25 Şubat 2009 Çarşamba

Yeni bir oyun yazarı yetişiyor: Ozan Akgül / 7

Bir fiyasko!


Ozan Akgül
24 Şubat 2009


"Kar (Schnee)"

Reji: Sandra Strunz
Dramaturji: Viola Hasselberg
Kostüm: Daniela Selig
Müzik: Malte Preuss
Video: Michael Deeg
Oyuncular: Frank Albrecht, Jens Bohnsack, Johanna Eiworth, Albert Friedl,Rebecca Klingenberg, Melanie Lüninghöner, Thomas Mehlborn, Gabriel von Berlepsch, Ullo von Peinen.

Orhan Pamuk’un Kar adlı romanından tiyatroya uyarlanan ve Freiburg Tiyatrosu tarafından sahnelenen oyun, İstanbul Goethe Enstitüsü’nün desteğiyle, 23 Şubat 2009 günü, Haldun Taner Sahnesi’nde izleyiciye sunuldu.

Bu yazıyı, bir tiyatro eleştirisi kıvamında yazmak için çalışma masama otursam da, dünkü yaşadıklarım, bu şevkimi fazlasıyla kırdı. Zira, oyun sunumu organizasyonunun, ta başından fiyaskoyla başlaması, dün geceki oyun izleme heyecanımı yitirmeme neden oldu.

Kar oyununu izlemek için Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’ne gittiğimde, bir sürprizle karşılaştım. Kapıdaki görevli, oyun davetiyesinin kalmadığını söyledi. Haliyle ben de, "Ne davetiyesi?" diye sordum. Bunu sormamın sebebi şuydu: Goethe Enstitüsü’nün Internet sitesinde ilân edilen açıklamada, oyun saatinin 20.00 olduğu belirtilmiş ve bilet yada davetiye için herhangi bir açıklama yapılmamıştı. Tabii ki bu durumu, oradaki yetkiliye ilettik. O da bize, elinde elli küsur davetiye olduğunu ve bu davetiyelerin Türk Hava Yolları çalışanlarına ayrıldığını söyledi. Çok komik bir durumdu bu! Zira, anlatılanla uygulama arasında dağlarca fark vardı. Neyse, sonuçta kapıda görevli olan değerli ağabeyimiz(!), "Durun bakalım kaç kişisiniz? Birkaç davetiye verebilirim." dedi ve görevlinin kullandığı kişisel inisiyatifle davetiyelerimizi alabildik. Bir tiyatrosever olarak, bu durumların kurumlar tarafından yapılan hata olduğunu, Freiburg Tiyatrosu'na mal edilmeyeceğini düşünerek, oyun saatini beklemeye başladık

Saat 20.00 oldu…

Fakat kimsede ses seda yok! Yeniden, kişisel inisiyatif kullabilen güvenlik görevlisine sorduk: "Neden salona alınmıyoruz?" Cevap şöyleydi: "Davetiyelerinize bakmıyor musunuz? Oyun saat 20.30'da başlayacak!" Biz de: "Ama Goethe Enstitüsü web sitesinde saati 20.00 olarak belirtilmiş." demeye çalıştık. (Bakınız: GOETHE-INSTITUT) Görevli, "Davetiyenin üzerinde 20.30 yazıyor." diyerek çekip gitti.

Sonunda saat 20.40'da oyun başlayabildi. Daha oyunu izlemeden yaşanan bu can sıkıcı olay, sahneye olan odaklanmamızı bayağı zorladı.

Oyun, Almanca oynandığından, elektronik olarak üst yazı çeviri kullanıldı. Fakat, elektronik yazı, sahnedeki karmaşadan farksız ve okunamayacak kadar silik yansıtılınca Kar "oyun"undan, uzun zaman karın altında kalmış gibi, boyun ağrısı ve göz ağrısı yanımıza kâr olarak kaldı…

Her şeye karşın, biraz olsun oyundan bahsetmek istiyorum. Başta da söylediğim gibi, Orhan Pamuk’un Kar adlı romanından uyarlanan metin, oyunun modernleştirilmesi uğruna, özünden, ait olduğu bölgeden koparıldığını düşünüyorum. Yönetmen, metni dilediğince yorumlayıp sahneye koyabilir; fakat bunu, hikâyeyi vatanından fazla uzaklaştırmadan yapmalıdır. Bölgenin ritüellerinin, yaşam tarzlarının ve bu bağlamda kıyafetlerinin, kitapta belirtildiği yere, Kars’a ait olması gerektiği kanısındayım. Freiburg Tiyatrosu'nun, uzun monologları, anlamsız devinimlerle doldurarak, neye ulaşmaya çalıştığını anlayamadım. Bu bahsettiğim unsurlar, her imgenin, her sözün, her devinimin bölgesel olacağı anlamına gelmez. Yazarın anlattığı hikâyenin anlamına ve aslına sadık olmak amacıyla, bu saygının gösterilmesinden yanayım. Oyunu, disko dansıyla başlatıp, bir buzdolabını zaman makinesi kılığına sokarak, bir fırını sadece tekmelemek için ve oturmak için kullanarak, modern bir temsil oluşturamazsınız! Ya romandan yola çıkarak başka bir hikâye peşine düşersiniz ya da yapıtın ait olduğu mekânın özelliklerine saygı gösterirsiniz. Modern yorum kisvesiyle, tragedya ve melodram unsurlarını bir arada kullanma çabasıyla, bir yandan da günümüz sahneleme tekniklerinin çağdaş(!) hülyasına kapılarak, ancak kimliksiz bir oyun ortaya çıkarabilirsiniz.

Okurlar, bana şunu sorabilirler: "Bu yazıyı sadece olumsuz yönde eleştirmek için mi yazdın?" Böyle bir sorunun sorulmasının mantığını anlayabilirim… Ama şu var: Hikâyenin ait olduğu yerden bir şeyler göremiyorsanız, Kars’ı, neredeyse Almanya’nın bir kenti hissediyorsanız, o zaman buna uyarlama oyun demeyelim. Başka bir şey diyelim. Bir yerin hikâyesinden esinlenerek, başka bir ülkeye aktarılmış bir oyun diyelim… Sahnenin önünde oyun oynanırken, dinî bir ritüelin (Namaz), arkada dans figürüne sokulmasıyla, yansıtılmak istenen nedir? Bunu öğrenme çabasındayım…

Oyun bittiğinde, büyük bir alkış koptu. Oyuncular, tam üç kere selamlama seremonisi için sahneye çıktılar. Anladığım kadarıyla, benim dışımda herkes oyunu çok sevdi… Ama yine de işin sevindirici kısmı, Türkiyeli bir yazarın oyununu sahnede görmek ve de bizim dışımızda birileri tarafından sahneye konulması, boyun ve göz ağrısının yanı sıra, bana kalan güzel bir anı oldu…

Not: Oyunun tanıtım broşürüne göz attığınızda, Türkçe tanıtımın, ne kadar üstün körü yapıldığına tanık olabilirsiniz. Sanki "yazmak için yazılmış" gibi geldi bana…

***

"Yeni bir oyun yazarı yetişiyor: Ozan Akgül / 1"
"Yeni bir oyun yazarı yetişiyor: Ozan Akgül / 2"
"Yeni bir oyun yazarı yetişiyor: Ozan Akgül / 3"
"Yeni bir oyun yazarı yetişiyor: Ozan Akgül / 4"
"Yeni bir oyun yazarı yetişiyor: Ozan Akgül / 5"
"Yeni bir oyun yazarı yetişiyor: Ozan Akgül / 6"
"Yeni bir oyun yazarı yetişiyor: Ozan Akgül / 7"