6 Haziran 2010 Pazar

"Sahne Sanatları Bölümü Başkanı" Prof. Dr. Nurhan Tekerek'in incileri!...


Ön not: Hemen aşağıda linkini verdiğimiz ve LİNÇÇİ Mustafa Demirkanlı tarafından kaleme alınmış bilgi kirliliği oluşturan yazıdaki en dikkat çekici tümceyi, okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:

"Sayın Tekerek de OYÇED’in mail grubu üzerinden Sayın Gün’e durumu aktarıp, dava açmak için destek istemiş."

(Kaynak: LİNÇ KAMPANYASI imzacıları, gayrimeşrudan meşruya, illegalden legale, yasadışından yasala çıkmaya yeltenirlerken, insanî değerlere sırt çeviriyorlar!)


***


Oyun'un notu: Aşağıdaki haberi, LİNÇÇİ Gülhan Avşar'ın sahibi, LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü, LİNÇÇİ Ayşe Nalân Özübek'in Yazı İşleri Müdürü olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı emrinde çalışan Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün verdiği reklamlarla beslenen LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... dergisinin yan kuruluşu, gölgesi gibi hareket eden LİNÇÇİ tiyatrodergisi.com.tr sitesinden alarak olduğu gibi yayınladık. Ancak, haberde bulunan LİNÇÇİ ada biz link verip, bu adı kırmızı renkle biz belirginleştirdik. Ayrıca, yazıdaki bariz yazım yanlışlarını kırmızı renkle belirtip, doğrularını yeşil harflerle biz yazdık. Bunun yanı sıra, LİNÇÇİ Nurhan Tekerek'in okunamaz hamlıktaki yazısını, biraz olsun olgunlaştırıp okunur hâle getirmek için yaptığımız müdahaleleri de kahverengi harflerle yine biz yazdık!


***

Nurhan Hocam, Biliyorum Yollarımız Nasılsa Hep Kesişecek


Yazan: Prof. Dr. Nurhan Tekerek


31 Mayıs 2010 tarihinde Nurhan Hocamızla (Hoca'mızla) birlikteydik. Önce Aristophanes’in oyununda, kuşlarla Güvendost ve Umutlugil’in (Senin buraya yazdığın her sözcüğü, okur daha önceden bilmek zorunda mı? Kim bu "Güvendost", kim bu "Umutlugil"?) omuz omuza inşa ettikleri o Ütopya Şehrinde (Şehri'nde) DTCF (DTCF'nin Ankara Üniversitesi'ne bağlı Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi olduğunu yazsaydın, klavye parmaklarını mı aşındırırdı?) Tiyatro Bölümü’nde. Ardından Kalender Zebra'da onu uğurlama yemeğinde. Evet onu, Prof. Dr. Nurhan Karadağ’ı uğurluyorduk, sözde 67 yaşını doldurduğu için (Aslında kaç yaşında?). Artık devletin resmi üniversitesinde (Devletin bir de özel üniversitesi mi var?) gençlere yararlı olma yaşını çoktan geride bıraktığı için. Bu ne demekse… (Doğru: "Bu ne demekse..." Bir anlatabilsen!)
Oysa Nurhan Hoca bildim bileli gençtir. Hiç yaşlanmaz (O bir Tanrı mı? Yoksa, sen hep onun gençlik fotoğrafına mı bakıyorsun?), ne yüreğiyle, ne aklıyla, ne de bedeniyle… Zeynepleri (Zeynep'leri / Zeynepler'i), Zehraları (Zehra'ları / Zehralar'ı), Kadınları (Kadınlar'ı / kadınları) ve Erkekleriyle (Erkekler'iyle / erkekleriyle) hep bizden gençtir. Bu yüzden 1976 yılında, onu tanıdığımdan bu yana hep “Abimiz” dir. ("Abi" olmakla, "hiç yaşlanmama" arasında nasıl bir bağ kuruyorsun? "Bu ne demekse..." Bir anlatabilsen!) Bu ağabeylik vasfı feodal zihniyetten kaynaklanan bir abi-kardeş ilişkisinden ötürü verilmemiştir ona asla. (Burada "feodal" sözcüğünü, yazına iliştirilmiş bir kenar süsü olarak mı kullanıyorsun? Yoksa, "Siz bakmayın benim LİNÇÇİ olduğuma, aslında ben, sınıfsal bilince sahip bir sosyalistim." falan mı demeye çalışıyorsun? Bir türlü anlamıyorum! Ne olur açık konuş Nurhan!!!) Nurhan Hoca tüm insanseverliği, kalenderliği, kibarlığı, saygıdeğerliğiyle, gerçek bir ağabeydir. (Buraya kadar somut, nesnel, özel hiçbir şey söylenmedi. Tamamıyla soyut, öznel ve genel şeyler söylendi. İnanın on bir yaşına yeni basmış, soyut düşünebilme becerisini henüz edinmiş bir ilköğretim okulu öğrencisinin düzeyine bile asla ulaşamayan bir LİNÇÇİ profesörle karşı karşıya kalmak, beni insanlığımdan utandırıyor!) Gerçekten “Adam gibi Adam”lardandır o. (Nasıl yani???!!!) Bu yüzden, kimi zaman “Hocam” desem de, tanıdığımdan bu yana, tüm tiyatro gönüllülerinin abisi olduğu gibi ailemizin de abisidir o. (Nurhan Karadağ, "tüm tiyatro gönüllülerinin abisi" ise, ben asla "tiyatro gönüllü"sü olamayacağım demektir! Senin gibi bir LİNÇÇİ profesörün "abisi olduğu" için, bundan böyle, benim hiçbir zaman ağabeyim olamaz Nurhan Karadağ!!) O kadar yakındır her birimize. Onu tanıdığımda, Gazi Eğitim Enstitüsü’nü malûm nedenlerle (Hangi "malûm nedenler"?) bırakıp, tiyatroyla önce kendimi, sonra dünyayı değiştireceğime inandığım için (Ne kendini, ne de dünyayı değiştirebilmişsin. Yazıklar olsun sana! Ancak, göğsüne bir LİNÇ madalyası takabilecek denli alçalabilmişsin!!!) bölüme başlamış henüz 17 yaşında bir genç kızdım. ("bölüme" hep o yaşlarda başlanıyor ve hep "bir genç kız" yada genç bir erkek olunuyor zâten!) Alabildiğine umutlu, alabildiğine inançlı, elbette alabildiğine yürekli ve de coşkulu… (LİNÇÇİ bir profesör olmadan çok önceleri, insan "alabildiğine..." bir haltlar olabiliyormuş demek ki!) O, Nurhan Hocam, Nurhan Abim coşkumu, umudumu, yüreğimi, inancımı, savaşma becerimi tiyatroyla harmanlayarak uzun yolculuklara çıkmama neden olan ender insanlardan biri oldu hep. (Nurhan Tekerek, LİNÇÇİ olmasının ilk bilincini, kendi meziyetlerini sıralamasından anlaşıldığına göre, adaşı Nurhan Karadağ'ın rahle-i tedrisatından geçerek elde etmiş!) İşte bu yüzden abimdir, hocamdır, dostumdur, arkadaşımdır, yoldaşımdır, yandaşımdır. O sevmesini de öğretendir çoğu zaman. Hem insanı, hem sevgiliyi, hem sevdayı… (Adamın bir de peygamber olduğunu söyle de işi tatlıya bağlayalım LİNÇÇİ Nurhan kardeşim benim!) Hem Anadoluyu (Anadolu'yu), hem dünyayı… Bu yüzden kendine özgüdür, kimseye benzemez. ("kendine özgü"lüğünün hiç olmazsa bir gıdımını öğrenebilsek, çok sevinecektik! Ama bir türlü olmuyor. Bir türlü hiçbir şey öğrenemiyoruz. Lanet olsun!!!) Tıpkı tiyatro anlayışı gibi… (Ya kardeşim, sen bizimle, okurlarla, tiyatrocularlar, tiyatro kamuoyuyla, Trakya'yla, Anadolu'yla, Avrupa'yla, dünyayla dalga mı geçiyorsun? Daha adamı tanımlamaktan, betimlemekten yoksunken, bu adamla ilgili olarak herhangi bir imge geliştirmemişken, biz nereden bilelim bu adamın "tiyatro anlayışı"nı???) Sevmesi bir değişiktir kendine özgü ("kendine özgü"lüğünün ne olduğunu anlatmanızı rica etsem! Benim, halkımın ve tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle mürekkep yalamış koskoca bir profesör olduğunuza göre, en azından tiyatro sanatıyla yirmi dört saat uğraşma gayreti içerisinde olan bana anlatabilmelisin derdini. Somut, ölçülebilir bir iş yapsan, örnekse bir kuyumcu olsan, elinde tuttuğun altının yirmi dört ayar olduğunu iddia etsen, biz senin elinde tuttuğun altının aslında altın bile olmadığını, bir bakır olduğunu hemen söyleyebiliriz. Ancak, sözde soyut işler yaptığınız için, elinizdeki, dilinizdeki sözün kaç ayar olduğunu tam olarak anlayamıyoruz. Sen, bir kuyumcu olsaydın ve elinde tuttuğun madenin aslında bakır olmasına karşın, onu altın diye bize yuttursaydın, sana tek sözcükle "sahtekâr" derdik. Allah'ına şükret ki, tiyatro denilen ve bir türlü tanımlayamadığınız bir "ucube" denizinde yüzüyorsunuz da işiniz kebap!!!) , öfkesi bir başka değişiktir anlayan anlar… (Şu "anlayan anlar" korosunu oluşturan kişileri bir köşede sıkıştırsak da, biz de "anlayan anlar" korosuna katılabilsek! Benim, halkımın ve tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle mürekkep yalamana ve bu yaladığın mürekkebin hakkını vermek yerine, dramatik yazarlığın "Everest"i Theope oyununu yazan Coşkun Büktel'le sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için düzenlenmiş LİNÇ KAMPANYASI bünyesine bir LİNÇÇİ olarak dahil olduğundan ve üstüne üstlük, koskoca bir profesör olmana karşın, bir de yazı yazma kabızlığı çektiğinden, senin mürekkep yalaman için verdiğimiz vergileri sana ve seni profesör bile yapan devlete haram ediyorum, haram ediyoruz!) Bu yüzden Nurhan abimizdir o… (Hangi "yüzden"? SeninLİNÇÇİ olmana ses çıkarmayıp "Kuzuların Sessizliği Korosu"na katıldığı için mi?) Yılgınlığa kapıldığım zamanlarda hep onun sözleri gelir aklıma: “ Pes etmek yok! (LİNÇÇİ olmak var!) Bu güzel ülkede, bu güzel insanlarla yola devam… (Bu iğrenç tiyatro ülkesinde, bu iğrenç çirkin insanlarla, bu alçak LİNÇÇİLERLE yola devam...) Asla pes etmek yok! (Kesinlikle LİNÇÇİ olmalısın. Bir saniye olsun LİNÇÇİ olmaktan asla vazgeçmemelisin!) Unutma sen tiyatro yapıyorsun. (LİNÇÇİ olduğunu hiç aklından çıkarma!) Bu zorlu bir yolculuktur… (Bu zorlu yolculukta, sana, bütün LİNÇÇİ kişi, kuruluş ve kurumlar mutlaka yardımcı olacaktır. Zâten muhtaç olduğun LİNÇÇİ kan, Kâlu Belâ'dan beri damarlarında mevcuttur.) Engebesi bol, sevdası yoğun, tutkulu!..." ("Düriyemin Güğümleri Kalaylı Ah Kalaylı / Fistan Giymiş Etekleri Alaylı Alaylı Aman Aman" Bu türkünün burada ne işi mi var? Damarlarında kan yerine LİNÇ dolaşan Nurhan Tekerek'in buraya taşıdığı "Engebesi bol, sevdası yoğun, tutkulu!..." sözlerinin ne kadar işi varsa, bu türkünün de o kadar işi var!) Sevda tutkulu (Sevda, zâten "güçlü sevgi" demek. Daha ne olsun!) oldu mu ister tiyatroya, ister insana, o vakit yolu da zorlu oluyormuş meğerse… (Ah, canım kardeşim benim! Benzetme gayretinin anlatabilme ihtimalini seveyim senin!!!) Nurhan Hoca’nın sözleri bu yüzden en dar zamanlarımda kulağımın dibinde yankılanıp durdu: “Yola devam, pes etmek yok!...” (LİNÇÇİLİĞE devam, "Özdemir Nutku iftirası"nı destekleme yönünde pes etmek yok!...)
Çünkü biliyorum ki Nurhan Hoca da zor olanı yaptı yıllarca. Türk Tiyatrosu’na kaynağını seyirlikliklerden (seyirliklerden) alan deyişiyle, tavrıyla özgün bir yol açtı. Vasatın altındaki şeylerin taklitle seçkinleştiği ve baş tacı edildiği bir ülkede yeni, özgün ve halktan bir yol çizdi kendine. Elbette öğrencisi olan bizlere de… Dolayısıyla hep yeniden yana oldu geleneksel tiyatromuzun zenginliğinden yararlanarak. Hep güzel insandan yana oldu Anadolu insanının gerçek, naif, yozlaşmamış güzelliğinin ayırdında olarak. Ankara Deneme Sahnesi’nde de birlikteydik, birlikteyiz Nurhan Abi’yle. Dayanışmayı, dostluğu, sevgiyi, birlikte üretmenin hazzını yaşadık hep birlikte orada da… Şimdi düşününce Nurhan Karadağ isminin bana ne anımsattığını şu dört (altı) sözcük dökülüveriyor dudaklarımdan: "Tiyatro Sevdası, Dostluk, Dayanışma, Uzun Soluk"

(Şimdi, LİNÇÇİ kardeşim Nurhan'a göre dört, bize göre altı sözcüğü tek tek sayalım:

1 -Tiyatro
2 - Sevdası
3 - Dostluk
4 - Dayanışma
5 - Uzun
6 - Soluk.

Şimdi de "sözcük"ün sözlük anlamını yazalım:

"Bir dilde kendi başına anlam taşıyan veya tümce içinde bir anlam kazanan birim."

"Tiyatro, sevda, dostluk, dayanışma, uzun, soluk" sözcükleri, dilimizde kendi başlarına anlam taşıyorlar mı? Taşıyorlar! Peki, bu sözcükler, tümce içinde bir anlam kazanıyorlar mı? Evet, kazanıyorlar! Bu altı sözcüğe, "dört" sözcük demek ne anlama gelir? "Geri zekâlılık anlamına gelir!" demeyi terbiyemize uygun bulmadığımız için, bunun ne anlama geldiğini;

Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M.Mete CENGİZ
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Esvet AÇIKGÖZ
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Doğan ŞENYÜZ

Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Eray ALPER söylesinler.

Sayın Rektör ve yardımcıları bu konuyla ilgilenmezlerse, o zaman, Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Yusuf OĞUZOĞLU, bunun ne anlama geldiğini söylesin. O da bu işe karışmazsa, Dekan Yardımcısı Yrd.Doç.Dr. Ayhan HELVACI bir şeyler söylesin. Sayın Helvacı da bulaşmak istemezse, bu sefer, Fakülte Sekreter Vekili Sayın Fahrettin ERKUŞ'tan rica edelim, bunun ne anlama geldiğini. O da "Bana ne?!" demeye yeltenirse, Bilgisayar İşletmeni Oya ÜRÜT, Öğrenci İşleri Memuru Samiye YILMAZ, Dekanlık Sekreteri Zeynep KÖSE, Güvenlik Görevlisi Mustafa AKÇA, Güvenlik Görevlisi İrfan KÖNESU bir yorum yapsınlar. Onlar da suspus olurlarsa, ister istemez öğrencilerden görüş almak zorunda kalacağız. Güzel Sanatlar Fakültesi'nin Resim Bölümü'ne pek bulaşmaya niyetimiz olmadığı için, bu fakültenin Sahne Sanatları Bölümü'ndeki öğrencilerden ricacı olacağız artık. Son çaremiz bu! Ne yazık ki başka bir çare düşünemiyoruz! Bu öğrenciler, Sahne Sanatları Bölüm Başkanı LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek'in; Matematik, Türkçe, Hayat Bilgisi, Sosyal Bilgiler, Fen, Elişi, Resim-İş... gibi derslerden hiç çakmadığını, aslında bu LİNÇÇİ zat-ı muhteremin ilköğretim okulunu bile bitiremeyecek denli kıt bir zekâya sahip olduğunu anlayıp, belki bize yardımcı olabilirler. Bize yardımcı olma lütfunda bulunurlarsa, kendilerine müteşekkir olacağım! Kendi bölüm başkanlarını kurtarmak istemeyip, bize "Hastir" çekerlerse, biz de LİNÇÇİ Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği'ne başvurmayı düşünüyoruz. Oradan da bir sonuç alamazsak, işi Allah'a havale etmeden önce, bir de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitmeyi düşünebiliriz. Ne olur ne olmaz.) İşte bu yüzden “Emeklilik… O da ne ki?” sözcükleri kırık dökük çıkıverdi ağzımdan…

31 Mayıs gecesi de, öğrencilerinin çoğu çepeçevre kuşatmışken sevgileriyle onu, ben de yıllanmış bir öğrencisi olarak bunu düşündüm durdum. “Bu kadar sevgi kuşatması içinde bir hocanın emekliliği nasıl olur ki!” diye… Hüzünlendim alabildiğine, gözlerim dolu dolu oldu, hâttâ (hattâ) yaş oldu aktı damla damla tüm direncime inat… Sonra, - Bırak dedim hüznü bırak tekrar eski yerine, çağır gelsin sevda, dayanışma, dostluk, mutluluk! Ve de ki:

- Sağol (Sağ ol) Nurhan Hocam… Tüm insanlığın, dostluğun, sevgin için sağol…

- Sağolun (Sağ olun) Nurhan Hocam… Kendi insanına yabancılaşmadan, tüm samimiyeti ve sıcaklığıyla tiyatro yapmanın önemini bize öğrettiğiniz için sağolun.

- Sağolun (Sağ olun) Nurhan Hocam, Anadolu'yu ("Anadolu" sözcüğüne doğru yerden kesme işareti koyup, yazım kurallarına tastamam uyarak yazdığın için, seni "tüm samimîyetim ve sıcaklığımla" tebrik ve takdir ederim; canım profesör kardeşim benim.) tüm zenginliğiyle tanımanın, bilmenin insana, sanata ve tiyatroya neler kazandırdığını bize hep anımsattığınız için.

- Topluca ve dayanışma içinde çalışmanın yalnızca tiyatroda değil, her alanda ne kadar gerekli olduğunu bizzat yaşamamızı sağlayarak anlattığınız için sağolun (sağ olun). ("Topluca ve dayanışma içinde çalışmanın gerekli olduğunu" anlatmak ve bu erdemi eylemlilik boyutuna taşımak için toplumcu / sosyalist bilince sahip olmak gerekir. Hangi Nurhan sosyalist? LİNÇÇİ olmayan Prof. Dr. Nurhan Karadağ mı, LİNÇÇİ olan Prof. Dr. Nurhan Tekerek mi? Yoksa her iki Nurhan da sosyalist de, biz mi bir türlü duyup öğrenemedik! Bu konuyu biraz açar mısınız hocam?)
- Tiyatronun seyirci için yapıldığını (Başka türlü tiyatro yapmak mümkün değil ki zâten! Senin mantığına göre şöyle sözler söylenebilir: Balığın yenmek için tutulduğunu, sütün içmek için sağaldığını, otomobilin ulaşım için kullanıldığını, telefonun konuşma aygıtı olduğunu... Ha, direkt anlatım yerine, dolaylı anlatımla Kültür Bakanlığı çanağı olgusuna temas etmeyi düşünüyorsan, o başka. Ancak, böyle bir dolaylı anlatım yoluna başvurduğunu, bu kavramın mucidi olan ben bile anlamadıktan sonra, başkaları nasıl anlasın ki?!) bunu asla unutmamak gerektiğini bıkmadan-yorulmadan yineleyerek sürekli bizi uyardığınız için sağolun (sağ olun). (Ben de, "bıkmadan-yorulmadan" LİNÇ KAMPANYASI iğrençliğini "yineleyerek" sürekli olarak seni ve tiyatro kamuoyunu uyarıyorum! Canım Nurhan kardeşim; bana "sağ olun" demek yok mu?)
Ve elbette Türk Tiyatrosu’na bundan sonra yapacaklarınız için şimdiden sağolun (sağ olun). Hep birlikte ve dayanışma içinde… (Canım kardeşim LİNÇÇİ Nurhan, senin bu LİNÇÇİ olmayan adaşın Nurhan var ya; bu adamı ne kadar yıkayıp yağlasan, bu adamın asla LİNÇÇİ olmaya ve/ya senin gibi LİNÇÇİ bir profesörle hasbihâl etmeye hiç niyeti yok! Boşuna nefes tüketme Nurhan kardeşim benim! Bu yaştan sonra nefes darlığı sorunuyla karşı karşıya kalmanı kesinlikle istemem. Ben, sağlam vücudunda sağlam kafa bulunan LİNÇÇİLERLE mücadele etmeyi seviyorum! Benim, çürük vücudunda çürük kafa taşıyan "rakip"lerle hiçbir işim olamaz. Bunu unutmamanı ve bu bilinçle hareket etmeni temenni ederim Nurhan kardeşim benim!!!) Sevda yüklü yüreğinizle ve yüreklerimizle yapacaklarımız için sağolun (sağ olun)

Nurhan Tekerek

(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)