4 Mayıs 2010 Salı

GENÇ BİR OYUNCUNUN ANI DEFTERİ / 3

.....biLİNÇaltında ölümcül anlar


Oğuzcan Önver
5 Mayıs 2010


Günlerce bu hastaneden nasıl çıkacağını düşünmüştü. 304 numaralı oda onun için mor bir sürgündü. Etrafı ateşle çevrilmiş bir akrep gibi kendini sokmaya hazırlanıyordu. İntihar şarkısı ne zaman beyninde çalmaya başlasa, kalbindeki orkestra o şarkıyı susturuyordu.

Artık gülümsemek bile yasa dışı bir eylem haline gelmişti. Sıkıyönetim hali yaklaşık bir yıldır sürüyor ve insanlar "kontrol" altına alınıyordu. Neden burada olduğunu anlamamıştı. Yalnızca bu hastaneye herkesin alınmadığını biliyordu.

"Büyük" bir tiyatrocuydu. Nasıl bir oyunda olduğunu unutmuştu. Ne söylese, kötü yazılmış bir replikti artık… Son perde yaklaşmıştı…

Bir yıl önce yapılan askerî darbe, her şeyi alt üst ettiği gibi, onun hayatını da alt üst etmişti. Hayatının altı da, hayatının üstünden pek farklı değildi ama... Yapılan bu darbe, siyasî bir darbeden çok, "psikolojik ve bilimsel" bir darbeydi. Yahudi kökenli, Avusturyalı nörolog Sigmund Freud'un öğretisiyle yola çıkan bilim adamları, bilinçaltını kontrol etmeyi öğrenmişlerdi. Freud'un öğretisine göre, artık rüyalar bile kontrol altına alınabiliyor ve şayet "bilim adamları", darbenin iradesi yönünde "bu öğretilerden yararlanmak" isterlerse, insanların faşistçe uygulamalara tabi tutulmaları söz konusu olabiliyordu. Amacın ne olduğu tam olarak bilinemiyordu; bazı insanlar, özel olarak yapılmış hastanelere alınıyor ve bu insanların üzerlerinde bazı deneyler yapılıyordu. Rivayet çeşitliydi!...

Kendisinin neden seçildiğini ve burada neden tutulduğunu bilmiyordu. Öğretim üyesi bir tiyatrocuydu; çok sayıda tiyatro oyunu yazmış ve çok sayıda oyun yönetmiş, tanınan bir kişiydi. Emekli olur olmaz, bir sahil kasabasına gidip küçük bir yazlık satın almış ve oraya yerleşmişti. Sahil kasabasındaki hâlinden memnundu. Sahil kasabasına dek gelen haberlere göre kısa sürede binlerce insan "intihar etmiş" veya "delirmiş"ti. "Büyük" tiyatrocumuz, bu durumda bir şeyler yapması gerektiğini hissetti. Belki de hayatında ilk kez, yapılan bir "yanlış" için hesap sormak ve bu "yanlış"a isyan etmek zorunda hissediyordu kendini; içinde bulunduğu oda, hayatı boyunca yaptıklarından, daha çok da yapamadıklarından dolayı pişmanlık duyduğu bir zindana dönüşmüştü; bu oda sayesinde, ilk kez, kendisiyle bir hesaplaşma fırsatı yakalamıştı…

Hesaplaşmaya, "yarı aydın" olduğunu kabul ederek başladı. Bilerek, isteyerek halktan kopmak istediğini, elit bir yaşam sürmek arzusunu ve kendisine yakıştırılan "ukalalık" hâlini kabul etti. Sanat yapmak, onun için bir amaç değii; sadece paraya giden tılsımlı bir araçtı; farklı seslere sağırdı; varsa yoksa, kendi "sanatı"! Huysuz ihtiyarın teki olarak, 304 numaralı hastane odasında pişmanlıktan üşüyordu.

Huysuz ihtiyar, gece yarısı odasının kapısını açtı ve ilk defa dışarı çıktı. Oysa, daha önceleri, bu kapıyı açmayı çok düşünmesine karşın, asla cesaret edememişti. Nöbetçi doktorlar, hemşireler ve güvenlik görevlileri yoktu. Her şey gereğinden fazla sakin ve ıssızdı. Yandaki odanın kapısını usulca araladı. Yatakta yaşlı bir adam vardı. Onu daha önce görmüş olduğunu düşündü; ama bir türlü tanıyamadı. Huysuz tiyatrocumuz, içeri girdiği anda yaşlı adam uyanmış ve "Kimsin?" diye bağırmıştı. Huysuz tiyatrocu, yutkunarak ve kısaca kendini tanıttı; kurtulmak istediğini anlattı, yardım istedi. Yaşlı adam, huysuz tiyatrocuyla uzun süre konuştu. Kendisinin eski bir komutan olduğunu ve neden burada bulunduğunu bilmediğini söyledi.

Bu iki adamın ortak bir yönü olmalıydı ve çok zaman geçmeden her ikisi de bu yönlerini keşfettiler; hayatları boyunca baskıcı bir düzen kurmaya çalışmışlar, çevrelerini kontrol etmeye ve egolarını tatmine uğraşmışlardı. Bir ortak özellikleri daha vardı; yaşlandıklarında her ikisi de, aynı havayı taşıyan birer sahil kasabasına yerleşmişlerdi.

Yaşlı komutan, bu hastaneden çıkmak için her şeyi yapabileceğini söyledi. Pişmanlıklarını derinleştirmek yerine, geçmişlerinden ve bu hastaneden kaçış planları yaptılar. Bu planlarını gerçekleştirebilmek için, daha çok insana ulaşmaları gerekiyordu. Bu nedenle, örgütlenme kararı aldılar. Örgütlenmeleri, onları isyana hazırlayacaktı. İroni tanrıları bu duruma çok sevindiler…

Huysuz tiyatrocuyla yaşlı komutanın ilk buluşmalarının ardından aylar geçti. Eskimiş komutan ve huysuz tiyatrocumuz, her gece saatlerce konuştular ve örgütlenme planları hazırladılar. Hastanedeki diğer insanlara ulaşmak istediler; ama hiç kimse hastaneden kaçmak istemiyordu. Huysuz tiyatrocuyla eskimiş komutan çok korkmuşlardı. Hastane halkının bu umursamazlığı ve örgütlenme isteksizliği, her ikisini de âdeta çıldırtıyordu.

Her şeye karşın, huysuz tiyatrocumuz, kendisiyle hesaplaşmaya devam etti. Bu hesaplaşmasını kalıcılaştırmak için, yazmaya da başlaşmıştı artık. Yazarak, eğer zehrini topluma akıtamazsa, bu sıkıntının kendisini sokacağını biliyordu.

Huysuz tiyatrocu, yan odadaki komutanın, sıkıyönetimin has adamlarından biri olabileceğini düşündü bir gece; bu düşünce onu delirtebilirdi; ağzından laf almak veya kaçıp kaçmayacağını test etmek için büyük bir oyun hazırlanıyor olabilir miydi? Kimse kaçmaya yanaşmamıştı, odadan çıktığında kimse olmuyordu dışarıda, eskimiş komutan çok fazla soru soruyordu…

Belki de o adam asker değildi. Huysuz tiyatrocu, pişmanlıkları ve şüpheleri içinde boğuluyor, artık geceleri odasından bile çıkmıyordu. Yan odadaki yaşlı adamla hiç görüşmüyordu. Yaşlı adam da, onun yanına hiç gelmiyordu. Huysuz tiyatrocunun şüpheleri giderek artıyordu. Gün geçtikçe içine kapanıyor ve her gün saatlerce hiç durmadan yazıyordu; artık kaçmaktan vazgeçmişti.

Huysuz tiyatrocu, her şeyi olduğu gibi kabullenmişti; hastaneden hiç çıkamayacağını, pişmanlıklarını asla yenemeyeceğini, şüphelerinin sağlamlığını, sabahları kontrole gelen hemşireye âşık olduğunu ve bu âşık olma hâlini hemşireye söyleyemeyeceğini, her şeyi, ama her şeyi olduğu gibi kabullenmişti.

Bir gece yarısı, huysuz tiyatrocunun yanına bir doktor geldi; doktoru hemen tanıdı. Doktor, yan odadaki yaşlı adamdan başkası değildi. Huysuz tiyatrocu, büyük bir kokuya kapılıp birdenbire bağırmaya başladı. Huysuz tiyatrocunun içine yuvarlandığı sinir krizini, ancak sakinleştirici bir iğne bitirebildi. İğnenin uyuşturucu etkisinden yavaş yavaş kurtulan huysuz tiyatrocu, gözlerini açmaya başladığında doktor konuşuyordu:

- Demir bey, iyi misiniz?

+ Hiç iyi değilim! Peki, sen kimsin?

- Ben psikiyatri doktoru Murat, size yardımcı olmaya çalışıyorum. Aylar önce, birkaç bilim adamının bilinçaltlarını ele geçirdiğini ve sizi buraya zorla getirdiklerini söylediniz. Biz de size bir terapi uyguladık. Ben, "eskimiş bir komutan" rolünde oldukça iyiydim; değil mi? Ne de olsa, adınızın hep "BÜYÜK" harflerle yazılmasını isteyen bir tiyatrocusunuz. Beni mutlaka anlarsınız!

+ İnanamıyorum, inanamıyorum. Bütün bu olanların, tatlı bir rüya olduğunu söyleyin bana!

- Bütün bu olanların bir rüya değil, yakıcı bir gerçek olduğuna inanmalısınız; bir yıl önce kendi isteğinizle geldiniz buraya. Siz paranoid şizofrensiniz. Aslında tedavi iyiye gidiyordu; ama bir gün, siz artık buraya gelmemeye başladınız.

+ Tek bir şey istiyorum sizden…

- Buyurun, elimizden geleni yapmaya hazırız.

+ O hemşireyi getirebilir misiniz?

SON


***


Ayrıca bakınız:

GENÇ BİR OYUNCUNUN ANI DEFTERİ / 1

GENÇ BİR OYUNCUNUN ANI DEFTERİ / 2

Oyuncu Oğuzcan Önver, şiir de yazıyor!

Bulunmaz Tiyatro'da aynı anda iki grup çalıştı!

Bulunmaz Tiyatro oyuncularından bir kısa film!

Oğuzcan Önver, Uğur Özkan, Sabri Can Locva, Kâzım Şimşek ve diğerlerinin kısa filmlerle derin duygular anlatma çabasına aklımızın gücüyle katkı sunmak

Bulunmaz Tiyatro oyuncularından bir kısa film!

http://oguzcanonver.blogcu.com/


***


Oyuncu Uğur Özkan, şiir de yazıyor!

Uğur Özkan'dan şiir tadında keyifli bir öykü!