Hilmi Bulunmaz
24 Kasım 2010
Tam yirmi yıldır Türkiye tiyatrosunun şah damarındaki kurumak üzere olan son bir damlacık kanı bile, bir Kırım Kongo Kenesi gibi emenlerin yazı yazdığı(?!) LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin kurucusu, yöneticisi(?!) ve LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Mustafa Şükrü Demirkanlı, benim kaleme almış bulunduğum;
Başak Sakızlıoğlu'nun Genco Erkal'ı melekleştirmek için yazdığı bir yazı!
başlıklı yazımı da kalemine doladığı, cebren ve hileyle, iftirayla, yalanla dolu bir yazı yazdı:
"Melih Anık’ın Bakışı… Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel ve Erbil Göktaş…"
İyi niyetten tamamıyla yoksun, insanlık tarihinin düzeyini düşürmek isteyen kararlılıktakilerin yazabileceği denli düzeysiz, insanlığın oluşturduğu tüm estetik değerleri küçümseyecek kadar dezestetik, toplumların bilgi birikimini hiçimseyecek kadar dezenformatif, içerisine bir gram bile olsun gerçeğin ışığı düşmemiş, insanlık umudu değmemiş, insanlık onurunu ayaklar altına almak isteyen ve bir düşünsel ur olmanın ötesine asla geçemeyen bu yazının(?!) üzerinde uzun uzun düşünüp, bu yazı(?!) hakkında geniş bir sunuş yazısı yazmaya gereksinim duymadığım için, hemen konuya girmek istiyorum.
***
Demirkanlı diyor ki:
"Büktel, Bulunmaz ve Göktaş’a yönelik (Haber hariç) son yazımı yazıp, gerektikçe bu yazıyı hatırlatma dışında başka bir yazı kaleme almayı düşünmüyorum."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Bana bak Mustafam Demirkanlım, bu kaçıncı "son yazım"? Ha, şöyle söyleyebilirsin:
"Ben, şimdiye dek, Bulunmaz-Büktel ikilisi için, defalarca 'son yazım' demiştim. Doğru, ama şimdi, ilk kez olarak, işin içine Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş'ı da katmış bulunuyorum!! Dolayısıyla, ortada yeni, yepyeni bir durum var!!!"
Tabii ki, işin içine Erbil Göktaş'ı katma anlamında haklısın ya Mustafa. Bana bak Mustafam Demirkanlım, sen, şimdiye dek, Bulunmaz-Büktel ikilisi için de, defalarca "son yazım, son yazım, son yazım" demene karşın, bu "son yazım" sözünü asla tutamamış ve bu "son yazım" lâfının cılkını çıkarmıştın. Doğal olarak, yine sözünü tutamayacak, yine tükürdüğünü yalayacak, yine her zamanki "son yazım"larını sürdürecek ve bu seferki "son yazım" lâfının da cılkını çıkaracaksın ya Mustafa!...
Demirkanlı diyor ki:
"Neden Bu Yazıya Gerek Duydum?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Evet, gerçekten, bu yazıya neden gerek duydun ya Mustafa? Sakın, "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları", "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları", "Nejat Birecik'in Şehir Tiyatroları" vb., vb... reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) pastasını sana yedirmeme eğilimine yönelmiş olmasınlar. Lemi Bilgin'in, Ayşenil Şamlıoğlu'nun, Nejat Birecik'in vb., vb... yerinde olsam, ben de, sana reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) pastası yedirmeyi derhal keserdim. Çünkü, Hilmi Bulunmaz denilen sosyalist sanatçı, senin yalancılığın hakkında, senin çağdışı feodal değerlerle hareket ettiğini belgeleyen o kadar inandırıcı yazılar yazıyor ki, feodal değerleri tamamıyla tasfiye etme sancıları yaşayan kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için yumuşak koltukları sıcacık kıçlarıyla ısıtan Lemi Bilgin, Ayşenil Şamlıoğlu, Nejat Birecik vb., vb... de, ister istemez, reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) pastasını sana yedirmeme kararına doğru pupa yelken gidiyor olabilirler!...
Demirkanlı diyor ki:
"Büktel ve Bulunmaz’ın tamamen gerçek dışı vehim, kasıt ya da belli bir stratejiyi içeren bir süreç içinde şahsıma yönelik karalama kampanyalarının internet havuzuna atılması ve yayılması nedeniyle adı geçen ikilinin Göbbelsvari bir propaganda ile yalanı gerçekmiş gibi göstermeye çalışmalarıdır."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Oha! Tam bir "yavuz hırsız, ev sahibini bastırır" muhabbeti! Gerçek dışı davranan sen, vehim (kuruntu) sahibi olan sen, kasıtlı ve belli bir stratejiyi adım adım sürdüren sen, Hilmi Bulunmaz'la Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için LİNÇ KAMPANYASI düzenleyen ve bu iş için tam 1100(?!) figüran toplayan sen, Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in yanlış tanınmasını sağlama düşüncesiyle Internet havuzunun suyunu yalanlarla bulandıran sen, henüz adını bile doğru dürüst yazma yeteneğini geliştirmiş olamasan da, "Goebbels"vari bir propangadayla yalanı, gerçeğin üzerine boca eden sen, nasıl oluyor da, tiyatro kamuoyu önünde, hem de benim gibi dürüst bir insanı, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosu'na şikâyet ettiğin bir süreçte, böyle sallapati yazılar yazabiliyorsun? İnan olsun, beni, hâlâ şaşırtabiliyorsun, Mustafam Demirkanlım! Türkiye tiyatro dünyasında "yalan" sözcüğüyle özdeşleşmiş durumda olmana karşın, nasıl oluyor da, bu kadar söz cambazlığı yapabiliyorsun ya Mustafa?!...
Demirkanlı diyor ki:
"Sayın Melih Anık’ın, Büktel’e göndermiş olduğu ve Büktel’in de sitesinde yayımladığı mektup da beni bu yazıyı yazmaya yönelten bir başka faktör oldu."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ya, Mustafam Demirkanlım, aslında, sende bir gram bile, bir santim bile, bir santimetrekare bile, bir santimetreküp bile yazı yazma yeteneği bulunmamasına karşın, nasıl oluyor da, yazı yazdığını iddia edebiliyorsun? İnan olsun, beni çok güldürüyorsun, Mustafam Demirkanlım! Melih Anık'ın, hem de, "Boğaziçili" olmasına karşın LİNÇÇİ olmaması, senin midende gaz yapıyor anlaşılan ya Mustafa! Mustafam Demirkanlım, Melih Anık, LİNÇÇİ olmamasına karşın, yanlış ve ürkek davrandığı için, Coşkun Büktel tarafından eleştiriliyor. (Bakınız: "BİR MELİH ANIK YAKLAŞIMI: 'Linççilere laf söyletmem, arkadaş!'") Melih Anık'ın "müdahil" olduğu bu durum, sana, yeni bir yalan ve yeni bir LİNÇ CEPHESİ kazandırabilir düşüncesiyle kalemi eline alıyorsun ya Mustafa!
Demirkanlı (Anık'tan alıntı yaparak) diyor ki:
"'Gerek sizin ve Hilmi Bulunmaz’ın gerekse Mustafa Demirkanlı’nın portalleri ayni kavganın farklı açıları ile dolu.' (Melih Anık)"
Demirkanlı'yı (Anık'ın alıntısı üzerinden) değerlendirelim:
Tabii ki, burada, Melih Anık yanılıyor! Seninle kavga ettiğimizi sanıyor!! Oysa sen, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, kapitalizme hizmet eden tiyatro tarlasını bekleyen bir kargadan farksızsın!!! Senin gibi düzeysiz biriyle, kavga falan edilemez!!!...
Demirkanlı diyor ki:
"Demek ki konu hâlâ bir polemik gibi algılanıyor?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Dikkatli oku, doğru oku, güzel oku, iyi oku, ya Mustafa! Melih Anık,"polemik" yada "kalem kavgası" demiyor; düpedüz ve sözcüğün yalın hâliyle "kavga"diyor!
Evet, LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek, Başak Sakızlıoğlu ve daha bir sürü tiyatro esnafına verdiğim gibi, şimdi de sana Türkçe dersi vereyim:
"Polemik: [1] Siyaset, bilim, edebiyat alanında yapılan sert tartışma,
[2] Yazı ile yapılan tartışma, yayın yoluyla tartışma, kalem kavgası"
"Kavga:
[1] Düşmanca davranış veya sözlerle ortaya çıkan çekişme veya dövüş, münazaa
[2] Savaş[3] Herhangi bir amaca erişmek, bir şeyi elde etmek veya bir şeye karşı koyabilmek için harcanan çaba, verilen mücadele" (Kaynak: VikiSözlük)
Demirkanlı diyor ki:
"Bu yazıyı, Sayın Anık üzerinden tüm okurlara yönelik olarak kaleme almanın daha doğru olacağını düşündüm, çünkü zaman zaman karşılaştığım gibi bazı okurlar da tıpkı Sayın Anık gibi düşünüyor. Anık’ın bakışını temel almamın nedeni ise düzenli olarak tiyatro yazıları yazması ve bu ikiliyi şu ya da bu biçimde tanıyor olması."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Mustafam Demirkanlım, şahsen ben, Melih Anık'la bir kez bile asla karşılaşmadım. Ancak, kendisi, belli bir düzey tutturan tiyatro yazıları yazdığı ve daha da önemlisi, LİNÇÇİ olma alçaklığı içerisine girmediği için, onun tüm yazılarını okuyorum ya Mustafa. Anık'ın yazılarını, zaman zaman, "överek yada yererek" okurlarıma sunuyorum. Melih Anık, birçok Internet sitesine "bulaşmasına" karşın, senin o baştan aşağı yalanlarla dolu sitene asla "bulaşmadı"; bu bile, başlı başına Melih Anık'la ilgilenmeme neden olan ciddi ve önemli bir durum.
Demirkanlı diyor ki:
"Ama Önce Yeni Tiyatro Dergisi Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş’ın İlişkisini Ele Alalım"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Alalım be Mustafam Demirkanlım, alalım ya Mustafa... Tüm eleştirilerimize karşın, hâlâ, Türkiye tiyatrosunun "en saygın ve en yaygın" dergisi olma özelliğini koruyan Yeni Tiyatro ve bu derginin yöneticisi Erbil Göktaş, LİNÇÇİ olma alçaklığı içerisine asla ve asla girmedi.
Demirkanlı diyor ki:
"Bu ilişkide, Bulunmaz’ın sürekli olarak Yeni Tiyatro Dergisi’ne reklam verdiğini, her sayıdan 5 adet satın aldığını vurgulamasının kendisini rahatsız edip etmediğini sormayacağım, ticari ilişkisidir, reklam vereninin, bu jesti kendisi için kullanması Göktaş’ı rahatsız etmeyebilir."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Mustafam Demirkanlım, her ne kadar Erbil Göktaş'ın önüne bir kıtır atmış olsa da, her zamanki hinoğlu hinliğini yapıyor. Mustafam Demirkanlım, işini doğru dürüst, hiçbir hileye başvurmadan yapan iki dürüst insan arasında büyük bir uçurum oluşturmak istiyor. Ben, bir reklâm veren olarak değil, bir sosyalist sanatçı olarak, Erbil Göktaş'ın gayet dürüst bir biçimde yönetme gayreti içerisinde olduğu Yeni Tiyatro Dergisi'ni "destekliyorum". Yeni Tiyatro Dergisi, tam tamına, yüzde yüz benimsediğim bir yayın organı olmasa da, tüm defolarına karşın, hâlâ Türkiye'de yayınlanan biricik, tek LİNÇÇİ olmayan tiyatro dergisi. Yeni Tiyatro Dergisi, özellikle "Başak Sakızlıoğlu Skandalı"yla birlikte gözümden düşen bir düzleme sürüklenmiş olsa da, hâlâ Türkiye'de yayınlanan "en saygın ve en yaygın" diyebilmeyi istediğim bir dergi. Çünkü, Yeni Tiyatro Dergisi'nin yanına yaklaşabilecek, onun kadar yalandan uzak bir başka tiyatro dergisi asla göremiyorum. Yineliyorum; Yeni Tiyatro Dergisi, Türkiye'de yayınlanan biricik ve tek LİNÇÇİ olmayan dergidir. Bir demokrat, bir devrimci, bir sosyalist kişi de, ister istemez, yalana uzak, saygın olmaya çaba gösteren bir dergiyi "desteklemekle" yükümlüdür. Ben, Yeni Tiyatro Dergisi gibi bir derginin yaşamasına omuz vererek, aslında doğruya, güzele, iyiye omuz vermiş oluyorum. Sağ olsun Erbil Göktaş, bana sürekli olarak, Yeni Tiyatro Dergisi'nde yazı yazmamı önerse de, hem işlerimin yoğunluğu, hem Internet sitelerime gösterdiğim özen ve hem de "reklâm" verdiğim bir dergide sürekli olarak yazmanın pek şık durmayacağını düşünerek, uygun bir dille, Erbil'in bu önerisini, zaman zaman geri çevirmeyi başarabiliyorum. Şunu da belirtmeden geçmeyeyim; ben, "kendi dergim OYUN" dışında bir tiyatro dergisinde yazacaksam, bu mutlaka Yeni Tiyatro Dergisi olacaktır. Yeter ki, bu derginin Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş, Başak Sakızlıoğlu gibi yazarların(?!) (ç)alıntı yazılarına dikkat etsin, bu tür (ç)alıntı yazılara karşı özen göstersin, böyle (ç)alıntı yazıların dergisini kirletmemesi için yeteri kadar ciddiyete sahip olsun!
Demirkanlı diyor ki:
"Benim Göktaş’a yani Yeni Tiyatro Dergisi Yayın Yönetmeni’ne sormak istediğim bir başka soru var. Bu soruyu sorma hakkını da şu gerekçeye dayandırıyorum: (İlgili yazarın adını kullanmayacağım, nedeni ise genç ve hassas bir arkadaşımızın böylesine gereksiz, saçma ama zorunlu bir yazıda adını daha fazla kirletmemek.) Bulunmaz tarafından hunharca saldırılan yazar arkadaşımızın aynı zamanda Tiyatro… Tiyatro… Dergisi yazarı da olması."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Mustafam Demirkanlım, "öznesiz tümce" kurmayı, ne kadar da çok seviyorsun!
Bana bak Mustafam Demirkanlım, sen, ne zamandan beri "genç ve hassas" insanlara karşı hassas duygularla hareket ediyorsun. Benim kızımı, âdeta pazara sürülmüş bir meta olarak gösteren Burak Caney denen orospu çocuğunu destekleyen sen değil miydin ya Mustafa? Burak Caney denen orospu çocuğunun sitesinde yazı yazıp, bu orospu çocuğunun üzerime gelmesine destek sunan sen değil miydin ya Mustafa? Sen, ne zamandan beri,"genç ve hassas" insanlara karşı hassas duygular beslemeye başladın ya Mustafa? "İlgili yazar", bir yazı yazarken, kendisine "Metin Yazarı" etiketi yapıştırıp "Dramaturg"damgası vururken, bir tek virgül bile emek harcamadığı ve sadece LİNÇÇİ Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirmek için, (ç)alıntı sözlerle bir metin oluşturarak, bu sözde metni okurlara kakalarken, göğsünü gere gere, adını açık seçik yazarak, B-a-ş-a-k S-a-k-ı-z-l-ı-o-ğ-l-u imzasını atarken, susuyorsun da, bu dalavereye ses çıkarmıyor, bu üçkağıtçılğı onaylıyorsun da, Başak Sakızlıoğlu'nun edebiyatı, tiyatroyu kirleten bu pis hareketine karşı çıkan Hilmi Bulunmaz'ın prestijini örselemek için neden Erbil Göktaş'ın üzerine gitme ahlâksızlığında bulunuyorsun ki ya Mustafa? Utanmıyor musun ya Mustafa?! Doğru! Sende utanmanın "u"su bile yok!!! Yirmi yıldır Türkiye tiyatrosunun şah damarına yapışmış bir Kırım Kongo Kenesi'nde utanma duygusu diye bir şeyin kırıntısı bile kalmaz, haklısın ya Mustafa!!!...
Demirkanlı diyor ki:
"Göktaş; Yayın Yönetmeni ile yazarları bir ailedir, zaman zaman çatışmalar, eleştiriler olabilir, doğaldır ancak kendi Dergi’ndeki bir yazısını eleştiren Bulunmaz’ın tavrı sence sağlıklı bir tavır mı? Eleştirisi haklı olabilir, haksız olabilir, dozu dahi tartışılabilir ama sonrasındaki davranışları, örneğin; ilgili yazarın twitter sayfalarını yayınlayıp dalga geçmesi, google’da bizden izleniyor tavırları seni hiç rahatsız etmiyor mu? Bir yazının eleştirisiyle, bu ve benzeri saldırıların ilgisini nasıl kurup içine sindirebiliyorsun? Yazarını bu tür saldırılardan korumak senin görevin değil mi? Korumayı bir kenara bırakalım, bir yazarını nasıl olur da saldırganlığı alışkanlık haline getirmiş olan reklam vereninin kucağına atarsın?"
Demirkanlı'ı değerlendirelim:
Sen, olumsuz sözcüklerle benim adımı bir araya getirerek, neyin hesabının peşine düşüyorsun ya Mustafa? Bana bak Mustafam Demirkanlım; sen sürmekte olan bir savcılık soruşturmasının, senin lehine gelişmesi için, oltaya yem koyuyorsun, ama ben sazan değilim. Haaa, bu arada unutmadan belirteyim. Ben, her ne kadar "hukuk mekânını, hukuk sürecini" birincil dereceden bir kavga alanı, birincil dereceden bir kavga süreci olarak görmesem de, senin ve seninle birlikte hareket eden LİNÇÇİ yoldaşlarının açtıkları davalara karşı, birer birer, ikişer ikişer, üçer üçer, onar onar, yüzer yüzer... dava açmayı düşünüyorum.
"Korkma, sönmez bu şafaklarda..."
Henüz karar aşamasındayım. Hangi davayı, ne zaman açacağım? Net karar vermiş değilim! Sakin ol Mustafam Demirkanlım!! Sen, çilingir sofranı kur ve yavaş yavaş alkolizmin batağına yelken aç; ben, sana haber veririm, seni ne zaman mahkemeye vereceğimi. Sen, hiiiç merak etme, Mustafam Demirkanlım!!!...
Demirkanlı diyor ki:
"Bulunmaz’ın eleştirisinden sonra ilgili yazara yazmış olduğun muhtıra niteliğindeki mailini yayınlanması için Bulunmaz’a göndermek sana yakışıyor mu? Yazarların sana hiç mi güvenmemeli? Yayın Yönetmeni’nin, yazarı ile arasındaki özel yazışmasını saldırganlığı malum bir şahsın sitesinde yayınlatması ne kadar etik bir davranış?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Bana bak Mustafam Demirkanlım, "öznesiz tümce" kurma kurnazlığını bir yana bırak artık. Senin bu tilki kokulu kurnazlıkların, Türkiye tiyatrosundaki herkesi kafaya alabilir, ama beni asla kafaya alamaz ya Mustafa.
Ben (Hilmi Bulunmaz), hangi yazarın(?!) hangi yazısını(?!) nerede okuyup, o yazarın(?!) o yazısını(?!) nerede değerlendirip yayınladım ya Mustafa? Ben, Başak Sakızlıoğlu'nun yazısını(?!), Yeni Tiyatro Dergisi'nin 23. sayısında okuyup, Başak Sakızlıoğlu'nun yazısını(?!) Oyun sitesinde değerlendirip yayınladım.
Erbil Göktaş kim? Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni. Başak Sakızlıoğlu'nun yazısı(?!) nerede yayınlandı? Yeni Tiyatro Dergisi'nde! Erbil Göktaş, Hilmi Bulunmaz'ın saptaması doğrultusunda, Başak Sakızlıoğlu'nun yazısının(?!) (ç)alıntı olduğunu öğrendiğine göre, Başak Sakızlıoğlu'nun (ç)alıntısı üzerine kime, nereye bir açıklama göndermesi gerekiyordu ya Mustafa? Hilmi Bulunmaz'ın yönettiği Oyun'a açıklama göndermesi gerekiyordu. Sence, açıklamayı, sana mı göndermeliydi yoksa ya Mustafa?
Erbil Göktaş, çok doğal ve gayet yerinde bir açıklama yaparak, Hilmi Bulunmaz'ın damıtılmış emeğine sahip çıkarken, Başak Sakızlıoğlu'nun emek hırsızlığını benimsemediği gibi, Başak Sakızlıoğlu'nun emek hırsızlığına kesinlikle karşı çıkıyor! Zâten, doğru dürüst bir inceleme yapmadan yayınladığı yazı(?!) nedeniyle, "suçlu" konumdayken, bir de senin gibi bir zavallıyı dinleyip, iyice dibe mi vurmalıyda Erbil Göktaş?!!!
Demirkanlı diyor ki:
"İlgili yazar arkadaş, sana gönderdiği yanıtını da paylaşarak, üzüntülerini hayal kırıklıklarını paylaştı, daha fazla yanıt vererek Bulunmaz’ın tezgahında meze olmaması için başka bir yanıt vermemesini önerdim, çünkü sana vereceği yanıtları sen Bulunmaz’a ileteceksin o da işi gücü bırakıp nasıl daha fazla yaralarım diye kafa yoracak ve bir insanı daha canından bezdirecek. Yazarınla ilişkini kesmenin yolu bu mu? Bugüne kadar verdiği emeklerinin karşılığı bu mu olmalı? Vefa sadece İstanbul’da bir semt adımı?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Adı; "İlgili", soyadı; "yazar" mı bu "arkadaş"ın ya Mustafa? Bu"arkadaş"ın adı; Başak, soyadı; Sakızlıoğlu! Mustafam Demirkanlım, sahi sen, Türkiye Cumhuriyeti tiyatro dünyasının "Andrey Jdanov" u musun be birader? Başak Sakızlıoğlu, iftiracılığı, küfürbazlığı, LİNÇÇİ kişiliği, yalancılığı tescil edilmiş biriyle dertlerini neden paylaşıyor ki ya Mustafa? Bunun bir tek nedeni var; Başak bacımız, hiçbir emek harcamadan, emek hırsızlığı yaparak, (ç)alıntı yazılar yazma alışkanlığıyla hareket ediyor! Şıracının şahidi bozacı hesabı... Bana bak Mustafam Demirkanlım biraderim, sen bu Başak bacımızı kendi vicdanıyla başbaşa bıraksan da, bu kızımız kendi kararını kendisi verse olmaz mı? Belki bu kızımız, senin o saçma sapan, sapına kadar yalanlara bulanmış markajlarından kurtulunca, daha nitelikli işler yapma gereksinimi duyabilir!
Sahi aklıma gelmişken, şunu da belirtmeliyim; Toprak Karaoğlu, benim dergimin genel yayın yönetmeni olduğu dönemde, Lenin Yoldaş'ın fotoğrafını ve sözlerini Oyun dergisinden söküp attı diye, kendisini kapının önüne koyar koymaz, hararetle ve ısrarla, hem de benim yanımda, neden seni telefonla aradı ki? Toprak Karaoğlu'yla, Oyun Dergisi genel yayın yönetmeni olmadan önce tanışıyor muydun? Yoksa, bu derginin genel yayın yönetmeni olur olmaz mı kendisiyle iletişime girmiştin? Merak duygusu, insana bu tür soruları sordurabiliyor!
Hayatında bir tek, evet bir tek başarıya bile imza atamamış olmanın dayanılmaz hafifliğinin üzerindeki bulutlara binerek, neden başarılı ve emekçilerden yana çaba harcayanların tezgâhına çomak sokuyorsun ya Mustafa? Sahi, hiç aynaya bakıp kendi kendine şöyle konuştuğun oluyor mu:
"Ben, neden hep egemenlerin kayığının küreğini çekiyorum? Ben, neden her zaman için egemen ideolojinin tiyatral izdüşümünün gölgesinde yaşamak zorundayım? Ben, tiyatronun 't'sinden, oyunculuğun 'o'sundan hiç anlamamama, eskitilmiş bir subay olmanın ötesinde hiçbir becerimin(?!) bulunmamasına karşın, Türkiye tiyatrosunun şah damarındaki son damlacık kanın üzerinde tepinen Kırım Kongo Kenesi olarak yaşamaya ilelebet mahkûm muyum?"
Demirkanlı diyor ki:
"Seni, Erbil Göktaş olarak değil ama bir Yayın Yönetmeni olarak kınıyor, bu davranışından dolayı protesto ediyorum."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Sanki, "Yayın Yönetmeni" olmak çok kutsal bir şeymiş gibi bir söylem geliştiren adama bakın hele! Bana bak Mustafam Demirkanlım, senin "Yayın Yönetmeni" kavramı üzerine bir tek söz söylemeye bile hakkın olamaz. Sen ki, iftiracı, küfürbaz, LİNÇÇİ, yalan makinesi ve daha bir sürü olumsuz sıfatı bünyesinde toplayabilmiş mucizevî(?!) birisin, nasıl oluyor da, tereciye tere satıyor, "Yayın Yönetmeni"ne "Yayın Yönetmeni" olma dersleri verebilme cesaretine sahip olabiliyorsun?
Sen kim, "Yayın Yönetmeni" kim? Sen kim oluyorsun da, Erbil Göktaş gibi, Türkiye'nin tek LİNÇÇİ olmayan tiyatro dergisinin yöneticisine lâf söyleyebiliyorsun? Sen kim oluyorsun da, Erbil Göktaş gibi önemli bir insanı kınayabiliyor, hattâ hiç utanmadan onu protesto edebiliyorsun? Yavaş gel biraz ya Mustafa! Hooop, ağır ol Mustafam Demirkanlım!!!
Demirkanlı diyor ki:
"Dönelim Ana Konumuza: İkiliye…"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
"Ayının kırk türküsü var, kırkı da ahlat üstüne!" Bizim Mustafa'nın da kırk türküsü var, kırkı da "ikili" üstüne!
Demirkanlı diyor ki:
"Bu ikilinin Büktel olanını yaklaşık 20 yıldır tanırım, benimle kavga etmesinin temel nedeni yıllar önce –internetin olmadığı dönemlerde- gönderdiği bir yazısını Dergi’de yayımlamamamdan kaynaklanıyor. Yazıyı yayınlamama nedenim; birçok tiyatro insanına 'salak', 'cahil' vb onlarca sıfatı taşımasından kaynaklanıyordu ama onun için tıpkı sizin (Sayın Melih Anık) tavrınız gibi benim de kendisinden yana olmadığım sonucunu sağladı ve her fırsatta hakaret ve küfürlerini artırarak sürdürdü. O yazısını –hakaretler de dahil- yayımlamalıydım, yoksa 'sansürcü' olacaktım ve oldum. İkilinin diğerini tanımazdım, tanımam, ışıklar içinde yatsın Mehmet Akan için kan aradığımız günlerde, ölüm döşeğindeki bir insana sadece dizide oynadığı için hakaretler yağdırmasıyla ve bir arkadaşın ikazıyla öğrenmem ve benim sert bir yazı yazmamla başladı. Tuzağa düşmüştüm ve çorap söküğü gibi hakaretler, küfürler art arda her ikisi tarafından sıralanmaya başladı."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Coşkun Büktel'in, "birçok tiyatro insanına 'salak', 'cahil' vb" dediğini dile getirip, bu "salak" ve "cahil" sözcüklerinden rahatsız olduğunu dile getiriyorsun, peki, sen, LİNÇÇİ "emekli devlet memuru" Yücel Erten'in dile getirdiği; "DALYARAK... ORTADAKİ SANDIK SİKE SİKE USANDIK... ÇÜKTEL... DALKÜREK... DÖRTVEREN..." sözlerine neden arka çıkıyorsun? Bu sözleri, "Bu herkesin telefonda da yaptığı kötü bir alışkanlık ama bir alışkanlık." deyip nasıl hafifsiyebiliyorsun, nasıl küçümseyebiliyorsun ki, canım kardeşim Mustafam Demirkanlım! (Bakınız: "Coşkun Büktel: Bu Bir 'Haber' Değil mi?")
Demirkanlı diyor ki:
"Sayın Anık: 'Hakaret vb iddialarla ihtarname göndermenin, dava açmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Tiyatro dünyasını onların davaları kurtarmayacak! Bu nedenle de onlarla ayni fikirde değilim, ‘yapılanları onaylamıyorum'.' demiş, Sayın Anık’a ve okurlara Bulunmaz’a yönelik savcılığa verdiğim şikayet dilekçemden kısa bir bölümü aktarıyorum, savcılığa aktardıklarım da bütünün, sanırım, sadece % 3-5’i kadardır, diğerleri de peyder pey aktarılmaya devam edecek:"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Eee, sonra? Başka bir spekülasyon, başka bir dezenformasyon uygulama alanına daha ihtiyaç duymuyor musun? Üfür üfürebildiğin kadar, konuş konuşabildiğin kadar. Şu anda içinde bulunduğun ruh durumu, sanıyorum ki, sende "tek kale maç yapma duygusu" oluşturmuş. Ancak, sen hiç merak etme: Bana kim "noter onaylı ihtarname" göndermişse, ona "noter onaylı ihtarname" göndereceğim; beni kim "savcılığa şikâyet" etmişse, onu "savcılığa şikâyet" edeceğim; beni kim "mahkemeye" vermişse, onu "mahkemeye" vereceğim.
Demirkanlı (Bulunmaz'dan alıntı yaparak) diyor ki:
"Yoksa, senin gibi acemi, beceriksiz, cahil, çaresiz, divane, enayi, fırıldak, geveze, hacıyatmaz, ımga, iblis, jandarma, küstah, lânet, miskin, nekes, orostopol, özensiz, pısırık, rezil, sefil, şerefsiz, terbiyesiz, uyuz, ümitsiz, vandal, yavşak, zavallı bir insandan hiçbir umudum olmadığı için, seni terbiye etmeye kafa yormuyorum. Seninle tiyatral herhangi bir iş yapılamaz. Seninle ancak "dalga" geçilir." Hilmi Bulunmaz.
Demirkanlı'yı (Demirkanlı'dan alıntı yaparak) değerlendirelim:
"Sonunda sabrım taştı. Şunların sitelerini bir tarayayım dediğimde yukarıdaki iki habere de rastladım Hilmi Bulunmaz'ın sitesinde, ilk tepkim ANA AVRAT SÖVMEK oldu, insanlıktan nasibini alamamış, kendini sosyalist ilan eden bu meczup..." Mustafa Demirkanlı
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"göte göt" dendiği gibi; karşı tarafın görüşlerini okurlardan saklayarak tek yanlı yayın yapıp, sansür ettikleri insanları "suç belgesinin kaynağına link vermeksizin" suçlayan sansürcü, iftiracı ve linççi alçaklara da "orospu çocuğu" denir. (Bu kavramın orospularla ve çocuklarıyla ilgisi, ‘imambayıldının’ imamla ilgisi kadardır.” Coskun Büktel.
Demirkanlı'yı (Demirkanlı'dan alıntı yaparak) değerlendirelim:
"Büktel, sürekli bir tetikçi kullanır, gözlerini boyar, kendine mürit kılar ve etrafa saldırdır." Mustafa Demirkanlı
Demirkanlı diyor ki:
"Sayın Anık da, sitesinde Büktel’in yorumundaki bazı hakaret sözcüklerini yayımlamadığı için Büktel tarafından 'sansürcü' olarak ilan ediliverdi ve cezası da hemen kesildi. Hakaret sıfatlarını yayımlamayan Sayın Anık da, Büktel’e göre 'sansürcü' olarak tanımlandığı için yukarıdaki hakaretlerle baş başa kaldı demektir. Büktel için hakaret etmesi için bir tek sebep vardır: Büktel gibi düşünmemeniz."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Bence, yukarıdaki sözleri yazarken, kendi yazdıklarına, Mustafam Demirkanlım, kendisi bile inanmıyor. Ancak, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilebilmesi için, sürekli olarak yalan üreten makinelere gereksinim duyulur. Hayatın her alanında, üç vardiya biçiminde, harıl harıl çalışan yalan makinelerine, Türkiye tiyatrosu da, Mustafa Demirkanlı diye birini armağan etmiştir. Yalan söylemeden, bir saniye bile ayakta durabilmesi mümkün olmayan Mustafam Demirkanlım, doğası gereği, gerekli gereksiz her ortamda yalan söylemesi gerekiyor. Coşkun Büktel yada ben, neden Melih Anık'a, yalan makinesi Mustafa Demirkanlı yada sansür makinesi Ahmet Ertuğrul Timur (nam-ı diğer 3. Abdülhamid) muamelesi yapalım ki? Her şeyden önce, Melih Anık, hem de Boğaziçi Üniversitesi ile ilişkili biri olmasına ve Boğaziçi Üniversitesi ile ilişkili olan birçok tiyatro esnafının LİNÇÇİ olmasına karşın, LİNÇ KAMPANYASI için asla imza vermedi. Dünyanın hiçbir yerinde, bir LİNÇÇİ ile bir LİNÇÇİ olmayan, asla mukayese edilemez! Biz, "göte göt" dediğimiz, yalan makinesine yalan makinesi dediğimiz gibi, Melih Anık'a da, LİNÇÇİ olmama şerefini gösterebilmiş bir insan deriz!
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"Her zaman dediğim gibi: Mustafa Demirkanlı'yı midesi kaldırabilen, Demirkanlı'dan iğrenmeyebilen herkesten, tüm samimiyetimle iğreniyorum." Coşkun Büktel
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Benim midem Mustafa Demirkanlı'yı asla kaldırmıyor. Onun için, bu konuda hiçbir zaman kafa yorma derdinde değilim. Ancak, Büktel'in sözünü yinelemek istiyorum: "Mustafa Demirkanlı'yi midesi kaldırabilen kişilerden iğreniyorum!"
Demirkanlı diyor ki:
"Toptancı yaklaşıma ve hakaretlere bir örnek daha, Büktel’in şartı var! 'Demirkanlı’dan iğreneceksiniz' yoksa o sizden iğrenir. Büktel yukarıdaki hakaretini onlarca kez kullanmakta bir sakınca görmüyor ama o hakaret etmezmiş!"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Yinelemek zorunda olduğum için, okurlarımdan özür dilerim; "göte göt", "yalancıya yalancı" denir. Göt de, yalancı da, olumsuz duygulara neden olsa da, sözlükte bu sözcükler var oldukça, biz bu sözcükleri kullanmak durumundayız. Evet, Mustafa Demirkanlı sözcüğünü ne zaman duysam, midem bulanıp iğreniyorum.
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"Mustafa Demirkanlı, Coşkun Büktel'e karşı pek çok takma isim kullandı. Kullandığı son isimlerden biri Deniz Duygulu'ydu. Deniz Duygulu'ya tüm yazdıklarını sileceğini ve hatta facebook hesabını bile kapatacağını söylemiştim. Bu sözüm üzerine sayfalar boyunca benimle alay etmişti. Sonunda savcıya yakalanmamak için, aynen dediğim gibi yaptı: Tüm yorumlarını sildi ve facebook hesabını kapattı. Ama ben her şeyi kaydetmiştim. İşte Demirkanlı'nın Deniz Duygulu olduğunun belgesi: TIKLAYINIZ! (http://www.coskunbuktel.com/buktelozgurbaskantuydu.htm)"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Burak Caney adlı Internet sapığını bile yüreklendiren, Burak Caney adlı Internet sapığının sitesinde bile yazı yazan bir kişinin, her türlü dalavereye başvuracağına eminim olduğum için, Coşkun Büktel'in belge göstererek sunduğu duruma da inanmaktan başka çarem yok.
Demirkanlı diyor ki:
"'Facebook'unda bir kez yazdım, 'ben hiçbir zaman takma isim kullanmadığım gibi bir başkasını da ne yönlendirdim ne de teşvik ettim, tartıştığınız insanları ne gerçek olarak ne de takma isimleriyle tanımıyorum, varlıklarından haberim bile yok, kanıt için benim vermem gereken hangi bilgi, belge gerekiyorsa vereyim –örneğin ıp numaram ya da başkaca ne gerekliyse- bu yaptığın ayıptır, üstelik; 'İnsanları suç belgesi göstermeden ya da suç belgesinin orijinal kaynağını belirtmeden (orijinal kaynağa link vermeden) suçlayacak kadar alçak değilim.' demene rağmen...' yazmama karşın, ispatlama yerine, hakaretlerinin dozunu artırdı. Onun insanlara 'iftira' atması, 'hakaret' ve 'küfür' etmesi için herhangi bir suçunuz, kusurunuz olması gerekmez, Büktel öyle diyorsa öyledir, bu durumda her türlü hakaretle yüz yüze kalmaktan kaçamazsınız, kendinizi koruma olanağınız da yoktur."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Vallahi, bu "facebook bataklığı" işlerinden pek anlamadığımdan, bu "facebook bataklığı" maddesine pek temas etmek istemiyorum. Ancak, tam bir yalan makinesi olarak kurgulanmış olduğu için, senin hiçbir sözüne inanmıyorum ya Mustafa! Sen ki, hem de Burhan Gün'ü kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Savcısı'na bile hileli bir belge, hileli bir delil, hileli bir kanıt sunduktan sonra, senin hangi bir sözüne, senin hangi bir yeminine inanalım ya Mustafa? Yaralı bir aslana saldıran çakal sürüsü gibi üzerime geldiğiniz için, sizin beni "hukuk mekânında, hukuk sürecinde tuş etme" gayretlerinize karşılık olarak, yeteri denli yazı yazamıyorum. Üstelik, iki haftadır da gribin beni yatağa mahkûm etmesi cabası... Ancak, "belki yarın, belki yarından da yakın" bir zamanda, sizlerin kirli çamaşırlarınızı, ağır ağır, yavaş yavaş açığa çıkarma çalışmalarına başlayabilirim.
Demirkanlı diyor ki:
"Lütfen, yukarıdaki linke girerek, Büktel’in belge adı altında insanları şahsıma karşı nasıl dezenforme ettiğine tanıklık edin."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
O yukarıdaki link, verilmesi gereken link mi, yoksa dezenformasyon oluşturmak için kullanılmış konuyla hiçbir ilgisi bulunmayan bir başka link mi?
Demirkanlı diyor ki:
"Yukarıda alıntıladığım hakaretleri hem sitesinde hem de facebook’unda onlarca kez tekrarlanmaktadır. Yaşadıklarımın, maruz kaldığım saldırıların sanırım sadece %1’idir bunlar."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Vallahi, 50-60 yaşlarındaki insanların "facebook bataklığı" üzerinden iletişim kurması, "facebook bataklığı" üzerinden sözde tartışmaya girmesi, en hafif deyimiyle canımı sıkıyor. Yineliyorum; "facebook bataklığı" bana çoook uzak olduğu için, "facebook bataklığı" konusunda kulaktan dolma bilgilerin dışında herhangi bir bilgiye sahip değilim ve en azından şimdilik kaydıyla, bu bataklıktaki tartışmaların dışında kalmaya özen gösteriyorum.
Demirkanlı diyor ki:
"Neden Dava Açtım, Açmaya Devam Edeceğim?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
İftira attın, tutturamadın ya Mustafa! Küfür ettin, hedefine ulaşamadık ya Mustafa!! Yalan söyledin, istediğini elde edemedim ya Mustafa!!! Şu andaki tek kurtuluşun, beni mahkemeye vermekti ve sen de beni mahkemeye verdin. Emekçilerin çıkarlırı için değil, egemenlerin çıkarı için kurgulanmış hukuk sisteminin bir uzantısı olarak, ben "davayı kaybedersem" oh ne âlâ!... Eğer ben değil de, sen kaybedersen, o zaman sırada, Internet ortamındaki gibi sanal bir LİNÇ değil, fiziksel olarak bir LİNÇ söz konusu olacak. Yani, bütün yolları denedikten sonra, Mustafam Demirkanlım, beni gerçek anlamda LİNÇ ettirebilir. Böyle bir olasılık her zaman kendini dayatıyor!!!
Demirkanlı diyor ki:
"Dava açma konusuna gelince, 54 yaşındayım, gerek mesleğim icabı gerekse siyasi olarak şahsıma onlarca dava açıldı, hiç dava açmamıştım… 54 yıl sonra bu ilkemi bozarak dava açtım, açmaya devam edeceğim, sanırım yaşamım boyunca açmadığım davaların birkaç katını bu ikili ve bağlantılı arkadaşları için açacağım. Sayın Anık, 'Tiyatro dünyasını onların davaları kurtarmayacak!' demiş, çok da doğru demiş, ancak bu davalar tiyatro dünyasını kurtarmak için açılmıyor ki? Hiçbir biçimde durmayan, durmak bir yana hakaretlerini artıran bu ikiliye karşı onurumu/zu koruyacak, saldırılarını engelleyecek başka bir yol kalmadı ki?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ben, beni apar topar gözaltına alıp, bana aylarca işkence yapan devlete bile dava açmamıştım. Çünkü, benim mücadeleme, birincil dereceden "hukuk mücadelesi" olmadı, olamaz. Ancak, her zaman yinelediğim bir hukuk anlayışım var: Bana "noter onaylı ihtarname" gönderene ben de "noter onaylı ihtarname" gönderirim; beni "savcılığa şikâyet" edeni ben de "savcılığa şikâyet" ederim; beni "mahkeme" vereni ben de "mahkemeye" veririm. Mustafam Demirkanlım, hiç acele etme, sakin ol; ben, sana ve senin yoldaşlarının tümüne karşı dava açacağım. Biraz sabırlı ol lütfen.
"Ne bu şiddet, bu celâl?"
Tabii ki, ben, ne Mustafam Demirkanlım gibi, ne de Melih Anık gibi düşünüyorum. Bence, bu davalar, Türkiye tiyatrosunu kurtaracak. Bu davalar, şöyle bir yavaş yavaş seyretmeye başladıktan sonra, bu davalara karşı davalar açacağım ve bu davaların hemen peşi sıra Kültür Bakanlığı çanağı yalayan tiyatroları gündemime alarak, onların onlarca yıldır benden, halkımdan, tüyü bitmemiş yetimden aldıkları avantanın, diş kirasının, sadakanın, sus payının hesabını hukuk alanına da taşıyacağım. Hiç kimse, hiçbir zaman için hiç acele etmesin. Gün olur, devran döner...
Demirkanlı diyor ki:
"İfade Olanaklarının İmha Edilmesi…"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Evet, doğru, ifade olanaklarımız imha edilmek istendi, imha edilmek isteniyor, imha edilmek istenecek. Türkiye tiyatrosunun gururunda değil, ama kuburunda yetişen tam 1100(?!) alçak, benim ve Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarımızı Internet ortamında da olsa, imha etmek için, bütün alçaklıklarıyla üzerimize geldiler ve geldikleri gibi de gittiler. Ancak ben, Rahmi Dilligil'e asla benzemem; ben, Rahmi Dilligil'in sürdüğü gibi bir hayat sürmedim, sürmeyeceğim. Rahmi Dilligil'in çocuğuna, okuldaki arkadaşları, belki Mustafa Demirkanlı'nın doldurmasıyla "hırsızın çocuğu" şeklinde bağırmış olabilirler. Ancak, ben, kendi haklarımı savunmasını bildiğim gibi, Rahmi Dilligil'in de haklarını savunabilecek durumdayım. Ne var ki, konuya tam olarak vakıf olmadığım için, şimdilik susup bekliyorum. Benim, suskunluğumu bozup Rahmi Dilligil'in haklarını da savunabilecek kadar gücüm ve zamanım olduğunda, bu konuya da değinmeye, bu konunun da ardına düşmeye kesin kararlıyım. Şimdi, nasıl olsa "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları"ndan, "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları"ndan, "Nejat Birecik'in Şehir Tiyatroları"ndan bol kepçe reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) alıyorsun diye, Mustafam Demirkanlım, kendine çok fazla güvenmes. Ben, "Rahmi Dilligil Dosyası"nı yeniden açabilecek bir duruma gelirsem, Ayşenil de, Lemi de, Nejat da, bayağı düşünmeye başlayacaklar!!!"
Demirkanlı diyor ki:
"'LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz ve gerçekçi yazar Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarının imha edilmesi için bir LİNÇ KAMPANYASI başlatıyor.'"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Evet, doğru, Rahmi Dilligil'in zor durumda bulunduğu bir zaman diliminde, Mustafam Demirkanlım, nasıl ki, Rahmi Dilligil'in sanatsal ifade olanağının imha edilmesi için uğraştıysa,
Hilmi Bulunmaz'ın kızının ölümcül bir süreçten geçiği zaman da, Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanağının imha edilmesi için elinden gelen kalleşliği yaptı. Ancak, şimdi, Hilmi Bulunmaz, hiçbir avukata güvenmeyecek kadar bile kendine güvendiği bir süreçten geçtiği, yani sapasağlam ayakta olduğu için, bütün bu LİNÇ KAMPANYASI sürecini sarsmak için büyük bir mücadele veriyor.
Demirkanlı diyor ki:
"Bu ibareyi sürekli kullanarak, Sayın Anık gibi yakından izlemeyenleri yanıltmayı hedefliyorlar. Öncelikle, 'Temiz Tiyatro' imza kampanyasını ben düzenlemedim, düzenleyici yayıncılardan bir tanesiydim (Kaldı ki ben de düzenlemiş olmaktan hiç gocunmazdım ama benim aklıma gelmemişti.)"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Aaaa, ayıp oluyor ama ya Mustafa! Yoldaşların, Ahmet Ertuğrul Timur, Ömer Faruk Kurhan, Yücel Erten, Tuncer Cücenoğlu, vb., vb... adlı kişileri, hemen öyle bir kalemde silmek var mı? Allahaşkına, sen bu yazıyı(?!), Melih Anık'ı konuna meze yapıp okurların(?!) için mi yazıyorsun, yoksa Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Savcısı'nı etkilemek için mi yazıyorsun? Hani, Türk Silahlı Kuvvetleri içersindeyken, özellikle 12 Eylül Faşizmi öncesi, elindeki tabancanın ışıltısına yaslanarak devrim yapabileceğini sanan acemi teğmenler vardı ya onlara benziyorsun! İki tokat yiyince, en yakınındaki arkadaşını "idare"ye teslim eden çömezlere benziyorsun!! Ne o, henüz yolun başındayız!!! Sen beni savcılığa şikâyet ettin ve sanırım savcı, beni mahkemeye verecek ve yine sanırım, doğal süreç işlerse, ben davayı kaybedeceğim, ardından da ben seni mahkemeye vereceğim. Bütün bu söylediklerim, sanırım iki yılı bulur. Sen, ne oldu da birden bire, arkadaşlarını satma, onları "idare"ye gammazlamaya çalışıyorsun ki? Bu LİNÇ KAMPANYASI için düzenleme yapan kişi sen değilsin de, Burak Caney mi yoksa? Güldürme beni ya Mustafa!
Demirkanlı diyor ki:
"Bu kampanya ile ne talep ediliyordu? Sadece küfürsüz yayıncılık yapmaları. (www.temiztiyatro.net) İfade olanaklarını engellemek bu kampanyanın neresinde? Küfür ve hakaretlerini engelleyemeyenler, “sanatsal ifade olanaklarını” nasıl engelleyebilir sizce?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Sana "ulan" dememek, sana "ulan" deyince, yeni bir davanın açılmasına neden olmamak için, sana "ulan" demiyorum. Bana bak Mustafam Demirkkanlım, sen belki Melih Anık'ı kandırabilirsin, belki hukuktan başka hiçbir şeyden anlamayan bir savcı ve/ya yargıcı kandırabilirsin, ancak, şu ifadeyi nerede sokacaksın:
"Tiyatro insanları olarak yayınlarımıza ve yayıncılara yönelik iftira, karalama, baskı altına alma girişimlerini kınıyoruz!"
Benim, bizim, herhangi bir yerde iftira attığımıza, karalamada bulunduğumuzu kanıtla, ben, günde beş vakit Takim Meydanı'nda "orrrospu çocuğuyum" diye bağıracağım. Peki, sen, bu yalanını kanıtlayamazsan ne yapmayı düşünüyorsun? O, sana kalmış birşey...
Demirkanlı diyor ki:
"Şunu ileri sürebilirler ya da onlarca kez yazarak okurları dezenforme etmeyi deneyebilirler:"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Neyi?
Demirkanlı diyor ki:
"Biz sonrasında küfretmeye başladık."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Biz, başında da, sonrasında da gerçek kişilere asla küfür etmedik! Ettiğimizde de özür dilemesi bildik.
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"İLERİYİ GÖRÜP DOĞRU BİR ROTA SAPTAYABİLMEK İÇİN BAZEN DÖNÜP GERİYE DE BAKMAK GEREKİR (14 Kasım 2010)
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Doğru...
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
ARŞİV 14 Nisan 2007
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Güzel... Demek ki, yaklaşık olarak dört yıl geriye gidiyoruz...
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
(Bugün DT ve İBBŞT yöneticileri Lemi Bilgin ve Ayşenil Şamlıoğlu'nun reklamla besleyerek üstümüze saldığı)
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Doğru...
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
MUSTAFA DEMİRKANLI HAKKINDA (HENÜZ TAKMA İSİMLİ SAPIKLAR KULLANMASINDAN VE BULUNMAZ İLE BÜKTEL'E KARŞI LİNÇ KAMPANYASI BAŞLATMASINDAN ÖNCEKİ "MASUM" DÖNEMİNDE) YAPTIĞIM BAZI SAPTAMALAR
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ne var ki bunda ya Mustafa? Senin en hafif suçlarından biri bu; "takma isimli sapıklar kullanmak"...
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"… Onursuzları rezil etmeye çalışıyorum; yalanlarını belgeliyor, belgelerin kaynaklarını ve linklerini veriyor, iğrenç hakikatleri teşhir ederek onursuzluklarını iki kere iki dört gibi kanıtlıyorum, ama rezil olmak onursuzlara vız geliyor." (C.B.)
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ben, burada yazımın başlığını bir kez daha yinelemek istiyorum: "Mustafa'nın onursuzluğu, insanlık onurunu yenecek!"
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"… Bütün bu şerefsizlikleri, Coşkun Büktel'in özel sorunu sayan tüm entelektüeller de şerefsizdir.” COŞKUN BÜKTEL / 14 Nisan 2007"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
İmzamı atıp onaylıyorum...
Demirkanlı diyor ki:
"Arşivini tarama zamanım olmadığı için, güncellediği yazısından, kendi saptamalarıyla aktarmakla yetindim, gördüğünüz gibi hiç küfretmiyor!"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Lop lop, pembeden maymundaki kırmızı renge bürünmeye doğru evrilen karidesleri midene indirip Tekirdağ Rakısı içerken yada "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları", "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları", "Nejat Birecik'in Şehir Tiyatroları"ndan reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) alabilmek için harcadığın zamandan feragat edip bu yazıları okuyabilecek zaman bulamıyor musun ya Mustafa ?
Demirkanlı diyor ki:
"Neden 'Temiz Tiyatro' imza kampanyası düzenleme gereği duyulduğu sanırım anlaşılmıştır."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
İftira atmak, yalanınızı ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için düzenlediniz "Temiz Tiyatro" kampanyasını, biz LİNÇ KAMPANYASI olarak tescil ettik ya Mustafa!
Demirkanlı diyor ki:
"Bu iki insanla diyalog yolları kalmadığından, aslında zaten başından beri olmadığından, hakaretleri, küfürleri engellenemediğinden dolayı geriye bir tek yol kaldı, hiç tercih edilmemesine rağmen kullanılacak tek yol, yasal olarak bu küfürlerin, hakaretlerin durdurulması."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Bundan sonraki aşama da, fiziksel olarak LİNÇ etmek, değil mi ya Mustafa?!!!
Demirkanlı diyor ki:
"Davalar Açılınca Ne Oldu?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ne oldu? Biz, gerçeklerin peşinden gitmeyi sürdürürken, sen de yalanlarını ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için yoluna devam ettin ya Mustafa!
Demirkanlı (Bulunmaz'dan alıntı yaparak) diyor ki:
"Ben, bu ülkenin yasama / yürütme / yargı kurumlarının zor durumda olduğu kanısındayım. Ben,özellikle yargı kurumunun; toplumsal, kültürel ve siyasal olarak yorulduğu düşüncesindeyim. Bu nedenle, yargı sürecinin tıkanmaması, demokratik yargı kavramının yerleşmesi, yargı kurumunun rahat edebilmesi için, ben, bu kuruma kolay kolay başvurmam. Zâten ağır aksak yürüyen yargı kurumundaki işlerin, benim başvurularım sonucu, daha da ağırlaşmasına gönlüm el vermez. Ben, gereksiz yere yargı kurumunu meşgul etmeyi aklımın ucundan bile asla geçirmiyorum. Ben, yargı kurumunu kişisel emellerim için meşgul edecek kadar çaresiz ve zavallı biri değilim!" Hilmi Bulunmaz
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Yukarıdaki yazıma, bir kez daha, on kez daha, yüz kez daha, bin kez daha imza atıyorum ya Mustafa...
Demirkanlı diyor ki:
"Devletin tüm kurumlarına karşı olduğu haykıran, asıl mesleği kuyumculuk, elmas kalemleri ticareti olan Sosyalist(!) Hilmi Bulunmaz birden bire devletçi oluverdi, devletin kurumlarının rahat çalışarak 'demokratik yargı kavramının yerleşmesi' için meşgul edilmemelerini yazmaya başladı. Herkes gözlerini kapatarak bu ikilinin söylemlerini, küfürlerini, Sosyalistliklerini (!), gerçekçiliklerini (!) düşünsün ve karar versin, yaşadığımız bu ülkenin yargısına –bu güne kadar şikayetçi olarak bir kere bile başvurmamamıza rağmen- başvurmaktan başka bir çaremiz var mı? Bu ikilinin saldırıları karşısında yardım isteyeceğimiz bir başka otorite tanıyan, bilen var mı? Sayın Anık’ın bile “polemik” olarak tanımladığı bu saldırılar karşısında sığınacak bir başka şansımız var mı? Sayın Anık; sizin bildiğiniz başka bir çaremiz var mı?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ben, anarşist biri değil, sosyalist biriyim. Sosyalist biri, bir yandan kapitalist devletin tüm kurumlarına karşı olduğunu haykırırken, diğer yandan devletin tüm kurumları, emekçilerin yararına, sosyalist bir mantıkla hareket etmeye zorlar. Sosyalizm, ne anarşizm gibi "başsızlık" demektir, ne de komünizm gibi "devletsizlik" demektir. Sosyalizm, kısaca ve özetle belirtmek gerekirse, "devlet kapitalizmi" demektir. Dolayısıyla ben, devletin tüm kurumlarını, emekçilerin çıkarları için kullanılmasından yana olan bir insanım. Tıpkı, hukuk kurumunun da emekçilerin çıkarları doğrultusunda kullanılması gerektiğini, senin gibi bir Kırım Kongo Kenesi ruhlu kişinin çıkarları için kullanılmaması gerektiğini düşünmem gibi ya Mustafa.
Demirkanlı diyor ki:
O Zaman Son Soruyu Sorup, Kapatalım
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Sen, zâten hep "son, son" dersin, ama çeneni bir türlü kapatamazsın. Çünkü sen, "suçlusun ve güçsüzsün" ya Mustafa! Sen, hiçbir şeyi kapatabilecek durumda değilsin!!!
Demirkanlı diyor ki:
"Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel, küfretmeden yayıncılık yapmanız için ne yapmamız gerek? Sizin hakaretlerinizden nasıl koruyacağız kendimizi? Sizin bildiğiniz bir başka yol, yöntem var mı? Varsa bildirir misiniz? Sadece küfretmemenizi istiyoruz."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Bana bak Mustafam Demirkanlım, ben, biz, kim neyi hak ederse, onun hak ettiği kadarını veririz; ne bir fazla, ne bir eksik ya Mustafa. Örnekse Burak Caney adlı kimliksiz Internet canavarı, beni, ailemi ve yakın çevremi diline dolayıp orospu çocukluğu yaptığı zaman, haliyle bu şerefsize orospu çocuğu demek zorundaydım. O orospu çocuğu Burak Caney, yeniden dirilip karşıma çıksın, ben, orospu çocuğu lâfını yerleştirdiğim derin dondurucudan çıkararak, sürekli olarak yeniden gündeme getiririm! Yani ben, küfürü hak edene küfür (Örnekse bakınız: "Orospu çocuğu Burak Caney (tiyatrooyun) pisliği!..."), teşekkürü hak edene teşekkür (Örnekse bakınız: "Mustafa Demirkanlı'ya teşekkür ederim.") etmesini çok iyi bilirim!
Peki, senin, şah damarımızdaki kan pıhtılarını bile, bir Kırım Kongo Kenesi gibi emmene izin vermemizi mi bekliyorsun? Senin arkanda "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları" ile "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları" olmasa, sen, tek başına hiçbir varlık gösteremezsin. Seni hayata bağlayan, ne bir uzmanlık alanın, ne de entelektüel birikimin var. Sen, "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları" ile "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları"nın verdiği reklâmlar (avantalar, diş kiraları, sadakalar, sus payları) olmasa, değil bir adım atabilmek, bir tek soluk bile alamazsın!
Haber Giriş Tarihi: 23 Kasim 2010
(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)
24 Kasım 2010
Tam yirmi yıldır Türkiye tiyatrosunun şah damarındaki kurumak üzere olan son bir damlacık kanı bile, bir Kırım Kongo Kenesi gibi emenlerin yazı yazdığı(?!) LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin kurucusu, yöneticisi(?!) ve LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Mustafa Şükrü Demirkanlı, benim kaleme almış bulunduğum;
Başak Sakızlıoğlu'nun Genco Erkal'ı melekleştirmek için yazdığı bir yazı!
başlıklı yazımı da kalemine doladığı, cebren ve hileyle, iftirayla, yalanla dolu bir yazı yazdı:
"Melih Anık’ın Bakışı… Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel ve Erbil Göktaş…"
İyi niyetten tamamıyla yoksun, insanlık tarihinin düzeyini düşürmek isteyen kararlılıktakilerin yazabileceği denli düzeysiz, insanlığın oluşturduğu tüm estetik değerleri küçümseyecek kadar dezestetik, toplumların bilgi birikimini hiçimseyecek kadar dezenformatif, içerisine bir gram bile olsun gerçeğin ışığı düşmemiş, insanlık umudu değmemiş, insanlık onurunu ayaklar altına almak isteyen ve bir düşünsel ur olmanın ötesine asla geçemeyen bu yazının(?!) üzerinde uzun uzun düşünüp, bu yazı(?!) hakkında geniş bir sunuş yazısı yazmaya gereksinim duymadığım için, hemen konuya girmek istiyorum.
***
Demirkanlı diyor ki:
"Büktel, Bulunmaz ve Göktaş’a yönelik (Haber hariç) son yazımı yazıp, gerektikçe bu yazıyı hatırlatma dışında başka bir yazı kaleme almayı düşünmüyorum."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Bana bak Mustafam Demirkanlım, bu kaçıncı "son yazım"? Ha, şöyle söyleyebilirsin:
"Ben, şimdiye dek, Bulunmaz-Büktel ikilisi için, defalarca 'son yazım' demiştim. Doğru, ama şimdi, ilk kez olarak, işin içine Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş'ı da katmış bulunuyorum!! Dolayısıyla, ortada yeni, yepyeni bir durum var!!!"
Tabii ki, işin içine Erbil Göktaş'ı katma anlamında haklısın ya Mustafa. Bana bak Mustafam Demirkanlım, sen, şimdiye dek, Bulunmaz-Büktel ikilisi için de, defalarca "son yazım, son yazım, son yazım" demene karşın, bu "son yazım" sözünü asla tutamamış ve bu "son yazım" lâfının cılkını çıkarmıştın. Doğal olarak, yine sözünü tutamayacak, yine tükürdüğünü yalayacak, yine her zamanki "son yazım"larını sürdürecek ve bu seferki "son yazım" lâfının da cılkını çıkaracaksın ya Mustafa!...
Demirkanlı diyor ki:
"Neden Bu Yazıya Gerek Duydum?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Evet, gerçekten, bu yazıya neden gerek duydun ya Mustafa? Sakın, "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları", "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları", "Nejat Birecik'in Şehir Tiyatroları" vb., vb... reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) pastasını sana yedirmeme eğilimine yönelmiş olmasınlar. Lemi Bilgin'in, Ayşenil Şamlıoğlu'nun, Nejat Birecik'in vb., vb... yerinde olsam, ben de, sana reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) pastası yedirmeyi derhal keserdim. Çünkü, Hilmi Bulunmaz denilen sosyalist sanatçı, senin yalancılığın hakkında, senin çağdışı feodal değerlerle hareket ettiğini belgeleyen o kadar inandırıcı yazılar yazıyor ki, feodal değerleri tamamıyla tasfiye etme sancıları yaşayan kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için yumuşak koltukları sıcacık kıçlarıyla ısıtan Lemi Bilgin, Ayşenil Şamlıoğlu, Nejat Birecik vb., vb... de, ister istemez, reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) pastasını sana yedirmeme kararına doğru pupa yelken gidiyor olabilirler!...
Demirkanlı diyor ki:
"Büktel ve Bulunmaz’ın tamamen gerçek dışı vehim, kasıt ya da belli bir stratejiyi içeren bir süreç içinde şahsıma yönelik karalama kampanyalarının internet havuzuna atılması ve yayılması nedeniyle adı geçen ikilinin Göbbelsvari bir propaganda ile yalanı gerçekmiş gibi göstermeye çalışmalarıdır."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Oha! Tam bir "yavuz hırsız, ev sahibini bastırır" muhabbeti! Gerçek dışı davranan sen, vehim (kuruntu) sahibi olan sen, kasıtlı ve belli bir stratejiyi adım adım sürdüren sen, Hilmi Bulunmaz'la Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için LİNÇ KAMPANYASI düzenleyen ve bu iş için tam 1100(?!) figüran toplayan sen, Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in yanlış tanınmasını sağlama düşüncesiyle Internet havuzunun suyunu yalanlarla bulandıran sen, henüz adını bile doğru dürüst yazma yeteneğini geliştirmiş olamasan da, "Goebbels"vari bir propangadayla yalanı, gerçeğin üzerine boca eden sen, nasıl oluyor da, tiyatro kamuoyu önünde, hem de benim gibi dürüst bir insanı, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosu'na şikâyet ettiğin bir süreçte, böyle sallapati yazılar yazabiliyorsun? İnan olsun, beni, hâlâ şaşırtabiliyorsun, Mustafam Demirkanlım! Türkiye tiyatro dünyasında "yalan" sözcüğüyle özdeşleşmiş durumda olmana karşın, nasıl oluyor da, bu kadar söz cambazlığı yapabiliyorsun ya Mustafa?!...
Demirkanlı diyor ki:
"Sayın Melih Anık’ın, Büktel’e göndermiş olduğu ve Büktel’in de sitesinde yayımladığı mektup da beni bu yazıyı yazmaya yönelten bir başka faktör oldu."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ya, Mustafam Demirkanlım, aslında, sende bir gram bile, bir santim bile, bir santimetrekare bile, bir santimetreküp bile yazı yazma yeteneği bulunmamasına karşın, nasıl oluyor da, yazı yazdığını iddia edebiliyorsun? İnan olsun, beni çok güldürüyorsun, Mustafam Demirkanlım! Melih Anık'ın, hem de, "Boğaziçili" olmasına karşın LİNÇÇİ olmaması, senin midende gaz yapıyor anlaşılan ya Mustafa! Mustafam Demirkanlım, Melih Anık, LİNÇÇİ olmamasına karşın, yanlış ve ürkek davrandığı için, Coşkun Büktel tarafından eleştiriliyor. (Bakınız: "BİR MELİH ANIK YAKLAŞIMI: 'Linççilere laf söyletmem, arkadaş!'") Melih Anık'ın "müdahil" olduğu bu durum, sana, yeni bir yalan ve yeni bir LİNÇ CEPHESİ kazandırabilir düşüncesiyle kalemi eline alıyorsun ya Mustafa!
Demirkanlı (Anık'tan alıntı yaparak) diyor ki:
"'Gerek sizin ve Hilmi Bulunmaz’ın gerekse Mustafa Demirkanlı’nın portalleri ayni kavganın farklı açıları ile dolu.' (Melih Anık)"
Demirkanlı'yı (Anık'ın alıntısı üzerinden) değerlendirelim:
Tabii ki, burada, Melih Anık yanılıyor! Seninle kavga ettiğimizi sanıyor!! Oysa sen, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, kapitalizme hizmet eden tiyatro tarlasını bekleyen bir kargadan farksızsın!!! Senin gibi düzeysiz biriyle, kavga falan edilemez!!!...
Demirkanlı diyor ki:
"Demek ki konu hâlâ bir polemik gibi algılanıyor?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Dikkatli oku, doğru oku, güzel oku, iyi oku, ya Mustafa! Melih Anık,"polemik" yada "kalem kavgası" demiyor; düpedüz ve sözcüğün yalın hâliyle "kavga"diyor!
Evet, LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek, Başak Sakızlıoğlu ve daha bir sürü tiyatro esnafına verdiğim gibi, şimdi de sana Türkçe dersi vereyim:
"Polemik: [1] Siyaset, bilim, edebiyat alanında yapılan sert tartışma,
[2] Yazı ile yapılan tartışma, yayın yoluyla tartışma, kalem kavgası"
"Kavga:
[1] Düşmanca davranış veya sözlerle ortaya çıkan çekişme veya dövüş, münazaa
[2] Savaş[3] Herhangi bir amaca erişmek, bir şeyi elde etmek veya bir şeye karşı koyabilmek için harcanan çaba, verilen mücadele" (Kaynak: VikiSözlük)
Demirkanlı diyor ki:
"Bu yazıyı, Sayın Anık üzerinden tüm okurlara yönelik olarak kaleme almanın daha doğru olacağını düşündüm, çünkü zaman zaman karşılaştığım gibi bazı okurlar da tıpkı Sayın Anık gibi düşünüyor. Anık’ın bakışını temel almamın nedeni ise düzenli olarak tiyatro yazıları yazması ve bu ikiliyi şu ya da bu biçimde tanıyor olması."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Mustafam Demirkanlım, şahsen ben, Melih Anık'la bir kez bile asla karşılaşmadım. Ancak, kendisi, belli bir düzey tutturan tiyatro yazıları yazdığı ve daha da önemlisi, LİNÇÇİ olma alçaklığı içerisine girmediği için, onun tüm yazılarını okuyorum ya Mustafa. Anık'ın yazılarını, zaman zaman, "överek yada yererek" okurlarıma sunuyorum. Melih Anık, birçok Internet sitesine "bulaşmasına" karşın, senin o baştan aşağı yalanlarla dolu sitene asla "bulaşmadı"; bu bile, başlı başına Melih Anık'la ilgilenmeme neden olan ciddi ve önemli bir durum.
Demirkanlı diyor ki:
"Ama Önce Yeni Tiyatro Dergisi Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş’ın İlişkisini Ele Alalım"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Alalım be Mustafam Demirkanlım, alalım ya Mustafa... Tüm eleştirilerimize karşın, hâlâ, Türkiye tiyatrosunun "en saygın ve en yaygın" dergisi olma özelliğini koruyan Yeni Tiyatro ve bu derginin yöneticisi Erbil Göktaş, LİNÇÇİ olma alçaklığı içerisine asla ve asla girmedi.
Demirkanlı diyor ki:
"Bu ilişkide, Bulunmaz’ın sürekli olarak Yeni Tiyatro Dergisi’ne reklam verdiğini, her sayıdan 5 adet satın aldığını vurgulamasının kendisini rahatsız edip etmediğini sormayacağım, ticari ilişkisidir, reklam vereninin, bu jesti kendisi için kullanması Göktaş’ı rahatsız etmeyebilir."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Mustafam Demirkanlım, her ne kadar Erbil Göktaş'ın önüne bir kıtır atmış olsa da, her zamanki hinoğlu hinliğini yapıyor. Mustafam Demirkanlım, işini doğru dürüst, hiçbir hileye başvurmadan yapan iki dürüst insan arasında büyük bir uçurum oluşturmak istiyor. Ben, bir reklâm veren olarak değil, bir sosyalist sanatçı olarak, Erbil Göktaş'ın gayet dürüst bir biçimde yönetme gayreti içerisinde olduğu Yeni Tiyatro Dergisi'ni "destekliyorum". Yeni Tiyatro Dergisi, tam tamına, yüzde yüz benimsediğim bir yayın organı olmasa da, tüm defolarına karşın, hâlâ Türkiye'de yayınlanan biricik, tek LİNÇÇİ olmayan tiyatro dergisi. Yeni Tiyatro Dergisi, özellikle "Başak Sakızlıoğlu Skandalı"yla birlikte gözümden düşen bir düzleme sürüklenmiş olsa da, hâlâ Türkiye'de yayınlanan "en saygın ve en yaygın" diyebilmeyi istediğim bir dergi. Çünkü, Yeni Tiyatro Dergisi'nin yanına yaklaşabilecek, onun kadar yalandan uzak bir başka tiyatro dergisi asla göremiyorum. Yineliyorum; Yeni Tiyatro Dergisi, Türkiye'de yayınlanan biricik ve tek LİNÇÇİ olmayan dergidir. Bir demokrat, bir devrimci, bir sosyalist kişi de, ister istemez, yalana uzak, saygın olmaya çaba gösteren bir dergiyi "desteklemekle" yükümlüdür. Ben, Yeni Tiyatro Dergisi gibi bir derginin yaşamasına omuz vererek, aslında doğruya, güzele, iyiye omuz vermiş oluyorum. Sağ olsun Erbil Göktaş, bana sürekli olarak, Yeni Tiyatro Dergisi'nde yazı yazmamı önerse de, hem işlerimin yoğunluğu, hem Internet sitelerime gösterdiğim özen ve hem de "reklâm" verdiğim bir dergide sürekli olarak yazmanın pek şık durmayacağını düşünerek, uygun bir dille, Erbil'in bu önerisini, zaman zaman geri çevirmeyi başarabiliyorum. Şunu da belirtmeden geçmeyeyim; ben, "kendi dergim OYUN" dışında bir tiyatro dergisinde yazacaksam, bu mutlaka Yeni Tiyatro Dergisi olacaktır. Yeter ki, bu derginin Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş, Başak Sakızlıoğlu gibi yazarların(?!) (ç)alıntı yazılarına dikkat etsin, bu tür (ç)alıntı yazılara karşı özen göstersin, böyle (ç)alıntı yazıların dergisini kirletmemesi için yeteri kadar ciddiyete sahip olsun!
Demirkanlı diyor ki:
"Benim Göktaş’a yani Yeni Tiyatro Dergisi Yayın Yönetmeni’ne sormak istediğim bir başka soru var. Bu soruyu sorma hakkını da şu gerekçeye dayandırıyorum: (İlgili yazarın adını kullanmayacağım, nedeni ise genç ve hassas bir arkadaşımızın böylesine gereksiz, saçma ama zorunlu bir yazıda adını daha fazla kirletmemek.) Bulunmaz tarafından hunharca saldırılan yazar arkadaşımızın aynı zamanda Tiyatro… Tiyatro… Dergisi yazarı da olması."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Mustafam Demirkanlım, "öznesiz tümce" kurmayı, ne kadar da çok seviyorsun!
Bana bak Mustafam Demirkanlım, sen, ne zamandan beri "genç ve hassas" insanlara karşı hassas duygularla hareket ediyorsun. Benim kızımı, âdeta pazara sürülmüş bir meta olarak gösteren Burak Caney denen orospu çocuğunu destekleyen sen değil miydin ya Mustafa? Burak Caney denen orospu çocuğunun sitesinde yazı yazıp, bu orospu çocuğunun üzerime gelmesine destek sunan sen değil miydin ya Mustafa? Sen, ne zamandan beri,"genç ve hassas" insanlara karşı hassas duygular beslemeye başladın ya Mustafa? "İlgili yazar", bir yazı yazarken, kendisine "Metin Yazarı" etiketi yapıştırıp "Dramaturg"damgası vururken, bir tek virgül bile emek harcamadığı ve sadece LİNÇÇİ Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirmek için, (ç)alıntı sözlerle bir metin oluşturarak, bu sözde metni okurlara kakalarken, göğsünü gere gere, adını açık seçik yazarak, B-a-ş-a-k S-a-k-ı-z-l-ı-o-ğ-l-u imzasını atarken, susuyorsun da, bu dalavereye ses çıkarmıyor, bu üçkağıtçılğı onaylıyorsun da, Başak Sakızlıoğlu'nun edebiyatı, tiyatroyu kirleten bu pis hareketine karşı çıkan Hilmi Bulunmaz'ın prestijini örselemek için neden Erbil Göktaş'ın üzerine gitme ahlâksızlığında bulunuyorsun ki ya Mustafa? Utanmıyor musun ya Mustafa?! Doğru! Sende utanmanın "u"su bile yok!!! Yirmi yıldır Türkiye tiyatrosunun şah damarına yapışmış bir Kırım Kongo Kenesi'nde utanma duygusu diye bir şeyin kırıntısı bile kalmaz, haklısın ya Mustafa!!!...
Demirkanlı diyor ki:
"Göktaş; Yayın Yönetmeni ile yazarları bir ailedir, zaman zaman çatışmalar, eleştiriler olabilir, doğaldır ancak kendi Dergi’ndeki bir yazısını eleştiren Bulunmaz’ın tavrı sence sağlıklı bir tavır mı? Eleştirisi haklı olabilir, haksız olabilir, dozu dahi tartışılabilir ama sonrasındaki davranışları, örneğin; ilgili yazarın twitter sayfalarını yayınlayıp dalga geçmesi, google’da bizden izleniyor tavırları seni hiç rahatsız etmiyor mu? Bir yazının eleştirisiyle, bu ve benzeri saldırıların ilgisini nasıl kurup içine sindirebiliyorsun? Yazarını bu tür saldırılardan korumak senin görevin değil mi? Korumayı bir kenara bırakalım, bir yazarını nasıl olur da saldırganlığı alışkanlık haline getirmiş olan reklam vereninin kucağına atarsın?"
Demirkanlı'ı değerlendirelim:
Sen, olumsuz sözcüklerle benim adımı bir araya getirerek, neyin hesabının peşine düşüyorsun ya Mustafa? Bana bak Mustafam Demirkanlım; sen sürmekte olan bir savcılık soruşturmasının, senin lehine gelişmesi için, oltaya yem koyuyorsun, ama ben sazan değilim. Haaa, bu arada unutmadan belirteyim. Ben, her ne kadar "hukuk mekânını, hukuk sürecini" birincil dereceden bir kavga alanı, birincil dereceden bir kavga süreci olarak görmesem de, senin ve seninle birlikte hareket eden LİNÇÇİ yoldaşlarının açtıkları davalara karşı, birer birer, ikişer ikişer, üçer üçer, onar onar, yüzer yüzer... dava açmayı düşünüyorum.
"Korkma, sönmez bu şafaklarda..."
Henüz karar aşamasındayım. Hangi davayı, ne zaman açacağım? Net karar vermiş değilim! Sakin ol Mustafam Demirkanlım!! Sen, çilingir sofranı kur ve yavaş yavaş alkolizmin batağına yelken aç; ben, sana haber veririm, seni ne zaman mahkemeye vereceğimi. Sen, hiiiç merak etme, Mustafam Demirkanlım!!!...
Demirkanlı diyor ki:
"Bulunmaz’ın eleştirisinden sonra ilgili yazara yazmış olduğun muhtıra niteliğindeki mailini yayınlanması için Bulunmaz’a göndermek sana yakışıyor mu? Yazarların sana hiç mi güvenmemeli? Yayın Yönetmeni’nin, yazarı ile arasındaki özel yazışmasını saldırganlığı malum bir şahsın sitesinde yayınlatması ne kadar etik bir davranış?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Bana bak Mustafam Demirkanlım, "öznesiz tümce" kurma kurnazlığını bir yana bırak artık. Senin bu tilki kokulu kurnazlıkların, Türkiye tiyatrosundaki herkesi kafaya alabilir, ama beni asla kafaya alamaz ya Mustafa.
Ben (Hilmi Bulunmaz), hangi yazarın(?!) hangi yazısını(?!) nerede okuyup, o yazarın(?!) o yazısını(?!) nerede değerlendirip yayınladım ya Mustafa? Ben, Başak Sakızlıoğlu'nun yazısını(?!), Yeni Tiyatro Dergisi'nin 23. sayısında okuyup, Başak Sakızlıoğlu'nun yazısını(?!) Oyun sitesinde değerlendirip yayınladım.
Erbil Göktaş kim? Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni. Başak Sakızlıoğlu'nun yazısı(?!) nerede yayınlandı? Yeni Tiyatro Dergisi'nde! Erbil Göktaş, Hilmi Bulunmaz'ın saptaması doğrultusunda, Başak Sakızlıoğlu'nun yazısının(?!) (ç)alıntı olduğunu öğrendiğine göre, Başak Sakızlıoğlu'nun (ç)alıntısı üzerine kime, nereye bir açıklama göndermesi gerekiyordu ya Mustafa? Hilmi Bulunmaz'ın yönettiği Oyun'a açıklama göndermesi gerekiyordu. Sence, açıklamayı, sana mı göndermeliydi yoksa ya Mustafa?
Erbil Göktaş, çok doğal ve gayet yerinde bir açıklama yaparak, Hilmi Bulunmaz'ın damıtılmış emeğine sahip çıkarken, Başak Sakızlıoğlu'nun emek hırsızlığını benimsemediği gibi, Başak Sakızlıoğlu'nun emek hırsızlığına kesinlikle karşı çıkıyor! Zâten, doğru dürüst bir inceleme yapmadan yayınladığı yazı(?!) nedeniyle, "suçlu" konumdayken, bir de senin gibi bir zavallıyı dinleyip, iyice dibe mi vurmalıyda Erbil Göktaş?!!!
Demirkanlı diyor ki:
"İlgili yazar arkadaş, sana gönderdiği yanıtını da paylaşarak, üzüntülerini hayal kırıklıklarını paylaştı, daha fazla yanıt vererek Bulunmaz’ın tezgahında meze olmaması için başka bir yanıt vermemesini önerdim, çünkü sana vereceği yanıtları sen Bulunmaz’a ileteceksin o da işi gücü bırakıp nasıl daha fazla yaralarım diye kafa yoracak ve bir insanı daha canından bezdirecek. Yazarınla ilişkini kesmenin yolu bu mu? Bugüne kadar verdiği emeklerinin karşılığı bu mu olmalı? Vefa sadece İstanbul’da bir semt adımı?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Adı; "İlgili", soyadı; "yazar" mı bu "arkadaş"ın ya Mustafa? Bu"arkadaş"ın adı; Başak, soyadı; Sakızlıoğlu! Mustafam Demirkanlım, sahi sen, Türkiye Cumhuriyeti tiyatro dünyasının "Andrey Jdanov" u musun be birader? Başak Sakızlıoğlu, iftiracılığı, küfürbazlığı, LİNÇÇİ kişiliği, yalancılığı tescil edilmiş biriyle dertlerini neden paylaşıyor ki ya Mustafa? Bunun bir tek nedeni var; Başak bacımız, hiçbir emek harcamadan, emek hırsızlığı yaparak, (ç)alıntı yazılar yazma alışkanlığıyla hareket ediyor! Şıracının şahidi bozacı hesabı... Bana bak Mustafam Demirkanlım biraderim, sen bu Başak bacımızı kendi vicdanıyla başbaşa bıraksan da, bu kızımız kendi kararını kendisi verse olmaz mı? Belki bu kızımız, senin o saçma sapan, sapına kadar yalanlara bulanmış markajlarından kurtulunca, daha nitelikli işler yapma gereksinimi duyabilir!
Sahi aklıma gelmişken, şunu da belirtmeliyim; Toprak Karaoğlu, benim dergimin genel yayın yönetmeni olduğu dönemde, Lenin Yoldaş'ın fotoğrafını ve sözlerini Oyun dergisinden söküp attı diye, kendisini kapının önüne koyar koymaz, hararetle ve ısrarla, hem de benim yanımda, neden seni telefonla aradı ki? Toprak Karaoğlu'yla, Oyun Dergisi genel yayın yönetmeni olmadan önce tanışıyor muydun? Yoksa, bu derginin genel yayın yönetmeni olur olmaz mı kendisiyle iletişime girmiştin? Merak duygusu, insana bu tür soruları sordurabiliyor!
Hayatında bir tek, evet bir tek başarıya bile imza atamamış olmanın dayanılmaz hafifliğinin üzerindeki bulutlara binerek, neden başarılı ve emekçilerden yana çaba harcayanların tezgâhına çomak sokuyorsun ya Mustafa? Sahi, hiç aynaya bakıp kendi kendine şöyle konuştuğun oluyor mu:
"Ben, neden hep egemenlerin kayığının küreğini çekiyorum? Ben, neden her zaman için egemen ideolojinin tiyatral izdüşümünün gölgesinde yaşamak zorundayım? Ben, tiyatronun 't'sinden, oyunculuğun 'o'sundan hiç anlamamama, eskitilmiş bir subay olmanın ötesinde hiçbir becerimin(?!) bulunmamasına karşın, Türkiye tiyatrosunun şah damarındaki son damlacık kanın üzerinde tepinen Kırım Kongo Kenesi olarak yaşamaya ilelebet mahkûm muyum?"
Demirkanlı diyor ki:
"Seni, Erbil Göktaş olarak değil ama bir Yayın Yönetmeni olarak kınıyor, bu davranışından dolayı protesto ediyorum."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Sanki, "Yayın Yönetmeni" olmak çok kutsal bir şeymiş gibi bir söylem geliştiren adama bakın hele! Bana bak Mustafam Demirkanlım, senin "Yayın Yönetmeni" kavramı üzerine bir tek söz söylemeye bile hakkın olamaz. Sen ki, iftiracı, küfürbaz, LİNÇÇİ, yalan makinesi ve daha bir sürü olumsuz sıfatı bünyesinde toplayabilmiş mucizevî(?!) birisin, nasıl oluyor da, tereciye tere satıyor, "Yayın Yönetmeni"ne "Yayın Yönetmeni" olma dersleri verebilme cesaretine sahip olabiliyorsun?
Sen kim, "Yayın Yönetmeni" kim? Sen kim oluyorsun da, Erbil Göktaş gibi, Türkiye'nin tek LİNÇÇİ olmayan tiyatro dergisinin yöneticisine lâf söyleyebiliyorsun? Sen kim oluyorsun da, Erbil Göktaş gibi önemli bir insanı kınayabiliyor, hattâ hiç utanmadan onu protesto edebiliyorsun? Yavaş gel biraz ya Mustafa! Hooop, ağır ol Mustafam Demirkanlım!!!
Demirkanlı diyor ki:
"Dönelim Ana Konumuza: İkiliye…"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
"Ayının kırk türküsü var, kırkı da ahlat üstüne!" Bizim Mustafa'nın da kırk türküsü var, kırkı da "ikili" üstüne!
Demirkanlı diyor ki:
"Bu ikilinin Büktel olanını yaklaşık 20 yıldır tanırım, benimle kavga etmesinin temel nedeni yıllar önce –internetin olmadığı dönemlerde- gönderdiği bir yazısını Dergi’de yayımlamamamdan kaynaklanıyor. Yazıyı yayınlamama nedenim; birçok tiyatro insanına 'salak', 'cahil' vb onlarca sıfatı taşımasından kaynaklanıyordu ama onun için tıpkı sizin (Sayın Melih Anık) tavrınız gibi benim de kendisinden yana olmadığım sonucunu sağladı ve her fırsatta hakaret ve küfürlerini artırarak sürdürdü. O yazısını –hakaretler de dahil- yayımlamalıydım, yoksa 'sansürcü' olacaktım ve oldum. İkilinin diğerini tanımazdım, tanımam, ışıklar içinde yatsın Mehmet Akan için kan aradığımız günlerde, ölüm döşeğindeki bir insana sadece dizide oynadığı için hakaretler yağdırmasıyla ve bir arkadaşın ikazıyla öğrenmem ve benim sert bir yazı yazmamla başladı. Tuzağa düşmüştüm ve çorap söküğü gibi hakaretler, küfürler art arda her ikisi tarafından sıralanmaya başladı."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Coşkun Büktel'in, "birçok tiyatro insanına 'salak', 'cahil' vb" dediğini dile getirip, bu "salak" ve "cahil" sözcüklerinden rahatsız olduğunu dile getiriyorsun, peki, sen, LİNÇÇİ "emekli devlet memuru" Yücel Erten'in dile getirdiği; "DALYARAK... ORTADAKİ SANDIK SİKE SİKE USANDIK... ÇÜKTEL... DALKÜREK... DÖRTVEREN..." sözlerine neden arka çıkıyorsun? Bu sözleri, "Bu herkesin telefonda da yaptığı kötü bir alışkanlık ama bir alışkanlık." deyip nasıl hafifsiyebiliyorsun, nasıl küçümseyebiliyorsun ki, canım kardeşim Mustafam Demirkanlım! (Bakınız: "Coşkun Büktel: Bu Bir 'Haber' Değil mi?")
Demirkanlı diyor ki:
"Sayın Anık: 'Hakaret vb iddialarla ihtarname göndermenin, dava açmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Tiyatro dünyasını onların davaları kurtarmayacak! Bu nedenle de onlarla ayni fikirde değilim, ‘yapılanları onaylamıyorum'.' demiş, Sayın Anık’a ve okurlara Bulunmaz’a yönelik savcılığa verdiğim şikayet dilekçemden kısa bir bölümü aktarıyorum, savcılığa aktardıklarım da bütünün, sanırım, sadece % 3-5’i kadardır, diğerleri de peyder pey aktarılmaya devam edecek:"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Eee, sonra? Başka bir spekülasyon, başka bir dezenformasyon uygulama alanına daha ihtiyaç duymuyor musun? Üfür üfürebildiğin kadar, konuş konuşabildiğin kadar. Şu anda içinde bulunduğun ruh durumu, sanıyorum ki, sende "tek kale maç yapma duygusu" oluşturmuş. Ancak, sen hiç merak etme: Bana kim "noter onaylı ihtarname" göndermişse, ona "noter onaylı ihtarname" göndereceğim; beni kim "savcılığa şikâyet" etmişse, onu "savcılığa şikâyet" edeceğim; beni kim "mahkemeye" vermişse, onu "mahkemeye" vereceğim.
Demirkanlı (Bulunmaz'dan alıntı yaparak) diyor ki:
"Yoksa, senin gibi acemi, beceriksiz, cahil, çaresiz, divane, enayi, fırıldak, geveze, hacıyatmaz, ımga, iblis, jandarma, küstah, lânet, miskin, nekes, orostopol, özensiz, pısırık, rezil, sefil, şerefsiz, terbiyesiz, uyuz, ümitsiz, vandal, yavşak, zavallı bir insandan hiçbir umudum olmadığı için, seni terbiye etmeye kafa yormuyorum. Seninle tiyatral herhangi bir iş yapılamaz. Seninle ancak "dalga" geçilir." Hilmi Bulunmaz.
Demirkanlı'yı (Demirkanlı'dan alıntı yaparak) değerlendirelim:
"Sonunda sabrım taştı. Şunların sitelerini bir tarayayım dediğimde yukarıdaki iki habere de rastladım Hilmi Bulunmaz'ın sitesinde, ilk tepkim ANA AVRAT SÖVMEK oldu, insanlıktan nasibini alamamış, kendini sosyalist ilan eden bu meczup..." Mustafa Demirkanlı
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"göte göt" dendiği gibi; karşı tarafın görüşlerini okurlardan saklayarak tek yanlı yayın yapıp, sansür ettikleri insanları "suç belgesinin kaynağına link vermeksizin" suçlayan sansürcü, iftiracı ve linççi alçaklara da "orospu çocuğu" denir. (Bu kavramın orospularla ve çocuklarıyla ilgisi, ‘imambayıldının’ imamla ilgisi kadardır.” Coskun Büktel.
Demirkanlı'yı (Demirkanlı'dan alıntı yaparak) değerlendirelim:
"Büktel, sürekli bir tetikçi kullanır, gözlerini boyar, kendine mürit kılar ve etrafa saldırdır." Mustafa Demirkanlı
Demirkanlı diyor ki:
"Sayın Anık da, sitesinde Büktel’in yorumundaki bazı hakaret sözcüklerini yayımlamadığı için Büktel tarafından 'sansürcü' olarak ilan ediliverdi ve cezası da hemen kesildi. Hakaret sıfatlarını yayımlamayan Sayın Anık da, Büktel’e göre 'sansürcü' olarak tanımlandığı için yukarıdaki hakaretlerle baş başa kaldı demektir. Büktel için hakaret etmesi için bir tek sebep vardır: Büktel gibi düşünmemeniz."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Bence, yukarıdaki sözleri yazarken, kendi yazdıklarına, Mustafam Demirkanlım, kendisi bile inanmıyor. Ancak, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilebilmesi için, sürekli olarak yalan üreten makinelere gereksinim duyulur. Hayatın her alanında, üç vardiya biçiminde, harıl harıl çalışan yalan makinelerine, Türkiye tiyatrosu da, Mustafa Demirkanlı diye birini armağan etmiştir. Yalan söylemeden, bir saniye bile ayakta durabilmesi mümkün olmayan Mustafam Demirkanlım, doğası gereği, gerekli gereksiz her ortamda yalan söylemesi gerekiyor. Coşkun Büktel yada ben, neden Melih Anık'a, yalan makinesi Mustafa Demirkanlı yada sansür makinesi Ahmet Ertuğrul Timur (nam-ı diğer 3. Abdülhamid) muamelesi yapalım ki? Her şeyden önce, Melih Anık, hem de Boğaziçi Üniversitesi ile ilişkili biri olmasına ve Boğaziçi Üniversitesi ile ilişkili olan birçok tiyatro esnafının LİNÇÇİ olmasına karşın, LİNÇ KAMPANYASI için asla imza vermedi. Dünyanın hiçbir yerinde, bir LİNÇÇİ ile bir LİNÇÇİ olmayan, asla mukayese edilemez! Biz, "göte göt" dediğimiz, yalan makinesine yalan makinesi dediğimiz gibi, Melih Anık'a da, LİNÇÇİ olmama şerefini gösterebilmiş bir insan deriz!
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"Her zaman dediğim gibi: Mustafa Demirkanlı'yı midesi kaldırabilen, Demirkanlı'dan iğrenmeyebilen herkesten, tüm samimiyetimle iğreniyorum." Coşkun Büktel
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Benim midem Mustafa Demirkanlı'yı asla kaldırmıyor. Onun için, bu konuda hiçbir zaman kafa yorma derdinde değilim. Ancak, Büktel'in sözünü yinelemek istiyorum: "Mustafa Demirkanlı'yi midesi kaldırabilen kişilerden iğreniyorum!"
Demirkanlı diyor ki:
"Toptancı yaklaşıma ve hakaretlere bir örnek daha, Büktel’in şartı var! 'Demirkanlı’dan iğreneceksiniz' yoksa o sizden iğrenir. Büktel yukarıdaki hakaretini onlarca kez kullanmakta bir sakınca görmüyor ama o hakaret etmezmiş!"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Yinelemek zorunda olduğum için, okurlarımdan özür dilerim; "göte göt", "yalancıya yalancı" denir. Göt de, yalancı da, olumsuz duygulara neden olsa da, sözlükte bu sözcükler var oldukça, biz bu sözcükleri kullanmak durumundayız. Evet, Mustafa Demirkanlı sözcüğünü ne zaman duysam, midem bulanıp iğreniyorum.
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"Mustafa Demirkanlı, Coşkun Büktel'e karşı pek çok takma isim kullandı. Kullandığı son isimlerden biri Deniz Duygulu'ydu. Deniz Duygulu'ya tüm yazdıklarını sileceğini ve hatta facebook hesabını bile kapatacağını söylemiştim. Bu sözüm üzerine sayfalar boyunca benimle alay etmişti. Sonunda savcıya yakalanmamak için, aynen dediğim gibi yaptı: Tüm yorumlarını sildi ve facebook hesabını kapattı. Ama ben her şeyi kaydetmiştim. İşte Demirkanlı'nın Deniz Duygulu olduğunun belgesi: TIKLAYINIZ! (http://www.coskunbuktel.com/buktelozgurbaskantuydu.htm)"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Burak Caney adlı Internet sapığını bile yüreklendiren, Burak Caney adlı Internet sapığının sitesinde bile yazı yazan bir kişinin, her türlü dalavereye başvuracağına eminim olduğum için, Coşkun Büktel'in belge göstererek sunduğu duruma da inanmaktan başka çarem yok.
Demirkanlı diyor ki:
"'Facebook'unda bir kez yazdım, 'ben hiçbir zaman takma isim kullanmadığım gibi bir başkasını da ne yönlendirdim ne de teşvik ettim, tartıştığınız insanları ne gerçek olarak ne de takma isimleriyle tanımıyorum, varlıklarından haberim bile yok, kanıt için benim vermem gereken hangi bilgi, belge gerekiyorsa vereyim –örneğin ıp numaram ya da başkaca ne gerekliyse- bu yaptığın ayıptır, üstelik; 'İnsanları suç belgesi göstermeden ya da suç belgesinin orijinal kaynağını belirtmeden (orijinal kaynağa link vermeden) suçlayacak kadar alçak değilim.' demene rağmen...' yazmama karşın, ispatlama yerine, hakaretlerinin dozunu artırdı. Onun insanlara 'iftira' atması, 'hakaret' ve 'küfür' etmesi için herhangi bir suçunuz, kusurunuz olması gerekmez, Büktel öyle diyorsa öyledir, bu durumda her türlü hakaretle yüz yüze kalmaktan kaçamazsınız, kendinizi koruma olanağınız da yoktur."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Vallahi, bu "facebook bataklığı" işlerinden pek anlamadığımdan, bu "facebook bataklığı" maddesine pek temas etmek istemiyorum. Ancak, tam bir yalan makinesi olarak kurgulanmış olduğu için, senin hiçbir sözüne inanmıyorum ya Mustafa! Sen ki, hem de Burhan Gün'ü kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Savcısı'na bile hileli bir belge, hileli bir delil, hileli bir kanıt sunduktan sonra, senin hangi bir sözüne, senin hangi bir yeminine inanalım ya Mustafa? Yaralı bir aslana saldıran çakal sürüsü gibi üzerime geldiğiniz için, sizin beni "hukuk mekânında, hukuk sürecinde tuş etme" gayretlerinize karşılık olarak, yeteri denli yazı yazamıyorum. Üstelik, iki haftadır da gribin beni yatağa mahkûm etmesi cabası... Ancak, "belki yarın, belki yarından da yakın" bir zamanda, sizlerin kirli çamaşırlarınızı, ağır ağır, yavaş yavaş açığa çıkarma çalışmalarına başlayabilirim.
Demirkanlı diyor ki:
"Lütfen, yukarıdaki linke girerek, Büktel’in belge adı altında insanları şahsıma karşı nasıl dezenforme ettiğine tanıklık edin."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
O yukarıdaki link, verilmesi gereken link mi, yoksa dezenformasyon oluşturmak için kullanılmış konuyla hiçbir ilgisi bulunmayan bir başka link mi?
Demirkanlı diyor ki:
"Yukarıda alıntıladığım hakaretleri hem sitesinde hem de facebook’unda onlarca kez tekrarlanmaktadır. Yaşadıklarımın, maruz kaldığım saldırıların sanırım sadece %1’idir bunlar."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Vallahi, 50-60 yaşlarındaki insanların "facebook bataklığı" üzerinden iletişim kurması, "facebook bataklığı" üzerinden sözde tartışmaya girmesi, en hafif deyimiyle canımı sıkıyor. Yineliyorum; "facebook bataklığı" bana çoook uzak olduğu için, "facebook bataklığı" konusunda kulaktan dolma bilgilerin dışında herhangi bir bilgiye sahip değilim ve en azından şimdilik kaydıyla, bu bataklıktaki tartışmaların dışında kalmaya özen gösteriyorum.
Demirkanlı diyor ki:
"Neden Dava Açtım, Açmaya Devam Edeceğim?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
İftira attın, tutturamadın ya Mustafa! Küfür ettin, hedefine ulaşamadık ya Mustafa!! Yalan söyledin, istediğini elde edemedim ya Mustafa!!! Şu andaki tek kurtuluşun, beni mahkemeye vermekti ve sen de beni mahkemeye verdin. Emekçilerin çıkarlırı için değil, egemenlerin çıkarı için kurgulanmış hukuk sisteminin bir uzantısı olarak, ben "davayı kaybedersem" oh ne âlâ!... Eğer ben değil de, sen kaybedersen, o zaman sırada, Internet ortamındaki gibi sanal bir LİNÇ değil, fiziksel olarak bir LİNÇ söz konusu olacak. Yani, bütün yolları denedikten sonra, Mustafam Demirkanlım, beni gerçek anlamda LİNÇ ettirebilir. Böyle bir olasılık her zaman kendini dayatıyor!!!
Demirkanlı diyor ki:
"Dava açma konusuna gelince, 54 yaşındayım, gerek mesleğim icabı gerekse siyasi olarak şahsıma onlarca dava açıldı, hiç dava açmamıştım… 54 yıl sonra bu ilkemi bozarak dava açtım, açmaya devam edeceğim, sanırım yaşamım boyunca açmadığım davaların birkaç katını bu ikili ve bağlantılı arkadaşları için açacağım. Sayın Anık, 'Tiyatro dünyasını onların davaları kurtarmayacak!' demiş, çok da doğru demiş, ancak bu davalar tiyatro dünyasını kurtarmak için açılmıyor ki? Hiçbir biçimde durmayan, durmak bir yana hakaretlerini artıran bu ikiliye karşı onurumu/zu koruyacak, saldırılarını engelleyecek başka bir yol kalmadı ki?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ben, beni apar topar gözaltına alıp, bana aylarca işkence yapan devlete bile dava açmamıştım. Çünkü, benim mücadeleme, birincil dereceden "hukuk mücadelesi" olmadı, olamaz. Ancak, her zaman yinelediğim bir hukuk anlayışım var: Bana "noter onaylı ihtarname" gönderene ben de "noter onaylı ihtarname" gönderirim; beni "savcılığa şikâyet" edeni ben de "savcılığa şikâyet" ederim; beni "mahkeme" vereni ben de "mahkemeye" veririm. Mustafam Demirkanlım, hiç acele etme, sakin ol; ben, sana ve senin yoldaşlarının tümüne karşı dava açacağım. Biraz sabırlı ol lütfen.
"Ne bu şiddet, bu celâl?"
Tabii ki, ben, ne Mustafam Demirkanlım gibi, ne de Melih Anık gibi düşünüyorum. Bence, bu davalar, Türkiye tiyatrosunu kurtaracak. Bu davalar, şöyle bir yavaş yavaş seyretmeye başladıktan sonra, bu davalara karşı davalar açacağım ve bu davaların hemen peşi sıra Kültür Bakanlığı çanağı yalayan tiyatroları gündemime alarak, onların onlarca yıldır benden, halkımdan, tüyü bitmemiş yetimden aldıkları avantanın, diş kirasının, sadakanın, sus payının hesabını hukuk alanına da taşıyacağım. Hiç kimse, hiçbir zaman için hiç acele etmesin. Gün olur, devran döner...
Demirkanlı diyor ki:
"İfade Olanaklarının İmha Edilmesi…"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Evet, doğru, ifade olanaklarımız imha edilmek istendi, imha edilmek isteniyor, imha edilmek istenecek. Türkiye tiyatrosunun gururunda değil, ama kuburunda yetişen tam 1100(?!) alçak, benim ve Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarımızı Internet ortamında da olsa, imha etmek için, bütün alçaklıklarıyla üzerimize geldiler ve geldikleri gibi de gittiler. Ancak ben, Rahmi Dilligil'e asla benzemem; ben, Rahmi Dilligil'in sürdüğü gibi bir hayat sürmedim, sürmeyeceğim. Rahmi Dilligil'in çocuğuna, okuldaki arkadaşları, belki Mustafa Demirkanlı'nın doldurmasıyla "hırsızın çocuğu" şeklinde bağırmış olabilirler. Ancak, ben, kendi haklarımı savunmasını bildiğim gibi, Rahmi Dilligil'in de haklarını savunabilecek durumdayım. Ne var ki, konuya tam olarak vakıf olmadığım için, şimdilik susup bekliyorum. Benim, suskunluğumu bozup Rahmi Dilligil'in haklarını da savunabilecek kadar gücüm ve zamanım olduğunda, bu konuya da değinmeye, bu konunun da ardına düşmeye kesin kararlıyım. Şimdi, nasıl olsa "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları"ndan, "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları"ndan, "Nejat Birecik'in Şehir Tiyatroları"ndan bol kepçe reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) alıyorsun diye, Mustafam Demirkanlım, kendine çok fazla güvenmes. Ben, "Rahmi Dilligil Dosyası"nı yeniden açabilecek bir duruma gelirsem, Ayşenil de, Lemi de, Nejat da, bayağı düşünmeye başlayacaklar!!!"
Demirkanlı diyor ki:
"'LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz ve gerçekçi yazar Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarının imha edilmesi için bir LİNÇ KAMPANYASI başlatıyor.'"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Evet, doğru, Rahmi Dilligil'in zor durumda bulunduğu bir zaman diliminde, Mustafam Demirkanlım, nasıl ki, Rahmi Dilligil'in sanatsal ifade olanağının imha edilmesi için uğraştıysa,
Hilmi Bulunmaz'ın kızının ölümcül bir süreçten geçiği zaman da, Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanağının imha edilmesi için elinden gelen kalleşliği yaptı. Ancak, şimdi, Hilmi Bulunmaz, hiçbir avukata güvenmeyecek kadar bile kendine güvendiği bir süreçten geçtiği, yani sapasağlam ayakta olduğu için, bütün bu LİNÇ KAMPANYASI sürecini sarsmak için büyük bir mücadele veriyor.
Demirkanlı diyor ki:
"Bu ibareyi sürekli kullanarak, Sayın Anık gibi yakından izlemeyenleri yanıltmayı hedefliyorlar. Öncelikle, 'Temiz Tiyatro' imza kampanyasını ben düzenlemedim, düzenleyici yayıncılardan bir tanesiydim (Kaldı ki ben de düzenlemiş olmaktan hiç gocunmazdım ama benim aklıma gelmemişti.)"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Aaaa, ayıp oluyor ama ya Mustafa! Yoldaşların, Ahmet Ertuğrul Timur, Ömer Faruk Kurhan, Yücel Erten, Tuncer Cücenoğlu, vb., vb... adlı kişileri, hemen öyle bir kalemde silmek var mı? Allahaşkına, sen bu yazıyı(?!), Melih Anık'ı konuna meze yapıp okurların(?!) için mi yazıyorsun, yoksa Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Savcısı'nı etkilemek için mi yazıyorsun? Hani, Türk Silahlı Kuvvetleri içersindeyken, özellikle 12 Eylül Faşizmi öncesi, elindeki tabancanın ışıltısına yaslanarak devrim yapabileceğini sanan acemi teğmenler vardı ya onlara benziyorsun! İki tokat yiyince, en yakınındaki arkadaşını "idare"ye teslim eden çömezlere benziyorsun!! Ne o, henüz yolun başındayız!!! Sen beni savcılığa şikâyet ettin ve sanırım savcı, beni mahkemeye verecek ve yine sanırım, doğal süreç işlerse, ben davayı kaybedeceğim, ardından da ben seni mahkemeye vereceğim. Bütün bu söylediklerim, sanırım iki yılı bulur. Sen, ne oldu da birden bire, arkadaşlarını satma, onları "idare"ye gammazlamaya çalışıyorsun ki? Bu LİNÇ KAMPANYASI için düzenleme yapan kişi sen değilsin de, Burak Caney mi yoksa? Güldürme beni ya Mustafa!
Demirkanlı diyor ki:
"Bu kampanya ile ne talep ediliyordu? Sadece küfürsüz yayıncılık yapmaları. (www.temiztiyatro.net) İfade olanaklarını engellemek bu kampanyanın neresinde? Küfür ve hakaretlerini engelleyemeyenler, “sanatsal ifade olanaklarını” nasıl engelleyebilir sizce?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Sana "ulan" dememek, sana "ulan" deyince, yeni bir davanın açılmasına neden olmamak için, sana "ulan" demiyorum. Bana bak Mustafam Demirkkanlım, sen belki Melih Anık'ı kandırabilirsin, belki hukuktan başka hiçbir şeyden anlamayan bir savcı ve/ya yargıcı kandırabilirsin, ancak, şu ifadeyi nerede sokacaksın:
"Tiyatro insanları olarak yayınlarımıza ve yayıncılara yönelik iftira, karalama, baskı altına alma girişimlerini kınıyoruz!"
Benim, bizim, herhangi bir yerde iftira attığımıza, karalamada bulunduğumuzu kanıtla, ben, günde beş vakit Takim Meydanı'nda "orrrospu çocuğuyum" diye bağıracağım. Peki, sen, bu yalanını kanıtlayamazsan ne yapmayı düşünüyorsun? O, sana kalmış birşey...
Demirkanlı diyor ki:
"Şunu ileri sürebilirler ya da onlarca kez yazarak okurları dezenforme etmeyi deneyebilirler:"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Neyi?
Demirkanlı diyor ki:
"Biz sonrasında küfretmeye başladık."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Biz, başında da, sonrasında da gerçek kişilere asla küfür etmedik! Ettiğimizde de özür dilemesi bildik.
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"İLERİYİ GÖRÜP DOĞRU BİR ROTA SAPTAYABİLMEK İÇİN BAZEN DÖNÜP GERİYE DE BAKMAK GEREKİR (14 Kasım 2010)
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Doğru...
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
ARŞİV 14 Nisan 2007
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Güzel... Demek ki, yaklaşık olarak dört yıl geriye gidiyoruz...
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
(Bugün DT ve İBBŞT yöneticileri Lemi Bilgin ve Ayşenil Şamlıoğlu'nun reklamla besleyerek üstümüze saldığı)
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Doğru...
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
MUSTAFA DEMİRKANLI HAKKINDA (HENÜZ TAKMA İSİMLİ SAPIKLAR KULLANMASINDAN VE BULUNMAZ İLE BÜKTEL'E KARŞI LİNÇ KAMPANYASI BAŞLATMASINDAN ÖNCEKİ "MASUM" DÖNEMİNDE) YAPTIĞIM BAZI SAPTAMALAR
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ne var ki bunda ya Mustafa? Senin en hafif suçlarından biri bu; "takma isimli sapıklar kullanmak"...
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"… Onursuzları rezil etmeye çalışıyorum; yalanlarını belgeliyor, belgelerin kaynaklarını ve linklerini veriyor, iğrenç hakikatleri teşhir ederek onursuzluklarını iki kere iki dört gibi kanıtlıyorum, ama rezil olmak onursuzlara vız geliyor." (C.B.)
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ben, burada yazımın başlığını bir kez daha yinelemek istiyorum: "Mustafa'nın onursuzluğu, insanlık onurunu yenecek!"
Demirkanlı (Büktel'den alıntı yaparak) diyor ki:
"… Bütün bu şerefsizlikleri, Coşkun Büktel'in özel sorunu sayan tüm entelektüeller de şerefsizdir.” COŞKUN BÜKTEL / 14 Nisan 2007"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
İmzamı atıp onaylıyorum...
Demirkanlı diyor ki:
"Arşivini tarama zamanım olmadığı için, güncellediği yazısından, kendi saptamalarıyla aktarmakla yetindim, gördüğünüz gibi hiç küfretmiyor!"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Lop lop, pembeden maymundaki kırmızı renge bürünmeye doğru evrilen karidesleri midene indirip Tekirdağ Rakısı içerken yada "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları", "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları", "Nejat Birecik'in Şehir Tiyatroları"ndan reklâm (avanta, diş kirası, sadaka, sus payı) alabilmek için harcadığın zamandan feragat edip bu yazıları okuyabilecek zaman bulamıyor musun ya Mustafa ?
Demirkanlı diyor ki:
"Neden 'Temiz Tiyatro' imza kampanyası düzenleme gereği duyulduğu sanırım anlaşılmıştır."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
İftira atmak, yalanınızı ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için düzenlediniz "Temiz Tiyatro" kampanyasını, biz LİNÇ KAMPANYASI olarak tescil ettik ya Mustafa!
Demirkanlı diyor ki:
"Bu iki insanla diyalog yolları kalmadığından, aslında zaten başından beri olmadığından, hakaretleri, küfürleri engellenemediğinden dolayı geriye bir tek yol kaldı, hiç tercih edilmemesine rağmen kullanılacak tek yol, yasal olarak bu küfürlerin, hakaretlerin durdurulması."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Bundan sonraki aşama da, fiziksel olarak LİNÇ etmek, değil mi ya Mustafa?!!!
Demirkanlı diyor ki:
"Davalar Açılınca Ne Oldu?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ne oldu? Biz, gerçeklerin peşinden gitmeyi sürdürürken, sen de yalanlarını ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için yoluna devam ettin ya Mustafa!
Demirkanlı (Bulunmaz'dan alıntı yaparak) diyor ki:
"Ben, bu ülkenin yasama / yürütme / yargı kurumlarının zor durumda olduğu kanısındayım. Ben,özellikle yargı kurumunun; toplumsal, kültürel ve siyasal olarak yorulduğu düşüncesindeyim. Bu nedenle, yargı sürecinin tıkanmaması, demokratik yargı kavramının yerleşmesi, yargı kurumunun rahat edebilmesi için, ben, bu kuruma kolay kolay başvurmam. Zâten ağır aksak yürüyen yargı kurumundaki işlerin, benim başvurularım sonucu, daha da ağırlaşmasına gönlüm el vermez. Ben, gereksiz yere yargı kurumunu meşgul etmeyi aklımın ucundan bile asla geçirmiyorum. Ben, yargı kurumunu kişisel emellerim için meşgul edecek kadar çaresiz ve zavallı biri değilim!" Hilmi Bulunmaz
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Yukarıdaki yazıma, bir kez daha, on kez daha, yüz kez daha, bin kez daha imza atıyorum ya Mustafa...
Demirkanlı diyor ki:
"Devletin tüm kurumlarına karşı olduğu haykıran, asıl mesleği kuyumculuk, elmas kalemleri ticareti olan Sosyalist(!) Hilmi Bulunmaz birden bire devletçi oluverdi, devletin kurumlarının rahat çalışarak 'demokratik yargı kavramının yerleşmesi' için meşgul edilmemelerini yazmaya başladı. Herkes gözlerini kapatarak bu ikilinin söylemlerini, küfürlerini, Sosyalistliklerini (!), gerçekçiliklerini (!) düşünsün ve karar versin, yaşadığımız bu ülkenin yargısına –bu güne kadar şikayetçi olarak bir kere bile başvurmamamıza rağmen- başvurmaktan başka bir çaremiz var mı? Bu ikilinin saldırıları karşısında yardım isteyeceğimiz bir başka otorite tanıyan, bilen var mı? Sayın Anık’ın bile “polemik” olarak tanımladığı bu saldırılar karşısında sığınacak bir başka şansımız var mı? Sayın Anık; sizin bildiğiniz başka bir çaremiz var mı?"
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Ben, anarşist biri değil, sosyalist biriyim. Sosyalist biri, bir yandan kapitalist devletin tüm kurumlarına karşı olduğunu haykırırken, diğer yandan devletin tüm kurumları, emekçilerin yararına, sosyalist bir mantıkla hareket etmeye zorlar. Sosyalizm, ne anarşizm gibi "başsızlık" demektir, ne de komünizm gibi "devletsizlik" demektir. Sosyalizm, kısaca ve özetle belirtmek gerekirse, "devlet kapitalizmi" demektir. Dolayısıyla ben, devletin tüm kurumlarını, emekçilerin çıkarları için kullanılmasından yana olan bir insanım. Tıpkı, hukuk kurumunun da emekçilerin çıkarları doğrultusunda kullanılması gerektiğini, senin gibi bir Kırım Kongo Kenesi ruhlu kişinin çıkarları için kullanılmaması gerektiğini düşünmem gibi ya Mustafa.
Demirkanlı diyor ki:
O Zaman Son Soruyu Sorup, Kapatalım
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Sen, zâten hep "son, son" dersin, ama çeneni bir türlü kapatamazsın. Çünkü sen, "suçlusun ve güçsüzsün" ya Mustafa! Sen, hiçbir şeyi kapatabilecek durumda değilsin!!!
Demirkanlı diyor ki:
"Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel, küfretmeden yayıncılık yapmanız için ne yapmamız gerek? Sizin hakaretlerinizden nasıl koruyacağız kendimizi? Sizin bildiğiniz bir başka yol, yöntem var mı? Varsa bildirir misiniz? Sadece küfretmemenizi istiyoruz."
Demirkanlı'yı değerlendirelim:
Bana bak Mustafam Demirkanlım, ben, biz, kim neyi hak ederse, onun hak ettiği kadarını veririz; ne bir fazla, ne bir eksik ya Mustafa. Örnekse Burak Caney adlı kimliksiz Internet canavarı, beni, ailemi ve yakın çevremi diline dolayıp orospu çocukluğu yaptığı zaman, haliyle bu şerefsize orospu çocuğu demek zorundaydım. O orospu çocuğu Burak Caney, yeniden dirilip karşıma çıksın, ben, orospu çocuğu lâfını yerleştirdiğim derin dondurucudan çıkararak, sürekli olarak yeniden gündeme getiririm! Yani ben, küfürü hak edene küfür (Örnekse bakınız: "Orospu çocuğu Burak Caney (tiyatrooyun) pisliği!..."), teşekkürü hak edene teşekkür (Örnekse bakınız: "Mustafa Demirkanlı'ya teşekkür ederim.") etmesini çok iyi bilirim!
Peki, senin, şah damarımızdaki kan pıhtılarını bile, bir Kırım Kongo Kenesi gibi emmene izin vermemizi mi bekliyorsun? Senin arkanda "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları" ile "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları" olmasa, sen, tek başına hiçbir varlık gösteremezsin. Seni hayata bağlayan, ne bir uzmanlık alanın, ne de entelektüel birikimin var. Sen, "Lemi Bilgin'in Devlet Tiyatroları" ile "Ayşenil Şamlıoğlu'nun Şehir Tiyatroları"nın verdiği reklâmlar (avantalar, diş kiraları, sadakalar, sus payları) olmasa, değil bir adım atabilmek, bir tek soluk bile alamazsın!
Haber Giriş Tarihi: 23 Kasim 2010
(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)