Birinci yıl…
Orhan Aydın
16 Şubat 2009
Yıllar sonra, yeniden ülkeyi dolaşmaya başladım.
Sakıncalı Piyade ikinci sezona doğru koşuyor; bizi de peşinden sürüklüyor!
Ülkenin yurtseverleri oyuna akın ediyorlar.
Bu amansız günlerde, bunun anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Ülkemizin atardamarlarının durdurulmuş olduğunu görmek ise, bizi öfkelendiriyor.
İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ve adaletsizlik toplumu kuşatmış, kemiriyor.
Halk, hızla yoksullaşıyor.
İşsizlik, yokluk kusan bir hayalet gibi.
Kentlerin hemen hepsinde, yeni ‘işçi pazarları’ kurulmuş durumda.
Yalova'dan başlayarak; makine sanayi, tekstil ve otomotiv dibe vurmuş.
Bursa giriş ve çıkışında, yol kenarlarına dizili onlarca fabrika ve üretim atölyeleri, korku filmi platoları gibiler!
İslerin ve sislerin içinde dev grilikler!
Kentin üstünden Uludağ’a doğru, kara bulutlar yükseliyor.
Son altı ayda işsizlik oranı, % 74 artış göstermiş.
Esnaf gergin. Kepenkler kapanıyor. Küçük ve orta ölçekli tüm üretim ilişkileri yok olmuş.
Bursa örneklemesi, ülkenin genelindeki resmin küçük bir parçasıdır.
İzmit ve Körfez Bölgesi’nde, her tür sanayinin kalbinin attığı o Adapazarı ovasına kadar uzanan verimli topraklarda, artık fabrika bacaları tütmüyor.
Uluslararası sermaye gruplarının ortaklığındaki lastik fabrikalarının kapılarında kilitler var.
Otoyollar da boş.
Halk seyahat etmiyor.
Şehirlerarası otobüs şirketlerinin bir çoğu, araçlarını yok pahasına elden çıkarıyorlar.
Yine şehirlerarası trafikte, otomobilleri ile yolculuk edenlerde çok büyük azalma var.
Her kentin giriş ya da çıkışında, otomobil pazarları dikkatimizi çekiyor.
Her tür araç satılık!
Dozerler, greyderler, otobüsler, traktörler ve otomobiller.
Kamyon pazarların da ise, araçlar yol kenarlarına taşmış.
Kentlerarasındaki taşımacılık ve ulaşım tarihimizin en kötü sürecini yaşıyor.
Otoyollarda kamyon ve tır gibi araçlar, tek tek sayılabilecek kadar azalmış durumda.
En son Antalya dönüşünde, Emin Kaptan saydı öğrendik.
Toplam 23 sebze ve meyve yüklü kamyon, İstanbul’a doğru yol alıyordu.
Antalya’nın sera ürünleri konusunda üretim yapan bir kent olduğunu düşünürsek, acı gerçek ortaya çıkıyor.
Hem üretim, hem tüketim dibe vuruyor.
Yılın dört mevsimi yabancı turist ağırlayan Antalya boş.
Beş yıldızlı oteller, oda fiyatlarını, 49 TL'ye indirmişler, yine boş.
İşçilerini de kapının önüne koyup, yaz sezonunu bekleyen işletmeler var.
Antalya'da; satılık otel, motel, pansiyon, yazlık, tatil köyü ve satılık site ilanları seçim ilanlarıyla yarış halindeler.
Yivli Minare'nin yanından Kaleiçi’ne doğru baktığınızda gördüğünüz mavilik, yerini pastel ve hüzünlü bir sessizliğe bırakmış.
Çocukluğumun kentinin içi-dışı hazan.
Sahnelerine çıkıp Sakıncalı Piyade'yle buluştuğumuz insanlarımız; İşsizlik ve yoksulluğun, yolsuzluklar ve usulsüzlüklerle örtülmeye çalışılmasını, adalet duygularına ve yargıya karşı saldırı olarak görüyorlar.
Ergenekon Davası’nın düzmece dosyalarıyla ise dalga geçiyor, kararlılıkla karşı çıkıyorlar.
AKP eliyle yaygınlaştırılan sadakalar, ‘onur kırıcı’ olarak algılanıyor.
Koparılan gürültüye rağmen; asıl operasyonun bu topraklar üzerinde yürütüldüğü gerçeğini biliyor ve “bunlar Cumhuriyet’ten intikam alıyorlar” diyenler, yan yana gelmek için umut saçıyorlar.
Hiçbir onurlu yurttaş, krizin faturasını ödemeye razı değil.
Ve ne mutlu ki, ülkenin ‘aydınlık yüzü’ ışık saçıyor.
Denizli, Antalya, Mersin, İzmir, İzmit gibi büyük yerleşim kentlerinde anladık ki; kara akıllı mollaların ve kafatasçı ırkçıların işleri çok zor.
Seçim öncesi yaşanan siyasal canlılık, sistem liderlerinin günlük palavralar üstüne kurulu değil.
İnsanlar geleceklerini konuşuyorlar.
Hayatlarının değiştirilmesine, umutlarının karatılmasına seyirci kalmak istemiyorlar.
‘Eşit özgür ve barış içindeki ülke’ özlemlerini canlı tutuyor, bunun için mücadele etmekte ‘kararlı’ olduklarını ifade ediyorlar.
Oyunlardan sonra sahnelerimize çıkıp konuşan her izleyenimiz, aynı ortak düşünceyi dile getirdi.
Gördüklerimiz, dönen dolapların, yaşanan kirlenmişliğin, akan pisliğin karşısında; toplumsal direncin ve devrimci karşıtlığın, yeni bir sürece doğru evirildiğinin izleridir diye düşünüyorum.
Anlaşılan odur ki; Anadolu halkının teslim olmaya rızası yoktur.
İzmir'de; 68 kuşağının hak arayıcısı, Zabıta memuru Emine Aktaş, “Hiç ağlanacak sızlanacak hal değil, işimize bakmalıyız. Örgütlerimize sahip çıkmalıyız. Yoksullar, işsizler, emekliler, işçiler, öğrenciler, gençler ve ev kadınları, hepimiz aynı amaç için birleşmeliyiz. Bu ülke eşit ve özgür olmalıdır.”
Denizli'de; “Biz buradayız. Bu ülke, bu yurt bizim. Ona kara leke çalanlar, elbet bir gün hesap verirler”
İzmit'te; “ Gerçekleri örtmek o kadar kolay değildir; günü gelir bir aydınlanmacı tutar tarihin kulaklarından, doğruyu getirir karşınıza. Yanılıyorlar. Yenemeyecekler. Biz, her tür acıya direnmiş bir ülkeyiz. Bu karanlığı gerçekle delmek, bizim işimizse buna hazırız” diyen dostlar, bizlerin de yüreklerini ısıttılar..
Köy meydanları, okul bahçeleri, grev alanları, üniversite avluları ve toprak işgallerinde oyunlar oynayarak bugüne gelen kuşağın temsilcileriyiz.
Bütün bir oyun ekibi olarak, kalabalıklar karşısında saygıyla eğilirken; onlarla geleceklerimizi ortaklaştırma kararlığımızın, bizi daha da geliştireceğine inanıyoruz.
Gerçek, hep kendini savunacak bir zemin bulmuştur.
Yine öyle olacaktır.
6 Mayıs 2008 günü, Kartal'da işçi arkadaşım Kemal Parlak, sahnemize çıkarak; “İçimizi kuşatan bu kül kokusundan kurtulmak için, ayağa kalkıp Deniz'ler gibi mücadele etmeye ihtiyacımız var” demişti.
Bu düşünceyi saygıyla paylaşıyoruz.
Ekip olarak ikinci yaşımıza giriyoruz.
Aklımızı ortaklaştırarak, tüm dostların yol arkadaşları olmaya devam edeceğiz.
oaydinoaydin@gmail.com