü olduğunu kanıtlamama karşın, LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek, nasıl bir tepki gösterdi biliyor musun? Tahmin etmen çok zor! İstanbul Barosu Tiyatro Topluluğu şefi Avukat Burhan Gün kanalıyla, beni, T.C. İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI BASIN BÜROSU'NA şikâyet etti. İnanılır gibi değil mi? Haklısın!... BASIN SAVCISI'na ifade vermemin üzerinden uzun zaman geçmesine karşın, ben bile hâlâ inanamıyorum!

Bu ülke böyle işte; koskoca tiyatro profesörü LİNÇÇİ Nurhan Tekerek'e, ücretsiz matematik dersi veriyorum ve bunun karşılığında, kendimi BASIN SAVCISI'nın karşısında buluyorum. Neyse, şimdi durumu çaktın değil mi? İstersen, sen de, beni T.C. İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI BASIN BÜROSU'NA şikâyet edebilirsin. Eğer tanıdığın bir avukat yoksa, sana, bu konularda oldukça deneyimli, İstanbul Barosu Tiyatro Topluluğu şefi Avukat Burhan Gün'ü önerebilirim.

"HUKUKSAL LİNÇ KAMPANYASI" konusunda bilgi almak istersen, LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı, TERAKKİ VAKFI TEKNİSYENİ LİNÇÇİ Ahmet Ertuğrul Timur, LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan, LİNÇÇİ Oyun Atölyesi, LİNÇÇİ Kemal Aydoğan, LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek sana yardımcı olabilirler!!!

Dostlar Tiyatrosu için; "Türkiye'nin yetkin politik tiyatro öncü"sü sözünün söylenmesini çok fazla yadırgadığımı söyleyemem. Ancak, yukarıda da belirmiş olduğum gibi, şu anda, Dostlar Tiyatrosu diye bir kuruluş yaşamıyor artık. Şu anda, Dostlar Tiyatrosu'nun enkazı altında kalmış, "tek kişilik dev prodüksiyonlar" yapan ve adına "Genco Erkal Tiyatrosu" diyebileceğimiz bir tiyatro müsveddesi var. Bu tiyatro müsveddesi, oyun falan oynamıyor. Sadece ve sadece, sahneye tıkıştırdığı "oyun"caklarla "oyun"cuklar yapıyor. Bunun karşılığında da, Kültür Bakanlığı çanağı yalayıp, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yaparak, Lions Ödülleri peşinde koşuyor!

Sadece 11 yıl süren Dostlar Tiyatrosu serüveni, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve diğer işçi sınıfı örgütlerinin yönlendirdiği "işçi-seyirci" kişiler sayesinde ayakta duruyordu. 12 Eylül Faşizmi'nin ilânıyla, "önce ekmekler bozuldu", sonra, hayatın diğer alanlarıyla birlikte, tiyatrolar da bozuldu. Zâten, işçi sınıfının siyasal ve ideolojik kültürüyle değil, küçük burjuvaların beyinlerinin arasına serpiştirilmiş melankolik duygulara yaslanan romantik devrimci düşüncelerle ayakta durmaya çalışan Dostlar Tiyatrosu, birkaç iyi niyetli oyuncunun sosyalist duyarlılıkla ayakta tutmaya çabalamasına karşın, özünde Marksist/Leninist bir damar bulunmadığından, 12 Eylül Faşizmi ve ardılı toplumsal olaylar karşısında tutanamadı ve lâyık olduğu yere konuşlandı.

LİNÇÇİ Genco Erkal'ın içerisinden çıkmış olduğu, ("ABD sınırları dışında kurulan ilk Amerikan okulu; Robert Kolej" ruhunu da taşıyan) burjuvazinin emrindeki işleyişe teslim olan Dostlar Tiyatrosu'nun, şu anda, tabela partisinden farklı bir görünümü yok! "Dostlar Tiyatrosu"nun, tabela partisinden şöyle bir farkı var; tabela partilerinin, iyi-kötü birer binaları vardır. "Dostlar Tiyatrosu"nun ise, gerçek anlamda, kendine ait hiçbir mekânı yok! Hiçbir mekânı bulunmayan sözde kuruluşun gerçek adını, sık sık telaffuz etmekte yarar var: "Genco Erkal Tiyatrosu"; bu tiyatro, kralın soytarısı, padişahın dalkavuğu ve burjuvazinin eğlentisi olmanın ötesine asla gidemiyor; bu tiyatro, Kültür Bakanlığı çanağı yalamasına, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapmasına, Lions Ödülleri almasına ve en önemlisi, Muammer Karaca Tiyatrosu'nu babasının çiftliği gibi kullanmasına, Muammer Karaca Tiyatrosu'nda dolu salona oynadığında ki, genellikle dolu salona oynuyor, oyun başına, tahmini rakamla, 15.000 TL'yi cukkasına indirmesine karşın, kendine ait, küçücük bir mekân oluşturmayı aklının bile ucundan asla geçirmiyor...

Peki, neden?

Çünkü, halkımızın diliyle söylemek gerekirse; adam "verme ağacında değil, alma ağacında doğmuş", adamın değil halka estetik bilinç vermeye, küçük bir mekâna üç-beş kuruş vermeye bile asla niyeti yok!...

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Ünlü eseri 'Öteki Amerika' ile tanıdığımız savaş karşıtı yazar Howard Zinn'in 1999 yılında yazdığı 'Marx in Soho' adlı oyunu, Özüm Özgülgen'in çevirisiyle ve Genco Erkal'ın rejisiyle, diyalektiğin babası Karl Marx'ı (1818-1883) günümüzün New York Soho'suna taşıyor..."

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Bana bak Başak bacım, genellemeciliğini hâlâ sürdürüyorsun... Howard Zinn'in kaleme aldığı "Öteki Amerika" neden ünlü? Bir paragrafla bunu anlatamaz mıydın? Yoksa, Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş, kısa kesip "aydın havası" tutturmanı mı istiyor? Oysa, Erbil Göktaş, bana, yazı sıkıntısı çektiğini zaman zaman anlatıyor. Hoş, kendisi, yazı sıkıntısı çektiğini dile getirmiş olmasa bile, Yeni Tiyatro Dergisi'ni bile okurken, sağımı solumu çimdiklemek zorunda kaldığım için, bu tiyatro dergisinin de, LİNÇÇİ tiyatro dergileri (Kavuklu, Mimesis, Sahne, TEB Oyun, Tiyatro... Tiyatro...) kadar olmasa da, yazı sıkıntısı çektiğini kendi gözlerimle görüyorum. Ayrıca, elimdeki yirmi üçüncü sayının elli dört sayfasına tek tek göz attığımda, sadece otuz dört sayfasının başka yazarlar tarafından doldurulduğunu, diğer yirmi sayfanın, Erbil Göktaş tarafından yada reklâm vs. ile doldurulmuş bulunduğunu, ayan beyan görebiliyorum. Yazı sıkıntısı çeken bir tiyatro dergisi, bence, yazarlarına, sürekli olarak, daha oylumlu, daha enformatif, daha estetik yazılar yazması yönünde telkinde bulunmalı.

Bu arada, Yeni Tiyatro Dergisi'ne, Devlet Tiyatroları'nın beş sayfalık reklâm vermiş bulunduğunu da mutlaka kayıt altına almak zorundayım. Ayrıca, Devlet Tiyatroları'nın, Yeni Tiyatro Dergisi'ne reklâm olarak verdiği program tanıtmalığı, okunması çok güç olan küçük harflerle dizilmiş.

Malumunuz, Kasım 2010 tarihli Yeni Tiyatro Dergisi, ayın sekizinde yayınlandı. (Bakınız: "İBBŞT Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu, tam zamanında yayınlanmayan dergilere reklâm vermeyi kesti mi, yoksa Yeni Tiyatro'yu cezalandırıyor mu?" ) Kasım 2010'un 1'inde oyunları sahnelenen Devlet Tiyatroları'nın bir program tanıtmalığını, hem de reklâm alarak yayınlayan ve bunun için para alan bir dergi, nasıl olur da ayın sekizinde yayınlanır? Türkiye tiyatrosunun "en saygın ve en yaygın" dergisi olmasına karşın, Yeni Tiyatro'yu, bu noktada eleştirmemek, en azından LİNÇÇİ tiyatro dergilerine (Kavuklu, Mimesis, Sahne, TEB Oyun, Tiyatro... Tiyatro...) karşı işlenmiş tiyatral ve toplumsal bir suç olur!

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"'İnsanın Yapabileceği En Devrimci Eylem Gerçeği Söylemektir.'"

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Yine Howard Zinn'in kitabından (okuma tiyatrosu metninden) alındığını ve Karl Marx'a ait olduğunu sandığım bu söz, dünyanın her yerinde geçerliliğini koruyabilir. Ancak, bu sözün, Türkiye'de osuruk kadar bile değeri yoktur.

Neden mi?

Bu sözün, osuruk kadar bile değeri olmadığını anlamak için, kalın kalın kitaplar okuyup, büyük büyük sözler ezberlemeye hiç gerek yok. Benim, noter onaylı ihtarnamelere (Örnekse bakınız: "'Oyuncuların çoğu yavşaktır' diyen Haluk Bilginer (yaptırıma uğramazken), kendisine YAVŞAK deme cesareti gösteren Hilmi Bulunmaz'a İHTARNAME gönderdi!"), savcılığa yapılan şikâyetlere (Örnekse bakınız: "Oyun Atölyesi, Haluk Bilginer, Kemal Aydoğan, vekilleri Av. Süleyman Anıl ve Av. İbrahim Demirci'nin şikâyetlerine karşı, H. Hilmi Bulunmaz'ın yanıtı!" ), mahkemedeki duruşmalara (Örnekse bakınız: "Bulunmaz Tiyatro'yu kurup yöneten sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, yayını yavaşlayan TÜRKİYE'NİN TEK SOSYALİST TİYATRO SİTESİ için açıklama yaptı...") karşı savunma yaparken, itiraz ederken kullandığım yazılarımı ve ayrıca, dosya kağıdı boyutuna göre, tam 44 sayfalık Coşkun Büktel tarafından düzenlenmiş, "TARİH HEPİNİZİN SURATINA TÜKÜRECEK!" başlıklı LİNÇ KAMPANYASI metnini incelediğiniz zaman, "'İnsanın Yapabileceği En Devrimci Eylem Gerçeği Söylemektir.'" sözünün, Türkiye'de, neden osuruk kadar bile değeri bulunmadığını hemen anlayabilirsiniz.

Çünkü...

Türkiye dramatik yazarlığının "Everest"i diye nitelediğim Theope oyununu yazabilecek denli donanımlı Coşkun Büktel'le, Bulunmaz Tiyatro'yu kurup yöneten sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını, Internet ortamından başlayarak imha etmek isteyen 1100 alçağın akıttığı zehrin tutanağı olan 44 sayfalık LİNÇ KAMPANYASI metninin kenar süsü olarak göze çarpan LİNÇÇİ Genco Erkal'ın sahnelediği bir oyun nedeniyle dile getirilen "İnsanın Yapabileceği En Devrimci Eylem Gerçeği Söylemektir." sözü, trajikomik olmaktan öteye gidemez. Böyle bir sözün edilmesine neden olan Genco Erkal denilen zât-ı muhteremin bir LİNÇÇİ olması, bu sözün, osuruk kadar bile değeri olmadığını, kendiliğinden tescil etmiş olur!

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"19. yüzyılda yaşamış olan filozof, politik ekonomist ve devrimci Karl Marx, Komünizmin kuramsal kurucusudur. Birçok politik ve sosyal konuda fikri olmasına rağmen, en çok Komünist Manifesto'nun (1848) giriş cümlesinde özetlediği tarih analiziyle tanınır: 'Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir.' Marx, bütün eski sosyo-ekonomik sistemlerde olduğu gibi kapitalizmin de kendini yok etmeye yol açacak içsel dinamikler yaratacağına inanırdı; onun düşüncesine göre, nasıl ki kapitalizm eskimiş feodalizmin yerini aldıysa, sınıfsız bir toplum olan komünizm de, 'devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı' siyasal geçiş sürecinden sonra onun yerini alacaktır."

Vikipedi / Özgür Ansiklopedi diyor ki:

"19. yüzyılda yaşamış filozof, politik ekonomist ve devrimci. Komünizmin kuramsal kurucusudur. Birçok politik ve sosyal konuda fikri olmakla beraber, en çok Komünist Manifesto'nun (1848) giriş cümlesinde özetlediği tarih analiziyle tanınır: 'Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir.'[1] Marx, bütün sınıflı toplumlarda olduğu gibi kapitalizmin de kendini yok etmeye yol açacak içsel dinamikler barındırdığına inanırdı; onun düşüncesine göre, nasıl ki kapitalizm eskimiş feodalizmin yerini aldıysa, sınıfsız bir toplum olan komünizm de 'devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı' siyasal geçiş sürecinden sonra onun yerini alacaktır.[2]"
Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:
Devrimciliğe özenen on beş yaşındaki bir lise öğrencisinin bile daha doğru dürüst bir anlatım biçimi tutturabileceği bir söylemi, eğip bükerek okura aktarmaya öykünen Başak kardeşim, bir LİNÇÇİ olmanın dışında/ötesinde, hiçbir özelliği kalmamış bulunan Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirme ameliyesi nedeniyle, toplumlar tarihine değinme gayreti içerisine gireceğine, oturup toplumlar tarihini, sınıflar tarihini hatmetmelisin. Bana bak Başak bacım, kaleminin ucuna dek gelen ve "proleterya diktatörlüğünden başka bir şey olmayan" sosyalizmi açıkça yazmalıydın. Bilmeyen okurlarımız için belirtelim; insanlık, sırasıyla, ilkel komünal, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist ve komünist toplum yapısından geçmiş yada geçecektir. Bu toplumbilimsel bilgileri, Amerikan Emperyalizmi'nin bilimsel izdüşümü olarak kurulmuş Robert Kolej'de (Boğaziçi Üniversitesi) okumuş sosyalist kaportalı LİNÇÇİ Genco Erkal'dan öğrenemezsin. Yazını yayınlayan Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş'ın, bu toplumsal dizgeleri bildiğini sanıyorum. Lütfen, yazılarını yayımlatmadan önce, Erbil Göktaş'la sosyolojik konuları da konuş. Sana ve senin kişiliğinde, Türkiye tiyatro sanatına katkısı olur bu tür sohbetlerin...

Bana bak Başak bacım, Karl Marx'a değindiğin bu paragrafı beynimizi doyuracak kadar genişletseydin, Yeni Tiyatro Dergisi'ndeki Devlet Tiyatroları reklâmına yer mi kalmazdı? Oysa, bu derginin Kasım 2010 tarihli 23. sayısının, Kasım'ın 8'inde çıkacağını sezmiş olan "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları", bu dergiye reklâm vermediğinden, yazını, sere serpe yazabilirdin; Başak kardeşim benim. Bir dahaki sefere, Karl Marx söz konusu olduğunda, kapitalizmin üzerinde bir hayalet gibi dolaşan bu sakallı amcaya, lütfen, daha fazla yer ver ki, beynimizi doyuralım. Bana bak Başak bacım, sen, benim dediğimi yap; bak göreceksin, bizim beynimiz doyarken, senin de ruhun genişleyecek, halkla iletişimin artacak. Buna emin olabilirsin! Denemesi bedava!! Nasıl olsa, tiyatro dergilerine gönderdiğin yazılar(?!), hiçbir süzgeçten geçirilmeden, pat diye yayınlanıyor!!!

Çünkü...

Tiyatro dergileri, okurların beyinleri doysun diye değil, "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları"ndan, "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları"ndan, "Nejat Birecik'in Şehir Tiyatroları"ndan reklâm alabilme ihtimalini sevdikleri için yayınlanıyor!!!...

Benim, senin, onun, bizim, sizin, onların yazılar(ım,ın, ı, ımız, ınız, ı) sadece ve sadece kenar süsü olsun, lâf olsun torba dolsun, dostlar alışverişte görsün, dergiyi andıran bir "şey" olan kağıt yığınına Lemi Bilgin, Ayşenil Şamlıoğlu, Nejat Birecik... reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) versin diye yayınlanıyor.

Yani...

Kurban Bayramı'na uygun bir sözle belirtmek gerekirse, "hak için kurban, küp için kavurma" anlayışının bir milim ötesine gitmeyen bir mantıkla yayınlanıyor tiyatro dergileri...

Zâten...

Türkiye'de yayınlanan tiyatro dergileri, LİNÇ KAMPANYASI düzenlemek ve/ya "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları"ndan, "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları"ndan, "Nejat Birecik'in Şehir Tiyatroları"ndan reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) almanın ötesinde bir zihniyete sahip olsalardı; gerçekçi yazar Coşkun Büktel'le sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın, (tiyatro yayıncılarına verdikleri tiyatro yayıncılığı dersi niteliğindeki gizli kalmasında yarar umulan ilişkileri ortaya çıkarıp, bu ortaya çıkarılan ilişkilerin derinliğini tiyatral bir namus meselesi hâline dönüştürdükleri ve aşağıda madde madde sıraladığm) kavgalarına, kerhen değil, sonuna dek ortak olurlardı:

1. Özdemir Nutku skandalı
2. Talât Sait Halman skandalı
3. Kültür Bakanlığı çanağı skandalı
4. Haluk Bilginer (yavşak) skandalı
5. Tuncer Cücenoğlu ("Çığ") skandalı
6. "Evet, İkinci Bir Theope Var" skandalı
7. İstanbul Devlet Tiyatrosu reklâm panoları skandalı

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Marx, sosyo-ekonomik değişimlere belirli bir tarihsel zorunluluk perspektifinden bakardı; ona göre kapitalizm, yapısal durumunun dinamiği ve çatışması sonucu yerini komünizme kesin olarak bırakacaktır."

Vikipedi / Özgür Ansiklopedi diyor ki:

"Marx, sosyoekonomik değişimlere belirli bir tarihsel zorunluluk perspektifinden bakardı; ona göre kapitalizm, yapısal durumunun dinamiği ve çatışması sonucu yerini komünizme kesin olarak bırakacaktır:"
Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Canım kardeşim Başak, yukarıda yazdım. Bana inanmıyorsan, "Google Tanrısı"na danışabilirsin; bir "tık" ile, toplumlar ve sınıflar tarihi gözünün önüne serilir. Bana bak Başak bacım, kapitalizm, yerini sosyalizme bıraktı, bırakacak. Komünizm ise, sosyalizmin yerini alacak. Bunu ben uydurmuyorum, bu sosyolojik gerçek, Marksist yapıtlarda yazıyor.

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Marx, yaşadığı dönemde dünya çapında ünlü bir isim sayılmasa da, ölümünden kısa bir süre sonra düşünceleri dünya işçi hareketine yön vermiştir. Marksist Devrimcilerin Rusya'da Ekim Devrimi'ni gerçekleştirmesi bunun en büyük örneğidir. 20. yüzyılda dünyada Marksist düşünce hemen hemen bütün ülkelerde taraftar bulmuş, Marksizm, akademik ve politik çevrelerde en çok tartışılan konulardan olmuştur."

Vikipedi / Özgür Ansiklopedi diyor ki:

"Marx yaşadığı dönemde dünya çapında ünlü bir isim sayılmasa da, ölümünden kısa bir süre sonra düşünceleri dünya işçi hareketine yön vermiştir. Marksist Bolşeviklerin Rusya'da Ekim Devrimi'ni gerçekleştirmesi bunun en büyük örneğidir. 20. yüzyılda dünyada Marksist düşünce hemen hemen bütün ülkelerde taraftar bulmuştur. Marksizm, akademik ve politik çevrelerde en çok tartışılmış konulardandır."

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Başak kardeşimizin kılavuzu, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları reklâmlarına endekslenmiş bir mantıkla yayın yapan, örnekse, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'a karşı başlatılan "HUKUKSAL LİNÇ KAMPANYASI" için bir satır bile yazmayı uygun görmeyen dergiler olduğu için, bu kardeşimiz, Marksizm'e değinirken de, ister istemez yüzeysel kalıyor.

Bu arada belirtmekte yarar var; Başak Sakızlıoğlu kardeşimiz, hem LİNÇÇİ olmayan Yeni Tiyatro Dergisi'nde ve hem LİNÇÇİ olan Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde, hem de aynı anda yazı yazabilme cambazlığı gösterebiliyor. (Bakınız: "Bugün 3 Kasım 2010; 1 Kasım'da satışa sunulması gereken LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin yayınlandığı, satışa sunulduğu ima ve iddia ediliyor!")

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"'İlerliyorsunuz, ama kimin sırtından ve ne pahasına!'"

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Yine, Howard Zinn'in oyunundan alıntılanmış ve Karl Marx'ın sözü olduğunu sandığım bu tümce, bir LİNÇÇİ tarafından sahnede söylendiğinde, inandırıcılığından soyutlanmış, etkileyiciliğinden fersah fersah uzaklaşmış oluyor! Sen, LİNÇ KAMPANYASI için, seve seve imza vereceksin, sonra kalkıp, İzmirli izleyicilerin LİNÇ KAMPANYASI hakkında bilgi sahibi olmamalarının rantını yiyerek, kapitaline yepyeni kapitaller eklemek gayretine, Karl Marx'ın anti-kapitalist düşlerini, devrimci düşüncelerini, tiyatral meze yapacaksın. Buna hiç kimse "dur" demezse, ben "dur" derim.

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Karl Marx, 150 yıl önce dünya zenginliğinin artacağını, ama giderek bu zenginliğin daha az insanın elinde toplanacağını yazdı ve günümüzde bu söyleminde haksız olmadığı aşikar... Oyunda, küresel krizden yoğun bir şekilde etkilenen Türkiye'ye yönelik müthiş etkili göndermeler var, böylece hem evrensellik yakalanıyor, hem de ilgi ayakta tutuluyor. 'Kapitalizmin doğasında insan ruhuna aykırı bir şey vardır ve bu insanı isyana sürükler.' diyor Marx ve rejide karakter konuştukça ışıkla verilen tepki çok yerinde bir ironiyi getiriyor. Her ışıklı tepkide Marx'a hayat veren Genco Erkal, 'yönetim bu konulardan hoşlanmıyor' diyerek iktidar, muhalefet, basının korkaklığı, satılmışlığı gibi konuları anımsatarak 'tüm bunlar 1850'lerde oluyor!' uyarısıyla başarılı bir dolaylı anlatım yapıyor..."

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Lâf, lâf, lâf...

Bana bak Başak bacım, senin görevin; LİNÇÇİ Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirmek! LİNÇÇİ Genco Erkal'ın ne düşündüğünü, neyi nasıl konuştuğunu, gerçek anlamda ne anlattığını, neyi neden sahnelediğini, neden sadece oynar gibi yaptığını, "oyun"caklarla nasıl göz boyadığını, "oyun"cuklarla cukkasını nasıl büyük bir hızla doldurduğunu... toplumsal ve tiyatral bağlamda, gerçekçi bir dille irdeleme cesareti gösterseydin, belki kaleme alacağın böyle gerçekçi bir yazıyı yayımlamak için, herhangi bir tiyatro dergisi bulamayabilirdin. Ancak, böyle gerçekçi bir yazıyı yayımlatamasan da, tarihe karşı sorumluluğunu yerine getirmiş ve ruhunu LİNÇ kültürüne teslim etmemiş olurdun. Sahi, sence, Genco Erkal, gerçekten LİNÇÇİ-MİNÇÇİ falan değil mi?

LİNÇÇİ Genco Erkal'ı, kutsanacak bir peygamber müsveddesi olarak gözünün önüne koymuşlar ve sen de bu kutsalmış numarasıyla göz boyayan kişiyi, vaftiz etmeye çalışıyorsun. Bu adamın bir LİNÇÇİ olduğunu, bu adamın alnında koskoca bir LİNÇ lekesi bulunduğunu görmediğin gibi, okurların da, bu LİNÇ lekesinden haberi olmaması için, âdeta gözbağcılık yapıyorsun. Sen, sadece ve yalnızca, gerçeklerle okuyucu arasına barikat kurmayı deniyorsun!

Gerisi, lâf-ı güzaf...

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"'General Motors için iyi olan tüm dünya için de iyidir!'"

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Evet, kapitalizm ve onun en üst aşaması emperyalizm (Örnekse Amerikan Emperyalizmi) için, bu söylem doğru. Ancak, LİNÇÇİ Genco Erkal'ın, kapitalizmle ve onun en üst aşaması olan emperyalizmle herhangi bir çelişkisi asla yok! LİNÇÇİ Genco Erkal, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, gece-gündüz çalışan AKP'den milletvekili seçilerek, meclisin rahat koltuklarına yerleşen Ertuğrul Günay'ın emrindeki Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan çok yüksek, ağız uçuklatan düzeyde yüksek para alıyor mu, almıyor mu? Alıyor! LİNÇÇİ Genco Erkal, AKP'li Ertuğrul Günay'ın sunduğu Kültür Bakanlığı çanağını yalıyor mu, yalamıyor mu? Yalıyor!

Eee!... Öyleyse!!... LİNÇÇİ Genco Erkal, neden, Karl Marx'ı konu alan bir oyunu (okuma tiyatrosu metnini) sahnede mırıldanıyor? Bu durumdan hangi sınıf kazançlı çıkıyor? Burjuvazi mi, proletarya mı? Bu durumu gören küçük burjuvalar, şöyle bir düşünceye kapılamazlar mı:

"Kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, meclisi egemenliği altına almış bulunan AKP'ye mensup bir mebus olan Ertuğrul Günay'ın emrindeki Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, 'Marx'ın Dönüşü' gibi bir oyuna, hem de yıllar önce, hem de tam tamına 63.000 TL verdiğine göre, bu AKP de, sakın gizli komünist örgütü falan olmasın!"

Sözün tam burasında, 17 Mart 2009 tarihli, yine bu sitede yayımladığım bir yazımdan, sadece bir paragraf aktarmayı, gayet uygun görüyorum:

"Bilimsel sosyalizmin kuruluşu için ömrünü feda etmiş Karl Marx'ın 'İsalaştırılmış' fotoğrafıyla süslenen Dostlar Tiyatrosu afişine 'T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Maddi Katkılarıyla' sözünü bir maşallah gibi iliştirip, Marx'ın sakalının sol alt kısmına 'EFES Pilsen'in kültür ve sanata katkıları artarak sürecek' sloganını yerleştiren Genco Erkal, MARX'ı 'dönüştürme' karşılığında, Kültür Bakanlığı çanağının tam 63.000 TL'lik bölümünü yaladı."

(Kaynak: "Kültür Bakanlığı çanağı yalayıp Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapan Genco Erkal iftiracı Kazmacıbaşı ve iftiracı Nutku'dan Aydın Doğan Ödülü'nü alacak mı?")

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"19. yüzyıl ortalarında gelişen tarihsel ve toplumsal toplum açıklaması ve bu açıklamanın içerdiği devrimci uygulama anlayışını temel alan siyasal akımın mimarlarından Karl Marx'ı (1818-1883), günümüzün New York Soho'suna taşıyan bir oyun Marx'ın Dönüşü... Buna bir anlamda realist düşünce gücünün sanata yansıması da diyebiliriz elbette. Seyirci, tiyatro sanatının tüm gerekliliklerini ve yeterliliklerini bünyesinde toplamış olan Genco Erkal gibi bir oyuncu tarafından oynanan bu oyunda, tam bir saat yirmi dakika boyunca kimi zaman kıs kıs, kimi yerde de kahkahalarla gülüyor, ama en önemlisi günümüz ortamında düşünmemeyi seçenler yeniden düşünmeye sürükleniyor."

LİNÇÇİ Üstün Akmen diyor ki:

"19. yüzyıl ortalarında gelişen kuramsal tarih ve toplum açıklaması ve bu açıklamanın içerdiği devrimci uygulama anlayışını temel alan siyasal akımın mimarlarından Karl Marx (1818-1883)'ı, günümüzün New York Soho'suna taşıyan bir oyun bu oyun. Buna bir anlamda, realist düşünce gücünün sanata yansıması da diyebiliriz elbette. Seyirci, dramanın ve tiyatro sanatının tüm gerekliliklerini ve yeterliliklerini bünyesinde toplamış Genco Erkal gibi bir oyuncu tarafından oynanan bu oyunda, tam bir saat yirmi dakika kimi zaman kıs kıs, kimi yerde de kahkahalarla gülüyor, ama en önemlisi günümüz ortamında düşünme gücü kalanlar yeniden düşünmeye sürükleniyor."

(Kaynak: "Kapitalizmin son aşaması komünizm midir?: 'Marx'ın Dönüşü'")

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Bir insan "metin yazarı" olduğunu iddia etmesine karşın, kısacık bir tiyatro eleştirisi bile yazamıyorsa, vay o insanın insanlık hâllerine!... Bir insan, "dramaturg" olduğunu iddia etmesine karşın, aslında dramaturjik bir irdeleme gerektirmeyecek kadar tiyatro sanatından fersah fersah uzak bir oyun için kalem oynatma çabası içerisine girme gereksinimi duyuyorsa, vay o insanın insanlık hâllerine!...

Kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için meta estetiği oluşturan reklâm metni yazarlarına da, "metin yazarı" denilmesinde hiçbir sakınca görülmediği bir zamanda yaşadığmız için, bu "metin yazarı" kavramına pek kafa takmamaya çalışıyorum. Ancak, "dramaturg" kavramını dağarcığına yerleştiren kişiler, öncelikle, toplumbilim, estetik, sınıflar tarihi konularında, mutlaka, sıkı bir okuma sürecine girmeliler. Bu sürece girmeden önce, LİNÇ KAMPANYASI alçaklığını derhal inceleme masasına yatırmalılar. Türkiye tiyatrosunda, bundan böyle, LİNÇ KAMPANYASI ÖNCESİ (LKÖ) ve LİNÇ KAMPANYASI SONRASI (LKS) diye iki tarihsel süreç var. Bana bak Başak bacım, bu tarihsel süreci, ivedilikle ezberlemen gerekir. LİNÇ KAMPANYASI için imza veren kişileri, hayat boyu affetmeyeceğimden, o kişileri, göklere çıkarıp melekleştirenleri de uyarma görevimi ilelebet sürdüreceğim. Bunu unutma sakın, Başak kardeşim benim...

Yukarıdaki paragraf da, lâftan ve lâf-ı güzaftan ibaret olduğu için, ayrıca özgün bir yorumu asla hak etmiyor!

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Almanya Rhineland doğumlu olan, Engels'le dostluğu nedeniyle memleketinden sürüldükten sonra mülteci olarak Londra'ya giden, evinde iki kedi, üç köpek, iki kuş, karısı ve kızları ile çoğu zaman sefalet içinde yaşayan Markx'ın sosyo-politik düşünceleriyle şekillenen yaşam öyküsünü sahneye taşıyor Genco Erkal..."

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Bana bak Başak kardeşim, bir tutam ansiklopedik bilgi, bir tutam LİNÇÇİ Genco Erkal hayranlığıyla, kalıcı nitelikte herhangi bir eleştiri yazısı yazamazsın. Bu yüzeysel bilgilerle, zeytinyağlı dolma tarifi yapsan bile, asla inandırıcı olamazsın. Seni ölesiye seven insanlar bile, senin yaptığın zeytinyağlı dolma tarifine pek kulak asmazlar. Çünkü, samimî değilsin!

Sen, iyisi mi, sadece gerçeklerden ve doğrulardan esinlenen betimlemeler ve imgelemlerle süslenmiş görkemli yazılar kaleme al. İçinde, mutlaka, senin ruhunun rüzgârını tınılarla aksettiren söylemin egemen olduğu metinlerle çık okurun karşısına. Hayatları boyunca, gerçek anlamda, doğruluk gereği, herhangi bir toplumsal duyarlılık oluşturmak için kılını bile kıpırdatmamış LİNÇÇİ Genco Erkal ve 1100 kişiden oluşan diğer LİNÇÇİ alçakları, kaleminin ucundan bile geçirme. Sen, herhangi bir LİNÇÇİ kişiyi göklere çıkarıp melekleştirme ameliyesine kapıldığın an, inan olsun hiç içimden gelmese de, beni karşında bulacaksın! Bunu, aklından hiç çıkarma, olur mu, canım Başak kardeşim!!!

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Oyunda, 19. yüzyılda yaşayan Marx'ın karısı Jenny, kızı Eleanor, kader dostu Friedrich Engels (1820-1895) ve düşünsel rakibi Mihail Aleksandroviç Bakunin (1814-1876) gibi karakterlerle ilgili değerlendirmeler yer alıyor... Bu değerlendirmeler oyunda önemli yer tutarken; Marx'ın Jenny'den dünyaya gelen diğer üç çocuğunun ölmesi, İrlanda'nın İngiltere'ye karşı direnişi, Avrupa'daki 1848 devrimleri, Komünizm, Paris Komünü ve günümüzde yaşananlar çerçevesinde, geçmiş ve bugün iç içe bir olay örgüsüyle yansıtılıyor."

Howard Zinn diyor ki:

"Marks'ın, Jenny ile yaptığı evlilik, üç çocuğunun ölmesi, İrlanda'nın İngiltere'ye karşı direnişi, Avrupa'daki 1848 devrimleri, Komünist Hareket, Paris Komünü. Marks'ın, Jenny ve Eleanor'la girdiği ideolojik çatışmalar..."

(Kaynak: Dostlar Tiyatrosu)

LİNÇÇİ Üstün Akmen diyor ki:

"Oyunda, 19. yüzyılda Londra Soho'da yaşayan Marx'ın karısı Jenny, kızı Eleanor, kader dostu Friedrich Engels (1820-1895) ve düşünsel rakibi Mihail Aleksandroviç Bakunin (1814-1876) gibi karakterlerle ilgili değerlendirmeler yer almakta. Bu değerlendirmeler oyunda gerçekten önemli yer tutarken; Marx'ın Jenny'den dünyaya gelen üç çocuğunun ölmesi, İrlanda'nın İngiltere'ye karşı direnişi, Avrupa'daki 1848 devrimleri, Komünizm, Paris Komünü ve bugün dünyamızda yaşananlar seyirciye biraz bizzat içinde yaşadığı, biraz da Marx'ın kendi yaşadığı dönemi birbirinin içinden geçirerek sunuluyor."

(Kaynak: "Kapitalizmin son aşaması komünizm midir?: 'Marx'ın Dönüşü'")

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Vallahi, sözün bittiği, çıldırmanın başladığı yerdeyiz. Tabii, izlediğin tanımlanamaz şey yada okuma tiyatrosu metni, oyun olamayacak kadar anlamsız, çaresiz ve yetersiz bir metin olduğu için, senin de, ölü götüne pamuk tıkıştırır gibi konuları yığıntı hâlinde sunmanı anlayabiliyorum. İşte, LİNÇÇİ Genco Erkal ve 1100 kişilik diğer LİNÇÇİ ablalar, ağabeyler, amcalar, biraderler, dayılar, halalar, teyzeler, Yrd. Doç. Dr. Adnan Tönel'ler, TERAKKİ VAKFI TEKNİSYENİ Ahmet Ertuğrul Timur'lar, Boğaziçi'li ve Terakki'li Cüneyt Yalaz'lar, Prof. Dr. Hasan Anamur'lar, Prof. Dr. Hasan Erkek'ler, Prof. Dr. Hülya Nutku'lar, Oyun Atölyesi'li Kemal Aydoğan'lar, Mustafa Şükrü Demirkanlı'lar, Uludağ'lı Prof. Dr. Nurhan Tekerek'ler, Boğaziçi'li Ömer Faruk Kurhan'lar, Prof. Dr. Özdemir Nutku'lar, Tamer Levent'ler, T. Murat Demirbaş'lar, Prof. Dr. Yusuf Eradam'lar, Yücel Erten'ler ve onlarcası, yüzlercesi... Türkiye tiyatro evrenine bir çivi bile çakmadan ömürlerini tüketirlerken, senin de, toplumsal duyarlılık rüzgârıyla hareket etmen beklenemez. Öznel ve nesnel irdeleme yapmak yerine, durum saptaması yapmak yerine, tabii ki, sen de, ablalarından, ağabeylerinden gördüklerine öyküneceksin. İnan olsun, bunu çok fazla yadırgadığımı söyleyemem. Ancak, daha önce de belirtmiş olduğum gibi, ben, sendeki LİNÇÇİ kişilere beslenen hayranlığa kafa yoruyorum...

Başak Sakızloğlu diyor ki:

"Oyunun yazarı Howard Zinn, Marks'ı saldırılara karşı fikirlerini savunurken göstermeyi seçmiş. İyi bir düşünür olduğu bilinen karısı Jenny, Marx'ın kitaplarını temize çekerek onun fikirlerinin en büyük destekçisi olurken, bir yandan da 'Kapital'den hiçbir şey anlamadıkları için basılmasına izin verdiler' gibi sözlerle onun eşinin bir numaralı eleştirmeni oluyor, ona hep 'aydınlara değil, işçilere seslen, ayakların yere bassın' diyor. Oysa onun fikirleri daima işçinin yanındaydı, ama dili aydınlara sesleniyordu. Örneğin, Artı Değer Teorisi; 'işçiler sürekli daha çok üretim yapıyor, fakat giderek daha az kazanıyorlar, patron zengin oluyor' düşüncesi üzerine kuruludur. Oyunda Marx der ki; 'Proleteryanın vatanı dünyadır. Önce kısa bir süre için işçiler birleşti, ardından dünyanın bütün patronları birleşip küreselleştiler!'"

LİNÇÇİ Üstün Akmen diyor ki:

"Howard Zinn eserinde, seyircilerin Marks'ı fikirlerini saldırılara karşı savunurken görmesini istemiş. İyi bir düşünür olduğu bilinen karısı Jenny'nin kimi zaman Marks'a karşı çıktığını, çıkıştığını varsayarak, 'barika-i halikat müsademe-i efkârdan çıkar'ı yakalamış."

(Kaynak: "Kapitalizmin son aşaması komünizm midir?: 'Marx'ın Dönüşü'")

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Bana bak Başak bacım, sen, Marksist olmak zorunda değilsin. Nasıl ki, LİNÇÇİ Genco Erkal'ın Marksist olma zorunluluğu bulunmadığı gibi... Ancak, Marksizm'in oluşturucusu Karl Marks üzerine bir oyun oynanıyorsa ve bu oyun hakkında yazı yazmak gerekiyorsa, koskoca ciltlerden oluşan ve Sol Yayınları tarafından yayınlanan Kapital adlı kitabı mutlaka okumak gerekir. Bu binlerce sayfayı, yavaş yavaş ve sindire sindire okuduğumuzda, illa ki Marksist olacağız diye bir sonuç elde etmeyebiliriz; ancak, hiç olmazsa, bir metin yazarken ve bir dramaturjik irdeleme yaparken, çok daha sağlıklı bir sonuç elde edebiliriz.

Kulaktan dolma bilgiler, oyma akılla yürütülen fikirler, insanı, LİNÇÇİ Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirme ameliyesine sürükleyebilir. Sakın şöyle düşünmeyelim:

"LİNÇÇİ Genco Erkal, sürekli olarak, Marksist yazarların metinlerini kırpa kırpa sahneye taşıdığına göre, kendisi, Karl Marks'ın baş yapıtı Kapital'i su gibi okuyup, ekmek gibi yemiştir."

Böyle düşünürseniz, çok büyük yanılgı içerisine düşmüş olursunuz! Peki, LİNÇÇİ Genco Erkal'ın kütüphanesini hiç görmememize karşın, nasıl oluyor da, böyle ciddi bir iddiada bulunabiliyoruz?

Böyle bir iddiada bulunmak için, elimizde çok somut bir belge, çok somut bir delil, çok somut bir kanıt var: LİNÇ KAMPANYASI belgesi, LİNÇ KAMPANYASI delili, LİNÇ KAMPANYASI kanıtı!...

İyi de, böyle bir utanç belgesine, yani LİNÇ KAMPANYASI adını vermekle çok doğru yaptığımız bu tarihsel belgeye imza vermesine karşın, LİNÇÇİ Genco Erkal, Kapital'i okumuş olamaz mı?

Tabii ki, olabilir... Ancak, o zaman, durum çok daha vahim demektir. Çünkü, Kapital'i okuyan bir insan, gerçekçi yazar Coşkun Büktel'le sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için, LİNÇ KAMPANYASI belgesinin altına asla imza atmaz. Bir insan, LİNÇ KAMPANYASI belgesinin altına imza atabilecek kadar alçalabiliyorsa, Kapital'i okurken, "nasıl daha çok Kültür Bakanlığı çanağı yalayabilirim, nasıl daha çok Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapabilirim, nasıl daha çok Lions Ödülü kazanabilirim, nasıl daha çok Aydın Doğan Ödülü alabilirim ve nasıl daha çok kapital kazanabilirim" diye kafa yormuş demektir.

Bana bak Başak bacım, Kapital'le kapital çelişir. Kapital'le LİNÇ KAMPANYASI çelişir. Birbirine taban tabana karşı iki kavrama, yani Karl Marks'ın Kapitali ile kapitalizmin kapitaline "secde eden" kişinin, LİNÇ KAMPANYASI belgesinin altına şirin bir imza kondurması son derecede doğaldır. Ben, LİNÇÇİ bir kişinin, gözleriyle okuduğu Kapital'i, hiçbir zaman için, yüreğiyle okuyamayacağı kanısındayım.

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Aydınlara seslendiği konusunda karısı tarafından eleştirilen Marx'ın kendi yaşamı da ironiler üzerine kurulu aslında; akademik bir çevreden gelerek onlara sesleniyor olsa da, tıpkı bir işçi ailesi gibi sefalet içinde yaşamını sürdürüyor... Zor bir hayat mücadelesi veriyorlar, parasızlıktan tüm ev eşyaları rehinde, koskoca kışı paltosuz geçiriyor Marx, kitapları geçim parası getirmiyor, Kapital'den elde ettiği gelir, bu kitabı yazarken içtiği tütünün masrafını bile karşılamıyor. Doktorasını Demokleitos ve Herakleitos üzerine yapmış olan Felsefe Doktoru Marx, 'Ekonomi-politik okumaktan daha sıkıcı olan ekonomi-politik yazmaktır' diyecek kadar da bilincinde bu durumun... Borçlarını Engels ödüyor, babasının fabrikası var çünkü! 'Yani bizi yine kapitalizm kurtardı' diyerek müthiş bir ironi daha yapıyor karakter... Mutfak masrafı için ayırdığı parayla eve piyano alacak kadar idealist bir adam, çünkü çok zeki ve devrimci bir kız olan küçük kızı Eleanor, müziği tutkuyla sevmektedir. 'Eğer yasalara karşı çıkacaksanız, bunu iki bin kişiyle yapın, hem de Mozart'la.'..."

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

"Metin Yazarı" ve "Dramaturg" olduğunu iddia eden Başak bacım, şimdiye dek, sürekli olarak, Türkiye tiyatrosunun "en saygın ve en yaygın" dergisi diye sunduğum Yeni Tiyatro'yu, senin yaptığın (ç)alıntı nedeniyle, Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş, beni ve okurları ikna edici bir açıklama yapıp, bu (ç)alıntı için özür dilemedikçe, Türkiye tiyatrosunda bu dergiden "daha saygın ve daha yaygın" bir başka dergi bulunmamasına karşın, bu dergiyi artık, "en saygın ve en yaygın" söylemiyle okurlarıma asla sunmayacağım. Bu sözlerimin daha iyi anlaşılabilmesi için, birkaç dakika önce, şu anda yazımını sürdürdüğüm bu yazının en tepesine bir at nalı gibi yerleştirmiş bulunduğum güncelleme yazısını, buraya da olduğu gibi aktarmış olayım:

Çok önemli bir güncelleme / 16 Kasım 2010: "Metin Yazarı"(?!) ve "Dramaturg"(?!) Başak Sakızlıoğlu'nun kendi imzasıyla Yeni Tiyatro Dergisi'nin Kasım 2010 tarihli 23. sayısında yayımladığı ve aşağıda yavaş yavaş değerlendirmeyi sürdürdüğüm "Marx'ın Dönüşü" başlıklı yazının hemen hemen tamamı, Vikipedi / Özgür Ansiklopedi'nin "Karl Marx" maddesi, Dostlar Tiyatrosu Internet sitesindeki Howard Zinn'in yazısı ve LİNÇÇİ Üstün Akmen'in "Kapitalizmin son aşaması komünizm midir?: 'Marx'ın Dönüşü'" yazısından (ç)alıntıdır. Henüz keşfettiğim ve bu keşfimle birlikte, akıl terazimin bozulmasına neden olacak kadar sinirlendiğim bu durumu, şimdilik, küçük bir notla, güncelleyerek geçiştiriyorum. Ancak, bu (ç)alıntı olayını sindirdiğimde, yani akıl terazimi tamir ettiğimde, tepkim çok daha değişik, çok daha farklı ve çok daha sert olacak! (HB)

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Yazar, devrimci Eleanor'u babasının 'sofistike' fikirlerinden bazılarına karşı dururken hayal etmiş, Marks'ın düşüncelerini anarşist bir açıdan eleştirmeyi yeğlemiş ve Bakunin ile Marx'ı, kendi evinde, hem de karısı Jenny'nin yanında yüzleştirerek Marx'ın düşünür ve teorisyen yönünün altını çizerken, kendini davasına adayan devrimci karakterini de vurguluyor."

Howard Zinn diyor ki:

(Marks'ın) "Kızı Eleanor'un babasının en sofistike fikirlerinden bazılarına karşı çıkarken görebiliyordum. Marks'ın düşüncelerini anarşist bir açıdan eleştirmenin iyi olacağını düşündüm ve Bakunin'in onu evinde ziyaret ettiği hayali bir olay ekledim."

(Kaynak: Dostlar Tiyatrosu)

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Aslında, Vikipedi / Özgür Ansiklopedi'den, Howard Zinn'den ve LİNÇÇİ Üstün Akmen'den yapılan bu (ç)alıntıları keşfettikten sonra, hiçbir değerlendirme yapacak hâlim kalmadı; ama, yine de, hiç olmazsa, "Metin Yazarı"(?!) ve "Dramaturg"(?!) Başak bacımızın, Yeni Tiyatro Dergisi'nde neler döktürdüğünü, okurlarıma aktarmam gerekiyor!

(Ç)alıntı olayını algılamam sonucunda dumura uğramış olsam da, şu kadarını vurgulamalıyım: Emperyalist ülkelerde (özellikle Amerika'da) yaşayan aydınların birçoğunda şöyle bir düşünsel hastalık var; işçi sınıfının iktidara gelmesi için ömrünü yatırmış devrimci önderlerin keskin yanlarını törpülemek, onların fikirlerinin tırnaklarını söküp bu fikirleri tehlikesiz hâle getirmek adına, bu devrimci fikirlere su katma çalışması. Bakunin, anarşist biriydi. Anarşizm; başsızlık, iktidarsızlık anlamına gelir. İşçi sınıfının anasını inim inim inleten kapitalizm ve dünya halklarını iliğine dek sömüren kapitalizmin üst aşaması emperyalizm, anarşizme karşı kötü bir duygu beslemiş olsa da, anarşizmin sosyalizmi sulandırdığı oranda, bu akımı da, kendi çıkarları için kullanır. Emperyalist ülkelerin aydınları (özellikle Amerikan aydınları) da, Karl Marks'a özde değil sözde sahip çıkarak, onun komünist düşüncelerinin içerisini boşaltıp, onu işçi sınıfının ideolojisinden uzaklaştırmak için, hiç ilgisi bulunmamasına karşın, onu anarşizmle akraba kılmaya çalışırlar. Tipik bir Amerikalı aydın olan Howard Zinn, emperyalist Amerikan'ın vicdanı rölüyle, bu sulandırma eylemini deniyor! LİNÇÇİ Genco Erkal da, bu sosyalizmi sulandırma, mideleri bulandırma eylemine, acemi bir sazan gibi atlıyor!! Tıpkı, LİNÇ KAMPANYASI ana sponsoru, yalan makinesi, küfürbaz, iftiracı, Türkiye tiyatrosunun ensesine bir Kırım Kongo Kenesi gibi yapışmış bulunan Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın tuzağına balıklama atladığı gibi!!!

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"'Kapitalizm kendi mezarını kazmaktadır.'"

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

LİNÇÇİ Genco Erkal da, LİNÇ KAMPANYASI için imza vererek, kendi tiyatral mezarını kazdı. Sen de, Vikipedi / Özgür Ansiklopedi'den, Howard Zinn'den ve LİNÇÇİ Üstün Akmen'den (ç)alıntı yaparak, kendine ait "Metin Yazarı"(?!) ve "Dramaturg"(?!) sözcüklerinin içerdiği kavramların mezarını kazdın!

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Marx'ın Almanya'daki devrimci gazeteciliği, Paris'teki İşçi Birliği'nde ve Brüksel'deki Komünist Birliği'ndeki çalışmaları, 1848'deki Avrupa devrimleri sırasında Rhineland'da aktif olarak görev alışı, bu sırada yargılanması ve mahkemede yaptığı dramatik konuşmadan sonra serbest kalışı yer alıyor oyunda. Londra'ya sürülmesinden sonra Uluslararası İşçi Birliği'yle İrlanda'nın özgürlüğü için, 1871'de ise Paris Komünü'nü desteklemek için çalışıyor..."

Howard Zinn diyor ki:

"Marks, Almanya'da devrimci bir gazeteciydi, daha sonra Paris'teki İşçi Birliği'nde ve Brüksel'deki Komünist Birliği'nde çalıştı. 1848'deki Avrupa devrimleri sırasında Rhineland'da aktif olarak görev almış, bunun sonucunda da yargılanmış ve mahkemede yaptığı dramatik bir konuşmadan sonra suçsuz bulunmuştu. Londra'ya sürülmesinden sonra Uluslararası İşçi Birliği'yle İrlanda'nın özgürlüğü için, 1871'de de Paris Komünü'nü desteklemek için çalışmıştı."

(Kaynak: Dostlar Tiyatrosu)

LİNÇÇİ Üstün Akmen diyor ki:

"Marx’ın Almanya’daki devrimci gazeteciliği var. Paris’teki İşçi Birliği’nde ve Brüksel’deki Komünist Birliği’ndeki çalışmaları var. 1848’deki Avrupa devrimleri sırasında Rhineland’da aktif olarak görev alışı, bu görev sırasında yargılanması ve mahkemede yaptığı dramatik konuşmadan sonra serbest kalışı var. Londra’ya sürülmesinden sonra Uluslararası İşçi Birliği’yle İrlanda’nın özgürlüğü, 1871’deyse Paris Komünü’nü desteklemek için çalışmaları var."

(Kaynak: "Kapitalizmin son aşaması komünizm midir?: 'Marx'ın Dönüşü'")

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Ben, sana ne diyeyim Başak bacım?! Ben, kafamı hangi taşlara vurayım Sakızlıoğlu kardeşim?!! Ben, bu memleketi terk edip, "alıntı namusu" kavramına önem veren hangi ülkeye iltica edeyim Başak Sakızlıoğlu yeğenim?!!!

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Yazar eserinde, Karl Marx'ı çok açık fikirli, her şeyden kuşku duyarak araştırma gereği duyan bir kişilik olarak tanımlamış ve Marx'ın, kendi düşüncelerinin dogmatikler ordusu tarafından yorumlanmasından endişelendiğini vurgulamış, Marks'ın ağzından kapitalizmin eleştirisini yaparak, sömürünün olmadığı, insanların doğayla, yaptıkları işlerle, birbirleriyle ve kendileriyle barışık yaşayacakları bir toplum hayal etmemimiz sağlamış, gün gelecek Marksizm yeniden gün yüzüne çıkacak fikrini ortaya atmış. Manifesto kitabında savunulduğu gibi; Komünizmin amacının bireyin özgürleşmesi olduğundan söz ediliyor."

LİNÇÇİ Üstün Akmen diyor ki:

"Yazar eserinde, Karl Marx’ı çok açık fikirli, her şeyden kuşku duyan, herkesi kuşku duymaya çağıran bir kişilik olarak tanımlamış ve düşüncelerini izleyenlerin onu bir dogma üreticisi olarak tanımlamalarına karşı çıkmış."

(Kaynak: "Kapitalizmin son aşaması komünizm midir?: 'Marx'ın Dönüşü'")

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Saat sabahın 5'i ve ben hâlâ "deli pösteki sayar gibi", "Metin Yazarı"(?!) ve "Dramaturg"(?!) Başak Sakızlıoğlu'nun sakız gibi uzayan (ç)alıntı yığıntısı altında debelenip duruyorum. Gözüme bir türlü uyku girmiyor ve Türkiye tiyatrosundaki düzeysizlikte kulaç atanların varlığını düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum!

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Oyunda Marx diyor ki; 1971 Paris Commune Partisi'nin yönetim anlayışına bakın, sosyal devlet budur işte! Tarihte ilk kez yoksullardan yana bir yönetim gücü elinde tutuyordu, gerçek işçi devleti, Sosyalizm buydu işte, fakat kötü örnekti dünyaya! Sizler kapitalist düzende paçayı kurtarmayı öğretiyorsunuz çocuklara, peki adaleti kim öğretecek?' Marx'ın ağzından Paris Komünü'nün anlatıldığı kısımda olay dizisinin temposu biraz düşse de, her kesimden seyircinin algılayacağı ortak bir dil yakalanmış. Hem espriler, hem de felsefi-politik tartışmalar seyirciyi sıkmak yerine düşünmeye, sorgulamaya yönlendiriyor. Hele ki usta oyuncu Genco Erkal, perde arasız tek kişilik oyun boyunca, bir kez bile dili sürçmeden, performansını hiç düşürmeden, olağanüstü diyebileceğim büyülü bir biçimde sahnede adeta dans ediyor... Orası sahne değil de sanki bir buz pisti ve Genco usta kusursuz esnekliğiyle tüm alanı doldurarak süzülüyor. Ağır bir konu olmasına rağmen, seyirciyi bir an olsun sıkmıyor, yıldırmıyor, ilgiyi sürekli uyanık tutuyor ve çok güldürüyor, hem de son yılların düzeyli, en zekice esprileriyle... Tiyatronun güldürürken düşündürme işlevi tam anlamıyla yerine getirilmiş oluyor. Tiyatrodan doyuma ulaşmış olarak ayrılıyor, 'işte olması gereken bu, bize izletilen pek çok şey sahneyi doldurmaktan, seyirciyi oyalamaktan ibaret!' diyorsunuz..."

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Allah, Allah! 1971 yılında, "Paris Commune Partisi" adlı bir parti vardı da, biz mi farkına varmadık?! Sahi, Karl Marks, 1883 yılında ölmemiş miydi?!! Ölümünden neredeyse 100 yıl sonraki bir durumu, nasıl olur da görebilir Karl Marks?!!! Bana bak Başak bacımız, sakın sen, Alman Marks'la Laz Marks'ı birbirine karıştırmış olmayasın?!!!...

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Ve Karl Marx sahneden seyirciye sesleniyor; 'Gelmeniz iyi oldu 'Marks öldü' diyen o salaklar ordusu size engel olamadı demek... Evet, aslında öldüm ben... Ama ölmedim de... İşte size diyalektik...'"

LİNÇÇİ Üstün Akmen diyor ki:

"Genco Erkal, Karl Marx olarak dönüyor, sahnenin önüne yürüyor: 'Gelmeniz iyi oldu,' diye seyirciye sesleniyor. 'Gelmeniz iyi oldu. 'Marks öldü' diyen o salaklar ordusu size engel olamadı demek... Evet, aslında öldüm ben... Ama ölmedim de... İşte size diyalektik...'"

(Kaynak: "Kapitalizmin son aşaması komünizm midir?: 'Marx'ın Dönüşü'")

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Karl Marx'ı bir karikatür, bir ucube yerine koyan bu "okuma tiyatrosu metni", bana "oha" derdirtiyor! Karl Marx'ın içerisini boşaltıp, onu göstermelik mumya hâline dönüştüren LİNÇÇİ Genco Erkal, beni insanlığımdan utandırıyor!! Kültür Bakanlığı çanağı yalamak, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapmak, Lions Ödülleri almak, Aydın Doğan Ödülü'nü kapmak, izleyicilerden büyük büyük kapitaller elde etmek için, "kralın soytarısı, padişahın dalkavuğu, burjuvazinin oyuncusu" ruhuyla hareket eden LİNÇÇİ Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirmek için kaleme alınmış ve (ç)alıntı yumağı olduğundan kördüğümleşmiş bu yazıdaki zavallı yağ çekmeleri, bir türlü içime sindiremiyorum. Lânet olsun Türkiye tiyatrosunu kirleten eleştirmenlere ve bu eleştirmenleri, Türkiye tiyatrosuna şırınga eden mantıkla hareket ettiği için, beş kişilik yönetim kurulunda dört tane LİNÇÇİ (Beki Haleva / Sayman, Prof. Dr. Hasan Anamur / Başkan Yardımcısı, Metin Boran / Genel Sekreter, Üstün Akmen / Başkan) barındıran Tiyatro Eleştirmenleri Birliği'ne!!!

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Genco Erkal'ın anlattıklarını canlandırmak adına yararlanılan slayt gösterisi, hem Marx'ın anlattığı fikirlerini destekliyor, hem de politik tiyatro öğelerinden yararlanılmış oluyor, yabancılaştırma etmenini de Genco Erkal çok keyifli bir biçimde uyguluyor."

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

LİNÇÇİ Genco Erkal, metinlerden kırpılmış kupürleri, sahneye boca edip üzerimize dökerken, bu anlamsız fışkırtmalarına anlamlıymış süsü vermek için, slayt, ışık ve müzik numaralarını her daim yapıyor. Bu sirk numaralarını, ancak "maymuna bak" sloganı olarak yutanlar, LİNÇÇİ Genco Erkal'ın "politik tiyatro öğe" becerisi yada "yabancılaştırma etmeni"nden yararlanma çalışması sanıyor. Bu, ahmak kandıran numaraları, yalamadan yutmak için, Vikipedi / Özgür Ansiklopedi'den, Howard Zinn'den, LİNÇÇİ Üstün Akmen'den ve henüz saptayamadığımız başka kaynaklardan (ç)alıntı yapacak kadar gözü dönmüş bir "Metin Yazarı"(?!), akıl terazisini bozmuş bir "Dramaturg"(?!) olmak gerekir!

Bizim tanıdığımız böyle bir insan var: "Metin Yazarı" ve "Dramaturg" Başak Sakızlıoğlu...

Tabii ki, bir de, bu (ç)alıntılara yardım yataklık edecek bir dergi yönetmeni olmak gerekir!!!

Bizim tanıdığımız böyle bir insan var: Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş...

Başak Sakızlıoğlu diyor ki:

"Birkaç sezondur salonları doldurup taşıran, seyirciyi duygudan duyguya sürükleyen, harekete geçiren, parçası olduğumuz düzeni sorgulama heyecanı veren, son yılların özlenen politik tiyatro örneği Marx'ın Dönüşü için Genco Erkal ustaya sonsuz teşekkürler. Tiyatromuzun, onun tutkulu idealizmine ihtiyacı var. Seyircinin düşünmeye, değişmeye, seviyesini yükseltmeye, coşkuyla, hevesle tiyatroya gitmeye, oradan donanmış, insan oluşunun bilincine varmış, değiştirme gücü toplamış, acıma ve korku duygularından arınmış (Katharsis'e ulaşmış) olarak ayrılmaya ihtiyacı var. Bunu sağlayabilecek kalitedeki oyunlara ve yaratıcılarına sonsuz alkış... Hepsinin ışıkları daim olsun, iyi seyirler..."

Başak Sakızlıoğlu'nu değerlendirelim:

Bana bak Başak bacım, öncelikle şunu çok merak ediyorum; "parçası olduğumuz düzen" ne? İlkel komünal düzen mi, köleci düzen mi, feodal düzen mi, yarı feodal - yarı kapitalist düzen mi, kapitalist düzen mi, sosyalist düzen mi, komünist düzen mi, yoksa hiçbiri değil de, tamamıyla Türkiye'ye özgü garip bir düzen mi?

Bir sohbet sırasında dilimizden yada bir yazı yazarken elimizden bir sözcük çıktığında, o sözcüğün içerdiği kavramı, sohbet ettiğimiz kişiye yada yazımızı sunduğumuz okura, açıkça anlatmak zorundayız. Biz, bir sohbet sırasında yada bir yazı yazarken, dilimize öyle geldi diye, elimize öyle geldi diye, herhangi bir sözcüğü, kara bir torbadan tombala çeker gibi kullanamayız. Eğer, biz, herhangi bir sözcüğü, tombala çeker gibi kullanırsak, bizim dışımızda hiç kimse, bize, "Metin Yazarı", "Dramaturg" demez. Derse de, ya cahilliğinden söylemiş yada yalakalığından söylemiş olur. Bir "Metin Yazarı"nın, bir "Dramaturg"un, cehalete ve yalakalığa katlanacağını hiç sanmıyorum.

"parçası olduğumuz düzen", eksiğiyle, yanlışıyla, kapitalist bir düzendir. Özgün bir düşünce geliştirmek yerine, (ç)alıntı yazılar kaleme alan senin gibi kişiler de, bu düzeni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için, şöyle bir imgelem geliştiriyorsunuz:

"Varlığım, kapitalistlerin varlığına armağan olsun!"
Bana bak Başak bacım, şunu "açıkça, mertçe, Türkçe" ve de sertçe ifade etmem gerekir ki; bu (ç)alıntı tarlasının sınırına yerleştirdiğin son paragrafını okurken, iyice midem bulandı, tiksinti duydum, insanlığımdan utandım.

Yazık, çok yazık!!!

Bir insan, ancak, bu kadar yalaka olabilir. Bir insan, ancak, bu kadar yağcılık yapabilir. Bir insan, ancak, bu kadar işkembeden atabilir. Bir insan, ancak, bu kadar anlamsız sözler söyleyebilir. Bir insan, ancak, bu kadar kendi kendini yadsıyabilir. Bir insan, ancak bu kadar kendini... Bir insan, ancak bu kadar... Bir insan, ancak bu... Bir insan, ancak... Bir insan... Bir...

LİNÇ KAMPANYASI için imza veren alçakların cirit attığı Türkiye Cumhuriyeti'nde, sözün bittiği yerdeyiz!!!...


***


Ayrıca bakınız: Başak Sakızlıoğlu'nun (ç)alıntı yazısına asla sahip çıkmayan Erbil Göktaş, "alıntı namusu"nu savunup, Yeni Tiyatro Dergisi yayın ilkelerini anımsattı!