Hadi ordan, Engin sen de...
Orhan Alkaya
18 Şubat tarihli Hürriyet gazetesinde, Hadi Uluengin “Rosenbergler Gerçeği” başlıklı “enginsi” bir yazı yazmış, Engin Ardıç da 19 Şubat tarihli Sabah’taki köşesinde tam metin alıntı yapmış.
Aslında “Bir Muhbir Vatandaş” yazısı ikisine de yeter ama, bir kere bulaştık bu levse, bir iki noktaya daha açıklık getirip, sonra işimize bakalım.
Evvela üslûp… Engin mahalle arkadaşıyla şevklenip ağzını bozmaya niyet etmiş. Öbürünün yazısı ise galiz olmanın ötesinde, bir haddini bilmezlik abidesi.
Yıllarca uğraşa didine edindiği seviyeyi “Rosenberg Çocukları” buluşuyla taçlandıran Engin’e sadece acıyorum. Ama o “ar damarı” meselesine hiç girmese daha iyi ederdi Engin. Bu hususta kimsenin eline su dökemeyeceği bir kariyer biriktirdi, malûm.
Öbürüne gelince… tanımam, yazılarını takip etmem, üzerine yazı yazmaya değer bulmam. Engin’le birçok benzerlik barındırdığını ise biliyorum.
İkisi de örgütlü komünist olarak başladıkları siyasi biyografilerini şedîd anti-komünist olarak sürdürdü. İkisi de, elbette onları “bağlamaz” ama, bizim mahallede hiç tasvip görmemiş bir yazma metoduna sahip; Uğur Mumcu’nun yaydığı şekliyiyle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma”yı marifet sayıyorlar.
Şu ana kadar 20 gösterim yapmış, bu hafta 7 gösterim yapacak Rosenbergler Ölmemeli oyununu ikisi de seyretmedi sözgelişi. 11 Ocak’tan bu yana Rosenbergler Ölmemeli oyunu üzerine çok sayıda makale, haber ve eleştiri yazısı çıktı. Oyunun yönetmeni olarak, görüşlerimi, yazılı ve görsel medyada birçok röportajda belirttim. Mesela, “Rosenbergler casus muydu?” sorusuyla ilgilenmediğimi, altını kalınca çizerek defalarca söyledim.
Dramaturjide yoğunlaştığım ve metni odakladığım noktaların başlıcaları; Rosenberglerin delil ile değil kanaat ile hüküm giymiş olması; NAZİ ardılı McCarty’ciliğin, bir yalan fabrikası gibi çalışarak kamuoyu yaratması; tek doğrudan “tanık”ın, yani David Greenglass’ın kendi beyanıyla “yalancı tanık” olması (5 Aralık 2001, CBS); hükümet tanıklarının hiçbirinin doğrudan tanık olmaması ve en önemlisi Ethel ve Julius’un, işlemedikleri kesin olan bir “suç” ile itham edilip idam edilmeleri idi.
Rosenbergler ile ilgili bir oyuna, 1960’ların naiv masumiyet karinesi ile yaklaşmadığımı, 1989 sonrası dünya konjonktüründe bu oyunu seçme nedenimi, bu iki şedîd anti-komünist ile uzun boylu konuşacak değilim. Siyasi düşüncesi ne olursa olsun, insanı tarif ederken olumlayabildiğimiz vasıfları koruyan herkesle, her zeminde bu çok önemli bulduğum tartışmaya dahil olurum. Çünkü bu tartışma “vatan”ı tarif etmeden başlayamaz ve böyle bir paradigmayı konuşabilmek, temiz zihinleri gerektirir.
Gelelim, Engin’in üstüne atlayıp köşesinde ağırladığı öbürünün önemli bulduğum iddiasına: “Bizzat o yazar (Alain Decaux O.A.) dahi tongaya geldiğini itiraf ederek özeleştiri yaptı. Hatta kendi oyununu Fransa’da yasakladı,” iddiasına…
Yazımı bir gün gecikmeli yayımlama nedenim de bu iddia zaten. İki asistanımla birlikte bu iddianın peşine düştük, sorduk, soruşturduk, pösteki sayar gibi internet taraması yaptık. Bu iddianın karşılığı olabilecek hiçbir şey bulamadık.
Ama sözgelişi, Théâtre de Vichy’nin Janine Berdin mizanseniyle sahnelediği prodüksiyonun, 2000 Lyon Festivali’nde Festival Ödülü aldığını da bu vesileyle öğrenmiş olduk. Yani Alain Decaux’nun Senatör olduğu, ABD’ne gidip geldiği ve yakın dostlarına “Amerikalılar bana Rosenbergler’le ilgili bazı dokümanlar gösterdi,” dediği 1988-91 yıllarının, bir miktar sonrasında...
Şimdi sıra Hadi Uluengin’de. İddiasını ispatlamasını bekleyeceğim.
Gelelim, “Yurttaş vergileriyle finanse edilen bir belediye kurumu” sataşmasına…
İstanbul Şehir Tiyatroları, bir belediye kurumu değil, bir sanat kurumudur, bu bir. 98 yıla varan sürekliliğiyle dünyadaki nadir sanat kurumları arasında yer alır ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından sübvanse edilir. Devlet Tiyatroları’nın Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından sübvanse edilmesi gibi…
Avrupa’nın her ülkesinde bu iş böyle yapılır. Bütçeleri neredeyse bizim Kültür Bakanlığı’nınkine denk tiyatro kurumlarına, TNP’ye, Comédie-Française’e, National Theatre’a, Royal Shakespeare Company’ye, Schaubühne’ye, Burgtheater’e “belediye kurumu” ya da “devlet kurumu” sataşmasında bulunanlara ne yaparlar bilmem, çünkü böyle saçma sapan bir niteleme, bir Fransız’ın, bir İngiliz’in, bir Alman’ın, bir Avusturyalı’nın, aklına bile gelmez.
Bu soy bir cehalet, yazısını “entelektüel namus”tan dem vurarak bağlayan bir Türk’ün cesaretidir olsa olsa. Hadi ordan…
Engin sen de al arkadaşını, dişetlerinize sıkışmış leş gibi kelimelerinizi birbirinize koklata koklata dolaşın.
(Kaynak: T24)
***
Ayrıca bakınız:
Coşkun Büktel, çadır tiyatrosundan bile berbat ve çok sevimsiz bir durumda olan Ayşenil'in çiftliğine gerçekçi bir sıfat ekledi: "Korsan"
Orhan Alkaya
18 Şubat tarihli Hürriyet gazetesinde, Hadi Uluengin “Rosenbergler Gerçeği” başlıklı “enginsi” bir yazı yazmış, Engin Ardıç da 19 Şubat tarihli Sabah’taki köşesinde tam metin alıntı yapmış.
Aslında “Bir Muhbir Vatandaş” yazısı ikisine de yeter ama, bir kere bulaştık bu levse, bir iki noktaya daha açıklık getirip, sonra işimize bakalım.
Evvela üslûp… Engin mahalle arkadaşıyla şevklenip ağzını bozmaya niyet etmiş. Öbürünün yazısı ise galiz olmanın ötesinde, bir haddini bilmezlik abidesi.
Yıllarca uğraşa didine edindiği seviyeyi “Rosenberg Çocukları” buluşuyla taçlandıran Engin’e sadece acıyorum. Ama o “ar damarı” meselesine hiç girmese daha iyi ederdi Engin. Bu hususta kimsenin eline su dökemeyeceği bir kariyer biriktirdi, malûm.
Öbürüne gelince… tanımam, yazılarını takip etmem, üzerine yazı yazmaya değer bulmam. Engin’le birçok benzerlik barındırdığını ise biliyorum.
İkisi de örgütlü komünist olarak başladıkları siyasi biyografilerini şedîd anti-komünist olarak sürdürdü. İkisi de, elbette onları “bağlamaz” ama, bizim mahallede hiç tasvip görmemiş bir yazma metoduna sahip; Uğur Mumcu’nun yaydığı şekliyiyle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma”yı marifet sayıyorlar.
Şu ana kadar 20 gösterim yapmış, bu hafta 7 gösterim yapacak Rosenbergler Ölmemeli oyununu ikisi de seyretmedi sözgelişi. 11 Ocak’tan bu yana Rosenbergler Ölmemeli oyunu üzerine çok sayıda makale, haber ve eleştiri yazısı çıktı. Oyunun yönetmeni olarak, görüşlerimi, yazılı ve görsel medyada birçok röportajda belirttim. Mesela, “Rosenbergler casus muydu?” sorusuyla ilgilenmediğimi, altını kalınca çizerek defalarca söyledim.
Dramaturjide yoğunlaştığım ve metni odakladığım noktaların başlıcaları; Rosenberglerin delil ile değil kanaat ile hüküm giymiş olması; NAZİ ardılı McCarty’ciliğin, bir yalan fabrikası gibi çalışarak kamuoyu yaratması; tek doğrudan “tanık”ın, yani David Greenglass’ın kendi beyanıyla “yalancı tanık” olması (5 Aralık 2001, CBS); hükümet tanıklarının hiçbirinin doğrudan tanık olmaması ve en önemlisi Ethel ve Julius’un, işlemedikleri kesin olan bir “suç” ile itham edilip idam edilmeleri idi.
Rosenbergler ile ilgili bir oyuna, 1960’ların naiv masumiyet karinesi ile yaklaşmadığımı, 1989 sonrası dünya konjonktüründe bu oyunu seçme nedenimi, bu iki şedîd anti-komünist ile uzun boylu konuşacak değilim. Siyasi düşüncesi ne olursa olsun, insanı tarif ederken olumlayabildiğimiz vasıfları koruyan herkesle, her zeminde bu çok önemli bulduğum tartışmaya dahil olurum. Çünkü bu tartışma “vatan”ı tarif etmeden başlayamaz ve böyle bir paradigmayı konuşabilmek, temiz zihinleri gerektirir.
Gelelim, Engin’in üstüne atlayıp köşesinde ağırladığı öbürünün önemli bulduğum iddiasına: “Bizzat o yazar (Alain Decaux O.A.) dahi tongaya geldiğini itiraf ederek özeleştiri yaptı. Hatta kendi oyununu Fransa’da yasakladı,” iddiasına…
Yazımı bir gün gecikmeli yayımlama nedenim de bu iddia zaten. İki asistanımla birlikte bu iddianın peşine düştük, sorduk, soruşturduk, pösteki sayar gibi internet taraması yaptık. Bu iddianın karşılığı olabilecek hiçbir şey bulamadık.
Ama sözgelişi, Théâtre de Vichy’nin Janine Berdin mizanseniyle sahnelediği prodüksiyonun, 2000 Lyon Festivali’nde Festival Ödülü aldığını da bu vesileyle öğrenmiş olduk. Yani Alain Decaux’nun Senatör olduğu, ABD’ne gidip geldiği ve yakın dostlarına “Amerikalılar bana Rosenbergler’le ilgili bazı dokümanlar gösterdi,” dediği 1988-91 yıllarının, bir miktar sonrasında...
Şimdi sıra Hadi Uluengin’de. İddiasını ispatlamasını bekleyeceğim.
Gelelim, “Yurttaş vergileriyle finanse edilen bir belediye kurumu” sataşmasına…
İstanbul Şehir Tiyatroları, bir belediye kurumu değil, bir sanat kurumudur, bu bir. 98 yıla varan sürekliliğiyle dünyadaki nadir sanat kurumları arasında yer alır ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından sübvanse edilir. Devlet Tiyatroları’nın Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından sübvanse edilmesi gibi…
Avrupa’nın her ülkesinde bu iş böyle yapılır. Bütçeleri neredeyse bizim Kültür Bakanlığı’nınkine denk tiyatro kurumlarına, TNP’ye, Comédie-Française’e, National Theatre’a, Royal Shakespeare Company’ye, Schaubühne’ye, Burgtheater’e “belediye kurumu” ya da “devlet kurumu” sataşmasında bulunanlara ne yaparlar bilmem, çünkü böyle saçma sapan bir niteleme, bir Fransız’ın, bir İngiliz’in, bir Alman’ın, bir Avusturyalı’nın, aklına bile gelmez.
Bu soy bir cehalet, yazısını “entelektüel namus”tan dem vurarak bağlayan bir Türk’ün cesaretidir olsa olsa. Hadi ordan…
Engin sen de al arkadaşını, dişetlerinize sıkışmış leş gibi kelimelerinizi birbirinize koklata koklata dolaşın.
(Kaynak: T24)
***
Ayrıca bakınız:
Prof. Dr. İskender Pala, hayatı sağdan sola doğru okutan Zaman Gazetesi'nde çok önemli ve üzerinde tartışılacak bir yazı yazdı!
tweet'i kadar yer yakan LİNÇÇİ M. Ergün Işıldar, sadece üfürüyor!
"Stanislav Stratiev’in yazdığı 'Otobüs' adlı oyunun galasından sonra Vatan Gazetesi için haber hazırlayan Bora Engin’i, Akşam Gazetesi’nden Sayit Durmaz’ı ve Sabah Gazetesi için haber yapan Ömer Karahan’ı 'zavallılar' olarak nitelendiren Üstün Akmen", kafayı yiyerek iyice saçmalamaya başladı: "Bu zavallı muhabirler tesadüfen ileri ülkelerde yaşamış olsalardı, basın karakollarında sabaha kadar ve de suları çıkartılıncaya kadar dövülürlerdi" diyecek kadar faşizan damarı kabaran dangalak yazar LİNÇÇİ Üstün Akmen, "ya sayı saymayı bilmiyor ya da dayak yememiş"...
İskender Pala'nın LİNÇÇİ Kenan Işık'a çıkışını Büktel de gördü!
Mahkeme duruşma salonlarından bir başka yerde ilgilenmek istemediğimiz LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin LİNÇÇİ yazarı Mustafa Şükrü Demirkanlı, hayatı sağdan sola doğru okutan Zaman Gazetesi yazarı ve LİNÇÇİ Kenan Işık'ın "iyi bir dostu" Prof. Dr. İskender Pala'nın yazısını, sayıklama düzeyinde, ne dediği anlaşılmaz bir biçimde değerlendirmesine karşın, tartışmanın gündemden düşmemesi için LİNÇÇİ Demirkanlı'nın yazısını yayınlamak zorunda kalıyoruz!
LİNÇÇİ TEB Başkanı Üstün Akmen iyice zırvalamaya başladı! HB
Vatan Gazetesi muhabiri Bora Engin, gazetecilik mesleğinin kendisine yüklediği sorumlulukla hareket edip, LİNÇÇİ Arif Akkaya'nın yönettiği "Otobüs"ün erotik ve cüretkâr bir "şey" olduğunu vurgulayarak, benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle ayakta zar zor duran İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu'nun verdiği reklâmlarla elde ettiği şirin görünme tılsımını sorgulamamıza katkıda bulunuyor! (HB)
Tam bir gazetecilik zekâsıyla hareket eden Akşam gazetesi muhabiri Sayit Durmaz, dangalak yönetmen LİNÇÇİ Arif Akkaya'nın hangi salaklık düzeyinde bir oyun yönettiğinin altını çok zekice çizmesini becerebilen uyanık biri olduğunu kanıtladı!
LİNÇÇİ Üstün Akmen'in bize gönderdiği e-postayı yayınlıyoruz!
LİNÇÇİ Çİğdem Erken; "şehrin tiyatrosuna destek için lütfen RT edin" derken, RT'yi Recep Tayyip olarak mı algılıyor acaba?
Zaman Gazetesi, Şehir Tiyatroları'nı ameliyat masasına yatırıyor!
M. Ergün Işıldar, alnındaki LİNÇ lekesine bakmadan üfürüyor!
Zamancılar, zaman zaman değil, her zaman tiyatroya bastırıyor yada LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne sadece ve yalnızca reklâm adı altında avuç dolusu para (avanta, bahşiş, diş kirası, iane, iaşe, sadaka, sus payı) vermekle yetinmeyerek, bu LİNÇÇİ dergiye koskoca İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ni peşkeş çekip, bu LİNÇÇİ derginin "Tiyatro Ödülleri" eğlencesine yardım ve yataklık eden Ayşenil Şamlıoğlu'nun suyu iyice ısınmaya başladı!
Hayatı sağdan sola doğru okutan Zaman Gazetesi yazarı ve LİNÇÇİ Kenan Işık'ın "iyi bir dostu" Prof. Dr. İskender Pala, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın LİNÇÇİ Kenan Işık'a yaptığı torpili gayet net ve somut ad vererek anlattı: (LİNÇÇİ Kenan Işık) "Sayın Başbakan'ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde Şehir Tiyatroları Sanat Yönetmeni olarak iyi bir rol oynadı ve sahnelerden sıçrama yaparak siyasi aktörler arasına da girdi. İdeolojik kimliğinden hiç taviz vermedi, Sayın Başbakan'ın güven ve iltiması sayesinde AK Parti'li kadrolar tarafından daima itibar gördü, toplantılara çağrıldı, akıl danışıldı veya sunuculuk yaptı. Sayın Başbakan'ın himayesi ile halen ATV'nin icra kurulu üyesi ve Büyükşehir Belediyesi'nin Kültür Sanat danışmanı."
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'na tepeden paraşütle getirilmesine karşın, bu kurumu yönetme yeteneğinden yoksun olduğu için, Şehir Tiyatroları'nın en donanımlı salonu koskoca Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ni LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin "Tiyatro Ödülleri'ne peşkeş çekip, bu LİNÇÇİ dergiye reklâm adı altında avuç dolusu para (avanta, bahşiş, diş kirası, iane, iaşe, sadaka, sus payı) veren Ayşenil Şamlıoğlu ancak yemek programında üfürüyor!
Melih Anık, günlerdir tartışılan Türkiye İstatistik Kurumu'nun İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları izleyici sayısını olumsuzlayan istatistiğinin aslında "YOKmuş" olduğunu yazdı!
Ya SANSÜRCÜ BİRGün Gazetesi'nin yazarı LİNÇÇİ Yaşam Kaya dangalak yada Şalom Gazetesi yazarı Yakup Barokas dangalak!
Türkiye dramatik yazarlığının "Everest"i "Theope" adlı oyunun yazarı Coşkun Büktel'le Bulunmaz Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını ilelebet ilga ve imhâ etmek için düzenlenen LİNÇ KAMPANYASI sürecinde müthiş derecede olağanüstü bir çaba harcayıp, bu kampanyaya ana sponsorluk yapacak kadar gözü dönmüş LİNÇÇİ Mimesis sitesinin LİNÇÇİ editörleri, alınlarındaki LİNÇ lekesine zerre kadar bile aldırmadan, "ele verir talkını, kendi yutar salkımı" sendromunun gayya kuyusuna şimşek hızıyla iltica ediyorlar!
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ı savcılığa şikâyet eden LİNÇÇİ Gülhan Avşar Demirkanlı, LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı, LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek'in avukatlığını yapmakla yetinmeyip, Hilmi Bulunmaz'ı savcılığa kendisi de şikâyet eden Av. Burhan Gün'ün yöneticilik yaptığı LİNÇÇİ Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği, LİNÇÇİ Üstün Akmen'in yönettiği LİNÇÇİ Tiyatro Eleştirmenleri Birliği, LİNÇÇİ Orhan Kurtuldu'nun yönettiği LİNÇÇİ Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği ve LİNÇÇİ Tolga Yeter'in de katıldığı toplantıda "dök içini rahatla" sendromu yaşandı!
Kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için Sabah Gazetesi'ndeki görevini hiçbir zaman asla ve kesinlikle kapitalizme aykırı kullanmayan, kapitalist sınıfın karakterine uygun meta estetiği gelişimine (s)imgesel katkılarda bulunan Engin Ardıç, karşısına aldığı Ayşenil Şamlıoğlu yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tiyatro esnafını yaramaz çocuklar gibi tek ayak üstünde durdurup cezalandırmak istiyor!
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için kalem oynatan Sabah Gazetesi yazarı Engin Ardıç'ı, Hürriyet Gazetesi yazarı Hadi Uluengin'i ve Zaman Gazetesi yazarı İskender Pala'yı eleştiriyormuş ayaklarına yatıp, Engin Ardıç'ın, Hadi Uluengin'in ve İskender Pala'nın adını bile ağızlarına alma cesareti gösteremediği gibi, Hilmi Bulunmaz'ın "günahı kadar sevmediği" Ardıç'ı, Uluengin'i ve Pala'yı yalancılıkla suçlayan İŞTİSAN, öznesiz tümce kullanmaya devam ediyor hâlâ!
LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne sadece ve yalnızca reklâm adı altında avuç dolusu para (avanta, bahşiş, diş kirası, iane, iaşe, sadaka, sus payı) vermekle yetinmeyerek, üstüne üstlük LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin düzenlemiş olduğu "Tiyatro Ödülleri" için koskoca Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin bütün olanaklarını sonuna dek peşkeş çeken Ayşenil Şamlıoğlu yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi ile Musahipzade Celâl Sahnesi'nde defalarca ve hınca hınç dolu oynanan "Rosenbergler Ölmemeli" oyununun 23 Şubat 2012 Perşembe günü satışa çıkıp 7-11 Mart ve 20-31 Mart 2012 tarihleri arasında oynanacağı sözü verilerek, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın resmî sitesinde duyurulmasına karşın, Mart 2012 programındaki varlığı, alelacele, aniden, birdenbire, çarçabucak, ivedilikle buhar oldu!
Şef Ayşenil Şamlıoğlu, "Rosenbergler Ölmemeli"yi öldürdü mü?
Hayatı sağdan sola doğru okutan Zaman'da Fikret Ertan yazısı!
Orhan Alkaya (Kazmacıbaşı), çemberden bile yuvarlak konuşuyor!
Bulunmaz Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, aşağıdaki trajikomik haberi okur okumaz şöyle düşündü: "'Rosenbergler Ölmemeli' oyununun telif hakkını bile alma zahmetinde bulunmadan, 'bu oyunun eser sahibi tarafından hiçbir yerde sahnelenmesine izin verilmediği'nin dünya âlemce bilinmesine, bu oyunun bu özelliğini Mısır'daki Sağır Sultan'ın dahi duymasına karşın, bu oyunu Adalet ve Kalkınma Partili Kadir Topbaş'ın emrindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu'nun yönetimi altında sahneleyen dangalakların bulunduğu ülkede yaşamak zorunda kaldığım için, kendimi sikilmiş sıpa gibi hissediyorum!"
Coşkun Büktel, çadır tiyatrosundan bile berbat ve çok sevimsiz bir durumda olan Ayşenil'in çiftliğine gerçekçi bir sıfat ekledi: "Korsan"