T.C.
İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
BASIN BÜROSU’NA
Soruşturma No: 2010/45333
Soruşturma ifademe ektir (Ek gelişmeler üzerine gerek görülmüştür)
ŞİKÂYETÇİ MUSTAFA DEMİRKANLI, ŞİKÂYETİNDEN SONRAKİ GÜNLERDE BİLE, İKİ KERE İKİ DÖRT KADAR APAÇIK, SOMUT İFTİRALARINI SÜRDÜRÜYOR.
21 Aralık 2010 günü, coskunbuktel.com başlıklı sitemde, hakkımda şikâyette bulunan Mustafa Demirkanlı’nın "şikâyet dilekçesini", benim savcılığa verdiğim "ifade tutanağını" ve kendi üslûbumla yazdığım "ek savunma metnimi"; tek virgül değiştirmeden ve “yorumsuz” olarak "ÜÇ BELGEDE DEMİRKANLI’NIN BÜKTEL’İ SAVCILIĞA ŞİKÂYETİ VE BÜKTEL’İN SAVUNMASI" başlığıyla ve üçünü de aynı sayfada, aynı puntolarla ve yukarıdaki kronolojik sıralamayla yayınladım.
Şikâyetçi Demirkanlı ise, ertesi gün, yalnızca belgeleri ve “yorumsuz” olarak yayınlamak veya yalnızca susmak yerine, bambaşka bir şey yaptı: Belgeleri yayınlamadı. Onun yerine, kendilerinden belgeleri sakladığı okurlarına, belgelerle ilgili “masallar” anlattı. Bu “tehlikeli masallar”, yine her zamanki gibi, asılsızlığı gayet kolayca kanıtlanabilecek yalanlar ve yorum kisvesi altında (görüntüde nazik bir dille ifade edilmiş olmasına rağmen en galiz küfürden bile daha iğrenç ve tahrik edici) “iftiralardan” ibaretti. Demirkanlı, bu yazının ekinde tam metnini sunduğum (bana karşı yargı süreci başlatmasından “sonraki”) bu yazısını, pek çok kez yaptığı gibi, sitesinde yine “imzasız” olarak yayınladı. Ama gerek kendi sitesinde yayınlamış olması, gerekse yazıdaki örneğin şu cümle, yazının şikayetçi Demirkanlı tarafından yazıldığını kesinlemektedir:
..........Büktel’i, aradığımda, her zaman olduğu gibi "küfretti",
İşte şikâyetçi Demirkanlı’nın metnindeki, farklı harf karakterleriyle aktardığım (en galiz küfürden daha iğrenç ve tahrik edici) apaçık yalan ve iftiralara yönelik benim (normal harf karakterleriyle dizilmiş) saptama ve kanıtlarım:
..........BÜKTEL, SAVCILIĞA EN SONUNDA İFADE VERDİ!
Yalan söylemeden art arda üç cümle bile kuramayan Demirkanlı, mahkeme öncesi süreçte, benden adresimi istediğinde kendisiyle muhatap olmayı reddedip adresimi de vermediğim için sürekli olarak benim polisten kaçtığıma yönelik propaganda yapmıştı. Yazısının başlığında benim polisten kaçtığıma ilişkin o (en galiz küfürden daha iğrenç ve tahrik edici) propagandayı (iftirayı) sürdürüyor ve okurlarda sanki polis sonunda beni yakalamış gibi bir yanılsama (dezenformasyon) yaratmaya çalışıyor.
"EN SONUNDA" değil, polis internet sitemin iletişim sayfasındaki telefon numaramdan beni ne zaman arayıp beni “ne zaman çağırdıysa, ben “o zaman ve çağrılır çağrılmaz” gidip ifade verdim. Daha önce yazdığım için şikayetçi şahsın da okurların da bildiği hikâyenin aslı, şu:
Demirkanlı, savcılığa başvurmazdan önce, bana telefon ederek adresimi istemişti, vermemiştim. "Sana adresimi vermek zorunda değilim. Bir daha beni arama! Seninle hiçbir nedenle muhatap olmak istemiyorum. Beni mahkemeye mi vereceksin, sen yeter ki adliyeye git, sitemde telefon numaram var, onlar beni kolayca bulur" demiştim.
Ama Demirkanlı, yargı öncesi süreçte, adresimi benden sanki kendisi değil de, sanki savcılık istemiş de ben vermeyi reddetmişim gibi bir izlenim yaratacak şekilde sürekli yayın yaparak, benim adresimi sakladığımı, ama ne kadar kaçarsam kaçayım polisin eninde sonunda beni yakalayacağını yazmıştı. Ben de, beni polisten kaçıyormuş gibi göstermesinin alçaklık olduğunu, ona adresimi vermek zorunda olmadığımı söylemiş, Devlet Tiyatroları’nda oyunu oynanmakta olan ve DT muhasebesinden ücret alan bir yazar olarak ve kişisel internet sitesinde ev telefonunu bile vermiş bir yazar olarak, polisten kaçtığımın makul zihin sahibi iyi niyetli bir insan tarafından düşünülemeyeceğini belirtmiştim. Ama hem Demirkanlı, hem de Özgür Başkan adlı takma isimli internet sapığı, facebook’ta aynı minval üzere yayın yapmaya devam etmişlerdi. Okurların bildiği üzere, şikayetçi Demirkanlı’nın tezlerini yaymaktan başka herhangi bir varlık sebebi ya da belirtisi görülmeyen çeşitli takma isimlerdeki meçhul kişilerden biri olan Özgür Başkan, tüm yazdıklarını daha sonra silip kaçtı. (Savcılık, kamuyu asla ilgilendirmeyen şahsi ihtilafımızı ciddiye alacaksa, şikayetçi şahsın ve onun paralelinde faaliyet göstermiş takma isimli çeşitli meçhul şahısların yazdıktan bir süre sonra sildikleri yazıları ve gerçek kimliklerini ortaya çıkarmalıdır.) Gerçi ben, Demirkanlı’nın ve takma isimli şahısların yazdıklarının bir kısmını sitemde veya facebook sayfalarımda kaydettiğim için, Demirkanlı’nın iftiralarını şu anda bile kanıtlayabilecek durumdayım. Zaten söz konusu yazısına attığı yukarıdaki başlık, Demirkanlı’nın hâlâ aynı minvalde gitmek niyetinde olduğunu, kanıtlıyor.)
Uzun zamandır, hakaret ve küfürleri yargıya taşımak istemediğimizi ifade etmemize rağmen, "sıkıysa yargıya başvur" diye tahrik eden Coşkun Büktel’i de sözün bittiği yerde yargıya havale etmeye karar verdik. -Ki benim kişisel tarihimde açtığım ilk davalarımdır:
Önce, Demirkanlı’ya henüz dava açmış olmadığını hatırlatalım. Sonra da, bir davanın ilk ya da son olmasının önemi olmadığını belirtelim. Demirkanlı, “açtığı ilk ya da son dava” bilgisinin yerine; “kendisine açılmış” kaç tane hakaret davası bulunduğunu ve bunlardan kaçının mahkûmiyetle sonuçlandığını belirtseydi, okurlar (ve savcılık) için çok daha aydınlatıcı bir bilgi vermiş olurdu. Bizim bildiğimiz ve belgeleyebildiğimiz kadarıyla Demirkanlı daha önce, birkaç kez hakaret suçundan tecil edilmiş hapis ya da tazminat cezalarına mahkûm olmuştur. (Gerçi şikayetçi Demirkanlı, hakaret suçundan aldığı kesinleşmiş cezaları "madalya gibi taşıdığını" söylemektedir ve Kocaeli Belediye Başkanı’nın açtığı hakaret davasının sonunda aldığı tazminat cezasından kurtulup kurtulmadığını ve kurtulduysa nasıl kurtulduğunu ise belirsiz bırakmaktadır; ama kendisinin de dediği gibi, "ceza cezadır". Demirkanlı’nın hakaret yüzünden aldığı cezaları, Demirkanlı’nın bizzat kendi sitesinde, bizzat kendi imzasıyla yayınlanmış bir belgeyle savcılığın dikkatine sunmayı tercih ediyoruz:
http://www.tiyatrodergisi.com.tr/detay.php?hng=946) Belgede görüleceği üzere, hakaret suçundan aldığı cezaları “madalya gibi taşıyan” Demirkanlı’nın, hakaret bahsinde sütten çıkmış ak kaşık olmadığı açıktır. Ben ise, bugüne dek, hakaret ya da herhangi bir suç nedeniyle bir tek ceza almadığım gibi, aleyhimde açılmış bir tek davaya bile muhatap olmamış, kovuşturmaya uğramamış, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda ve Devlet Tiyatrosu’nda oyunu ve tercüme oyunu oynanmış, hâlâ da oynanmakta olan, bir yazarım.
Her neyse, Demirkanlı’nın hakaret suçlarını biz de fazla önemsemiyoruz. Çünkü onlar iftira kadar önemli suçlar değil. Biz, burada, Demirkanlı’nın asıl (en galiz küfürden daha iğrenç ve tahrik edici) iftira suçlarını ve hepsini yazmaya kalksak, sayın savcının haftalarca metin okumasını gerektirecek, yalanlarını teşhir etmek istiyoruz:
İşte en yeni ve en cüretkâr iftiralarından biri. (Demirkanlı bu iftirayı atabilmek için, çok sık başvurmadığı gayet cüretkâr bir yöntem deniyor. Beni tehditçi gibi gösterip aleyhimde kamuoyu oluşturmak için hakkımda sahte belge düzenliyor. Oysa genellikle, belge ve gerçekleri en iğrenç biçimde çarpıtarak iftira atmayı tercih ederdi kendisi.) Demirkanlı, yukarıda, tırnak içinde, italik ve bold olarak yazdığı "sıkıysa yargıya başvur" biçimindeki tehdit ifadesini bana mal ederek, beni “tehditçi” gibi göstererek, yargı sürecinin başladığı bugün bile hâlâ, insanı isyan ettirecek biçimde, düpedüz, apaçık bir iftira atıyor. Ne demek "sıkıysa yargıya başvur"?... Bu, mafyatik bir tehdit ifadesidir. "sıkıysa yargıya başvur" demek, “Yargıya başvurmanı istemiyorum, başvurursan, sonu çok kötü olur!” demektir. Oysa ben Demirkanlı için asla böyle bir cümle kurmadım. Ona asla "sıkıysa yargıya başvur" demedim. Bir insana söylemediği bir ifadeyi tırnak içinde italik ve bold olarak mal etmek, ona karşı, onun söylemediği bir ifadeyi sanki o söylemiş gibi "tırnak içinde italik" harflerle yazıp bir de bold yaparak vurgulamak ve bu sahte ifadeyi o şahsa karşı yazılı belge haline getirmek; yani ona karşı sahte belge düzenleyerek ona yazılı olarak, açıkça iftira etmek, bildiğim kadarıyla, dünyanın her yerinde ve Türkiye’de ciddi suçlardır.
Ama ben, Demirkanlı’nın böylesine apaçık (belgelenebilir) sinir bozucu ve tahrikkâr bir sürü iftirasını (o iftiralarla karşılaşma anlarımda ne denli tahrik olsam da, o iftiraları ne denli sert cevaplamış olsam da) bugüne dek kişilik problemlerini yeterince belgeyle yeterince teşhir ettiğimden nasılsa hiçbir okuru inandıramayacağını bildiğim için, son çözümlemede Demirkanlı’yı dava etmeyi, kendimin ve mahkemelerin mesaisini Demirkanlı yüzünden tüketmeyi asla düşünmedim.
Savcılığa şikayet etmeyi de düşünmedim. Çünkü, ben, bana yöneltilen linç kampanyasını (http://www.coskunbuktel.com/lincimzacilari.htm), iftiraları, hakaretleri, bazıları pornografik fotomontajları, tiyatro tarihimizin ibret belgeleri olarak değerlendirdiğimden, hiçbirinin silinmesini istemiyorum. Tam tersine, bir iftirayı örtbas etmek uğruna —Bakınız: Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun "Fransızca’da 16. Yüzyılda yazılmış Theope adlı bir oyun var" diyerek, apaçık ve somut bir yalanla, benim İstanbul Şehir Tiyatrosu’nca sahnelenmiş Theope adlı oyunuma attığı iftiranın video görüntüleri (http://coskunbuktel.com/buktelnihayet.htm) ve analizi (http://coskunbuktel.com/buktelgerizekarehberi.htm) — bu iftiranın mağdurunu itibarsızlaştırmak adına iftira yandaşı vandalların, yalnızca bir linç ve iftira kampanyasıyla yetinmeyerek, benim fotoğrafımı bir penisin üstüne yapıştıran ya da beni dansöz kıyafetiyle gösteren iğrenç fotomontajlar yayınlamaktan bile çekinmediklerini herkes bilsin istiyorum. O nedenle, o beni dansöz kıyafetinde gösteren fotomontajları bile görmezden gelmek yerine, sitemin ana sayfasında, hatta facebook sayfalarımda yayınlıyor; okurların ve yetkililerin, bir yazara atılan iftirayı örtbas etmeye çalışırken, iftira yandaşlarının yalnızca yalan, iftira, hakaret ve linç kampanyasına başvurmakla kalmayıp, pornografiye bile başvurmaktan kaçınmadıklarını gösteriyor, bu ibret belgelerinin, bir şok tedavisi olarak tiyatro tarihimizde bir silkinme ve uyanış yaratmasını istiyorum. Mikrobu halının altına süpürmek yerine, mikroplarla mücadele ediyorum. Şikayetçinin bizzat açık adıyla şahsıma yönelttiği (en galiz küfürden daha iğrenç ve tahrik edici) iftiralarını da, o iftiralara (ve takma isimle ve pornografik fotomontajla yapılan iğrenç saldırılara) nasılsa kimsenin itibar etmeyeceğini bildiğimden, yapabildiğimce cevaplamakla yetiniyor (çoğu zaman muhatap bile olmuyor) ama o iftira ve saldırıların ve benim savunmalarımın tiyatro tarihimizden silinmesini ve bütün bu olanların hiç olmamış gibi olmasını istemediğim için, o iftira saldırılarının silinmesi talebiyle yargıya başvurmayı düşünmüyorum. Ama madem ki şikayetçi yavuz davranıp (sidik zoruyla da olsa) yargıya başvurmuş; öyleyse, sayın savcılığımızdan, başta (şikayetçi Demirkanlı’nın bana yönelik iftiralarından ötürü teşekkür ettiği) Burak Caney olmak üzere, Deniz Duygulu, Burak Otakçı, Özgür Başkan, “Who” ve “Sanal Kişi” adlarıyla (gerek kurduktan bir süre sonra kapattığı korsan sitelerinde, gerekse facebook’ta) aleyhimizde yıllarca en iğrenç yayınları yapmış takma isimli meçhul kişilerin kimliklerinin ortaya çıkarılmasını talep ediyorum.
Önceleri hak ettiği sertlikteki cevap yazılarımla teşhir ettiğim Demirkanlı’yı, daha sonraları, çoğu kez muhatap bile almamaya, ona cevap bile vermemeye başladım. Çünkü artık kimseyi kandıramıyor, inandıramıyordu. O nedenle, sayın savcımızdan (yalnızca belgelenmiş yalan, iftira ve hakaretlerine “hak ettiğinin çok daha altında bir miktar ve dozda karşılık verdiğim) bu iftiracının iftiralarına en küçük ölçekte bile olsa “inandırıcılık” kazandırmaktan kaçınmasını talep ediyorum. Böylesine apaçık ve sakınmazca iftira eden bir utanmazın, iftira ettiği kişinin üslûbunu beğenmemeye hakkı olamaz. Sen bana (kibar bir dille bile olsaydı) defalarca ve düpedüz iftira edip beni tahkir ve tahrik ettikten sonra, kalkıp (bir tek beyaz yalanımı bile gösteremediğin halde) benim üslûbumdan şikayetçi olursan, bunun ciddiye alınır bir yanı olamaz.
Ben şikayetçi şahsın teşekkür ettiği sanal sapık Burak Caney’in beni dansöz kıyafetiyle gösteren fotomontaj yayınlarından bile rahatsız olmuyorum. Çünkü makul insanları küfürler değil, ancak iftiralar (hele de, kendi sitenizde tek yanlı yayın yaparak, konunun aslını bilmeyen insanları inandıracak biçimde sunup, iftira ettiğiniz şahsa cevap hakkı bile tanımadan, sansüre güvenerek yaydığınız iftiralar) rahatsız eder. Ben bana yönelik pornografik fotomontajlarla yapılmış saldırılardan bile rahatsız değilim ama şikayetçi şahsın sansüre güvenerek sitesinde yayınladığı (bir kısmını sonradan sildiği) iftiralarından rahatsızım. Ama o iftiraların silinmesini istemiyorum. Bu konuda benim savcılığımızdan talebim, o iftiralara karşı yazdığım cevapların o iftiralarla aynı sayfada yayınlanması; şikayetçinin silip yok ettiği iftira yazılarının da, (bizim noter ve mahkeme onaylı belgelerimizden yararlanarak) eski sayfalarına ve ama bizim cevaplarımızla birlikte konmasıdır. Sansürle hiçbir şeyi sağlayamayız. Tiyatrocular, kamuoyunu ve çocukları hiç ilgilendirmeyen bu tiyatral gerçeklere bakabilir ve bakabilmelidir.
Demirkanlı, linççi arkadaşı Yücel Erten’in, üstelik hiçbir haklı gerekçesi bulunmaksızın, apaçık, "Dalyarak" "Ortada sandık, sike sike usandık" şeklindeki küfürlerini bile, "kötü bir alışkanlık ama alışkanlık" diye mâzur görüp örtbas etmeye çalışırken; benim haklı tepkimden doğan sert üslûbumu hangi hakla beğenmiyor? Lütfen, beni tehditçi gibi gösteren Demirkanlı’dan bana mal ettiği o "sıkıysa yargıya başvur" ifadesinin kaynağını göstermesi istensin. Demirkanlı, bu cümleyi kendisi imal edip bana yamamıştır ve bu “hakkımda sahte belge düzenlemek anlamına gelen apaçık bir adli suçtur.” Demirkanlı, bu suçunu örtbas etmek için, sakın benim kendisine değil de Yücel Erten’e yönelik şu sözlerimi kullanmaya da kalkmasın: (Demirkanlı gibi kendisi de linç kampanyası imzacısı olan Yücel Erten’in "Dalyarak", "Ortada sandık sike sike usandık" gibi apaçık galiz küfürlerini bir yazısında mazur göstermeye kalkışan Demirkanlı’nın söz konusu yazısına karşı yazdığım yazının (http://www.coskunbuktel.com/buktelyildizsahnesikapatmasi.htm) bir yerinde şöyle diyorum:
Eğer Yücel Erten denen ağzıbozuk linç iftiracısı, Demirkanlı'nın bu uyduruk yalanlarına inanıyorsa; ve aralarına aldıkları bir islamcı vatandaşı "ortadaki sandık sike sike usandık" yapmanın, ve sonra hiç utanmadan hakimlerin karşısına çıkıp; bırakın hep birlikte sikelim şu herifi, kimse müdahale etmesin, bu bizim "özel" yaşamımızdır, anlamına gelen bir savunmayla, −Coşkun Büktel'i de dinleyecek olan− hakimleri inandırmanın mümkün olduğunu aklı kesiyorsa; hodri meydan, hiç beklemesin; sıkıyorsa, o da beni mahkemeye versin!
KAYNAK: http://www.coskunbuktel.com/buktelyildizsahnesikapatmasi.htm
Görüldüğü üzere, burada Yücel Erten tehdit edilmiyor, bütün o apaçık galiz küfürleri ettikten sonra Erten’in asla mahkemeye gidemeyeceği belirtiliyor. Yani "Sıkıysa yargıya başvur" da bacağına sıkalım tarzında mafyatik bir tehdit yok. Tam tersine, keşke gitsen de görsek anlamı var.
Kısacası, ben Demirkanlı’ya veya başka birine asla "Sıkıysa yargıya başvur" demedim. Bu ifadeyi imal eden Demirkanlı, ifadenin kaynağını gösteremiyorsa, bu belge sahtekârlığına ve iftiraya uygun hukuki bir yaptırım bulunup şikâyetçi şahsa uygulansın! Ya da bana, “sert ifadeler kullanmamak kaydıyla, herkes, herkes hakkında istediği gibi belge düzenleyip iftira yayma hakkına sahiptir ve hukuk hiç kimseyi, iftiralarının kanıt ya da belgesini göstermeye zorlayamaz” diye resmi bir cevap yazılıp verilsin.
İşin aslında, ben Demirkanlı’yı, "sıkıysa yargıya başvur" diye tehditle caydırmaya çalışmak yerine, tam tersini yaptım. Ona yargıya gideceğim demekle yetinmemesini, “gitmesini” söyledim. “Gitmezsen namertsin” dedim. Onu yargıya gitmesi için teşvik ettim. Ona yargıya gitmekten başka çare bırakmadım. Yani beş yıldır beni yargıya gitmekle tehdit etmekte olan Demirkanlı, sonunda, kendi isteğiyle değil, “sidik zoruyla” yargıya gitti. İşte ispatı:
Re: faturanı ödeyebilirim
Wednesday, October 6, 2010 2:04 AM
On Wed, 10/6/10, Mustafa Demirkanli
Coşkun Büktel,
Yıllardır yapmış olduğun hakaretler karşısında ancak şimdi seni dava etmeyi içime sindirebildim, gerekli olan adresini sormak için aradığımda da hakaret edip, adresini vermedin, olsun.
Ancak, akıl almaz bir gerekçeyle siteni devre dışı bırakma tavrın sana hiç yakışmadı...
1. Sana hizmet veren server'ını aradım, sitesini inceledim. Söylediğin gerçek değil, öyle bir trafik aşımı yok, diyelim ki var.
2. O, hizmet aşıp bedelini ben ödeyebilirim, amacın "silmiyorum demene rağmen" silmemiş gibi yaparak, yok etmek değilse.
3. Bu yazımı yok sayarak, siteni kapatacaksın, suçu da server'ına atacaksın, ama ben takip edip açıkladıklarının gerçek olmadığını açıklamaya devam edeceğim.
4. "Dava açma" de, açılan davayı geri alırım, söz.
From: "Coþkun Buktel"
View contact details To:
"Mustafa Demirkanli" <mdemirkanli@gmail.com>
Beni hâlâ tanıyamadın, Mustafa!
Daha önce söylediğim gibi, Mustafa: Yıllardır bana karşı mahkemeye gideceğini söylemenden bıktım. Bana mahkemeye gideceğini söyleme! MAHKEMEYE GİT!!!
Gitmezsen namertsin!!!
Yazıyı kanıt linkleriyle okuyabileceğiniz
Yukarıda aktardığım mesajlarda da görüldüğü üzere, ben Demirkanlı’yı asla “sıkıysa” diye tehdit etmedim. Çünkü ben tehdit ve sansüre karşı verdiğim mücadeleyle tanınan bir yazarım. Benim tehdit karşıtı kimliğim kolayca belgelenebilir. Sitemde, sırf, linççilerin bize yönelik tehditlerini (tek kelime kısaltmadan) aktardığımız ve tehdit yöntemini eleştirdiğimiz bir sayfa var. (http://coskunbuktel.com/tehditsayfasi.htm) Bu sayfa incelendiğinde, Coşkun Büktel’i tehditçi gibi lanse etmenin, ona asla telaffuz edemeyeceği “sıkıysa yargıya başvur” şeklinde tehditçi bir ifadeyi mal etmenin, ne denli aşağılıkça bir sahtekarlık olduğu, kolayca anlaşılacaktır.
“Demirkanlı, yalancı, linççi, sahteci ve iftiracıdır ama mahkemeye vermekle tehdit etmek dışında beni tehdit ettiğini hatırlamıyorum. Ne var ki, linkini verdiğimiz tehdit sayfasında görüleceği üzere, Demirkanlı’nın, Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz’a karşı birlikte linç kampanyası (http://coskunbuktel.com/lincimzacilari.htm) düzenlediği arkadaşları “bıçakları bilemek”ten, “kafamızı kırmaktan”, “bizim karşımıza Adanalı gibi çıkıp gereğini yapmak yada yaptırmaktan”, vb. söz etmişlerdir. Biz, bu tehditlere asla pabuç bırakmadığımız gibi, tehditlere tehditle cevap verme yoluna da sapmadık.
Büktel ve Bulunmaz ikilisine. Bunun için adresi gerekiyordu Büktel’i, aradığımda, her zaman olduğu gibi "küfretti",
Savcılıktan talebimdir: Demirkanlı’nın iftiraları kamuoyunu ilgilendirir denilerek ciddiye alınacaksa, telefon kayıtları bulunsun ve küfredip küfretmediğim, görülsün. (Ayrıca, Demirkanlı nedense talep etmemiş, ama savcılık Demirkanlı’yı ciddiye alacaksa, ben talep ediyorum: Demirkanlı’nın bana Burak Caney, Deniz Duygulu, Burak Otakçı, Özgür Başkan, Who ve “Sanal Kişi” gibi takma isimlerle internette kalleşçe iftiralar yöneltip yöneltmediği de araştırılsın. Savcılık bu araştırmayı aslında Demirkanlı’nın talep etmesi gerekirken, onun neden talep etmediğini de hesaba katsın.)
Demirkanlı, telefon konuşmamız konusunda küfür ettiğimi söyleyerek yine iftira ediyor veya benim “düş yakamdan” tarzında laflarımı küfür sayıyor. Çünkü herkes her şeyi küfür sayabilir. Küfür kavramının belirli bir kriteri olamaz. Çok mutaassıp yaşlı bir bayan, bir manavın kendisine “hanım anne” diye hitap etmesini bile hakaret ya da küfür sayabilir. (Ama “yalan” ve “iftira” kavramları böyle bir belirsizlik içermez. Yalan ve iftiranın, somut, nesnel, kişilere ve durumlara göre değişmeyen kriterleri vardır. Yalanın yalan olduğu kanıtlanabilir. İftiranın iftira olduğu kanıtlanabilir. Yalan ve iftira konusunda “mugalata”, laf kalabalığı yapılamaz. Linççiler, işte o yüzden bize karşı, “yalancı” diye “iftiracı” diye hakaret etmek yerine “küfürbaz” diye hakaret etmeyi tercih ediyor.) Evet, hiç kimseye zarar vermemiş yaşlı ve mutaassıp bir hanfendi “hanım anne” sözünü küfür ya da hakaret sayma hakkına, anasının ak sütü gibi sahiptir. Ama Demirkanlı, aklına gelen her şeyi küfür sayma hakkına sahip olamaz. Rüzgâr eken, fırtınayı hak edeceğini bilmek zorunda… Demirkanlı’nın, örnek verdiğimiz hanfendi kadar zararsız, mazbut ve mutaassıp bir insan olmadığını biliyoruz. Nereden biliyoruz? Bizzat kendisinin bize karşı yıllar önce yazdığı ve tabii sonradan (delilleri yok etmek amacıyla sitesinde yaptığı “bahar temizliklerinden” biri sırasında) sildiği veya görünmez kıldığı bir yazısında "ilk tepkim ANA AVRAT SÖVMEK oldu" diye bir cümle kurmuş olmasından biliyoruz. Demirkanlı’nın mazbut ve mutaassıp bir şahıs olmadığını başka nerden biliyoruz? Yücel Erten’in "dalyarak" iğrençliğindeki galiz küfürlerini bile mazur görmesinden biliyoruz. Demirkanlı’nın, dava açmadan önce (hepsi de tarafımızca notere ve 3. Sulh Hukuk Hakimliği’ne onaylatılmış) bu tür delilleri silmek amacıyla, Kış ortasında yaptığı “Bahar Temizlikleri” hakkında fikir edinmek için, bakınız:
http://tiyatrofanzini.blogspot.com/2009/12/iftirac-lincci-ve-sansurcu-tiyatro.html "ilk tepkim ANA AVRAT SÖVMEK oldu"nun belgesi için bakınız:
http://tiyatroyun.blogspot.com/2007/04/demirkanl-ana-avrat-svyor.html)
Kötü niyetli bir araç şoförünün yağmurlu bir havada beyaz takım elbisenize çamur sıçratıp, sizi baştan ayağa lekelemesi bir saniyede mümkündür. Ama sizin o elbiseyi temizlemeniz, bir saniyede mümkün değildir. Zaman alır. Emek harcamanızı, yorulmanızı gerektirir.
Mustafa Demirkanlı gibi iftira atmak bir saniyede, bir cümlede mümkündür. Ama o iftirayı temizlemek, zaman alır. Emek harcamayı, yorulmayı, kanıtları arayıp bulmayı, belgelerle konuşmayı gerektirir.
13 sayfa oldu. Mahkemeyi daha uzun bir metinle meşgul etmek istemiyor, burada kesiyorum. Demirkanlı metninin gerisini, bu dilekçenin eki olarak verdiğim belgede okuyabilirsiniz. Demirkanlı’nın metni, yorum kisvesi altında (polis tarafından yakalandığım, suçu arkadaşım Hilmi Bulunmaz’a yükleyerek onu sattığım, savcıyı aba altından sopa göstererek tehdit ettiğim yolundaki) iftiralarla sürüp gidiyor. Ben, (yazılarımdan cımbızla alıntılanıp bağlamından ve sebeplerinden soyutlanarak, hangi iftiralara tepki oldukları okurlardan ve mahkemeden saklanarak aktarılmış ifadelerim dışında) Demirkanlı metnindeki tüm “içerik”in, yorum kisvesine büründürülmüş yalan ve iftiralardan ibaret olduğunu belirtiyorum. O iftiraların da iftira olduğunu memnuniyetle belgelemeye hazırım. Yeter ki, bir sayın savcı ya da bir sayın hakim, bunu benden istesin.
Sayın savcı ve sayın hakimlere son sözüm şu; doğru karar verebilmek için, lütfen kendinize şu soruyu sorun: Beş yıldır süren bu tartışmada, okunması bir hayli zaman isteyen, yüzlerce sayfa yazılmıştır; biz, yazdığımız bir tek satırı bile silmezken, şikayetçi şahıs, bize yönelik iftira ve "ana avrat sövmek" dahil hakaretlerle dolu (sonradan sileceğini tahmin ettiğimiz için önceden notere ve 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne onaylattığımız) birçok yazısını, bizim eleştirilerimizden sonra, (hiçbir not, özür ya da düzeltme yapmaya gerek duymadan, hiçbir iz kalmayacak biçimde) niçin silmiştir? Bizi kandırmak için mi? Yoksa okurları ve mahkemeyi yani sizleri kandırmak için mi?
Sonuç olarak, bu meselede bu kamuyu ilgilendiren yalnızca iki nokta vardır:
1 – Coşkun Büktel’e (ve Hilmi Bulunmaz’a) karşı, apaçık iftira içeren bir bildiri hazırlayarak, bu iftiranın 1100 kişiye imzalatılıp Büktel ve Bulunmaz’ın haksız yere ve iftirayla birer “halk düşmanı” hâline getirilmesi ve hedef gösterilmesi.
2 – Takma isimli birtakım kişilerce (pornografi bile içeren) envai çeşit iğrenç fotomontajlarla, Büktel ve Bulunmaz’ın kişilik haklarına saldırılması.
Kamu davası açılacaksa, bizim kamuyu hiç ilgilendirmeyen sert, ama haklı eleştirilerimiz karşı değil...
Başta şikâyetçi Mustafa Şükrü Demirkanlı olmak üzere, LİNÇ KAMPANYASININ diğer elebaşıları olan (Ahmet Ertuğrul Timur, İsmail Can Törtop, Yaşam Kaya, Cüneyt Yalaz, T. Murat Demirbaş, Prof. Dr. Hasan Anamur)’a karşı...
Ve, takma isim ardına gizlenerek veya imzasız olarak yayınladıkları fotomontaj sapıklıkları nedeniyle savcılığın araşıtırıp bulması gereken meçhul kişilere karşı açılmalıdır.
Coşkun Büktel / 24 Aralık 2010
COŞKUN BÜKTEL’İN EK NOTU / 28 Aralık 2010
Şikayetçi, bugün, facebook sayfama girerek, yargı sürecinde de, somut belgelere nanik yapan apaçık iftira ve hakaretleriyle beni tahrik etmekten vazgeçmek niyetinde olmadığını, bir kez daha, açıkça göstermiştir:
Dün, Hilmi Bulunmaz’a gönderdiği bir mesajla, "Burak Caney’in iftiralarına kandığını" söyleyerek linç kampanyasına attığı imzayı geri çekmek istediğini belirten, yine hiç tanımadığımız bir şahsın mesajını facebook sayfamda yayınlamıştım. Şikayetçi Demirkanlı, bir yorum ekledi ve ben Demirkanlı’yı muhatap almaksızın, onun yorumunu yalnızca, eski bir yazımın linkini vererek yanıtladım:
Demirkanlı, telefon konuşmamız konusunda küfür ettiğimi söyleyerek yine iftira ediyor veya benim “düş yakamdan” tarzında laflarımı küfür sayıyor. Çünkü herkes her şeyi küfür sayabilir. Küfür kavramının belirli bir kriteri olamaz. Çok mutaassıp yaşlı bir bayan, bir manavın kendisine “hanım anne” diye hitap etmesini bile hakaret ya da küfür sayabilir. (Ama “yalan” ve “iftira” kavramları böyle bir belirsizlik içermez. Yalan ve iftiranın, somut, nesnel, kişilere ve durumlara göre değişmeyen kriterleri vardır. Yalanın yalan olduğu kanıtlanabilir. İftiranın iftira olduğu kanıtlanabilir. Yalan ve iftira konusunda “mugalata”, laf kalabalığı yapılamaz. Linççiler, işte o yüzden bize karşı, “yalancı” diye “iftiracı” diye hakaret etmek yerine “küfürbaz” diye hakaret etmeyi tercih ediyor.) Evet, hiç kimseye zarar vermemiş yaşlı ve mutaassıp bir hanfendi “hanım anne” sözünü küfür ya da hakaret sayma hakkına, anasının ak sütü gibi sahiptir. Ama Demirkanlı, aklına gelen her şeyi küfür sayma hakkına sahip olamaz. Rüzgâr eken, fırtınayı hak edeceğini bilmek zorunda… Demirkanlı’nın, örnek verdiğimiz hanfendi kadar zararsız, mazbut ve mutaassıp bir insan olmadığını biliyoruz. Nereden biliyoruz? Bizzat kendisinin bize karşı yıllar önce yazdığı ve tabii sonradan (delilleri yok etmek amacıyla sitesinde yaptığı “bahar temizliklerinden” biri sırasında) sildiği veya görünmez kıldığı bir yazısında "ilk tepkim ANA AVRAT SÖVMEK oldu" diye bir cümle kurmuş olmasından biliyoruz. Demirkanlı’nın mazbut ve mutaassıp bir şahıs olmadığını başka nerden biliyoruz? Yücel Erten’in "dalyarak" iğrençliğindeki galiz küfürlerini bile mazur görmesinden biliyoruz. Demirkanlı’nın, dava açmadan önce (hepsi de tarafımızca notere ve 3. Sulh Hukuk Hakimliği’ne onaylatılmış) bu tür delilleri silmek amacıyla, Kış ortasında yaptığı “Bahar Temizlikleri” hakkında fikir edinmek için, bakınız:
http://tiyatrofanzini.blogspot.com/2009/12/iftirac-lincci-ve-sansurcu-tiyatro.html "ilk tepkim ANA AVRAT SÖVMEK oldu"nun belgesi için bakınız:
http://tiyatroyun.blogspot.com/2007/04/demirkanl-ana-avrat-svyor.html)
Kötü niyetli bir araç şoförünün yağmurlu bir havada beyaz takım elbisenize çamur sıçratıp, sizi baştan ayağa lekelemesi bir saniyede mümkündür. Ama sizin o elbiseyi temizlemeniz, bir saniyede mümkün değildir. Zaman alır. Emek harcamanızı, yorulmanızı gerektirir.
Mustafa Demirkanlı gibi iftira atmak bir saniyede, bir cümlede mümkündür. Ama o iftirayı temizlemek, zaman alır. Emek harcamayı, yorulmayı, kanıtları arayıp bulmayı, belgelerle konuşmayı gerektirir.
13 sayfa oldu. Mahkemeyi daha uzun bir metinle meşgul etmek istemiyor, burada kesiyorum. Demirkanlı metninin gerisini, bu dilekçenin eki olarak verdiğim belgede okuyabilirsiniz. Demirkanlı’nın metni, yorum kisvesi altında (polis tarafından yakalandığım, suçu arkadaşım Hilmi Bulunmaz’a yükleyerek onu sattığım, savcıyı aba altından sopa göstererek tehdit ettiğim yolundaki) iftiralarla sürüp gidiyor. Ben, (yazılarımdan cımbızla alıntılanıp bağlamından ve sebeplerinden soyutlanarak, hangi iftiralara tepki oldukları okurlardan ve mahkemeden saklanarak aktarılmış ifadelerim dışında) Demirkanlı metnindeki tüm “içerik”in, yorum kisvesine büründürülmüş yalan ve iftiralardan ibaret olduğunu belirtiyorum. O iftiraların da iftira olduğunu memnuniyetle belgelemeye hazırım. Yeter ki, bir sayın savcı ya da bir sayın hakim, bunu benden istesin.
Sayın savcı ve sayın hakimlere son sözüm şu; doğru karar verebilmek için, lütfen kendinize şu soruyu sorun: Beş yıldır süren bu tartışmada, okunması bir hayli zaman isteyen, yüzlerce sayfa yazılmıştır; biz, yazdığımız bir tek satırı bile silmezken, şikayetçi şahıs, bize yönelik iftira ve "ana avrat sövmek" dahil hakaretlerle dolu (sonradan sileceğini tahmin ettiğimiz için önceden notere ve 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne onaylattığımız) birçok yazısını, bizim eleştirilerimizden sonra, (hiçbir not, özür ya da düzeltme yapmaya gerek duymadan, hiçbir iz kalmayacak biçimde) niçin silmiştir? Bizi kandırmak için mi? Yoksa okurları ve mahkemeyi yani sizleri kandırmak için mi?
Sonuç olarak, bu meselede bu kamuyu ilgilendiren yalnızca iki nokta vardır:
1 – Coşkun Büktel’e (ve Hilmi Bulunmaz’a) karşı, apaçık iftira içeren bir bildiri hazırlayarak, bu iftiranın 1100 kişiye imzalatılıp Büktel ve Bulunmaz’ın haksız yere ve iftirayla birer “halk düşmanı” hâline getirilmesi ve hedef gösterilmesi.
2 – Takma isimli birtakım kişilerce (pornografi bile içeren) envai çeşit iğrenç fotomontajlarla, Büktel ve Bulunmaz’ın kişilik haklarına saldırılması.
Kamu davası açılacaksa, bizim kamuyu hiç ilgilendirmeyen sert, ama haklı eleştirilerimiz karşı değil...
Başta şikâyetçi Mustafa Şükrü Demirkanlı olmak üzere, LİNÇ KAMPANYASININ diğer elebaşıları olan (Ahmet Ertuğrul Timur, İsmail Can Törtop, Yaşam Kaya, Cüneyt Yalaz, T. Murat Demirbaş, Prof. Dr. Hasan Anamur)’a karşı...
Ve, takma isim ardına gizlenerek veya imzasız olarak yayınladıkları fotomontaj sapıklıkları nedeniyle savcılığın araşıtırıp bulması gereken meçhul kişilere karşı açılmalıdır.
Coşkun Büktel / 24 Aralık 2010
COŞKUN BÜKTEL’İN EK NOTU / 28 Aralık 2010
Şikayetçi, bugün, facebook sayfama girerek, yargı sürecinde de, somut belgelere nanik yapan apaçık iftira ve hakaretleriyle beni tahrik etmekten vazgeçmek niyetinde olmadığını, bir kez daha, açıkça göstermiştir:
Dün, Hilmi Bulunmaz’a gönderdiği bir mesajla, "Burak Caney’in iftiralarına kandığını" söyleyerek linç kampanyasına attığı imzayı geri çekmek istediğini belirten, yine hiç tanımadığımız bir şahsın mesajını facebook sayfamda yayınlamıştım. Şikayetçi Demirkanlı, bir yorum ekledi ve ben Demirkanlı’yı muhatap almaksızın, onun yorumunu yalnızca, eski bir yazımın linkini vererek yanıtladım:
Mustafa Demirkanlı
Ömer Faruk Kurhan, belgeledi, Tiyatro... Tiyatro.. Dergisi'nde de yayınlandı. Özdemir Hoca'nın gözüme çarptı dediği Theope bulundu ve yayınlandı Büktel, sen hala insanları, bu yayınlanan yazıyı aktarmadan dezenforme ediyorsun, tabii ki ayıp... ediyorsun...Özdemir Hoca'nın söyledikleri çok net, Kurhan'ın araştırması da çok net, hatırlarsın kapağı da yayımladık. Özdemir Hoca da "belgeledik" dediğin videoda kesinlik ifade etmiyor, Fransızca bilenler bir baksın diyor...
Coşkun Büktel
Büktel'den "klasik" olmuş bir yazı:
Yukarıda verdiğim internet adresi incelenirse, şikayetçinin, daha yukarıda aktarılmış yalan ve iftiralarını, hangi somut belgelere “rağmen” (ve kim bilir kaçıncı kez) hiç utanıp sıkılmadan, hâlâ ve ısrarla tekrarladığı, kolayca fark edilecektir.
Sayın savcılığımızın şu an da hâlâ sürmekte olan bu tahriklere derhal son verilmesini sağlayacak bir hukuksal mekanizma bulması ya da (kamuyu asla ilgilendirmeyen) karşılıklı ihtilaflarımız nedeniyle bana karşı iftira ve yalan özgürlüğünü sonuna kadar kullanmaktan yana olan şikayetçi şahsa karşı; benim de (o özgürlükleri asla kullanmadığıma ve kullanamayacağıma göre) eleştirilerimde (asla küfre varmamış ve tehdide yeltenmemiş) ama “caydırıcı sertlikte” bir dil kullanma hakkımı tanıması dileğimle…
Savcılığa teslim tarihi: 10 Ocak 2011
EK BELGELER:
1 – Mustafa Demirkanlı'nın yazısı: "Büktel, Savcılığa En Sonunda İfade Verdi"
2 – Eski DT genel müdürü Rahmi Dilligil tarafından Demirkanlı'ya açılan davanın Hürriyet'te çıkan haberi: "Dilligil'den dava"