4 Haziran 2010 Cuma

Coşkun Büktel, Kültür Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü İstanbul Devlet Tiyatrosu ışıkçısı Enver Başar'ın paraziti Yaşam Kaya'yı irdeliyor!

Linççiler "Ölüleri Gömün"e salakça bir küstahlıkla meydan okuyor:


YAŞAM KAYA'NIN

"ÖLÜLERİ GÖMÜN"

ELEŞTİRİSİNİN ELEŞTİRİSİ


Coşkun Büktel


..........25 MAYIS 2010

..........İstanbul Tiyatro Festivali'nde Ölü Bir Oyun……

..........YAŞAM KAYA

..........İstanbul Tiyatro Festivali, ilk günkü açılış gösterisi ile izleyenleri derinden sarsmış; bunun neticesinde gösterimdeki oyunlar olumlu bir havada sürüp gitmişti. Fakat ne var ki bazı durumlar bu olumlu havayı yok ediyor. Amerikalı yazar Irwin Shaw'ın güncelliğini yitirmiş oyunu “Ölüleri Gömün” teatral bir facia olarak festival sahnelerinde boy gösteriyor.


Bilindiği üzere, linççi Yaşam Kaya, Shakespeare'in bırakın doğum tarihini, yaşadığı yüzyılı bile bilmeden eleştiri yazan, ciddiye alınmaya değmez bir figürdür. (Bunu belgeleyen yazımız için, bakınız: Shakespeare'in değil doğum tarihini, hangi yüzyılda yaşadığını bile bilmeyen; en az 150 yıllık Türk tiyatro tarihinin 100 yıl önce, yani 1907'de başladığını sanan Yaşam Kaya, "İngiltere basınında yazan ilk Türk tiyatro eleştirmeni" olmakla övünüyor.) Peki biz "kalitesini" zaten yıllar önce deşifre ettiğimiz bu önemsiz "figür" hakkında bu yazıyı yazmaya ve onu bir kez daha teşhir etmeye neden mi gerek duyduk? İnsanlar şunu anlasın diye:

Biz "Ölüleri Gömün"ü alkışlamamış ve beğenmediğimizi yazmış olabiliriz (bkz). Ama bizim kendi çıtamızdan bakarak yaptığımız o kısacık (ama yine de kanıtlı/belgeli) eleştiri, Yaşam Kaya gibi tiyatro cahili linççilere asla cesaret vermemeli. Biz, kendi çıtamızdan bakarak, Şakir Gürzumar'ın "Ölüleri Gömün" prodüksiyonunu beğenmiyor olabiliriz. Bu memnuniyetsizliğimizi, o kısa (ama yine de kanıtlı/belgeli) eleştiri yazısıyla ifade etmeyi tercih etmiş olsak bile, gerektiğinde yüzlerce ayrıntılı ve inandırıcı gerekçeyle de ifade edebilme yeterliliğine sahibiz. Ama bizim kendi çıtamızdan bakarak yönelttiğimiz eleştiri, tiyatro cahili, iftiracı ve linççi vandalların (bizim "cevap" yazılarımızı bile alçakça / utanmazca sansür ettikleri linççi sitelerinde) kanıtsız, belgesiz, zekâsız, deli saçması ve uluorta yazılarla, hiçbir dayanağı olmayan karakuşi yargılarla, "Ölüleri Gömün"ü karalamalarına sessiz kalacağımız anlamına gelmiyor. Biz beğenmiyor olsak da, "Ölüleri Gömün" prodüksiyonu, Yaşam Kaya gibi tiyatro cahili, iftira ve linççi vandalların (ısırmaya kalkışsalar bile) yutabilecekleri bir lokma değildir. Şimdi bunu yalnızca hamaset olarak söylemekle yetinmeyip, belgeleyelim:

Bizim "Zırvalıklar Panayırı" olarak nitelediğimiz Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, Shakespeare cahili ve linççi vandal Yaşam Kaya'ya göre, "ilk günkü açılış gösterisi ile izleyenleri derinden sarsmış; bunun neticesinde gösterimdeki oyunlar olumlu bir havada sürüp gitmişti". Yani bizim Yaşam Kaya, "Zırvalıklar Panayırı"nda, her şeyi (pek çok seyirciye, örneğin Erbil Göktaş'a, "dolandırıldığını" düşündüren John Malkovich gösterisi dahil, her şeyi) beğenmiş, ama nedense bir tek "Ölüleri Gömün"ü beğenmemiş: "Fakat ne var ki bazı durumlar bu olumlu havayı yok ediyor. Amerikalı yazar Irwin Shaw'ın güncelliğini yitirmiş oyunu “Ölüleri Gömün” teatral bir facia olarak festival sahnelerinde boy gösteriyor."

Görüldüğü üzere, Shakespeare cahili ve linççi vandal Yaşam Kaya yutamayacağı kadar büyük bir lokma ısırıyor. Şimdi bakalım Kaya bu lokmayı çiğneyip yutmayı başarabiliyor mu? Yani bu yargılarını belge ve kanıtlarla temellendirebiliyor mu? Yoksa (tam Shakespeare'in yaşadığı Yüzyılı bile bilmeyen bir tiyatro cahiline yakışır biçimde) yalnızca sallamakla mı yetiniyor? Ne diyordu Kaya "Ölüleri Gömün" için? "güncelliğini yitirmiş"... Niye?... 1936'da yazıldığı için mi?... Olamaz, di mi? Jan Kott'un "Çağdaşımız Shakespeare" adlı kitabının Türkiye'de ve Türkçe olarak bile yayınlandığı günümüzde, sırf 1936'da yazılmış diye, bir oyunu "güncelliğini yitirmiş" olmakla suçlamak mümkün olamaz, di mi? Gerçi Coşkun Büktel'in DT gösterimlerinden para kazanmasını engellemeye kafayı takmış bir vandalın ruh hali ve zekâsıyla yazdığınız zaman saçmalamakta kendinize sınır tanımanız kolay değildir ama, biz yine de, Shakespeare cahili, iftiracı ve linççi vandal Yaşam Kaya'nın o kadar da kötücül ve cahil olmadığını ve hakkında yazdığımız yazılarla onu (asgari düzeyde de olsa) eğittimizi varsayalım. Öyleyse, Yaşam Kaya, bu oyunu, yalnızca 1936'da yazıldığı için "güncelliğini yitirmiş" buluyor olamaz. Başka bir nedeni ya da nedenleri olmalı. Bakalım neymiş o nedenler:

..........İlk kez 1936 yılında Amerika’da (New York) seyirci karşısına geçen oyunda, 1930’lu yılların zombiyi andıran insan tiplemelerini görüyoruz. O dönemin korku sinemasının işlediği konulardan yola çıkarak, ‘Ölüleri Gömün’ fazlasıyla sinema senaryolarına özentili bir metin diyebiliriz. Savaşta vatanları için (!) öldüğü iddia edilen bir grup askerin gömülmeyi reddederek dünyada kalmak istemelerini konu edinen gösteri, anlattığı yıllar itibari ile günümüzden çok uzak.

Evet, inanılmaz ama gerçek: Kaya, (yalnızca "Yönetmen tiyatrosu" yapan asparagasçılar tarafından değil, aklı başında her tiyatro ilgilisi tarafından)Shakespeare'in bile "Çağdaşımız" sayıldığı günümüzde, "Ölüleri Gömün"ü "güncelliğini yitirmiş" olmakla suçlarken, bu suçlamasını, "anlattığı yıllar itibari ile günümüzden çok uzak" olmasına da bağlıyor. 1936 yılını "çok uzak" sayan tiyatro cahili ve linççi Kaya, "Ölüleri Gömün"ü "güncelliğini yitirmiş" diye suçlamasına gerekçe olarak, bir de, Zombi'leri gösteriyor: "1930’lu yılların zombiyi andıran insan tiplemelerini görüyoruz. O dönemin korku sinemasının işlediği konulardan yola çıkarak, ‘Ölüleri Gömün’ fazlasıyla sinema senaryolarına özentili bir metin diyebiliriz."

Şimdi biz işkembeden uydurulmuş bu kanıtsız/ispatsız "lafların" neresini düzeltelim? Ne demek "1930’lu yılların zombiyi andıran insan tiplemeleri"? 1930'lu yıllarda insanlar zombileri mi andırıyordu? Olamaz di mi, çok saçma!... Bir sonraki ifade biraz fikir veriyor gibi: O dönemin korku sinemasının işlediği konulardan yola çıkarak, ‘Ölüleri Gömün’ fazlasıyla sinema senaryolarına özentili bir metin diyebiliriz" İyi de zombiler yalnızca 1930'lu yıllarda mı var? Hayır. Belki de en az o yılların sinemasında var. Ve belki en çok bugünkü sinemada var. (Bakınız: Wikipedia ansiklopedisinin "Zombi Filmleri Listesi") Yani hepimizin bildiği üzere, bugün yalnızca sinemada değil, sürüyle bilgisayar oyunlarında da görünen zombiler hakkında, "güncelliğini yitirmiş" yargısına varmak makul bir zekâ için olanaksız. O halde Yaşam Kaya ne demeye çalışıyor? Zombilerden yola çıkmanın "güncelliğini yitirmiş" suçlamasına dayanak olamadığı çok açık. Kaya'nın "güncelliğini yitirmiş" suçlamasının dayanaksız (ve bizce kasıtlı) bir suçlama (salakça bir saçmalık) olduğunu gösterdikten sonra, şimdi Kaya'nın diğer suçlamasını da, yine kaynak ve belge göstererek çürütelim:

Linççi vandal Yaşam Kaya, (adeta, "kötü niyetim ve cahilliğim asal karakterimdir" dercesine) diyor ki: "O dönemin korku sinemasının işlediği konulardan yola çıkarak, ‘Ölüleri Gömün’ fazlasıyla sinema senaryolarına özentili bir metin diyebiliriz". Neymiş? Zombilerden yola çıktığı için "Ölüleri Gömün", "fazlasıyla sinema senaryolarına özentili bir metin"miş. Zombilerden yola çıkmanın bir oyunu "güncelliğini yitirmiş" yapamayacağını, zombilerin bugün çok daha güncel olduğunu Wikipedia ansiklopedisinin "Zombi Filmleri Listesi"ndeki tarihlerle belgeledikten sonra, şimdi de, "Ölüleri Gömün"ün zombi filmlerinden yola çıkmadığını, hele de zombilerin "sinema senaryolarına özentili bir metin" olmadığını belgeleyelim. (Hep söylüyoruz: Geri zekâlı ve kötü niyetli bir şoför, beyaz takım elbisenizi bir saniye içinde çamura bulayabilir; ama çamuru temizlemek bir saniyede mümkün değildir. İftiracı ve linççi vandal Yaşam Kaya'nın çalakalem yazıp geçtiği, akıl ve mantıktan uzak, kanıtsız, belgesiz, karakuşi suçlamalarını; biz, emek ve mesai harcayarak, kanıt ve belgelerle, akıl, mantık, bilim ve yaratıcılıkla, birer birer çürütmeliyiz ki, linççi vandalları caydırmış, ve onlarla ilgili gerçeklerden hâlâ habersiz okurları uyarıp tiyatro ortamımızda linççi vandallara dair doğru ve sağlıklı bir bilinçlenme yaratmış olalım.)

Evet, itiraf edelim: "Ölüleri Gömün"de gömülmeyi reddeden ölü askerleri zombiye benzetmek, yalnızca şekilleri görüp işin özüne inemeyen yüzeysel zekâlar için kolayca mümkündür. Ama zombilerle "Ölüleri Gömün" arasındaki sanatsal farkı görebilmek için yine de çok fazla zekâ gerekmediği açıktır. Bir insan olmak (eleştirmen ya da entelektüel olmaya hiç gerek yok) yalnızca ortaokul bitirmiş, makul zekâlı bir insan olmak, zombi filmleriyle "Ölüleri Gömün" arasındaki sanatsal uçurumu fark etmeye yeterlidir. Zombilerin en esaslı özelliği nedir? Wikipedia ansiklopedisinin "Zombi Filmleri Listesi" sayfasında da belirtildiği ve bu yazının olası tüm okurlarının da kolayca hatırlayacağı üzere, zombilerin "düşünemeyen" yaratıklar olmasıdır: "Zombies are creatures usually portrayed as either a reanimated corpse or a mindless human being." Wikipedia'nın bu İngilizce cümlesini şöyle çevirebiliriz: "Zombiler, geleneksel olarak, ya yeniden canlanmış cesetler ya da zihinleri olmayan insanlar olarak tasarlanmış yaratıklardır." Türkiye'de türün tutkunlarından olan ve korku sineması hakkında kalın kitapları bulunan sinema yazarı Giovanni Scognamillo, bir kitabında, (korku romanları ve film senaryolarıyla büyük bir ün kazanmış olan) Clive Barker'dan şu alıntıyı yapıyor:

"Zombiler değişik bir tür çürümüş et" diyor Clive Barker ve devam ediyor, "her şeyden önce beyinsiz, akılsız oluyorlar ve akılsız olan da beni dehşete düşürür." (KAYNAK: Scognamillo, "Canavarlar Yaratıklar Manyaklar", +1 kitap, İstanbul, Haziran 2006. Sayfa 89.)

Peki, ortaokul mezunu makul bir zekâ, "Ölüleri Gömün"de gömülmeyi reddeden asi ve duyarlı askerlere, zombilerin en temel özelliğini, "beyinsiz, akılsız" olma özelliğini yamayabilir mi? İnsan iyi niyetle ve ayık kafayla, örneğin, Er DRISCOLL'u zombiye benzetebilir mi? "Ölüleri Gömün"de gömülmeyi reddeden isyancı erlerle, geleneksel olarak konuşmaktan bile aciz, "beyinsiz, akılsız" zombiler arasında, (gayet yüzeysel bir şekil benzerliği dışında) herhangi bir ilişki kurulabilir mi? Bakın bakalım, ölmüş er DRISCOLL ile onu gömülmeye razı olması için ikna etmeye çalışan kız kardeşi KATHERINE arasındaki şu diyalog parçası, sizde bir an için bile, bir zombi filmi çağrışımına yol açıyor mu:

KATHERINE: Yine de geri gelmek istiyorsun. Ölümde daha fazla anlam yok mu, Tom, yaşamdakinden daha fazla?

DRISCOLL: Belki yok. Belki yaşamakta da ölmekte de hiçbir anlam yok, ama buna inanamayız. Ben pek çok yeri gezdim, pek çok şey gördüm, ama her şeyi kötü yanından gördüm, açlıktan ölmemek ve rüzgârdan koruyan yakalarımı kalkık tutabilmek için hep ağır işlerde çalışmak zorunda kaldım, gördüğüm her şey adi, çürük ve üzücüydü, ama ben her zaman her şeyin daha iyi olabileceğini ve bir gün daha iyi olacağını ve her şeyin çürümüş olduğunu bilen ve daha iyi olabileceğini bilen benim gibi adamların, her şeyi düzeltmek için dışarı çıkıp mücadele etmek zorunda olduklarını görüyordum.

KATHERINE: Artık ölüsün. Mücadelen bitti.

DRISCOLL: Mücadele asla bitmez. Şu an insanlara söyleyecek şeylerim var —büyük makineleri çalıştıran insanlara, kürek kullanan insanlara, bebekleri karnı şişerek kemikleri çürüyerek ölen insanlara. Kendi hayatlarını geride bırakarak, tüfeği kapıp başkasının savaşını savaşmaya giden insanlara söyleyecek şeylerim var. Önemli şeyler. Büyük şeyler. Sırf onları söyleyecek sesim olduğu için, beni mezardan kaldırmaya ve tekrar yeryüzüne, insanların arasına katmaya yetecek kadar büyük şeyler. Eğer tanrı İsa'yı kaldırabilseydi....

KATHERINE: Tom! Dinini de mi kaybettin?

DRISCOLL: Bir başka din edindim. Cenneti bulutlardan çıkarıp yeryüzüne indirmeyi ve çoğumuzun ondan birer dilim alabilmemizi isteyen bir din. Bu, o kadar da hoşa gidecek bir cennet değil —taşı toprağı altın caddeler yok, melekler yok, tren tarifeleri ve kanalizasyon için üzülmek var, herkesin bu cenneti sevebileceğini de garanti edemeyiz, ama o burada, yeryüzünün çamurunda saplı olacak ve giriş için ölmek gibi herhangi bir ön şart olmayacak.... İster ölü ister canlı olayım, bunu görebiliyorum ve bu benim huzur içinde yatmamı engelliyor.

(KAYNAK: Büktel, "Eleştiren Oyunlar", Dramatik Yayınlar, 1998. Sayfa, 167-168.)

Tiyatro cahili ve linççi Yaşam Kaya'nın, böylesine toplumsal ve sanatsal içerikli bir oyunda içeriği ve derinliği ıskalayarak, gömülmeyi reddeden ölü askerleri zombiye benzetmesi; ve tüm dünyada ve Türkiye'de büyük saygı duyulan "Ölüleri Gömün" metnini "fazlasıyla sinema senaryolarına özentili bir metin" diye nitelemesi; elbette ki, son tahlilde, "Ölüleri Gömün"ü çamurlamak yerine, linççi Yaşam Kaya'nın zihnindeki çamurun bir kez daha teşhir edilmesi sonucunu yaratacaktır.

..........Amerika’ nın 1929 yılında yaşadığı büyük ekonomik buhranın ince ince anlatıldığı oyunda, Martha’nın 18 dolar için neden yaşamak gerektiğini anlattığı sahne dışında oyunun geneli ekonomik açmazlarla dolu.

İyi de bunun nesi kötü? "Ekonomik açmazlarla dolu" bir oyunsa, nasıl olup da, zombilerle dolu "korku sinemasının işlediği konulardan yola çıkarak, ‘Ölüleri Gömün’ fazlasıyla sinema senaryolarına özentili bir metin diyebiliriz"? Zombilerle ekonomik açmazın ne alakası var? Ya da "güncelliğini yitirmiş" olmakla ekonomik açmazın ne alakası var? "Ekonomik açmaz" bugünün de konusu/gerçeği değil mi? Zombiler bugünkü sinemanın da güncel konusu değil mi? İftiracı bir linççinin kasıtlı yazılmış bir eleştiri yazısında zekâ ve tutarlılık bulmak, cehennemde kartopu bulmak kadar zordur.

..........6 askerin gömülmeyi reddeden yapıları bir yana, toplumun içinde bulunduğu psikolojik ve ekonomik yıkım askerlerin trajedilerinden daha bir ön planda.

Elbette, çünkü o askerler zombi değil. Bu oyun da, zombilerin mitralyöz yaralarını göstermek için değil, (yani savaşın yalnızca altı ölü askere verdiği ölümcül zararı göstermek için değil) ama insanlığa verdiği ölümcül/trajik zararı, haksızlığı göstermek için yazılmış evrensel bir oyun.

..........Durum böyle olunca ‘savaş karşıtı’ diye pohpohlanan bir oyunun aslında o dönem toplumunun yaşam mücadelesi olduğu ortaya çıkıyor.

Linççi Yaşam Kaya, kusur bulamadığı oyunda kusur icat etmek için, kurallar icat etmek zorunda kalıyor: Kurala bak: "‘Savaş karşıtı’ diye pohpohlanan bir oyun"da, "toplumunun yaşam mücadelesi" anlatılamaz. Yaşam Kaya'nın bu kuralı neresinden uydurduğunu kestirebiliyoruz.

..........Şakir Gürzumar, ‘Ölüleri Gömün’ oyununu festivale yetiştirme telaşından olacak, oyuncuların rol seçimlerini tespit edememiş.

Kaya acaba ne demeye çalışıyor? Kendini ifade edebilmekten yoksun, yetersiz Türkçesi yüzünden, Yaşam Kaya'yı net olarak anlamak ve eleştirebilmek her zaman mümkün olmuyor.

..........Özellikle konunun işleyişi fazlaca kalabalık bir kadro için boğucu bir hale dönüşüyor.

Nasıl yani?

..........Basit ve sade tutulan dekorun oyunun geniş konseptine uymaması,

Nasıl ve nesi uymuyor mesela?

zaten fazlaca psikolojik gerilimi içinde barındıran oyunu daha bir anlaşılmaz hale sürüklüyor.

Kurala bak: İçinde "fazlaca psikolojik gerilim" barındıran oyunlar "anlaşılmaz hale" sürüklenir. Yavrucuğum, gerçekten merak ediyorum: Nerenden uyduruyorsun bu kuralları bak'im sen? Sırf alfabeyi öğrendin diye, kanıtsız/belgesiz, linksiz biçimde aklına eseni yazmakla eleştirmen olabileceğini kimler söyledi sana? Kanına girmişler, zehirlemişler seni. Ben de şimdi kalkıp, sırf keyfim öyle istiyor diye: "Açıkça mertçe Türkçe netçe yazamayan insanlara yazmak yasaklanmalı" diye bir kural koymaya kalkışsam, evet, bu yasak, pek çok kişinin hoşuna gidebilir; ama hoş bir şey olur mu? Olmaz. Hele senin için, hiç hoş olmaz.

..........Kostüm seçimlerindeki yanlışlar, askerlerin pespaye sahne duruşları yönetmeni çok zor bir durumla karşı karşıya bırakıyor.

Neymiş "kostüm seçimlerindeki yanlışlar"?... Neymiş "pespaye sahne duruşları"?... Bir eleştirmen, bu yargılarını somut örneklerle belgelemeyecekse niye eleştiri yazmaya kalkar ki?

..........Konunun bir türlü ilerlemeyen dil yapısını da düşünürsek sahnede ne denli berbat bir çevirinin yer aldığını anlarız.

"Dil yapısının ilerlemesi" ne demektir, ya? "Dramatik katmanların makrokinetik panasomatizmi" (Bakınız: "Shakespearesiz Herifler", sayfa 23) gibi bir şey mi?... Daha kendi ana dilini bile doğru dürüst sökememiş insanların, dramatik çeviri dili konusunda hem de "Theope" yazarına karşı ahkam kesmeye kalkışması nasıl bir soytarılıktır, ya?!! Tamam, ben tek başıma 1100 linççiye kafa tutabiliyor, onları kepaze edebiliyorum ama, bunu yaparken, tıpkı bu yazıda da olduğu gibi, kanıtlara, belgelere, bilime, bilincime, birikimime dayanabiliyorum ben.

Peki sen, bu oyunu ve özellikle çevirisini hem de heyecanla övmüş (Bkz), tiyatrocu ya da yabancı dil uzmanı şu insanlara (Hamdi Alkan, Memet Baydur, Cuma Boynukara, Metin Coşkun, Cevat Çapan, Mehmet Ege, Selçuk Erez, Şahin Ergüney, Altan Erkekli, Özlem Ersönmez, Gürkan Gür, Selim Gürata, İlhan Kantarcı, Nalan Örgüt, Toros Öztürk) kafa tutarken; onların çok beğendiklerini yazılı olarak beyan ettikleri (Bkz) "Ölüleri Gömün" metninin çevirisi hakkında; yine kanıtsız, belgesiz, karakuşi biçimde "sallarken"; şu "tarzancadan" öte gitmeyen dil bilincin ve dil "becerinden" başka neye dayanıyorsun, acaba? Ama seni eleştirmek boşuna! Seni yazar diye karşımıza çıkaran Enver Başar'ı eleştirmek/lanetlemek gerek.

..........Coşkun Büktel ikili diyaloglarda psikolojik gerilimleri anlamayarak, düz konuşma metinleri yaratıyor.

Mesela?... Hani somut örnek?

..........Bugünkü çeviri programları ‘Ölüleri Gömün’ oyununu Coşkun Büktel’den daha iyi çevirebilir.

Yani eleştirmiş mi oldun sen şimdi Coşkun Büktel'i? Bak güzel kardeşim, böyle iddialı cümleler kurmak kolaydır. Ben de çok kurdum böyle cümleler. Ama ben her defasında, zoru da (yani iddialarımı kanıtlamayı da) başardım. Benim adım Coşkun Büktel olduğu için, öyle "başardım" demekle yetinmek bana yakışmaz. Benim adım Yaşam Kaya olmadığı için, benim okurlarım, benden somut kanıt beklerler. Ya da ben okurlarımın, benden somut kanıt bekleyen kül yutmaz kişiler olduklarını varsayarak yazarım. Öyleyse, senin yaptığının tersine, ben, söylediklerimi belgelemek, nasıl başardığımı somut örnekle de göstermek zorundayım:

Örneğin, 2008 Kasım'ında, ben de, senin bugün yaptığın gibi, iddialı konuşarak, çeviri konusunda, Türkiye'nin ilk Kültür Bakanı, Prof. Talât Sait Halman'a çatmış, onun Shakespeare çevirilerini başarılı bulmadığımı açıklamıştım. Bunu açıklamak, yani senin yaptığın gibi "yalnızca" açıklamak, kolay, (herhangi bir nalbant da kolayca yapabilir) ama bu açıklamanın gereğini yapmak hiç kolay değil... Böyle iddialı açıklamaların, yüksekten atmaların, küstahlıkların gereğini yapabilmek için, adının Coşkun Büktel olması gerek. Ya da en azından Yaşam Kaya olmaması gerek.

Ben Halman'ın çeviri yetersizliğine dair iddiamı kanıtlamak için ne yaptım? Shakespeare'in en ünlü sonesi olan "30. Sone"yi baştan sona çevirip, Talât Halman'ın çevirisiyle aynı sayfada yayınlayarak, Shakespeare öyle çevirilmez böyle çevirilir, dedim (Bkz). Yani iddiamı bir örnekle somutlayarak, herkese kıyas olanağı yarattım. İddiamı, herkesin anlayıp değerlendirebileceği inandırıcı ve algılanabilir somut bir gerçek olarak ortaya koydum. (Bakınız: "Shakespeare'in tüm sonelerini Türkçe'ye çevirmesiyle tanınan 12 Mart'ın kültür bakanı Talât Sait Halman, sone çevirilerinde, TAKSAV emek ödülünü hak edecek kadar başarılı mıydı? Shakespeare'in en ünlü sonesiyle test edip görelim")

Peki sen iddialarını somutlaştırabiliyor musun? Hayır. Denemiyorsun bile. O zaman niye ikimize de tiyatro eleştirmeni deniyor? Sen bütün yetersizliklerine rağmen acaba hangi marifetlerinin yüzü suyu hürmetine, benim asla ayak basamadığım Taraf gazetesi yazarı olabiliyor, benim yazı yayınlayamadığım sansürcü tiyatronline sitesinde yazabiliyor, beni galalarına davet etmeyen tiyatrolardan davet alabiliyorsun? Ahmet Altan, Ayşenil Şamlıoğlu, Dikmen Gürün, vb. bunun cevabını/hesabını verebilirler mi? Hayır. Ne onlar ne de sen bunun cevabını veremezsiniz.

Yanlış anlaşılmasın: Bütün bunları, şikayet bağlamında söylüyor ve söylerken bir talebimi dile getiriyor değilim. (Taleplerimi, arada bir yayınladığım resmi dilekçelerle açıkça/mertçe/Türkçe dile getirmekten çekinmiyorum zaten.) Ama burada, sırf okurların aydınlanması için kuruyorum bu cümleleri. Yaşam Kaya'nın tüm handikaplarına rağmen sahiplenilen, Coşkun Büktel'in ise tüm yeteneklerine rağmen aforoz edilen birer yazar olmalarını, Türk tiyatrosundaki çürümenin önemli göstergelerinden biri olarak okurların dikkatine sunuyor, insanları, bu enteresan olgu üzerine derin derin düşünmeye davet ediyorum. Yoksa ben hayatımın bu dönemdeki gidişatından gayet mutluyum. Beş parasızken bile mutluydum. Hele şimdi, üç yıldır Türkiye'nin en büyük reytingli dizilerinden birinde senaryo uzmanı olarak çalışmakta olduğum şu dönemde, çok daha mutluyum. Tek mutsuzluğum, tiyatro ortamımızın, senin gibi linççi tarzanların tiyatro eleştirmeni sayılabildiği bir yeteneksizler cenneti haline gelmiş olması... Tiyatromuzda takvimin yontma taş devri son çeyreğine bile hâlâ giremediğimizi gösteriyor olması...

..........Irwin Shaw'ın isim olarak sanat dünyasında bıraktığı etki yazdığı oyunlarına da yansımış olacak ki, konuda bir türlü oluşmayan bütünlük yönetmen tarafından görülmemiş ya da görülmek istenmemiş.

Nesin sen? Astrolog mu? Astrologlar da senin gibi, kanıtlamaya hiç tenezzül etmeden, (anlamı yalnızca kendilerine malum) birtakım hikmetleri kesinlik içermeyen belirsiz bir dille, art arda yumurtlayıp dururlar.

..........Shaw, savaş karşıtı felsefeden yola çıkarak yazdığı bir diğer senaryoda da yıllar önce büyük hayal kırıklığı yaşatmıştı. 1958 yılında yazılan ‘The Young Lions’ Alman Nazilerinin yaptığı katliamlar üzerine kurgulanan basit bir anlatıdan oluşuyordu.

Yahu nerenden yumurtluyorsun bütün bunları?

1. Irwin Shaw ilk romanı "Young Lions"ı 1958'de değil, 1949'da yazdı. Roman "büyük bir hayal kırıklığı" yaratmadı. Tam tersine, o kadar başarılı oldu ki, Hollywood film yapma haklarını satın aldı ve Irwin Shaw, o tarihten sonra oyun yazmayı, birkaç önemsiz istisna dışında, tamamen bırakıp kendini roman yazmaya adadı.

2. Eğer 1958'de çekilen "Young Lions" filminden söz ediyorsak, o senaryoyla Irwin Shaw'un hiç ilgisi yoktu diyebiliriz. Edward Anhalt tarafından romandan uyarlanan senaryo, Pentagon sansürü nedeniyle üç kez yeniden yazılmak zorunda kalmıştı. Hem Irwin Shaw hem de filmin baş oyuncularından biri (Montgomery Clift) filmin kaynak romana hiç benzemediğinden yakınmışlardı. Buna rağmen film, üç Oscar da dahil olmak üzere pek çok ödüle aday gösterildi. Yani filmin de "büyük bir hayal kırıklığı" yarattığı söylenemez. Dünyanın en prestijli ve en yaygın sinema kılavuzu "Leonard Maltin's Film Guide"da, filme dört üzerinden üç buçuk puan verilmiş olduğunu da ekleyelim.

3. Marlon Brando'nun, saçlarını özellikle sarartarak oynadığı Alman askeri, Nazileri sevimli gösterdiği için eleştirilmişti. Benim de uzun yıllar önce televizyonda ve bir bahçe sinemasında izlediğim filmde, herhangi bir katliam sahnesi yoktu. Oysa Yaşam Kaya film için "Alman Nazilerinin yaptığı katliamlar üzerine kurgulanan basit bir anlatıdan oluşuyordu." diyor. Katliamlar bir anlatıyı, hem de 700 sayfalık bir romanın anlatısını nasıl "basit" kılmış olabilir ki? Hangi kurala göre "basit" kılıyor? Kaya o kuralı neresinden çıkarıyor? Artık biliyorsunuz: Bu tür mantıklı soruları Kaya'ya sormanın anlamı yok. (Filmle ilgili bilgiler için tıklayınız: imdb)

4. Bütün bunların, Shaw'un ya da Gürzumar'ın "Ölüleri Gömün" kitabı ya da prodüksiyonunun başarısı ya da başarısızlığıyla ne ilgisi var?

..........Eser, Marlon Brando sayesinde sinema dünyasında ses getirebilmişti.

Ee, ses getirdiğini de kabul ediyorsun, o zaman kimin "büyük bir hayal kırıklığı"ndan söz ediyorsun ki? Kitabı Hollywood'a satma başarısı kimin? Irwin Shaw'un... Brando, Clift, Dean Martin gibi üç starı ve Edward Dmytryk gibi önemli bir yönetmeni etkileyen bir "ilk kitap" yazma başarısı kimin? Irwin Shaw'un... Gürzumar prodüksiyonunda kusur bulmak için, Shaw'un "Young Lions"ının bile "büyük bir hayal kırıklığı" olduğunu anlatmaya çalışmak gibi nafile çabalara mecbur kalıyorsan, senin çıtandan bakıldığında Şakir oldukça başarılı görünüyor demektir.

..........Yazarın konu seçimlerindeki evrensel duruşu eserlerindeki işleyişe pek yansımamış.

Yazıııık!... Acep niyekine?

..........‘Ölüleri Gömün’ oyunu da bu kategori içinde yer alıyor.

"Ölüleri Gömün"ün hangi kategori içinde yer aldığına dünya çoktan karar vermiş de, biz seni hangi kategoriye sokacağımıza nasıl karar vericez? Seni eleştirmen kategorisine sokup da yazını yayınladığı halde benim bu cevabımı sansür edip yayınlamayacak olan tüm yayıncılara buradan peşin peşin küfür ediyor ve seni eleştirmen diye okuyan herkese de acıdığımı açıklıyorum. Sana ise ne zaman acımaya kalksam, linççi olduğunu hatırlayarak vazgeçiyorum.

..........Musa Uzunlar, Dündar Müftüoğlu, Civan Canova, Ömer Hüsnü Turat, Ali Fuat Çimen, Cengiz Daner, Ali Ersin Yenar, Erdal Bilingen, M. Alp Sunaoğlu, Ekrem Tuna Öztunç, Murat Barış Kavrukkoca, Serhan Süsler, Cenk Demirel, Can Baykan, Burak Altay, Yasemin Atasu, Belir Yarar Altay, Gözde Okur, Fulya Ceylan Aksütlü, Duygu Eren Tosya, Berrin Arısoy Akhasanoğlu, Ediz Baysal, Alper Saylık, Can Güvenç, Gökhan Türkal, Bengi Heval Öz, Ebru Kaymakçı, Seda Çavdar, Cansu Dağdelen, Yasemin Yalçınkaya, Ahmet Taşdemir, Birol Engeler, Burak Yıldız, Mehmet Onur Büyüktopçu, Serkan Özcan, Alper Saylık, Fatih Koşkan, Alparslan Ataman, Çağrı Aslan, Gökhan Türkal, Can Güvenç oyunda görev alan oyuncular.

..........Şakir Gürzumar, kendisini aşan bir işin altına girdiğinin farkındadır umarım.

Bunu söyleyene bak!... Bırak Gürzumar'ı (O "Uyarca"nın yönetmenidir, başının çaresine bakar) da, sen asıl kendini kurtarmaya bak!

..........Oyuncuların rol dağılımları kesinlikle tekrar gözden geçirilmeli.

Demek alnımızdaki (Gorbaçov lekesinden daha silinmez ve yüz kızartıcı) kapkara linç lekesine ve donumuzdaki boka bakmadan, Gürzumar'a talimat da veriyoruz, ha! Bravo valla!...

..........Dündar Müftüoğlu ve Ali Fuat Çimen oyunda sivrilen isimler. Işık tasarımında Yakup Çartık son derece başarılı.

Bu kadarı yeter! Her saçmana cevap yetiştirmek gerekmez. Ama Musa Uzunlar'ın fiziği, sesi ve oyunuyla gayet inandırıcı çizdiği o Amerikan generalini görmezden gelerek başka isimleri öne çıkardığına göre, o isimlerle nasıl bir hesabın olduğunu bilmek isterdim.

..........Son olarak metnin militarizme eleştirel baktığı nokta, Amerika’ nın dünyaya getirmek istediği demokratik reformlar kadar sahte kalıyor.

Bir "nokta"nın "sahte" kalması ne biçim bir Türkçe'dir? Ne demektir ya?

..........Savaşlardan beslenen toplum yapısı,

Toplumlar savaşlardan beslenmez, iktidardaki militer, siyasal ya da dinsel egemenlerdir savaşlardan beslenen...

..........sadece kişiler üzerinden eleştiri boyutuna taşındığı için insanlığı ilgilendirmeyen bir noktadan ileriye gidemiyor.

Sen ister ilgilen ister ilgilenme ama, tiyatro, tam da öyle bir şeydir: Toplumsalı, kişisel üzerinden yansıtır. Makrokozmosu yansıtmak için, sahne üstünde bir mikrokozmos yaratır. Öyle olmasaydı senin "insanlığı ilgilendirmeyen bir noktadan ileriye gidemiyor" dediğin bu oyun, senden zeki bir sürü tiyatrocuyu ilgilendirmiş ve onların heyecanlı övgülerine esin vermiş olmazdı.

..........Oyun İstanbul Devlet Tiyatroları’na yakışmamış.

Senin linççi zihnindeki "Devlet Tiyatroları" imgesine "Ölüleri Gömün" elbette yakışmaz ama, bu oyuna yakışmayan o çürümüş DT imgesini bunun gibi oyunlarla yıkacağız. Zaten senin telaşın da o yüzden!

..........Daha keskin daha güzel daha sert metinlerle savaş karşıtlığı pekala anlatılabilir.

Öyleyse, "Daha keskin daha güzel daha sert" bir tek, ("bir tek" diyorum, "bir tek") oyunun adını neden veremiyorsun? Veremediğin halde, yani "en keskin, en güzel, en sert" savaş karşıtı oyunla karşılaştığın halde; neden o oyunu sanki "fazla keskin, fazla güzel, fazla sert" olduğu için değil de; "Daha keskin daha güzel daha sert" olmadığı için beğenmiyormuşsun gibi sahtekârca bir tutum sergiliyorsun? Sahtekârlık, iftira linççilerin şanından mıdır?

Biz, bu oyunu "fazla sert" bularak engelleyen senin gibi linççi ve sansürcü kafalara karşı onlarca yazı yazarak yıllarca yapayalnız mücadele ettikten sonra DT'de bu oyunun sahnelenmesi aşamasına ulaştık. Ama şimdi bir de bakıyoruz ki, hayatları boyunca bize çelme takarak tiyatral iktidara yaranmaya/yamanmaya ve "duhul etmeye" çalışmış senin gibi tiyatro kurtçukları; bu aşamaya varıldığında, arkadan dolaşarak iki puan kapmaya kalkıyor; bu oyunu, bu kez de, "fazla sert" bulmadıklarını söyleyerek, "Daha keskin daha güzel daha sert" bir oyun istiyoruz diyerek, engellemeye kalkışıyorlar. Bunca yıldır neredeydiniz? "Daha keskin daha güzel daha sert" oyun talebinizi somut bir öneri haline neden getirmediniz/getirmiyorsunuz?

Sizi gidi sahtekâr linççiler sizi!...


COŞKUN BÜKTEL / 26 Mayıs 2010

(Kaynak: coskunbuktel.com)


***


Ayrıca bakınız:

Ferhun Yılmaz, "Ölüleri Gömün" oyununu, ipini Devlet Tiyatroları ışıkçısı Enver Başar'ın eline bırakan LİNÇÇİ Yaşam Kaya'dan "farklı" değerlendiriyor!

"Shakespeare cahili", LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın yazısını(!), "Google Translate / Çeviri" katkısıyla Türkçeden İngilizceye, İngilizceden Türkçeye çevirdik!

"Shakespeare cahili" LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın da yazı(!) yazdığı Taraf gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, Deniz Baykal'ın eşi Olcay Baykal'la konuştu!

Türkiye tiyatrosuna yeni bir hizmet daha sunuyoruz: "Google Translate/Çeviri" katkısıyla Türkçeden İngilizceye ve İngilizceden tekrar Türkçeye çeviri!

"Shakespeare'in değil doğum tarihini, hangi yüzyılda yaşadığını bile bilmeyen Yaşam Kaya", "Ölüleri Gömün"ün çevirmeni Büktel'in diline dil uzatıyor!


***


LİNÇÇİ Ertuğrul Timur, öznesiz tümce kuruyor!

Yalan makinesi ve küfürbaz Mustafa Demirkanlı'nın sözde küfre karşı kampanyasına alet olanların imzaladıkları metni ve alet olanları teşhir ediyoruz!

Linç imzacıları listesi