.....Bir Bahar Temizliği
Oğuzcan Önver
27 Nisan 2010
Geçirgenliğini yitirmiş maskelerim; hücremdeki acılarımı tutamıyor. İntiharın genel ideolojisi değişime hazırlanıyor. Bahar temizliği yapma arzum, tembel "ben"le saatlerce uğraştıktan sonra, bir karar alıyor ve ben hayatımda ilk kez bir bahar temizliği yapmaya yelteniyorum. "Ama"larım ve "Aslında"larım bu temizlikten ilk etkilenenler oluyor.
Başladığım "bir bahar temizliği"ne korkuyla yaklaşmaktan kendimi alamıyorum. Alt tarafı bir temizlik… Ne kadar zor ve yorucu olabilir ki? Teoride her şey güzel; ama pratikte bazı sorunlar yaşanabiliyor.
Görece olarak başarısız bir şairim. İlk kitabımın yayınlanması için çok çaba sarf ediyorum. Şiirlerim evsiz yurtsuz internette dolaşıyor. Şiirlerimin yurdu veya milleti yok zâten; ne var ki bazen bir evleri olsun istiyorum. Ama galiba burası Tezer Özlü'nün de dediği gibi; "Bizi öldürmek isteyenlerin memleketi!"
"23 Nisan"ı kutlayıp, "24 Nisan"da hüzünlenmeme izin vermiyor "ideoloji tanrıları". Barış bir metaforsa, bu ülkede ben şair olmak istendiriliyorum.
Evimde, kütüphanem dışında temizlenecek başka bir şey bulamıyorum. İki odalı evimde, büyük olan oda, tamamen kitaplar, dergiler, plaklar ve piyanomla kaplı. Diğer odada yatak ve televizyon var.
- Üç aydır hiç televizyon izlemiyorum!
Banyo ve mutfak, hem çok küçük ve hem de temizlemeyi göze alamayacağım kadar dağınık; oraların annem tarafından temizlenmesini daha doğru buluyorum. Kütüphanemdeki kitapların tozunu almaya başlıyorum. Bazı kitapların içinden küçük küçük notlar ve eskimiş fotoğraflar çıkıyor. Geçmişimle hesaplaşamıyorum; sadece hüzünleniyorum…
Kütüphanemin ulaşılması zor aralığına bir kitap düşmüş. Almak için çok çaba harcıyorum. Ağzım burnum ve gözlerim toz oluyor. Gözlerim yaşarıyor.
- Üç aydır hiç ağlamıyorum!
Bunca emeğin karşılığı: "Böyle Buyurdu Zerdüşt - Friedrich Nietzsche"
Bu kitabı, eski okulumun kütüphanesinden çalmıştım. Ya okumaya fırsatım olmadı ya da unuttum; bilmiyorum, ama bu kitap o an iyi geliyor bana ve onu okumak için çalışma masamın üzerine bırakıyorum. Ve "sözde" temizliğime geri dönüyorum; aklım nedense o kitapta kalıyor. Temizliği bırakmak için bahanelerim çoğalıyor…
Kedim "Mor", ben temizliğe başladığım sırada, annemin konuğu olarak hayatına devam ediyor. Paris'e yaptığım gezi öncesi, onu annemlere bırakmıştım; geri almak içimden gelmiyor pek. "Mor"u hiç özlemediğimi fark ediyorum. Oysa o kediyi, o kadar çok seviyorum ki... Her nedense, insanlar çok sevdikleri şeyleri bazen hiç özlemiyorlar. Tuhaf! Bazen, çok sevdikleri insanları bile hiç özlemiyorlar insanlar. Ne tuhaf!… Şu sıralar tuhaf olmayan tek şey kitaplar. Depresyon hırkaları yaz gelince ucuzluyor. İnsanı bir nevî tahrik ediyor bu hırkalar. Giyinince unutuyorsun; makyajın siliniyor ve sen artık "herkes"leşiyorsun. Herkes "sen"sizleşiyor…
İnsanlara; "Bana hayatım boyunca geçmeyecek olan bu huzursuzluğu neden verdiniz?" diye sorasım geliyor. Sizin acılarınız altında ezilmek yerine, yalnızlığımın varoluşuyla savaşını izleyen anti-militarist çevreci bir kedi olmayı tercih ediyorum! Gittikçe "Mor"arıyorum.!! Bu beni daha da ıssızlaştırıyor!!!
Koyu bir kahve yapıyorum kendime. Temizliğimin bitişini, düş kırıklıklarıma basıp, kanlar içinde ağlayan çocuklarla kutluyorum!
Veba’lı yabancı’lar düşüş’e hazırlanıyor. Albert Camus’un kulakları çınlıyor.
Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü okumaya başlıyorum, içimde garip bir sıkıntı var. İlk sayfalarda, kitabın sahibinin adını görüyorum. Sahibini tanıyorum kitabın. Bu tesadüfe önce gülümseyerek sonra da acı duyumsayarak tepki veriyorum! Hayatı protesto ediyorum! Bizimle resmen dalga geçiyor, küçük oyunlar ve tesadüflerle kaderin arkasına saklanabileceğini mi sanıyor? Bizi üzmeyi henüz hak etmiyor. Biz üzülmeyi hak etmiyoruz… Henüz değil…
- Üç ay sonra ilk defa ağlıyorum!
Kapının zili çalıyor; kapıyı açıyorum. Annem, "Mor" u getirmiş. "Dayanamadım..." diyor. "Ne aksi bir kedin varmış; tıpkı sana benziyor…"
Mor, beni görünce hiçbir tepki vermeyip usulca yanımdan uzaklaşıyor. Onun da beni özlemediğini anlıyorum; ama beni sevdiğini hissediyorum. İnsanlar ve kediler ne zaman ki birilerini özlüyorlar, işte o an bir şeyler kopuyor; öğreniyorum. Hayat bizi üzmeyi işte şimdi hak ediyor! Kitabın sahibini özlüyorum… Sahi kitabın sahibi kim?...
Annem, evin dağınıklığından dolayı söylenip duruyor: "Bizde kalsan daha iyi olur!" Ben, "Oğuz Atay’ı okudun mu?" diye soruyorum. (Okuması için Atay'ın kitaplarını vermiştim!)
"Okudum. Sen de ona benzemeye mi çalışıyorsun?"
"Galiba..." diyorum. "Başarabilirsin!" diyor. Sesindeki garip buğu dikkatimden kaçmıyor: "Babanla görüş; seni çok özlemiş…"
"Tamam, bu akşam size gelirim." Mutlu oluyor…
Akşam oluyor, ama gitmiyorum…
- Üç ay sonra ilk defa televizyon izliyorum!
***
Ayrıca bakınız:
GENÇ BİR OYUNCUNUN ANI DEFTERİ / 1
Oyuncu Oğuzcan Önver, şiir de yazıyor!
Bulunmaz Tiyatro'da aynı anda iki grup çalıştı!
Bulunmaz Tiyatro oyuncularından bir kısa film!
Oğuzcan Önver, Uğur Özkan, Sabri Can Locva, Kâzım Şimşek ve diğerlerinin kısa filmlerle derin duygular anlatma çabasına aklımızın gücüyle katkı sunmak
Bulunmaz Tiyatro oyuncularından bir kısa film!
http://oguzcanonver.blogcu.com/