Coşkun Büktel
4. GÜNCELLEME
16 Şubat 2009:
Kurhan gündelik alışkanlık haline getirdiği, kolay yazılmış, kanıtsız, kaynaksız, linksiz, belgesiz cevap yazılarının sonuncusunda, sırf gerçek sandığımız bir şahsın gerçek çıkmaması nedeniyle (iki gün sonra düzeltme yapıp okurları uyarmamıza rağmen) bizi "magazinci", "dedikodu yazarı", "ihtiyar", "sıradan" gibi (geniş bir yazıyla hepsini cevaplayacağımız) sıfatlarla aşağılamaya devam etmesinin yanında; nihayet zurnanın zırt dediği noktalara (TAKSAV skandalı ile Özdemir Nutku skandalına ) değinmek cesaretini(!) de gösteriyor. Tabii ki, aslında görmek istemediği bu skandallara değinirken, Kurhan, bir süredir kullanmakta olduğu, nispeten açık, berrak ve net iletişim dilini terk etmek ve yine, yıllardır karakterinin bir parçası haline getirdiği, (hani şu açıklamaktan çok örtbas etmeye, anlaşılmaktan çok derin ve anlaşılmaz görünmeye yarayan) takur tukur, bulanık, gayritabii, kaypak, kaçamak, akademik taklidi (çakma akademik) Mimesis diline ricat etmek zorunda kalıyor ve Hilmi'nin dikkat çektiği TAKSAV skandalı iddiasına, (karmaşık yazmayı ve kulağını mümkün olan en ters yönden göstermeyi erdem sanan bir heveslinin) aşağıya aktardığımız şu grameri gayet bozuk cümlesiyle) cevap verirmiş gibi yapıyor:
.........."ne Halman’ın faşist bir entelektüel ne de TAKSAV’ın faşizmin taşıyıcı öznesi bir kurum olduğunu gösterme yolunda tek bir adımın dahi atılamadığını görüyorum."
Peki, sayın Kurhan, Halman'ın "12 Mart faşizminin bakanı" olduğunu görüyor musun? Elbette, görüyorsun. Ama yazında bunu telaffuz etmeye, durup dururken okurlara bir kez daha hatırlatmaya yanaşmıyorsun. Oysa, Hilmi, bu konuda onlarca yazı yazdı ve her yazısında "12 Mart faşizminin bakanı" diye bar bar bağırdı. Ama sen, Hilmi'ye sağır kulağı verdiğini belli edercesine, yazının içinde ne "12 Mart faşizminin bakanı" ibaresini, hatta ne de "12 Mart" kavramını, bir kez dahi telaffuz etmiyor, 12 Mart'ı açıkça görmezden geliyor; tartışma zeminini kaydırarak, konuyu saptırarak, Hilmi'nin iddiaları hakkında okurları yalnızca yanıltmaya çalışıyorsun. "Dedikodu yazarı" diye nitelediğin Büktel, şu kısacık yazılarında bile, kanıtsız, kaynaksız, belgesiz konuşmazken; sen, hayatın boyunca yaptığın gibi, kanıtsız, kaynaksız, belgesiz, desteksiz atıyor; ancak çevrendeki toy gençleri tavlayabilecek, o "çakma akademik" ifade kabızlığınla, yalnızca afaki biçimde ahkam kesiyorsun.
Sonra da kalkmış bana, yine o ifade kabızı, o eşek arısı sokasıca Mimesis diliyle "Yine de, eğer olur da örneğin Büktel’in yazar olarak haklarının çiğnenmesini seyirlik olmanın ötesine taşımayı başarır ve kamusal bir hak arayışına dönüştürürlerse, mütevazılığın sınırlarını zorlamaya çalışan bir destek sunacağımdan emin olabilirler." diyerek, o çarıklı erkânıharp kurnazlığınla, gerektiğinde kıvırabileceğin biçimde, Özdemir Nutku iftirası konusunda bana destek sunmak üzere, ne idiği belirsiz, anlamsız, karşılığı yalnızca senin bulanık zihninde mevcut, trıçkadan bazı şartlar ileri sürüyor, benimle pazarlığa girmeye kalkıyorsun. İftirayı görmeyi kabul ederim ama şartlarım var, diyorsun. Eğer (ne olduğunu açıkça, mertçe, Türkçe telaffuz etmeye yanaşmadığın ama sana karşı yazmakta olduğum cevap yazımdan vazgeçmemi de gerektireceğini tahmin ettiğim, o her türlü "yoruma açık") şartlarını kabul edersem; iftirayı "göreceğini" ve iftiraya karşı bana "âdeta'yı aşmayacak ölçüde" bir destek (Mimesis diliyle söylersek, "mütevazılığın sınırlarını zorlamaya çalışan bir destek") vereceğini söylüyorsun!
Sence ben bugünkü Türk tiyatrosu kadrolarıyla ittifak kurmayı amaçlayan birine benziyor muyum? Daha birkaç gün önce "Kazmacıbaşı'nın yanardöner karakteri" başlıklı bir yazıda "...tiyatromuzda 'makul ve dürüst' insan sayısı, bir parmağı kopuk bir elin parmak sayısını bile geçmemektedir." demiş olan ben, ittifak arayan, imza toplayan biri olabilir miyim? Hele iftirayı kayıtsız şartsız kınamak yerine; kınamak için şartlar (hem de ne idiği belirsiz şartlar) öne süren birini kazanmayı önemseyebilir miyim? Sizler, sanatçı adayları olarak, iftiraya doğuştan karşı olmalıydınız. İftira karşıtlığını genlerinizde taşımalıydınız.
Siz bana destek olmayı boşverin de kendinizi kurtarın! Çünkü önünüzde iki seçenek var: Ya iftirayı görecek ve gördüğünüzü "adeta'yı aşmayacak ölçüde" değil, "açıkça, mertçe, Türkçe" belli edeceksiniz; ya da iftirayı görmezden gelecek ve tombaladan çektiğiniz sıfatları art arda dizerek, "Coşkun Büktel, dedikodu yazarı, ihtiyar, magazinci, sıradan, üşütük, kel kafalı, ciddiyetsiz, terbiyesiz, ehliyetsiz, kıskanç, cahil, yeteneksiz, bir ayağı çukurda, seri katil, sübyancı bir yazar müsveddesidir. İftirayı o yüzden görmüyoruz. Coşkun Büktel'i Coşkun Büktel'e rağmen savunmak mümkün değil ki!..." diyecek; bu bahanelerle, kendinizi ve çevrenizdeki üç-beş toy genci kandırmayı başarsanız bile, üç yıldır kör taklidi yaparak iftirayı görmezden gelmenin dayanılmaz hafifliğinden kurtulamayacaksınız.
Siz bana rağmen beni savunmak gibi problemlere kafa yormak yerine, entelektüel tutarsızlığınızı örtbas etmenin daha olgun ve inandırıcı yöntemlerini bulmaya bakın!
Ama Can Yücel şiirinde dendiği gibi, "Ne kadar rezil olursak o kadar iyi" diyorsanız, o başka...
Ben, iftirayı görmek için önerdiğiniz o rezil pazarlığa, Cyrano'nun cevabını veriyorum:
"İstemem, eksik olsun!"
Kurhan'ın yeni cevap yazısını okumak için, lütfen, aşağıdaki başlığı tıklayınız:
Habercilik Adına Yola Çıkıp Dedikodu Enkazı Altında Kalmak İstemeyenlerin İlgisini Çekebilecek Bir Değerlendirme
***
3. GÜNCELLEME
14 Şubat 2009:
Ömer F. Kurhan, birkaç cümlelik sunuş yazılarımızı bile, cömertçe cevaplamaya devam ediyor; Bulunmaz ve Büktel'in sitelerinde Esatoğlu tacizine karşı çıkan onlarca yazı varken (bkz ve bkz) bar bar bağıran karşı kanıtlara kulak asmaksızın, "Bulunmaz ve Büktel şu taciz karşıtı kampanyayı didikleyip yıpratma isteğiyle yanıp tutuşmuşlar" gibi "yorumdan çok, yalana yakın duran" ifadelerle, niyetimizi kasıtlı ve amaçlı olarak yanlış okumaya ve bu yanlış okumalara dayanarak, (kanıt, belge, kaynak göstermek, link vermek gibi bilimsel yöntemlere pabuç bırakmadan; bu bilimsel yöntemlerin fanatiği olan Büktel'i "magazinci" diye nitelemek gibi hafifliklerden de hiç sakınmadan) bizi, kendince yakıştırdığı birtakım sıfatlarla aşağılamaya çabalıyor. Olsun! Biz, bu çabaları da okurların dikkatine sunmakta yarar görüyoruz.
Kötü niyetli yazıları, hatta (son günlerde gönderdikleri özel mesajlarda tıpkı Kurhan gibi bizi "ihtiyar" diye aşağılamakta olan) isimsiz sapıkların yalan ve iftiralarını bile; hatta hatta, bizi dansöz kıyafeti giymiş gösteren fotomontaj iğrençliklerini bile, "sıfır sansür" inancımız gereği, geçmişte, hem de ana sayfadan, nasıl yayınladıysak (Bkz); bu yayınlarla Türk tiyatrosunda saatin kaç olduğunu veya tiyatromuzun hangi vahim ölçüde çürümüş bulunduğunu kavramak açısından okurlarda bilinç oluşturduğumuza nasıl inandıysak; Kurhan'ın beğenmediğimiz ve hak ettiği çaptaki cevabı mutlaka vereceğimiz, son yazısını da aynı "sıfır sansür" anlayışıyla okurlara sunuyor; yayınlarımızda, "sıfır sansür" nedeniyle dezenforme olmayacak ve "sıfır sansür" talep edecek "yetişkin" bir okur kitlesi hedeflediğimizi, kamusal yararı "sıfır sansür" anlayışında gördüğümüzü belirtiyoruz. Hedef kitlemizin, "sıfır sansür" anlayışımızı yıpratmak amacıyla, "öyleyse porno da yayınlayacak mısınız?!" gibi dangalakça sorularla bizi taciz etmeye kalkışmayacaklarına güveniyoruz.
Bu güvenle dikkatinize sunduğumuz Kurhan'ın son yazısına, ileride şu ya da bu biçimde sansür edilmesi/değiştirilmesi endişesinden tümüyle uzak kalmak için, en güvenilir ve sürprizlere kapalı siteden link veriyoruz. Kurhan'ın son yazısını okumak için lütfen, aşağıdaki başlığı tıklayınız:
Nihayet Mesele Anlaşıldı
***
2. GÜNCELLEME
13 Şubat 2009:
Ömer F. Kurhan, aşağıdaki kısacık sunuş yazımızı, yeni bir yazıyla cömertçe cevaplamış. Şu an, Kurhan'ı ilk fırsatta ayrıntılı cevaplayacağımızı tekrar etmekten ve Kurhan'ın yazısını bir an önce okurların dikkatine sunmaktan başka bir şey yapamıyoruz.
Kurhan'ın, (Emrah Özlek yazısındaki tek bir maddeye karşı çıkarak, yazıdaki diğer bütün iddiaların doğru olabileceği hakkında, en azından bizde, kanaat uyandıran) yazısını okumak için, lütfen, aşağıdaki başlığı tıklayınız:
Dedikodu Enkazı Altında Dezenformasyon Hizmeti Vermek
NOT: Konuyla ilgili Emrah Özlek'in Hilmi Bulunmaz'a gönderdiği ikinci yazıyı okumak için ise, lütfen şu başlığı tıklayınız:
Cevap alamadığım cevaba cevabımdır!
***
GÜNCELLEME
12 Şubat 2009:
Emrah Özlek'in aşağıda sunuşunu yaptığımız yazısıyla ilgili olarak; Ömer F. Kurhan'ın (Büktel ve Bulunmaz yayıncılığını eleştirerek, Büktel ve Bulunmaz'ı "bireysel" ya da "sorumsuz" olmakla suçlayan ve Emrah Özlek'i sansür etmeyişleri yüzünden Büktel ve Bulunmaz'ı kınayan) yazısını okumak için, lütfen, aşağıdaki başlığı tıklayınız:
Açıklığa Kavuşturulması Gereken Bir Nokta: Bulunmaz ve Büktel Haber ve/veya Yorumdan Neyi Anlıyorlar?
NOT: Bu yazımız, bir cevap değil, yalnızca bir sunuş yazısıdır. Kurhan'a ve okurlara vadettiğimiz cevabımıza bu konuları da elbette dahil edeceğiz; ama ne yazık ki, bugünlerde vaktimiz kendini yoğun biçimde dayatan pek çok konunun ancak bazılarına ve ancak bu çapta tepki vermeye yetiyor. CB.
***
İnsanlar konuşuyor
Tiyatro ÖKM eski üyesi Emrah Özlek'ten, İATP-G, TAKSAV, Esatoğlu tacizi ve Ömer F. Kurhan hakkında, "bir kısmı yeni ve ilginç" suçlama, savunma ve açıklamalar...
Tiyatro ÖKM (İstanbul Üniversitesi, Öğrenci Kültür Merkezi Tiyatrosu) eski üyelerinden Emrah Özlek'in, Hilmi Bulunmaz'a gönderdiği yazıyı, makul ve mantıklı bulduk ama yeterince ikna edici bulmadık. Özlek de, tıpkı suçladığı Kurhan gibi, suçlarken gayet inandırıcı olabildiği halde; savunma yaparken, inandırıcı olamıyor.
Özlek, örneğin, Kurhan'ı ve İATP-G'yi TAKSAV skandalına kör bakmakla suçlarken gayet inandırıcı olabilirken; Esatoğlu tacizini savunmaya kalkıştığında, tacize uğramış ve sayıları birden çok fazla mağdurun tanıklıklarına karşı ikna edici somut bir şeyler söylemek yerine, Esatoğlu'nun zamanında yaptığı "Clinton talimatı" biçiminde özetlenebilecek açıklamayı (ki konuyla ilgisiz bulduğumuz için zamanında eleştirmiştik −bkz: "Tacizlerin mağdurları ve tanıkları konuşmaya devam ediyor."−) Esatoğlu ağzından tekrarlamakla yetiniyor ve bu da Özlek'i doğal olarak, savunmada gayet yetersiz kılıyor.
Aynı biçimde, Kurhan da, örneğin, sansüre karşı bir tutumla Özgür Başkaya'ya karşı çıkarken gayet net ve açık bir dil kullanmaktan kaçınmadığı için gayet ikna edici olabildiği halde (Bkz: "Özgür Başkaya’nın Sansür İddiasına Yanıtı: Biz Yaptık Oldu!"); TAKSAV'ın Talat Halman skandalını (Bkz) savunmaya kalkıştığında, o bilinen kaypak ve kaçamak Mimesis diline başvurmak zorunda kalmış ve asla ikna edici olamadığı gibi, kendi entelektüel kimliğine ilişkin de acıklı bir görünüm yaratmıştı. (Bkz, bkz, bkz ve bkz) Hele Özdemir Nutku skandalına sözde müdahale ediyormuş gibi yapmaya kalkıştığında, Kurhan'ın o acıklı görünümü daha da vahim bir hal almıştı (Bkz). (Bu konuda Kurhan'ı ayrıntılı cevaplayacak yazımız hâlâ tamamlanmadığı için, Kurhan'dan ve ilgili okurlardan bir kez daha özür diliyoruz.)
Emrah Özlek'in, söz konusu skandallara bir nebze daha aydınlık getiren suçlama, açıklama ve savunmalarını okumak için, lütfen...
TIKLAYINIZ!