"Theope" sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
"Theope" sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

23 Haziran 2007 Cumartesi

Devenin her yeri eğri!

Theope adlı oyun, Coşkun Büktel'in özgün yapıtı...

Kitabı kim okursa okusun, özgünlüğünü anlıyor, bu özgünlüğe inanıyor. Burada, kitabın arka kapağına da alınan, bazı tanınmış okurların görüşlerini aktaralım:


"(Theope) Freud okumuş bir Sophokles'in oyunu olabilirdi."
SELÇUK EREZ

"Theope Türk dilinin Hamlet'idir, ama Hamlet'i çıkardığınızda geriye devasa bir Britanya tiyatrosu kalır, Theope'yi çıkardığınızda ise koca bir serap ve birkaç damla su."
ACAR BURAK BENGİ

" ' Savaşa hayır sevgiye evet' mesajı veriyor. 'Savaşa hayır' demenin suç olduğu memleketimizde hayli cesur bir mesaj."
NAZLI ILICAK

"Theope, Nobel'i hak ediyor."
HAMDİ ALKAN

"Theope'yi okumadınızsa, Türk dilinin nelere kadir olduğunu tam olarak bilmiyorsunuz demektir."
BİROL GÜVEN

"Büyülendim."
HASAN ALİ TOPTAŞ


Ne var ki, erguvani (oligarşik) tiyatro dünyası, her güzel yapıta yaptığı gibi, bu yapıta da Vandalca saldırıyor. Başta Prof. Dr. Özdemir Nutku olmak üzere, egemenlerden yana tiyatro yapan herkes, Theope'ye, kırmızıya saldıran boğa gibi saldırıyor... tıkla: Theope Polemiği

İşin garibi, bu yapıtı tanıtıyormuş, destekliyormuş gibi görünenlerin bir kısmı da, aynı niyetle dezenformasyon oluşturuyorlar. Bunlardan biri de Radikal Kitap!...

25 Mayıs 2007 tarihinde, Radikal Kitap'ta yayımlanan tanıtım (!) yazısını okuyalım:


THEOPE

Coşkun Büktel, Çitlembik Yayınları, oyun, 164 sayfa
Coşkun Büktel, 'Theope'nin önsözünde, oyunu yedi yılda tamamlayabildiğini belirtiyor. 1988 yılında tamamlanan ve 1993'te yayınlanan 'Theope' adını, aynı adlı bir Yunan tragedyasından alıyor.
(Biz kalınlaştırdık - OYUN) Heykeltıraş Menoikeus, yedi yıl önce kaybettiği Theope'yi daha yeni bulmuştur ve Theope'ye olan özlemini gidermek için insan ömrü ona yeterli görünmemektedir. Fakat Argos orduları tarafından kuşatılmış Thebai kentinin kâhini Teiresias, kentin kuşatmadan kurtulabilmesi için Menoikeus'un kendini, kendi isteğiyle, tanrılara kurban etmesi gerektiğini bildirir ve bu kehanet, Menoikeus ile Theope'nin tragedyasını başlatacaktır. Bu iki sevgilinin tragedyası da sonuçta, tüm bir kentin kaderini etkileyecektir.

tıkla: Radikal Kitap


İki hafta sonra (8 Haziran 2007) yayımlanan, bir başka tanıtım (!) yazısını okuyalım:


Uğruna kentler yakılan kadın

Menoikeus'un Theope'ye aşkı çok güçlüdür. Aslında onun Theope'yi değil de kendi yarattığı daha doğrusu yaratmaya çalıştığı heykeline âşık olduğu söylenebilir

08/06/2007

ABİDİN PARILTI

Coşkun Büktel'in oyunu Theope aşk, ihanet, vatan sevgisi, isyan ve özellikle fedakârlık üzerine kurulmuştur. İnsanlığın en temel dertleri olan bu konular âşık ve heykeltıraş kimliğiyle Menoikeus'un ve âşık olunan, ama başkasına âşık olan Theope'nin etrafında örülmüştür. Oyun, kör kahin Teiresias'ın Menoikeus'un ölümünü görmesi ve bu ölümün Thebai kentini savaştan çıkaracağını söylemesiyle başlar. Çünkü tanrılar Thebai'nin kurtuluşuna karşılık Menoikeus'un cansız bedenini istemektedirler. Thebai'deki en mükemmel kişinin! Thebai kenti savaşla, vebayla, yangınlarla boğuşmaktadır. İktidarda olan Eteokles ise bu kente demokrasi getirmiştir. Her ne olursa olsun insanların dileklerinin dışında savaşa gönderilmeyeceğini söyler ve bu fikrinde diretir. Ancak yardımcısı Kreon bu düşüncenin tam karşısındadır. Vebalıların derhal yakılmasını ve herkesin hemen silah altına alınmasını söyler. Karşı tarafta savaşanlarsa Eteokles'in kardeşi Polynikes komutasındaki Argos ordusudur ve nerdeyse kenti alacaktır. Diğer yandan tam kör aşık kıvamındaki Menoikeus'u görürüz. Bütün zamanını Theope'nin heykelini yapmaya adamıştır. Acele etmez. Her zerresini hissederek heykelini yapar. Theope ise hep karşısındadır.

Bütün acılardan uzakta bir aşk gibi görünse de bir zaman sonra çatlaklar ortaya çıkmaya başlar. Theope bir köleyken Menoikeus tarafından oldukça ucuza alınmıştır. Menoikeus ona o kadar âşıktır ki ona dokunamaz, öpemez, onunla cinsel bir birleşme yaşamaz. Theope ise hiç de bir âşık gibi değildir. Önüne gelenle intikam duygusunu perçinlemek için yatmıştır. Daha sonra onu Fenikeli gemicilerin kaçırdığını söyleyerek şimdi Thebai'ye savaş açmış olan Polynikes'in sevgilisi olur. Yedi yıl boyunca onunla yaşar. Diğer yandan Thebaililer ve kör kahin her ne kadar Menoikeus'un kendini surlardan atmasını istese de o bunu kabul etmez. Theope'ye aşkı bütün insanlarını ölüme sürükleyebilecek güçtedir. Ama bir yandan da dönülüp bakıldığında Menoikeus'un aslında Theope'yi değil de kendi yarattığı daha doğrusu yaratmaya çalıştığı heykeline âşık olduğu da söylenebilir. Ve aslında kendine taptığı, kendi ürettiğine karşı hastalıklı bir bağımlılığının da olduğu rahatlıkla çıkarsanabilir. Aslında bütün gücünü Theope'nin gerçeğini sevmeye değil heykelini yapmaya adamıştır. Bütün Thebai Menoikeus'a karşı çıksa da o ölümü kabul etmez. İsyan eder. Kendini ülkesine feda etmeyi kabul etmez. Tanrılara isyan ederken aslında iktidar ve onun suretlerine, çıkar ilişkilerine de isyan etmektedir. Çünkü Thebaililer aslında ne uğruna savaştığını da bilmemektedirler. Sadece savaşmaktadırlar. İktidarlar böyle istediği için. Kehanet gerçekleşir mi? Evet. Antik yunan oyunlarında da olduğu gibi kehanet gerçekleşir ama farklı bir biçimde. Ve Teiresias'ın geleceği değil, görmek istediği -kör ama olsun- geleceği söylediği de anlaşılır. Kreon, Oidipus, Eteokles...


Kısaca özetlemeye çalıştığım

Theope Coşkun Büktel tarafından yazılmış bir tragedyadır. Bu hem anlatım biçimi, üslup ve kullanılan teknikte ortaya çıkar hem de olayların geçtiği dönem ve kahramanlarda... Kahramanlar çoğunlukla antik Yunan mitolojisinde önemli yerleri olan isimlerdir. Kreon, Oidipus, Eteokles, Antigone, Kahin Teiresias gibi...
(Biz kalınlaştırdık - OYUN)

Theope iyi bir oyun. Değerli bir oyun. Ama bence Coşkun Büktel'in kitabın girişinde ve daha birçok yerde de söylediği gibi "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun" değildir. Çünkü bence sanatta 'en'ler yoktur. İyiler vardır ama zirve sadece bir tek olanın elinde değildir. Diğer yandan metnin iyi olup olmadığını yazan değil okuyanlar karar vermez mi? Bu yüzden keşke Çitlembik Yayınları'nın bu özenle hazırlanmış yeni ve profesyonelce basımında eski, suyu çıkmış polemikleri yeniden su yüzüne çıkaracak iki önsöz olmasaydı. Zira kitabın girişi polemikleri yeniden hatırlatırken, oyunun etkisini azaltıyor.

THEOPE
Coşkun Büktel, Çitlembik Yayınları, 2007, 164 sayfa, 9.5 YTL.

tıkla: Radikal Kitap


Şimdi de Dün (22 Haziran 2007) yayımlanan Radikal Kitap sf.31'den bir alıntı:


Düzeltme

Radikal Kitap'ın 323. sayısında bu sayfalarda yer alan Coşkun Büktel'in "Theope" adlı kitabının adını aynı adlı bir Yunan tragedyasından aldığı bilgisi doğru değildir. "Theope" Büktel'e ait özgün bir metindir. Düzeltir, özür dileriz.


"Düzeltme" sözcüğünden sonra bir ünlem işareti konulsaydı, sanırız daha doğru olurdu: "Düzeltme!" Yani, aslında düzeltmek için değil, bozmak için yazıldığı, kısacık yazıdan bile belli oluyor! Deveye "boynu eğri" demişler, "nerem doğru ki" demiş!!!

İlk tümcedeki "...aynı adlı bir Yunan tragedyasından aldığı bilgisi doğru değildir." yargısı, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak denli, bir "Theope adlı bir Yunan tragedyası"nın varlığını buyrukluyor. İlk tümceyi okuyan "tarafsız" okur, Coşkun Büktel'in yıllardır kanıtladığı, "Theope diye bir başka oyun yok!" savını çürütmek için uydurulmuş ince bir kurnazlığın farkına varamayabilir!

Türkiye Tiyatro Dükalığı, Prof. Dr. Özdemir Nutku ve şürekasının yönlendirmesinin etkisinde kalarak, yaptığı her işi özgünlük içerisinde oluşturan Coşkun Büktel'e haksızlık ediyor. Türkiye tiyatrosunun çürümesine karşı çıkanlar, bu duruma da karşı çıkmak zorunda...

16 Kasım 2011 Çarşamba

LİNÇÇİ Ömer F. Kurhan, Türkiye'nin tiyatral Kenan Evren'i, iftiracı ve LİNÇÇİ Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun "Theope" için attığı iftirayı kuramlaştırdı!

Ömer F. Kurhan: İkinci bir “Theope” Var mı? Evet, İkinci Bir Theope Var



“Theope” oyununun yazarı Coşkun Büktel, “Theope” üzerinden yürüttüğü kavgasını her zeminde ve her koşulda tiyatro insanlarını aşağılayarak sürdürdü.


2005 yılından bu yana da Sayın Prof. Özdemir Nutku’yu mesnetsiz bir biçimde “iftiracı” olarak tanıtmaya, sözde oyununun sahnelenmesini Sayın Nutku’nun engellediğini kabul ettirmeye çalıştı, oysa oyunu Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu’ndan geçtiğinde, Sayın Nutku Edebi Kurul Başkanıydı.

Yayın Yönetmenliğini Erbil Göktaş’ın yürüttüğü Yeni Tiyatro Dergisi’nde, H. Hilmi Bulunmaz imzasıyla bir yazı yayımlandı ve bu yazıda da yaklaşık yüz defa Sayın Nutku’ya “İftiracı” sıfatı kullanıldı, bu savı Ömer F. Kurhan yaptığı araştırmayla çürüttü ve Sayın Nutku’ya yönelik “iftiraların” dayanaksızlığını ortaya koydu, bu yazının da Yeni Tiyatro Dergisi’nde yayımlanması gerekirdi, ancak Sayın Göktaş, aşağıda okuyacağınız yazıyı Hakem Kurulu’nun reddettiği, yani bilimsel olmadığı gerekçesiyle yayımlamadı. Sayın Nutku’ya mesnetsiz olarak sadece bir yazıda yüzün üzerinde“iftiracı” suçlaması yapılması, böyle bir yazının ise bilimsel olarak sunulması, sadece Sayın Nutku’ya yapılan bir haksızlık değil, bilime, gazeteciliğe dahası gerçeklere karşı bir haksızlıktı. Bu noktada Sayın Özdemir Nutku’yu, deyim yerindeyse, kurda kuşa yem etmeme kararlığında olan ve bu kararlılığın görevi olduğu bilincinde olan Tiyatro... Tiyatro... Dergisi olarak biz yayımlıyoruz, umarız muhataplar artık Sayın Nutku’dan özür diler ve aynı saldırgan üslubu kullanmazlar.

2005 yılında, Devlet Tiyatroları Koordinasyon Toplantısı’nda, Özdemir Nutku bir iddiayı dile getirdi. 16. yüzyılda yazılmış Coşkun Büktel’in “Theope” oyunuyla aynı adı taşıyan bir oyunun olduğunu, bu iki eserin karşılaştırılmasını, varsa benzerliklere bakılmasını ve bunu Fransız filolojisinden ya da Fransızca bilen kişilerin yapması gerektiğini söyledi.[i]

Özdemir Nutku’nun ikinci bir “Theope”nin var olduğu iddiasını ortaya attığını, aynı toplantıya katılan ve “Theope” gibi önemli bir oyunun Devlet Tiyatroları’nda oynanmamış olmasını eksiklik olarak gördüğünü ifade eden Şahin Ergüney ifşa etti.[ii] Bunun üzerine, Coşkun Büktel şiddetli bir itiraz geliştirdi ve böyle bir eser varsa gösterilmesini, kendi yaptıkları araştırmadan böyle bir sonuç çıkmadığını söyledi:

“… tüm uğraşlarımıza karşın, ne benim ‘Theope’me benzeyen ikinci bir ‘Theope’yi, ne de hatta benim “Theope”me benzemeyen ikinci bir ‘Theope’yi saptayabildik. ‘Theope’ adlı ikinci bir oyunun var olduğunu hiç sanmıyoruz. Böyle bir oyun varsa bile, bu oyunun ya benim ‘Theope’mden sonra yazılmış olması gerektiğini, ya da benim ‘Theope’mle arasında en küçük bir benzerlik bile bulunamayacağını kesinlikle biliyoruz.”[iii]

Bildiğim kadarıyla, Coşkun Büktel’in itirazına Özdemir Nutku’nun verdiği tek yazılı yanıt var. Bu yanıtta, eski belgeleri karıştırırken 17. yüzyılda yaşamış ikinci sınıf bir yazarın “Theope” adlı bir oyununa rastladığını söylüyor. Ayrıca ekliyor: “Metni görmedim… Metni görseydim bile, Fransızca bilmediğim için oyunu okuma olanağı bulamayacaktım.”[iv]

Tabii ki Coşkun Büktel bu yanıttan tatmin olmuyor ve ikinci bir “Theope” varsa ortaya çıkarılmasını, aksi takdirde Özdemir Nutku’nun ahlâken de sorgulanmasının kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Bu noktadan sonra, benim “Büktel-Nutku İhtilafı” dediğim olay meydana geliyor. Bu ihtilaf temelde iki unsuru içeriyor: Birincisi, Özdemir Nutku’nun şu ya da bu nedenle “Theope”nin Devlet Tiyatroları’nda oynanmasını engelleme çabası içinde olup olmadığı; ikincisi ise, komplocu bir tutum geliştireceğim derken ikinci bir “Theope”yi yoktan var edip etmediği. Dikkat edilecek olursa, ikinci unsur etik bir sorunsallaştırmanın ötesinde akademik-bilimsel bir sorgulamayı gerektiriyor.

Bu ihtilafa ilgi duymamın nedeni, başka bir vesileyle başlayan ve Büktel’le yaşadığımız bir tartışma. Tartışmamız haksızlıklar karşısında vicdani kanaat ve tavır oluşturmanın mantığı ve yöntemi ile ilgili; isteyen bu tartışmanın belgelerini İATP-G, Oyun ve Büktel’in şahsi sitelerinde bulabilir. Bu yazıda, bu tartışma sırasında dile getirdiğim ayrıntı bir bilgiyi gündeme getirmek istiyorum: İkinci bir “Theope” var mı bilemem, ama 18. yüzyılda Fransız bir yazarın yazdığı bir roman var ve romandaki kadın kahramanın adı Théophé.

Son yıllarda tiyatro tarihi alanında çalışmalara yoğunlaşan Fırat Güllü, akademik bir ayrıntı olarak değerlendirdiğim bu bilginin “İkinci bir ‘Theope’ var mı?”, “Varsa iki eser arasında benzerlikler ne düzeyde?”, “Yoksa Özdemir Nutku ikinci bir ‘Theope’yi yoktan mı var etti?” sorularına ışık tutabileceğini ve bu şekilde belirsizlik üzerine inşa edilen söylenti ve suçlamaların sona erdirilebileceğini söyledi.

Fırat Güllü’nün uyarısı üzerine, Büktel-Nutku ihtilafının ahlâki sorunsallaştırma açısından belirleyici olmadığını düşündüğüm ikinci unsuruna açıklık getirmenin önemli olduğunu düşünerek bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum. Açıklık getirilmesi gereken konu, ikinci bir “Theope”nin var olup olmadığı, varsa iki eser arasında bir benzerlik, daha doğrusu güçlü bir benzerlik ilişkisinin olup olmadığıdır. Böylece, belirsiz bir şekilde “Theope” üzerine düşürülen bir soru işaretinin önyargı ve kestirme sonuçlarla değil ama bilimsel araştırma mantığıyla ortadan kaldırılması mümkündür diye düşündüm.

Öncelikle belirtilmesi gereken, Özdemir Nutku’nun ikinci “Theope” hakkında verdiği bilgilerin çelişkili olduğu ve belirsizlikler içerdiğidir: Devlet Tiyatroları Koordinasyon Toplantısı’nda, eski “Theope”nin Fransız yazarının 16. yüzyılda yaşadığını söylerken, Büktel’e verdiği yazılı yanıtında 17. yüzyılda yaşadığını söylemiştir. Ayrıca yazarın adını vermemiştir. Dolayısıyla şu ya da bu düzeyde bilimsel bir kesinlik iddiasında bulunmadığını söyleyebiliriz.

Öte yandan, Özdemir Nutku’nun söylediklerinden kalkarak, ikinci bir “Theope”yi yoktan var etmediği ama en fazla “duyum” değerinde bir bilgiye sahip olduğu izlenimi edindiğimi belirtmeliyim. Dolayısıyla, ortada sadece bir Büktel-Nutku ihtilafının olmadığını, ihtilafın ikinci unsuru ile ilgili olarak bir Büktel-Kurhan ihtilafının da meydana geldiğini kabul etmem gerekiyor. Büktel ve yakın arkadaş çevresinin iddiasına göre, Özdemir Nutku’nun ikinci “Theope”nin varlığını uydurduğunu kabul etmemiz gerekmektedir; en azından yaptıkları araştırma bunu göstermektedir.

Buna karşılık, her ne kadar çelişki ve belirsizlikler içerse de, ortaya atılan ikinci “Theope” konusunu ciddiye almamın nedeni, bir yönüyle Özdemir Nutku’nun az çok bildiğim akademik kariyeridir. Başka bir deyişle, Özdemir Nutku’nun yoktan var etme derecesinde kasıtlı bir eylem gerçekleştirmediğini düşündüğümü söyleyebilirim. Fakat ikinci bir “Theope”nin olabileceği konusunda bir kanıya sahip olmamın asıl nedeni, çelişki ve belirsizlikler içeren bir duyumun bazen önemli ipuçları verebileceğine inanmamdır. Bir duyum doğası gereği kesin bilgiler içermez, yanlışlar da içerebilir ama gerçeğe işaret eden bazı ipuçları vermesi ihtimal dahilindedir.

Büktel ve yakın arkadaş çevresinin ikinci bir “Theope”nin izine rastlamadıkları yolundaki açıklamaları benim için tatmin edici değildi; açıkçası, Fransızca’yı dikkate almayan yanlış bir tarama yapmış olabileceklerini düşünmüştüm. Nitekim ben taramayı “Theope” değil de “Théophé” diye yaptığımda, karşıma bir bilgi çıkmıştı. Bu bilgiye göre, 1697-1763 yılları arasında yaşamış Antoine-François Prévost’un yazdığı eserler arasında, “Histoire d’une Grecque Moderne” (Modern Yunanlı Bir Kadının Hikâyesi) adlı roman da bulunuyor ve romanın kadın kahramanı “Théophé” adını taşıyordu. Böylece ikinci bir Théophé’nin olduğunu ama bu Théophé’nin bir oyunun adı olmadığını, Prévost’un bir romanındaki kadın kahraman olduğu sonucuna ulaştım. Théophé, Prévost’un eserine verdiği adda mevcuttur ama “Théophé” olarak değil, “Yunanlı Bir Kadın” olarak.

Netleştirilmesi gereken ikinci nokta, Büktel’in oyunu ile Prévost’un romanı arasında bir benzerlik olup olmadığıdır. Elbette benzerlik derken iki eserin de kahramanının benzer adlar taşıması, cinsiyetlerinin kadın olması, eserlerin adında mevcut olmaları gibi benzerlikleri kast etmiyoruz. Bu tür benzerliklerle karşılaşmak her zaman mümkündür. Asıl sorgulanması gereken, Büktel’in “Theope”yi yazarken Prévost’un eserini kendisine bir şekilde dayanak yapıp yapmadığıdır. Bunu anlamak için de, iki eserin hikâyesini kısaca özetlemek faydalı olacaktır:

"Modern Yunanlı bir Kadının Hikâyesi"

Romanın anlatıcı-kahramanı Fransız diplomat, Osmanlı Türkiyesi’nde, İstanbul’da bir haremde köle hayatı süren genç Théophé’nin kurtulmalığını ödeyerek onu himayesi altına alır. En önemlisi, Fransız dilini ve okumayı öğreterek onu asimile etmeyi, Batı ahlâkına kazanmayı amaçlar. Asimilasyon oldukça başarılı görünür: Théophé en zorlu eserleri dahi okuma ve kavrama gücüne erişir. Fakat Théophé’nin yüksek bir bilinçle edinmiş olduğu Batılı ahlâk değerleri, Fransız diplomat açısından hiç beklemediği bir sonuca yol açar: Kadın kahraman, köle hayatı sürerken yaşadığı bayağılıklara tamamen sırt çevirip özerklik de talep eden erdemli bir hayat sürmeye karar verir. Fransız diplomatın erotik arzularına yanıt vermeyi reddeder; çok değerli hediyelerini ve hatta evlenme teklifini geri çevirir. Erotik aşk ile ahlâki erdemin yarattığı paradoksla karşı karşıya kalan Fransız diplomat adeta tuzağa düşmüştür. Bir yandan Théophé’ye hayranlık beslerken, diğer yandan onu şiddetle arzulamayı sürdürür. Théophé’nin etrafında pervane olan erkekleri gördükçe, aldatılıp aldatılmadığı şüphesi içini kemirir; kıskançlığı büyüdükçe büyür. Théophé gerçekten bir erdem abidesine mi dönüşmüştür, yoksa eskiden olduğu gibi bir sapkın mıdır? Roman bittiğinde anlatıcı-kahraman bu soruya kesin bir yanıt veremez. Théophé’nin gerçekte nasıl bir kadın olduğu sır olarak kalır.[v]

"Theope"

Eteokles, hüküm sürdüğü Thebai’ye demokratik bir düzen getirmiştir. Fakat anlaşmazlığa düştüğü kardeşi Polyneikes Argoslularla birleşerek iktidarı ele geçirmek üzere Thebai’yi kuşatır. Halk hastalık, açlık ve kentin üzerine yağan ateş topları nedeniyle kırılmaktadır. Buna rağmen Eteokles, yardımcısı Kreon’un talep ettiği zorunlu askerlik hizmetinin anti-demokratik ya da veba hastalığı nedeniyle ölüleri yakma işleminin tanrılara saygısızlık olduğunu düşünmektedir. Öte yandan, din ile devlet işlerini ayırma konusunda geri adım atarak, kör kâhin Teiresias’a başvurma ihtiyacı duyar. Böylece Teiresias, Thebai’nin politik sahnesine yeniden güçlü bir şekilde çıkar. Kör kâhinin şaşırtıcı bir kehaneti vardır: Çömezi dahil herkesin gıpta ettiği Kreon’un oğlu ve büyük heykel sanatçısı Menoikeus’un Thebai’nin kurtuluşu için kendisini feda etmesi gerekmektedir. Bu sırada Menokieus, zamanında köle pazarından satın aldığı, ama taparcasına sevdiği, kaçırıldığı için uzak düştüğü, yıllar sonra tekrar bulduğu Theope’nin bir heykelini yapmaktadır. Theope’ye karşı duyduğu cinsel arzuyu tatmin etmeyi de ertelemiş ve kendisini bu heykelin yapımına adamıştır. Dışarıda süren savaşın tarafı olmayı reddetmektedir. Üzerindeki halk baskısına rağmen kör kâhinin kehanetini gerçekleştirmeyi reddederek tanrılara isyan eder. Trajik sonu, Theope’ye yansıttığı ve heykelinde kalıcı hale getirmek istediği tanrıça imgesinin bir yanılsama olduğunu anlamasıyla gerçekleşir. Aslında Theope, kendisini kaçırılmış gibi gösterip yedi yıl boyunca Polyneikes’le yaşamıştır. Bunu öğrendiğinde, Menoikeus kendini surlardan aşağı atar. Kör kâhin Teiresias’ın kehaneti gerçekleşmiş görünür. Fakat çömezi bütün olan bitenlerin iktidar oyunu olduğunu anlamıştır. Menoikeus’un izinde ama ondan daha fazla yol kat etmek üzere ustasını terk etmeye karar verir.

İki hikâye karşılaştırıldığında, daha önce belirttiğim gibi, çeşitli benzerliklerin kurulması mümkündür. Theope ve Théophé’nin isim benzerliği ve köle geçmişlerinin ötesinde, her iki kahramanın da jestleri erdem ve aşk bakımından sorunsallaştırılmaktadır. Bu durumda, Büktel’in en fazla Prévost’un romanından esinlendiği ve oradaki bazı unsurları başka bir bağlamda yeniden işlediği iddia edilebilir • ki bu da bir yerde anlamsız olacaktır. Çünkü Büktel’in “Theope”yi yazarken bilinçli olarak ve aynı zamanda Prévost’un romanından esinlendiğine dair bir beyanatı olmadığı gibi, başka bir Théophé’yi hiç tanımadığını vurgulamıştır.

İki eseri birbirine benzer kılan asıl buluşma noktasını tahmin etmek zor değildir: Her ikisinin de meşhur Pygmalion mitosuna referansla şekillenmesidir. Pygmalion, asosyallik derecesinde kendisini sanatına adayan, yaptığı fildişinden kadın heykele âşık olan yaratıcıdır. Tıpkı yarattığı heykel gibi bir eşe sahip olmak ister. Aphrodite onu kırmaz ve heykele can verir. Böylece Pygmalion topluma karışarak mutlu bir hayat sürer.

Bu mitos pek çok esere esin kaynağı olmuş ve yeniden ele alınmıştır. Prévost’un romanında eğitim yoluyla dönüştürülen Théophé anlatıcı-kahramanın yaratımıdır; haremden kurtardığı kadın ise bu yaratımın malzemesidir. Bu anlamda, Pygmalion mitosuna referansla yazılan pek çok eser arasında “Histoire d’une Grecque Moderne”e de yer verilmesi bir rastlantı değildir.[vi] Büktel’in “Theope”si ise doğrudan Pygmalion mitine referansla şekillenmiştir.

Aristocu dramaturjiyi temel alacaksak -ki benim tavrım bu yöndedir- iki eser arasında benzerliğin güçlü yanlar içerip içermediğini olay örgülerine ve hikâyelere bakarak tespit etmemiz gerekir. İsim, nitelik, tema ve hatta sorunsallaştırma açısından, iki eser arasında güçlü bir benzerlik iddiası ortaya atmak spekülatif ve anlamsızdır. Özetlerden anlaşılabileceği gibi, Büktel’in somut olay örgüsü ya da hikâye bakımından Prévost’un romanıyla bir alışverişi olmamıştır. Bununla birlikte, Özdemir Nutku’nun iki eser arasında karşılaştırma yapılması ve varsa benzerliklerin tespit edilmesi önerisinin yanlış olduğu söylenemez. Gerçekten de çeşitli benzerlikler vardır; fakat basit bir karşılaştırma yapıldığında bu benzerliklerin “Theope”nin özgünlüğü bakımından önem taşımadığı görülmektedir.

Son olarak, bu yazının Coşkun Büktel ve yakın arkadaş çevresinin ikinci “Theope” konusunda ilgilenen kamuoyunu yanılttığını ve araştırma zaafı içinde olduklarını gösterdiğini belirtmek gerekir. Tiyatro alanındaki tartışmalar, özellikle “iftira” düzeyinde etik suçlamalarda bulunurken oldukça dikkatli yürütülmelidir. Bilimsel önermelerden hareketle ahlâki yargılara ulaşılmaz; fakat ahlâki yargılar sadece etik ölçülerle değil, olguları gün ışığına çıkaracak bilimsel önermelerle de desteklenmelidir. Bu anlamda, İkinci “Theope” iddiasının değil, Coşkun Büktel ve yakın arkadaş çevresinin kurguladıkları şekliyle “Büktel-Nutku İhtilafı”nın bilimsel dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşmak zor değildir.

EK: Yukardaki yazının kısa versiyonu internette dolaşıma girdikten çok sonra, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi yayın yönetmeni Mustafa Demirkanlı, Coşkun Büktel’in Taraf Gazetesi’nde Théophé’nin varlığını kanıtlayan açıklamalarıma rağmen şu sözleri ettiğine dikkatimi çekti: “…yerli yabancı tüm ansiklopedik kaynaklar ve Google, Nutku’nun yukarıda aktardığımız‘Fransızca’da 16. yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var,’ iddiasını yalanlıyor: Ne Fransa, ne başka yerde; ne 16. Yüzyıl, ne de başka yüzyılda, Coşkun Büktel’in “Theope”sinden başka, “Theope” adlı bir oyun (ya da roman, hikâye, opera, bale, vb) yok.”[vii]

Bu durumda Büktel retoriğinin önemli bir özelliğine değinmekte fayda var: Mantıksızlık ve yeri geldiğinde olguları hiçe saymak. Mantıksızlığı şundandır: Özdemir Nutku’nun kesinlik içermeyen ve araştırılsın dediği olgusal önermeleri kesinlik içeren bir önerme gibi okumak ve okurdan da böyle okunmasını talep etmek. Nesnel olguları hiçe saymaktadır çünkü kesinlik içermediği belli bir önermenin kesinlik içerdiğini ve ikinci Theope konusunun araştırılmasını Fransızca bilenlere havale eden, yani bu konuda kendisini yetkili kılmayan Özdemir Nutku’nun kendisini bir otorite gibi dayattığını savunmaktadır. En önemlisi, “ipucu” ya da “duyum”dan başlayarak kendisi açısından istenmeyen sonuçlara ulaşılabileceği fikrine kabul etme olgunluğuna sahip değildir.
Büktel ikinci Théophé’nin varlığını öğrendikten sonra bile niçin hâlâ iftiraya uğradığında ısrar ediyor? İşte bu artık bilimsel değil, etik olarak sorunsallaştırılması gereken bir jeste tekabül eder. Bu sorunsallaştırma yapıldığında ise, “iftira” suçlamasının aynen kendisine iadesi gibi bir sonucun doğması ne yazık ki kaçınılmaz görünmektedir.

[i] Bu toplantıda Özdemir Nutku’nun tam olarak ne söylediğinin anlaşılmasını sağlayacak işitsel-görsel bir kayıt internet ortamında mevcuttur. Bu kaydı izlemek için “http://www.coskunbuktel.com/buktelnihayet.htm” adresi ziyaret edilebilir. Bu kayda göre, ikinci bir “Theope” konusunda Özdemir Nutku’nun şu sözleri sarf ettiği görülmektedir: “… Hiçbir şeyle itham etmiyorum. Fransızca’da 16. yüzyılda yazılmış “Theope” diye bir oyun var. Özellikle Fransızca filolojinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler, yani bir bakmalılar. Aradaki benzerliği görmek için …”

[ii] Şahin Ergüney’in ifşaatı hakkında bkz. http://www.coskunbuktel.com/erguneynutku001005.htm

[iii] Coşkun Büktel’in değerlendirmesi için bkz. http://www.coskunbuktel.com/buktelnutku000905.htm

[iv] Özdemir Nutku’nun yanıtı için bkz. http://www.tiyatrokeyfi.com/gorusler/nutku.html

[v] Bu hikâye özetini internet ortamında çeşitli kaynaklara bakarak derledim. Merak edenler, örneğin Google arama motorunda “Théophé” kelimesini yazarak birçok kaynağa ulaşabilirler. Daha kapsamlı bir inceleme yapmak isteyenler ise, Google kitaplığından “Histoire D’une Grecque Moderne”in 1810 yılı baskısının dijital kopyasını edinebilirler. Kitabı indirmek için: http://books.google.com.tr/books?id=s5YGAAAAQAAJ

[vi] Pygmalion mitosuna referansla yazılan eserler hakkında Lethée Hurtebise’in “Galatée, un mythe d’ombre… éternellement” adlı kısa makalesine bakılabilir: http://lethee.over-blog.com/article-5765437.html

[vii] Coşkun Büktel, “Belgeleri görmek bile istemiyorlar”, 11 Mayıs 2009, Taraf, ayrıca bkz. http://www.taraf.com.tr/haber/33491.htm

Kaynak:: Tiyatro… Tiyatro… Dergisi, Sayı 202, Haziran 2009

6 Aralık 2010 Pazartesi

Bulunmaz Tiyatro sanatçısı Oğuzcan Önver'in anı defteri / 14

Theope üzerine mütevazı düşünceler...


Oğuzcan Önver
17 Ağustos 2010


Bulunmaz Tiyatro'daki sanat çalışmalarına katıldığım daha ilk gün, Theope oyununun varlığını öğrenme ve bu oyunun yazarı Coşkun Büktel'le tanışma fırsatı bulmuştum. Bulunmaz Tiyatro'daki "oyunculuk ve yazarlık kursları"na hiç ara vermeden devam ederken, bu tiyatronun kurucusu ve yöneticisi Hilmi Bulunmaz'ın bizzat kendisinden, Theope oyununun ne kadar üst düzeyde bir yapıt olduğunu ve ne gibi haksız engellemelere maruz kaldığını sürekli olarak dinledim.

Coşkun Büktel, Theope'yi "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun"; Hilmi Bulunmaz ise, "Oyun okunmaz yargısını kıran Theope, Türkiye dramatik yazarlığının Everest'idir." biçiminde tanımlıyordu. Coşkun Büktel’in "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" adlı kitabını okuduğumda, Türkiye tiyatrosu hakkında daha önceleri hiç bilmediğim önemli "şeyleri", bazı "tiyatrocuların", aslında sanat olsun diye tiyatro yapmadıklarını, tiyatroyu paraya giden tılsımlı bir araç olarak kullandıklarını öğrenirken, ayrıca, Theope'ye ve onun yazarı Coşkun Büktel'e yapılan haksızlıkları da öğrenmiş oluyordum. Coşkun Büktel'in deyimiyle; "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun" olan Theope, artık beynimde çok farklı çağrışımlar, çok derin düşünceler, çok canlı imgeler uyandırıyordu ve bu oyunu, bir an önce okuyabilmek için, çok büyük bir istek duyuyordum. Düzeyli bir oyunla karşı karşıya olduğumu bildiğim için, bu okuma seansını asla karambole getiremezdim. Geçen ay, beş günlük İğneada tatilimin ilk günü, Theope'yi okumaya başladım ve okumaya başlar başlamaz, hemen o gün kitabı bitiriverdim. Oyunun içeriğinden bahsetmeden önce, oyunun başına gelenlerden bahsetmek istiyorum.

Prof. Dr. Özdemir Nutku, Devlet Tiyatroları'nın otuz kişilik resmi koordinasyon toplantısında "Fransızca'da 16. Yüzyıl'da yazılmış Theope diye bir oyun var." diyor; yani, Theope'nin aslında özgün bir metin olmadığını ima ediyor. Prof. Dr. Özdemir Nutku, Coşkun Büktel’in bu sözler sonrası, kendisinden bu sözlerini kanıtlayan belgeler göstermesini isteyen yazısına da şöyle cevap veriyor:

"Sayın Coşkun Büktel,

Benim hiçbir iddiam olmadı. Size olayı nakleden Şahin Ergüney eksik nakletmiş. Bazan eski belgeleri karıştırırken 17.yy.da yaşamış ikinci sınıf bir yazarın 'Theope' adlı bir oyunu olduğunu söyledim. Üstelik hiçbir imada bulunmadan Metni görmedim, yalnızca adına eski bir belgede rastladım. Metni görseydim bile, Fransızca bilmediğim için oyunu okuma olanağı bulamayacaktım. Benim bile varlığından haberi olmadığım başka bir Theope'yi sizin de okumamış olduğunuza emin olduğumu belirttim. Bunu yalnızca bilgi olarak verdiğimi, sizin Theope'nizin özgün bir yapıt olduğundan kuşku duymadığımı da ekledim."(1)

Buraya kadar "her şey anlaşılır" düzeyde; olayları nakleden Devlet Tiyatroları sanatçısı Şahin Ergüney, "konuşulanları yanlış anlamış veya yanlış hatırlıyor" olabilir.

Bu mantığa göre, Prof. Dr. Özdemir Nutku söylediklerinde haklı olabilir. Ama ortaya çıkan bir videoda, tüm gerçekler apaçık ortaya çıkıyor. Bahsi geçen konuşmaların kayda alındığı bir video var ve internet üzerinde kimin haklı olduğunu görmek isteyenler, bu videoyu izleyebilir. Videoda çok kesin bir şekilde görülüyor ki, Prof. Dr. Özdemir Nutku "Fransızca'da 16. Yüzyıl'da yazılmış Theope diye bir oyun var." diyor. Benim aklıma hemen; "İlk yalanı söyledikten sonra bir daha hiç konuşmamalı insan."(2) cümlesi geliyor. Keşke, Türkiye tiyatrosunda çok önemli bir yer tutan ve tiyatro dünyasının en ünlü profesörü olan Özdemir Nutku, ilk yalanından sonra bir daha hiç konuşmasaydı bu konu üzerine...

Bulunmaz Tiyatro'ya gelmeden önce Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun adını hiç duymamıştım ve benim için bu isim "afili bir etiket"ten başka hiçbir şey ifade etmiyordu. Ama…

Tüm bu olanları öğrendikten ve gerçekleri su yüzüne çıkaran videoyu(3) izledikten sonra, benim için, zâten hiçbir şey ifade etmeyen "Prof. Dr. Özdemir Nutku" ismi, iyice değersizleşip silinmeye başladı. Bu olanları, Bulunmaz Tiyatro'daki bir konuşmamızda, Hilmi Bulunmaz'a şöyle formüle ederek sormuştum; "Hilmi usta, Özdemir Nutku şimdi nerede yaşıyor ve ne yapıyor?" Hilmi Bulunmaz; "Sanırım, yazlığında tatil yapıyor!" demişti. O an aklıma hemen, Marmaris'te tatil yapan Kenan Evren gelmişti ve "Kenan Evren gibi mi?" demiştim. Ve Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun üzerinde; "Türkiye tiyatrosunun Kenan Evren'i" etiketi daha afili durmuştu!

Coşkun Büktel ile Özdemir Nutku arasındaki bu olayda tarafsız kalmak Nutku’nun tarafını tutmak demektir. Çünkü ortada bir suç varsa bu suça tepki göstermeyen herkes suçlu sayılır. Ben tarafsızım demek "Ben ortada herhangi bir iftira göremiyorum" demektir.

Ben, şu andaki birikimime göre, Theope için, "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun" diyemem. Çünkü ben, şimdiye kadar, Türkçe olarak yazılmış çok az tiyatro oyunu okudum. Böyle bir söz söyleyebilmem için, Türkçe olarak yazılmış daha fazla oyun okuyup, Türkiye dramatik yazarlığının dağarcığının büyük bir kısmını öğrenmem gerekir. Ama şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim; Theope, okuduğum tüm oyunlar arasında beni en çok heyecanlandıran, en çok beğenimi kazanan ve bende "tekrar okuma hissi" uyandıran tek oyundur. Theope, bir tiyatro oyunundan fazla olarak, bir tiyatro oyununun yanı sıra, sürekli olarak ezberlemek isteyeceğim önemli bir şiir; defalarca izlemekten asla bıkmayacağım sarsıcı bir film; bütün insanlığın ayak izlerini taşıyan klasikleşmiş bir romandır. Theope'yi sahnede izleyememek, Türkiye halkı için büyük bir kayıp, Türkiye tiyatrosu içinse büyük bir ayıptır.

Biraz da Theope’nin sahnelenme sürecinden bahsetmek gerekirse; 1988 yılında yazımı biten ve sahnelenmesinin üç buçuk saatlik bir zaman tutacağı planlanan oyun, Devlet Tiyatroları ve İstanbul Şehir Tiyatroları'nda repertuara alındı. İstanbul Şehir Tiyatroları'nın Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde"yazarın tüm uyarılarına karşın bir buçuk saat kısaltılarak ve biçimsel deformasyonlarla tanınmaz kılınarak" oynandı. Coşkun Büktel, oyunun prömiyerinden çok önce oyunu protesto etti. Oyun broşürüne yazı yazmayı reddetti ve oyunu hiç izlemedi…

Theope oyununun temelinde büyük bir aşk hikâyesi var. Helkeltraş Meneoikeus'un, Theope'ye olan büyük aşkı, oyunun atardamarı olarak varlığını gösteriyor. Bu atardamarı besleyen birçok kılcal damar var; devlet, demokrasi, savaş, din, vicdan-i red vesaire...

Oyun, ilk bakışta, her ne kadar mitolojik bir dünyada geçiyormuş gibi görünse de, dikkatli bir gözle incelendiğinde, olayların ve karakterlerin, aslında sembolize edilmiş şekilde Türkiye’de geçtiğini, Türkiye'yi anlattığını anlayabiliyoruz.

Oyunun karakterlerinden biri olan Thebai’nin başkomutanı Kreon ismindeki, harflerle Kenan Evren ismindeki harfler benzerlik taşıyor. Bu iki isim arasındaki benzerlik sadece harf benzerliği olarak kalmıyor Kreon’un şu repliğiyle "Demokrasi benim umrumda değil."(4) aynı zamanda fikir bazında da bir benzerlik ortaya koyuluyor. Oyunun yazılmaya başlandığı tarih olan 1981 yılında aynı zamanda bir darbenin yapılmış olması ve bu olayın yazar üzerinde bırakmış olabileceği izler, izlenimler Kenan Evren’in Kreon karakterinde sembolize edilmiş olabileceği savımı destekliyor.

Himera'nın, Kahin Teiresias'ın kehanetini açıklandığı sıradaki olayları, Theope'ye anlattığı bölümler, sinematografik değerler taşıyor. Sanki bir film izliyormuşuz gibi farklı oyuncular ışıklarla aydınlatılan sahnede belirip kayboluyor.

Theope ile Menoikeus'un birlikte, birbirlerinden bağımsız repliklerle konuştukları bölüm, okuyucular üzerinde çok etkili oluyor. İkisinin de, birbirinin farkında olmadan ve birbirlerini hiç duymadan, kendi kendilerine konuşmaları, kendim de oyun yazdığım için, bana çok farklı bir oyun yazarlığı deneyimi kazandırdı. Theope oyununun tamamını bir solukta okurken, özellikle bu bölümü, âdeta soluk almadan okudum. İnsanı heyecanlandıran ve insana sonsuzluk duygusu veren bir "ruh" var bu repliklerin içerisinde.

Oyunun finalindeki sürprizler, olayların bir açıklık kazanmasını sağlıyor; oyun boyunca kafamızda oluşan tüm soru işaretlerini kaldırıyor ve tüm sorulara verilmiş doyurucu yanıtlar sayesinde, büyük bir haz duygusu geliştirmemize neden oluyor.

Theope, bir kez okumakla kitaplığa tutsak edilecek bir kitap değil; mutlaka ikinci, üçüncü... kez okunması ve üzerinde sık sık düşünülmesi gereken önemli bir oyun. Theope'yi, ikinci, üçüncü... kez okuduğunuzda, olayların kurgusunu, karakterler arasındaki dramatik bağlantıları daha iyi anlayabilir ve ilk okuyuşunuzda fark etmekte zorlandığınız ayrıntıları görebilir, repliklerden yepyeni zevkler alabilirsiniz.

Kaynakça
1 - www.coskunbuktel.com/buktelgerizekarehberi.htm
2 - Oğuz Atay, Tutunamayanlar
3 - www.vimeo.com/1325643
4 - Coşkun Büktel, Theope, sf. 52, Çitlembik Yayınları


***


Ayrıca bakınız:

Bulunmaz, "Ve Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun üzerinde; 'Türkiye tiyatrosunun Kenan Evren'i' etiketi daha afili durmuştu"diyebilen Oğuzcan'ı destekliyor!

17 Ağustos 2010 Salı

GENÇ BİR OYUNCUNUN ANI DEFTERİ / 14

Theope üzerine mütevazı düşünceler...


Oğuzcan Önver
17 Ağustos 2010


Bulunmaz Tiyatro'daki sanat çalışmalarına katıldığım daha ilk gün, Theope oyununun varlığını öğrenme ve bu oyunun yazarı Coşkun Büktel'le tanışma fırsatı bulmuştum. Bulunmaz Tiyatro'daki "oyunculuk ve yazarlık kursları"na hiç ara vermeden devam ederken, bu tiyatronun kurucusu ve yöneticisi Hilmi Bulunmaz'ın bizzat kendisinden, Theope oyununun ne kadar üst düzeyde bir yapıt olduğunu ve ne gibi haksız engellemelere maruz kaldığını sürekli olarak dinledim.

Coşkun Büktel, Theope'yi "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun"; Hilmi Bulunmaz ise, "Oyun okunmaz yargısını kıran Theope, Türkiye dramatik yazarlığının Everest'idir." biçiminde tanımlıyordu. Coşkun Büktel’in "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" adlı kitabını okuduğumda, Türkiye tiyatrosu hakkında daha önceleri hiç bilmediğim önemli "şeyleri", bazı "tiyatrocuların", aslında sanat olsun diye tiyatro yapmadıklarını, tiyatroyu paraya giden tılsımlı bir araç olarak kullandıklarını öğrenirken, ayrıca, Theope'ye ve onun yazarı Coşkun Büktel'e yapılan haksızlıkları da öğrenmiş oluyordum. Coşkun Büktel'in deyimiyle; "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun" olan Theope, artık beynimde çok farklı çağrışımlar, çok derin düşünceler, çok canlı imgeler uyandırıyordu ve bu oyunu, bir an önce okuyabilmek için, çok büyük bir istek duyuyordum. Düzeyli bir oyunla karşı karşıya olduğumu bildiğim için, bu okuma seansını asla karambole getiremezdim. Geçen ay, beş günlük İğneada tatilimin ilk günü, Theope'yi okumaya başladım ve okumaya başlar başlamaz, hemen o gün kitabı bitiriverdim. Oyunun içeriğinden bahsetmeden önce, oyunun başına gelenlerden bahsetmek istiyorum.

Prof. Dr. Özdemir Nutku, Devlet Tiyatroları'nın otuz kişilik resmi koordinasyon toplantısında "Fransızca'da 16. Yüzyıl'da yazılmış Theope diye bir oyun var." diyor; yani, Theope'nin aslında özgün bir metin olmadığını ima ediyor. Prof. Dr. Özdemir Nutku, Coşkun Büktel’in bu sözler sonrası, kendisinden bu sözlerini kanıtlayan belgeler göstermesini isteyen yazısına da şöyle cevap veriyor:

"Sayın Coşkun Büktel,

Benim hiçbir iddiam olmadı. Size olayı nakleden Şahin Ergüney eksik nakletmiş. Bazan eski belgeleri karıştırırken 17.yy.da yaşamış ikinci sınıf bir yazarın 'Theope' adlı bir oyunu olduğunu söyledim. Üstelik hiçbir imada bulunmadan Metni görmedim, yalnızca adına eski bir belgede rastladım. Metni görseydim bile, Fransızca bilmediğim için oyunu okuma olanağı bulamayacaktım. Benim bile varlığından haberi olmadığım başka bir Theope'yi sizin de okumamış olduğunuza emin olduğumu belirttim. Bunu yalnızca bilgi olarak verdiğimi, sizin Theope'nizin özgün bir yapıt olduğundan kuşku duymadığımı da ekledim."(1)

Buraya kadar "her şey anlaşılır" düzeyde; olayları nakleden Devlet Tiyatroları sanatçısı Şahin Ergüney, "konuşulanları yanlış anlamış veya yanlış hatırlıyor" olabilir.

Bu mantığa göre, Prof. Dr. Özdemir Nutku söylediklerinde haklı olabilir. Ama ortaya çıkan bir videoda, tüm gerçekler apaçık ortaya çıkıyor. Bahsi geçen konuşmaların kayda alındığı bir video kaydı var ve internet üzerinde kimin haklı olduğunu görmek isteyenler, bu videoyu izleyebilir. Videoda çok kesin bir şekilde görülüyor ki, Prof. Dr. Özdemir Nutku "Fransızca'da 16. Yüzyıl'da yazılmış Theope diye bir oyun var." diyor. Benim aklıma hemen; "İlk yalanı söyledikten sonra bir daha hiç konuşmamalı insan."(2) cümlesi geliyor. Keşke, Türkiye tiyatrosunda çok önemli bir yer tutan ve tiyatro dünyasının en ünlü profesörü olan Özdemir Nutku, ilk yalanından sonra bir daha hiç konuşmasaydı bu konu üzerine...

Bulunmaz Tiyatro'ya gelmeden önce Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun adını hiç duymamıştım ve benim için bu isim ‘’afili bir etiket’’ten başka hiçbir şey ifade etmiyordu. Ama…

Tüm bu olanları öğrendikten ve gerçekleri su yüzüne çıkaran videoyu(3) izledikten sonra, benim için, zâten hiçbir şey ifade etmeyen "Prof. Dr. Özdemir Nutku" ismi, iyice değersizleşip silinmeye başladı. Bu olanları, Bulunmaz Tiyatro'daki bir konuşmamızda, Hilmi Bulunmaz'a şöyle bir soruyla formüle ederek sormuştum; "Hilmi usta, Özdemir Nutku şimdi nerede yaşıyor ve ne yapıyor?" Hilmi Bulunmaz; "Sanırım, yazlığında tatil yapıyor!" demişti. O an aklıma hemen, Marmaris'te tatil yapan Kenan Evren gelmişti ve "Kenan Evren gibi mi?" demiştim. Ve Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun üzerinde; "Türkiye tiyatrosunun Kenan Evren'i" etiketi daha afili durmuştu!

Coşkun Büktel ile Özdemir Nutku arasındaki bu olayda tarafsız kalmak Nutku’nun tarafını tutmak demektir. Çünkü ortada bir suç varsa bu suça tepki göstermeyen herkes suçlu sayılır. Ben tarafsızım demek "Ben ortada herhangi bir iftira göremiyorum" demektir.

Ben, şu andaki birikimime göre, Theope için, "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun" diyemem. Çünkü ben, şimdiye kadar, Türkçe olarak yazılmış çok az tiyatro oyunu okudum. Böyle bir söz söyleyebilmem için, Türkçe olarak yazılmış daha fazla oyun okuyup, Türkiye dramatik yazarlığının dağarcığının büyük bir kısmını öğrenmem gerekir. Ama şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim; Theope, okuduğum tüm oyunlar arasında beni en çok heyecanlandıran, en çok beğenimi kazanan ve bende "tekrar okuma hissi" uyandıran tek oyundur. Theope, bir tiyatro oyunundan fazla olarak, bir tiyatro oyununun yanı sıra, sürekli olarak ezberlemek isteyeceğim önemli bir şiir; defalarca izlemekten asla bıkmayacağım sarsıcı bir film; bütün insanlığın ayak izlerini taşıyan klasikleşmiş bir romandır. Theope'yi sahnede izleyememek, Türkiye halkı için büyük bir kayıp, Türkiye tiyatrosu içinse büyük bir ayıptır.

Biraz da Theope’nin sahnelenme sürecinden bahsetmek gerekirse; 1988 yılında yazımı biten ve sahnelenmesinin üç buçuk saatlik bir zaman tutacağı planlanan oyun, Devlet Tiyatroları ve İstanbul Şehir Tiyatroları'nda repertuara alındı. İstanbul Şehir Tiyatroları'nın Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde "yazarın tüm uyarılarına karşın bir buçuk saat kısaltılarak ve biçimsel deformasyonlarla tanınmaz kılınarak" oynandı. Coşkun Büktel, oyunun prömiyerinden çok önce oyunu protesto etti. Oyun broşürüne yazı yazmayı reddetti ve oyunu hiç izlemedi…

Theope oyununun temelinde büyük bir aşk hikâyesi var. Helkeltraş Meneoikeus'un, Theope'ye olan büyük aşkı, oyunun atardamarı olarak varlığını gösteriyor. Bu atardamarı besleyen birçok kılcal damar var; devlet, demokrasi, savaş, din, vicdan-i red vesaire...

Oyun, ilk bakışta, her ne kadar mitolojik bir dünyada geçiyormuş gibi görünse de, dikkatli bir gözle incelendiğinde, olayların ve karakterlerin, aslında sembolize edilmiş şekilde Türkiye’de geçtiğini, Türkiye'yi anlattığını anlayabiliyoruz.

Oyunun karakterlerinden biri olan Thebai’nin başkomutanı Kreon ismindeki, harflerle Kenan Evren ismindeki harfler benzerlik taşıyor. Bu iki isim arasındaki benzerlik sadece harf benzerliği olarak kalmıyor Kreon’un şu repliğiyle "Demokrasi benim umrumda değil."(4) aynı zamanda fikir bazında da bir benzerlik ortaya koyuluyor. Oyunun yazılmaya başlandığı tarih olan 1981 yılında aynı zamanda bir darbenin yapılmış olması ve bu olayın yazar üzerinde bırakmış olabileceği izler, izlenimler Kenan Evren’in Kreon karakterinde sembolize edilmiş olabileceği savımı destekliyor.

Himera'nın, Kahin Teiresias'ın kehanetini açıklandığı sıradaki olayları, Theope'ye anlattığı bölümler, sinematografik değerler taşıyor. Sanki bir film izliyormuşuz gibi farklı oyuncular ışıklarla aydınlatılan sahnede belirip kayboluyor.

Theope ile Menoikeus'un birlikte, birbirlerinden bağımsız repliklerle konuştukları bölüm, okuyucular üzerinde çok etkili oluyor. İkisinin de, birbirinin farkında olmadan ve birbirlerini hiç duymadan, kendi kendilerine konuşmaları, kendim de oyun yazdığım için, bana çok farklı bir oyun yazarlığı deneyimi kazandırdı. Theope oyununun tamamını bir solukta okurken, özellikle bu bölümü, âdeta soluk almadan okudum. İnsanı heyecanlandıran ve insana sonsuzluk duygusu veren bir "ruh" var bu repliklerin içerisinde.

Oyunun finalindeki sürprizler, olayların bir açıklık kazanmasını sağlıyor; oyun boyunca kafamızda oluşan tüm soru işaretlerini kaldırıyor ve tüm sorulara verilmiş doyurucu yanıtlar sayesinde, büyük bir haz duygusu geliştirmemize neden oluyor.

Theope, bir kez okumakla kitaplığa tutsak edilecek bir kitap değil; mutlaka ikinci, üçüncü... kez okunması ve üzerinde sık sık düşünülmesi gereken önemli bir oyun. Theope'yi, ikinci, üçüncü... kez okuduğunuzda, olayların kurgusunu, karakterler arasındaki dramatik bağlantıları daha iyi anlayabilir ve ilk okuyuşunuzda fark etmekte zorlandığınız ayrıntıları görebilir, repliklerden yepyeni zevkler alabilirsiniz.

Kaynakça
1 -
www.coskunbuktel.com/buktelgerizekarehberi.htm
2 - Oğuz Atay, Tutunamayanlar
3 -
www.vimeo.com/1325643
4 - Coşkun Büktel, Theope, sf. 52, Çitlembik Yayınları

26 Şubat 2009 Perşembe

Ömer F. Kurhan'ın "İkinci bir 'Theope' Var mı?" başlıklı bir yazısı var mıydı, yok muydu?

Hilmi Bulunmaz
26 Şubat 2009



Ömer F. Kurhan'ı, İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu-Girişim (İATP-G) sitesindeki yazılarından tanıyorum. Şubat 2009 tarihine dek, Kurhan’ın "Ömer F. Kurhan TİYATRO YAZILARI ARŞİVİ" başlıklı bir kişisel sitesi olduğundan haberim yoktu.

Kurhan’ın
İATP-G sitesindeki yazılarını okumakla birlikte, yeni haberdar olduğum kişisel sitesindeki yazılarına da arada bir bakıyorum.

Kurhan, kişisel sitesinde, 22 Şubat 2009 günü
"İkinci bir 'Theope' Var mı?" başlığıyla bir yazı yayımladı. Önemli bulduğum bu yazıyı, okur okumaz, OYUN sitesine taşıdım. (Bakınız: "Kurhan'ın yazısını YORUMSUZ sunuyoruz! / 8")

Aradan bir gün geçti…

Ve Mustafa Demirkanlı, 23 Şubat 2009 tarihinde, yani Kurhan’ın
"İkinci bir 'Theope' Var mı?" başlıklı yazısını OYUN’a aktardığımızın ertesi günü, Kurhan’ın "Theope skandalı"yla ilgili iki yazısına birden yer verdi. (Bakınız: "Seyirlik Hale Getirilerek İçi Boşaltılan 'Theope' Vakası Üzerine Bir Not Ömer F. Kurhan 19.02.2009)" ve "Büktel-Nutku İhtilafı Üzerine Bir Not Ömer F. Kurhan(21.02.2009)"

Demirkanlı, Kurhan’ın,
"Theope skandalı"yla ilgili iki yazısına birden yer vermesine karşın, "İkinci bir 'Theope' Var mı?" başlıklı üçüncü yazısına asla yer vermedi.

Kurhan’ın
"Theope skandalı"yla ilgili iki yazısını birden gören, görebilen ve bu iki yazıya birden yer veren Demirkanlı, "Theope skandalı"yla ilgili üçüncü yazıyı asla görmedi, göremedi. Demirkanlı, üçüncü yazıyı görmemekle, görmezden gelmekle birlikte; sanki bir kâhin gibi davranıp ileriyi çok iyi görmüş ve Kurhan’ın "İkinci bir 'Theope' Var mı?" başlıklı yazısını, birkaç gün içerisinde sitesinden silip yok edeceğini, tahmin etmişti.

Kurhan’ın,
"İkinci bir 'Theope' Var mı?" başlıklı yazısını yazmış ve yayınlamış olmaktan birkaç gün içinde pişman olacağını ve yazıyı "Ömer F. Kurhan TİYATRO YAZILARI ARŞİVİ" başlıklı sitesinden söküp buharlaştıracağını ve bu nedenle, Kurhan’ın bu yazısına link veren Hilmi Bulunmaz'ın yalancı durumuna düşebileceğini bir kâhin gibi tahmin eden Demirkanlı; kendini sağlama almayı bilmiş oldu. Ne yazık ki bizim böyle bir kehanet yeteneğimiz olmadığı için, (diğer iki yazısını yayınladığımız gibi) Kurhan’ın bu üçüncü yazısını da yayınladık ve yazının Kurhan'ın sitesindeki sayfasına link vererek bir de "yalancı" durumuna düşmeyi hak ettik.

Kurhan’ın sitesinde 22 Şubat 2009 günü yayınlanan ve aynı gün bizim sitemize de aktarılan
"İkinci bir 'Theope' Var mı?" yazısının linkini bugün tıkladığınızda, şöyle bir yazıyla karşı karşıya geliyorsunuz:

.........."Sayfa bulunamadı. Üzgünüz, aradığınız sayfa
Ömer F. Kurhan TİYATRO YAZILARI ARŞİVİ adlı blogda yok."

Kurhan’ın
"İkinci bir 'Theope' Var mı?" başlıklı yazısının, Hilmi Bulunmaz'ı yalancı durumuna düşürecek biçimde ortadan kaldırılmasının gerekçesini merak edenler, öyle sanıyoruz ki, o gerekçeyi yazının içeriğinde kolaylıkla fark edecekler.

Yazının başlığında sorduğumuz soruyu yinelemekte yarar var:

Ömer F. Kurhan’ın
"İkinci bir 'Theope' Var mı?" başlıklı bir yazısı var mıydı, yok muydu?

Dikkatlerden kaçırılması uygun görüldüğü için, artık yalnızca
www.tiyatroyun.blogspot.com sitesinin bir spesyalitesi haline gelmiş olan "İkinci bir 'Theope' Var mı?" başlıklı Kurhan yazısını aşağıda bir kez daha aktararak, okurların dikkatine sunmakta yarar görüyoruz:


İkinci bir "Theope" Var mı?


Ömer F. Kurhan
22 Şubat 2009


2005 yılında, Devlet Tiyatroları koordinasyon toplantısında, Özdemir Nutku bir iddiayı dile getirdi: Coşkun Büktel’in “Theope”siyle aynı adı taşıyan bir oyun 16. yüzyılda bir Fransız yazar tarafından yazılmıştı. Bu sözleri duyan Coşkun Büktel, şiddetli bir itiraz geliştirdi ve böyle bir eser varsa gösterilmesini, kendi yaptıkları araştırmanın böyle bir eserin var olmadığını gösterdiğini söyledi. Bu tartışma ile ilgili ayrıntılar Coşkun Büktel’in kişisel sitesinde bulunabilir.

Bildiğim kadarıyla, Coşkun Büktel’in itirazına Özdemir Nutku’nun verdiği tek yanıt var. Bu yanıtta, eski belgeleri karıştırırken 17. yüzyılda yaşamış ikinci sınıf bir yazarın “Theope” adlı bir oyunu olduğunu öğrendiğini söylüyor. Tabii ki Coşkun Büktel bu yanıttan tatmin olmuyor ve böyle bir eser varsa ortaya çıkarılmasını istiyor. Bu noktadan sonra, benim “Büktel-Nutku İhtilafı” dediğim olay meydana geliyor. En önemlisi, Özdemir Nutku’nun şu ya da bu niyetle ikinci bir “Theope”yi yoktan var edip etmediği bir muamma olarak kalıyor.

Bu ihtilafa ilgi duymamın nedeni, başka bir vesileyle başlayan ve Büktel’le yaşadığımız bir tartışma. İsteyenler bu tartışmayı başka sitelerden izleyebilirler. Burada tartışmanın dışına çıkarak, ama tartışma sırasında verdiğim ayrıntı bir bilgiyi aktarmak istiyorum: İkinci bir “Theope” var mı bilemem, ama 18. yüzyılda Fransız bir yazarın yazdığı bir roman var ve romandaki kadın kahramanın adı Théophé.

Son yıllarda tiyatro tarihi alanında çalışmalara yoğunlaşan Fırat Güllü, akademik bir ayrıntı olarak gördüğüm bu bilginin “İkinci bir “Theope” var mı?”, “Varsa iki eser arasında benzerlikler ne düzeyde?”, “Yoksa Özdemir Nutku ikinci bir ‘Theope’yi yoktan mı var etti?” sorularına ışık tutabileceğini ve bir şekilde söylentileri sona erdirebileceğini söyledi. Ona hak verdiğim için de bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum.

Öncelikle belirtilmesi gereken, Özdemir Nutku’nun ikinci “Theope” hakkında verdiği bilgilerin çelişkili olduğu ve belirsizlikler içerdiğidir: Devlet Tiyatroları koordinasyon toplantısında söz konusu yazarın 16. yüzyılda yaşadığını söylerken, Büktel’e verdiği yazılı yanıtında 17. yüzyılda yaşadığını söylemiştir. Yazarın adını da verememiştir. Bununla birlikte, hem toplantıda hem de yazılı yanıtında, bilimsel bir kesinlik iddiasında bulunmadığını, araştırma yapılması gerektiğini de eklemiştir. Söylediklerinden kalkarak, Özdemir Nutku’nun yoktan var etmediği, ama en fazla “duyum” değerinde bir bilgiye sahip olduğu izlenimi edindiğimi söylemem gerekir.

Bir duyum kesin bilgiler içermez, yanlışlıklar da içerebilir, ama zorunlu olmasa da gerçeğe götürebilecek bazı ipuçları verebilir. Büktel ve arkadaşlarının ikinci bir “Theope”nin izine rastlamadıkları yolundaki açıklamaları benim için tatmin edici değildi; Fransızca’yı dikkate almayan yanlış bir tarama yapmış olabileceklerini düşünmüştüm.

Nitekim ben taramayı “Theope” değil de “Théophé” diye yapınca, karşıma bir bilgi çıktı. Bu bilgiye göre, 1697-1763 arasında yaşamış Abbé Prévost’un (Antoine-François Prévost) yazdığı eserler arasında, “Histoire d’une Grecque Moderne” adlı roman da bulunuyor ve romanın kadın kahramanı “Théophé” adını taşıyordu. Prévost’un bu eserinin adını kısaca “Yunanlı Bir Genç Kadının Hikayesi” diye çevirebiliriz. Théophé işte bu Yunanlı genç kadındır. Böylece ikinci bir Théophé’nin olduğunu, ama bu Théophé’nin bir oyunun adı değil, bir romanın kahramanı olduğunu söyleyebiliriz. Kadın kahraman eserin isminde mevcuttur, ama “Théophé” olarak değil “Yunanlı Bir Genç Kadın” olarak.

Netleştirilmesi gereken ikinci nokta, Büktel’in oyunu ile Prévost’un romanı arasında bir benzerlik olup olmadığıdır. Elbette benzerlik derken iki eserin de kahramanının benzer adlar taşıması, cinsiyetlerinin kadın olması ya da eserlerin isminde mevcut olmaları gibi benzerlikleri kast etmiyoruz. Temel ölçü tabii ki hikâye olacaktır. Büktel’in “Theope”sinin az çok bilindiğini varsaydığımızda, Büktel’in Prévost’un romanındaki hikâyeyi esas alması, yani oyunlaştırması gibi bir durumun olmadığı aşağıdaki özet bilgiden anlaşılabilir.

"Yunanlı Bir Genç Kadının Hikayesi”nde, Fransız anlatıcı-karakter İstanbul’da diplomat olarak görev yaparken genç Théophé’yi bir haremde yaşadığı köle hayatından kurtarıyor ve onun yeni koruyucusu oluyor. En önemlisi Théophé’ye Batı ahlakını aşılayarak asimile ediyor. Fakat Théophé’nin edinmiş olduğu yeni Batılı kadın duruşu, Fransız diplomat açısından hiç beklenmedik sonuçlara yol açıyor. Kadın kahraman, köle hayatı sürerken yaşadığı bayağılıklara tamamen sırt çevirip bağımsızlık da talep eden erdemli bir hayat sürmek istediğini söylüyor. Yani koruyucusunun arzularına yanıt vermeyi reddediyor; evlenme teklifini dahi kabul etmiyor. Fransız diplomat, hayranlık, giderek daha şiddetlenen arzu, aldatılma şüphesi, kıskançlık gibi karmaşık bir ruh haline sürükleniyor…

Akademik bir ayrıntı olarak verdiğim yukarıdaki bilgiler şunu göstermektedir: İkinci bir “Theope” konusunda Özdemir Nutku tamamen uydurma bir varsayımla ortaya çıkmamış, gerçekte var olmayan bir şeyi oldurmamış, ipuçları içerecek şekilde çelişkili bir duyumu dile getirmiştir. İki eser arasında güçlü benzerlik ilişkileri kurmak anlamsız görünmektedir; isteyen bu konuda daha ayrıntılı ve titiz bir çalışma yapabilir. Özdemir Nutku’nun “İkinci bir Theope var” duyumunu niçin Devlet Tiyatroları koordinasyon toplantısında gündeme getirdiği ise, ayrı bir tartışmanın konusudur.

(Kaynak: Ömer F. Kurhan TİYATRO YAZILARI ARŞİVİ)

***

Yukarıdaki yazıyla ilgili olarak, Kurhan'dan bir açıklama geldi. Yayınlıyoruz:

Sayın Bulunmaz,

"İkinci bir 'Theope' Var mı?" yazımın kişisel arşiv blogumdan kaldırmamın nedeni, Yeni Tiyatro dergisi editörü Erbil Göktaş'ın bir talebinden kaynaklanmaktadır. Şöyle ki: Söz konusu yazıyı yayımlanması için Yeni Tiyatro sitesine yollamış, buna karşılık Erbil Göktaş yazının genişletilmiş ve daha ayrıntılı bilgilendirme yapan bir versiyonunu Yeni Tiyatro dergisinde yayımlayabileceğini belirtmişti. Fakat, dergide yayınlanan yazıların bir buçuk ay boyunca başka bir yerde yayımlanamayacağını da eklemişti. Bunun üzerine ben de yazıyı kişisel arşiv blogumdan çıkarmış ve içeriğini genişleterek Erbil Göktaş'a yollamıştım.

Anladığım kadarıyla, yazı birkaç saat kişisel arşiv blogumda kalmasına rağmen, arada o yazıya erişip yayımlamışsınız. O yazının genişletilmiş versiyonu muhtemelen Yeni Tiyatro dergisinde yayımlanacak. "Muhtemelen" diyorum, çünkü yazının kısa versiyonu sizin sitenizde yayımlanmış. Bunu yeni öğrendim. Bu durumda Erbil Göktaş yazının geniletilmiş versiyonunu dergide yayımlar mı bilemiyorum. Yazıyı bir buçuk ay sonra tekrar koymak üzere sitenizden kaldırabilirseniz sevinirim. İyi çalışmalar...

***

Yukarıdaki Kurhan'ın açıklamasıyla ilgili olarak, Yeni Tiyatro dergisi yöneticisi Erbil Göktaş'a telefon edip, Kurhan'ın gönderdiği e-postadan bahsettim. Göktaş, yazının durmasında bir sakınca bulunmadığını dile getirip, yazılı açıklama göndereceğini belirtti. Göktaş'ın açıklaması gelir gelmez, okurlarımıza ileteceğiz. (HB)

***

Yukarıdaki durumla ilgili olarak Kurhan'a bir mektup gönderdim:

Merhaba Sayın Kurhan,

Mektubunuzu, Erbil Göktaş'a iletmekle birlikte, kendisiyle bir de telefon görüşmesi yaptım. Sizin, Göktaş'ı yanlış anladığınızı, "kısa versiyonu"n sitemizde kalmasında hiçbir sakınca bulunmadığını belirtti. Göktaş, OYÇED'in düzenlediği ULUSAL OYUN YAZARLIĞI SEMPOZYUMU'yla ilgili olarak, otelde, konuklarıyla sohbet ettiği için, daha sonra, yazılı açıklama yapacağını belirtti. Hatta, size de durumu açıklayacağını dile getirdi.

Durum böyle olunca, yazıyı yayında tutuyorum...

İyi çalışmalar...

Hilmi Bulunmaz

***

Kurhan'ın yanıtını aktarıyoruz:

Doğrudur... Kendisi net bir şekilde çıkarın dememişti... O zaman ben de kişisel bloguma yazıyı ekliyorum...

İlgilendiğiniz için teşekkürler...

Ömer F. Kurhan

***

Yukarıdaki "İkinci bir 'Theope' Var mı?" yazısıyla ilgili olarak, Yeni Tiyatro dergisi editörü Erbil Göktaş'la yaptığımız yazışma:

Erbil merhaba,

Dün akşam gönderdiğim mektubumun yanıtını alamadım. Ömer F. Kurhan'ın "İkinci Bir 'Theope' Var mı?" yazısıyla ilgili olarak, yazılı bir açıklama yaparsan iyi olur. Benim de açıklama yapmam gereken okurlarım var. Bu arada, sakıncası yoksa, Kurhan'la, bu konuyla ilgili olarak yaptığınız yazışmaları tarafımıza aktarırsan, onları da yayınlamayı düşünüyorum. Ayrıca, Kurhan'ın yazısını yayınlayacaksan, başlığını belirtip bana iletirsen, şimdiden, derginin çıkacak sayısını tanıtmaya başlayabilirim.

İyi çalışmalar...

Hilmi Bulunmaz
27 Şubat 2009 Cuma 15:44

***

Merhaba,

İki gecedir oteldeyim. Dün gece internet yoktu, o yüzden yazamadım. Bence Kurhan'ın ilk metnini sitenden kaldırmana gerek yok. Çünkü ikincisi ve bana gönderdiği daha genişletilmiş farklı bir yazı. Başlığı da İkinci Bir Theope Var mı?

Görüşmek üzere...

Erbil Göktaş
28 Şubat 2009 Cumartesi 05:12

***

Kurhan'ın yazısını kendi sitesinden okumak için:

"İkinci Bir 'Theope' Var mı?"

15 Nisan 2008 Salı

Bilkent Üniversitesi'nden Seçkin Sevim, Coşkun Büktel'in THEOPE oyununu değerlendirdi:


Çok katmanlı bir oyunun
labirentlerinde dolaşmak


Seçkin Sevim
Nisan 2008


Theope, özellikle Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları isimli kitabıyla tanınan Coşkun Büktel'in tek uzun oyunu. Oldukça sağlam bir olay örgüsüne sahip. Karakterlerin tatmin edici bir iç derinliği var. Karakterler arasındaki çatışma da ustaca kurulmuş. Öyle ki, oyun boyunca kreşendo bir an bile teklemiyor ve sahneden sahneye sürekli artan bir tempo bizi finale kadar duraksamadan götürüyor. Seyircinin yoğun katılımını gerektiren çok katmanlı bir oyun olan Theope, birçok temayı ele alıyor. Theope'yi layıkıyla anlayabilmek, işte bu çok katmanlı yapının labirentlerinde dolaşmaktan geçiyor.

Theope, toplumsal iradeyle kendi kişisel iradeleri arasında sıkışmış bireylerin yenilgiye yazgılı çırpınışlarını konu edinen bir oyun. Hür iradeleriyle kendilerini gerçekleştiremeyen bu bireyler er ya da geç toplumsal iradenin baskısına boyun eğerler. Oyun kişileri arasında bu dramı en yoğun şekilde yaşayan Menoikeus'tur. O, başlangıçta yaşamaya ve yaptığı heykeli bitirmeye öylesine kararlıdır ki, yirmi bin kişinin hayatı söz konusu olsa bile ölmeyi reddeder. Ancak, sevdiği kadının ihanetini öğrenince artık toplumsal baskılara direnmeyi anlamsız bulur ve kendini surlardan aşağı atar. Menoikeus'un kaderi insanoğlunun kaderidir aslında. Kendini var edebilmek için önce başkaldıran ve direnen, ama sonunda yenilgiyi kabul ederek toplumsal iradeye boyun eğen insanoğlunun... Theope, bu noktada bizi şu sorularla baş başa bırakır: Kadere boyun eğmek aslında toplumsal iradeye boyun eğmek midir? İnsanoğlu yazgısını değiştirebilir mi? Kendi yazgımız üzerinde tasarrufta bulunamıyorsak, "kişisel irade" diye bir şeyden bahsedebilir miyiz?

Peki neden toplumun kurtuluşu için Menoikeus kurban olarak seçilir? Neden bir başkası değil de o? Teiresias'a göre tanrılar, "Thebai'ye en büyük bedeli ödetmek için" Menoikeus'u seçmişlerdir. (s. 26) Öte yandan babası Kreon "Öylesine tutkulu çalışıyor ki!.. Korkuyorum, yüce Teiresias! Bu kadın, Menoikeus'u mahvedecek! Menoikeus, sanatıyla onu bütün tanrılardan daha fazla yücelterek günah işliyor bence." (s. 23) derken, Menoikeus'un kurban seçilme nedenini daha açık bir şekilde gözler önüne serer. Nitekim, Teiresias'ın verdiği cevap manidardır:

..........Menoikeus için üzülme, Kreon! Tanrılar ona belki de en şerefli ölümü bağışlayacaklar. (s. 23)

Şu halde, tanrıların iradesine başkaldırmakla toplumsal iradeye başkaldırmak aynı şey midir? Diğer bir deyişle, tanrıların iradesi dediğimiz şey aslında toplumsal irade midir? Menoikeus'un kendisini savunurken söylediği şu sözleri, bu sorulara verilmiş esaslı bir cevap olarak kabul edebiliriz.

..........O yirmi bin kişiyi öldüren ben olmayacağım! Ben şu anda ne kadar suçsuzsam, onlar öldüğünde de o kadar suçsuz olacağım! Oidipus'a gelince: O da suçsuzdu. Yatağında yıllarca okşadığı kadının, annesi olduğunu Oidipus bilmiyordu. Ne olmuşsa, tanrıların isteğiyle olmuştu. Tanrılar her şeyi adım adım önceden tasarlamıştı. O iğrenç yazgısının bütün ayrıntıları, Oidipus doğmadan çok önce saptanmıştı. Zavallı Oidipus!... Talihin o karanlık dolambaçlarında özgürce dolaştığını sanırken, gerçekte, tanrıların ona çizdiği kader çizgisinin bir adım bile dışına çıkmamıştı! Kendi iradesi sanara yaptığı her şey, gerçekte tanrıların iradesiydi! İşlediği bütün günahlar tanrıların buluşuydu! Oidipus öyküsünde yalnızca tanrılar suçlu!! (s. 87)

Meseleye daha "dünyevi" bir bakış açısıyla bakıldığında, Menoikeus'un, Kral Eteokles ile kardeşi Polyneikes arasındaki iktidar mücadelesinin kurbanı olduğu sonucuna da varma mümkün. Bu bağlamda Kral Eteokles'in demokrasi yanlısı, kardeşi Polyneikes'in ise mutlak monarşi yanlısı oluşunun temelle bir anlamı yoktur. Sonuçta bu iki kardeş arasındaki iktidar mücadelesi, Thebai'nin yakılıp yıkılmasına ve Menoikeus'la birlikte daha bir çok insanın ölümüne yol açmıştır. Esasen meselenin özünde, iktidar olgusu yatar. Hangi türden olursa olsun iktidarın bizzat kendisi kötüdür. Zira toplumdaki en örgütlü güç olan siyasal iktidar, servetin nasıl dağıtılacağına karar verir ve yasal şiddet kullanma tekeline sahiptir. Bütün bunlar, hiç şüphe yok ki, insanın kendini hür iradesiyle var edebilmesinin önündeki en büyük engellerden birinin de siyasal iktidar olduğunu gösterir. O halde siyasal iktidarı doğuran örgütlü toplum, bireyin cehennemidir sonucuna varabilir miyiz?

Öte yandan şunu da ifade etmek gerekir ki, oyunda yeryüzünün ilk ve tek demokrasisi olarak ilan edilen Eteokles demokrasisi, her ne kadar kadınları ve köleleri dışarıda bırakıyor olsa da, oldukça gelişmiş bir yönetim tarzı olarak kendini gösterir. Zamanı geldiğinde iktidarı kardeşi Polyneikes'e devretmeyi antidemokratik bir tavırla reddeden Kral Eteokles, kurduğu demokrasiyi, birtakım zorunlu savaş tedbirleri almayı öneren başkomutan Kreon'a karşı modern denebilecek argümanlarla savunur.

..........Sen yapının temel taşlarını söküp, o taşlardan ona payanda yapmayı öneriyorsun!!! Bebeği soğuktan korumak için derisini yüzüp, o deriden ona hırka yapmak gibi bir şey bu!!! Demokrasiyi korumak için senin önerdiğin tedbirlere başvurursak, daha ilk anda, orada korunacak demokrasi diye bir şey kalmamış olur zaten!! (s. 52)

Menoikeus'un Theope'ye olan tutkusu öylesine büyüktür ki, tanrılar ve insanlar ölmesini isterken bile o, bu tutkunun verdiği güçle, inatla yaşamaya ve aşkını ölümsüzleştirecek olan heykelini yapmaya devam eder. Ne var ki, tutku tek taraflı bir tutkudur. Zira Theope'nin Menoikeus'a karşı hissettikleri asla aşk olarak nitelenemez. Theope, Menoikeus'un aşkına karşı genelde kayıtsız, zaman zaman da küçümseyici bir tavır takınır: "Bizim aşkımız!!... Bizim aşkımız!!... Bizim şu büyük aşkımız!!..." (s. 141) Theope, aslında ne Menoikeus'u ne de Polynikes'i sevmektedir. Theope tek ve gerçek aşkını Girit'te yaşamış ve sevgilisi Orios'un işgalci Akhalar tarafından katledilmesinden sonra artık aşk defterini kapatmıştır. Theope, ilk aşkını kalbine gömmüş ve -amiyane tabirle söyleyecek olursak- bundan sonra kimselere yar olmamaya karar vermiştir. Güzelliğinin farkında olan her kadın gibi, erkeklerin kendisine olan zaafından istifade eden Theope, aşıklarıyla olan ilişkisinde daima benmerkezcidir. Sözgelişi, Theope ile Menoikeus arasında geçen şu konuşma, Menoikeus'un büyük tutkusu karşısında Theope'nin benmerkezciliğine iyi bir örnektir:

..........MENOIKEUS (Theope'ye sımsıkı sarılarak): Bağışla beni! Bağışla ne olur! İnan, seni çok arzuluyorum! Seni öyle arzuluyorum ki Theo, şu an içimde harlanan ateş koca bir kenti bir anda yakıp kül edebilir!
..........THEOPE: Thebai gibi mi?
..........MENOIKEUS: Thebai mi?
..........THEOPE: Thebai'yi benim için yakmıyor musun?
..........MENOIKEUS: Thebai'yi ben değil, Polyneikes yakıyor? Ben yaksaydım, içinden seni çıkardıktan sonra yakardım! (s. 95)

Theope'nin Polyneikes'e olan tavrı da temelde farklı değildir. Theope, Polyneikes'in teke tek dövüşte ölmesi üzerine şunları söyler:

..........Öldün!.. Bir fatih olarak gelip ayaklarıma kapandığını asla göremeyeceğim! Bana pişmanlığını görmek şansını tanımadan öldün!.. Benden sonra soğuyan bedenini ne o Aegeia denen kadının ne de bir başkasının asla ısıtamadığını öğrenemeyeceğim!.. Öldün!.. Benden özür bile dilemeden öldün!.. Sana seni bağışlamayacağımı söylememe fırsat vermeden o aptal böceğe öldürttün kendini!... Anlamıyorum, bana bunu neden yaptın?! (s. 129)

Theope, kendisine gönül veren bütün erkekleri bir bir felakete sürükleyen bir tutku nesnesidir adeta. Giritli sevgilisi Orion, Akhalar tarafından katledilir. Polyneikes, kardeşi Eteokles ile yaptığı teke tek dövüşte ölür. Menoikeus, Thebai surlarından atlayarak intihar eder.

Oyunda, Menoikeus'un Theope'ye tutkusunun bir benzerini Hesperus, Kral Eteokles'in kardeşi Antigone'ye karşı hisseder. Hesperus da Menoikeus'la aynı akıbeti paylaşır; Antigone'ye olan aşkını ispat etmek için intihar eder. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Theope oyununda tutku, beraberinde ölüm getirir.

Teiresias'ın kehanetleri oyunun sonunda gerçekleşir. Ancak, onun söylediği sırayla değil. Teiresias, Menoikeus atlayacak, Thebai kurtulacak demiştir. Oysa ki, Menoikeus kendini surlardan aşağı attığında, Thebai kenti zaten kurtulmuştur. Şu durumda, Menoikeus tanrıların değil, tanrılar adına konuşan Teiresias'ın kurbanı olmuştur. Oyunda, insanlık tarihi boyunca tanrılar adına konuşan bir güruhun temsilcisi olarak Teiresias, şu güne kadar Thebai'ye felaketten başka bir şey getirmemiştir zaten. Oyunun başında Menoikeus'un celladı durumunda olan Teiresias, oyunun sonunda bütün saygınlığını yitirir. Çömez'i, onu terk etmeye karar verdiğini söylediğinde Teiresias, "bana ve kehanetlerime artık saygı duymuyorsun, öyle mi?" diye sorar. (s. 163) Çömez'in verdiği cevap oyunun alt metnine açılan bir menfez mahiyetindedir.

..........Size saygı duymamak elimde değil. Ama artık biliyorum: Siz kehanetlerinizi kendi iradenizle, kendi yaptırım gücünüzle gerçekleştiriyorsunuz. Bence siz kehanette bulunmuyor, emrediyorsunuz. Geleceği haber vermiyor, geleceği "belirliyorsunuz". Bunu anladığımda düş kırıklığına uğramadığımı söylersem, yalan olur, efendim. (s. 163)

Theope'de insanlığın kaderi hakkında bedbin bir bakış açısı hakimdir. Bu bedbin bakış açısı, oyun kişilerinden Düşünür'ün şu sözlerinde tüyler ürpertici nihilist bir çığlık hüviyetine bürünür adeta: "Gelecek yok! Geçmiş yandı!" (s. 83) Nitekim oyunda, insanlık için değerli olan her şeyin birer birer mahvolduğunu görürüz. Eteokles'in ölümündene sonra Thebai'de demokratik idareye son verilir. Menoikeus ve Hesperus ölür; tutkular son bulur. Çatlayan Theope heykeliyle sanatın sonu gelir. Artık Thebai'de inanacak bir şey kalmamıştır. Diğer deyişle yaşama imkanı kalmamıştır. Çömez, Teiresias'ı terk ederken söylediği sözlerle bu çarpıcı gerçeği dile getirmiş olur:

..........Ben -artık başka türlü yaşamak zorundayım. Gitmem gerektiğini hissediyorum. Kendime, inanacak yeni bir şey bulmalıyım. (s. 163)

Ancak, Çömez'in bu sözlerinde en küçük bir umut ışığı parlamaz. Söz konusu olan, yaşamı sürdürmeye dair bir arayıştır sadece.

İnsan soyunun ontolojik problemlerini tartışan bu sıra dışı oyun, toplumsal irade-bireysel irade çatışması, kadere boyun eğme ya da başkaldırma, iktidarın doğası, bireyin hür iradesiyle kendini gerçekleştirmesinin önündeki engeller gibi, insanlığın zihnini sürekli meşgul etmiş meseleler üzerinde yoğunlaşır. Ancak, Theope'deki hakim tema tutkudur; Menoikeus'un Theope'ye olan tutkusu. Diğer temalar, tutku teması etrafında sağlam bir örgüyle birbirine bağlanmıştır. Theope, tüm bu nitelikleriyle tiyatro literatürümüzde ayrıcalıklı bir yere sahip olmayı hak ediyor.

(Kaynak: virgül dergisi, nisan 2008 sayısı, sayfa 60-61)

12 Haziran 2009 Cuma

13 Haziran 2009


O REHBERİ O KADAR AÇIK, SEÇİK VE NET YAZMIŞTIM Kİ; DEĞİL YALNIZ GERİ ZEKÂLILAR, ŞEMPANZELER BİLE ANLAYABİLİR SANIYORDUM

Heyhat!... Yanılmışım. O nedenle rehberin bazı bölümlerini aşağıda yeniden gündeme getirirken, bazı ifadeleri şempanzelerin bile anlayabileceği biçimde, "kırmızı harflerle" vurgulamaya karar verdim.

ARŞİVDEN / 20 Şubat 2009

(...)

3. Toplantının yöneticisi Nutku bu iftirayı durup dururken değil, DT sanatçısı Şahin Ergüney'in söz alıp "Theope DT'de oynanmalıdır" mealindeki konuşması üzerine, yumurtlamıştır. Nutku, Ergüney'in talebini şu iftirayla cevaplamıştır:

4. “...şimdi efendim bir de, bir dikkatini çekmek istiyorum. Hiç bir şeyle itham etmiyorum. Fransızca’da 16.yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var. Özellikle Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler yani, bir bakmalılar. Aradaki benzerliği görmek için. Teşekkür ederim...”

5. Oysa ki, "Fransızca’da 16.yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun" yoktur. Herhangi başka bir ülkede ya da yüzyılda da yoktur. Olduğunu söylemek, düpedüz, açık, somut, kesin bir yalandır. Bırakın oyunu, "Theope" adlı bir roman, hikaye, beste, bale, vb. bile yoktur. Ama herhalde, Yunanistan'da Theope adlı yaşamış ve yaşayan binlerce insan, Yunan edebiyatında Theope adında yüzlerce karakter, hatta diğer ülkelerin edebiyatında da Theope adlı üç-beş karakter bulmak ihtimal dahilindedir. Çünkü Theope, Coşkun Büktel'in uydurduğu bir isim değildir. Tıpkı "Cevdet Bey ve Oğulları"ndaki Cevdet isminin Orhan Pamuk tarafından uydurulmuş bir isim olmadığı gibi... Ama isimleri Büktel ve Pamuk uydurmuş olmasa da, Büktel'in Theope'si ve Pamuk'un Cevdet'i, ya da Namık Kemal'in "Cezmi"si, Halide Edip Adıvar'ın "Handan"ı, Refik Halit Karay'ın "Nilgün"ü, vb, yalnızca yazarlarının yaratıcılığına özgü, "özgün" karakterlerdir.

6. İhtimalleri bir yana bırakır da, kesin ve şüphesiz olan şey nedir diye sorarsak, şu cevaba ulaşırız: Theope adlı yaşamış ve yaşayan binlerce insanın veya yüzlerce edebi karakterin muhtemel varlığı, Nutku'nun iftirasını ortadan kaldırmıyor. Dolayısıyla, Şahin Ergüney'in "Theope oynanmalıdır" talebi üzerine, Nutku tarafından, Theope adlı var olmayan ikinci bir "oyun" uydurulması, iki Theope oyunu arasındaki benzerlikten söz edilmesi, Büktel'e karşı yazılan cevap yazısında bile hâlâ "17. Yüzyıl'da yazılmış" Theope adlı o ikinci oyunun var olduğunda ısrar edilmesi; pek çok geri zekâlının bile kolayca değerlendirebileceği üzere, maksatlı bir iftira olmaktadır.

(...)

8. Nutku bu iftirayı dalgınlıkla ya da yanlış hatırladığı için atmış değildir. Çünkü:

9. Büktel, Eylül 2005'te (henüz CD ortaya çıkmadan önce) yazdığı ilk yazıyla Nutku'dan, sözünü ettiği ikinci Theope'nin kanıtını isteyince; Nutku, üç-beş gün sonra yayınladığı cevap yazısında, ilk yalanına sahip çıkmış, yeni yeni yalanlarla, o ilk yalanını inandırıcı kılmaya ve Büktel'in tepkisini yumuşatmaya çalışmıştır. Nutku, "Coşkun Büktel'e yanıt" başlıklı o yazısının ilk paragrafında şunları söylemiştir:

10. "Sayın Coşkun Büktel,
Benim hiçbir iddiam olmadı. Size olayı nakleden Şahin Ergüney eksik nakletmiş. Bazan eski belgeleri karıştırırken
17. yy.da yaşamış ikinci sınıf bir yazarın “Theope” adlı bir oyunu olduğunu öğrendiğimi söyledim. (Nutku'nun öyle bir şey söylemediği CD'de net görülüyor.) Üstelik hiçbir imada bulunmadan. (Benzerlik imasında bulunduğu CD'de net görülüyor.) Metni görmedim, yalnızca adına eski bir belgede rastladım. Metni görseydim bile, Fransızca bilmediğim için oyunu okuma olanağı bulamayacaktım. Benim bile varlığından haberi olmadığım başka bir Theope'yi sizin de okumamış olduğunuza emin olduğumu belirttim. (Belirtmediği CD'de net görülüyor.) Bunu yalnızca bilgi olarak verdiğimi, sizin Theope'nizin özgün bir yapıt olduğundan kuşku duymadığımı da ekledim." (Eklemediği CD'de net görülüyor.)

11. Nutku, toplantıdaki konuşması ile yukarıdaki savunmayı yazması arasında geçen sürede gerekli araştırmayı yapmış ve dalgınlığını fark mı etmiş ki (!), ikinci Theope için toplantıda konuşurken 16. Yüzyıl tarihini verdiği halde, Büktel'in hesap sormasından sonra yazdığı ve yukarıda aktardığımız cevap yazısında 17. Yüzyıl tarihini veriyor? Yoksa konuşurken söylediği yalanı unutmuş ve savunma yazısında aynı yalanı tekrarlamaya çalışırken yanlış yalan(!) mı söylemiş? Her iki ihtimal de Nutku'yu iftiracı kılıyor.

(...)

13. Bütün diğer kanıtları göz ardı ederek Nutku'nun toplantıda konuşurken dalgınlık etmiş olabileceğine inanmak için geri zekâlı olmak yetebilir. Ama Büktel'in ilk yazısında yönelttiği suçlamalara karşı (yukarıda ilk bölümünü aktardığımız) savunma yazısını yazarken Nutku gibi duayen bir bilim adamının, Büktel suçlamalarından sonra bile hâlâ ayılamayıp, "aynı" dalgınlığı sürdürdüğüne ve savunma yazısında koyu harflerle belirlediğimiz (CD görüntüleriyle çelişen) bütün o yalanları, dalgınlıkla söylediğine inanmak için, geri zekâlı olmak yetmez. Ya moron ya da iftiracı Nutku'nun yalakası olmak gerekir.

14. Peki ama çevremizde Özdemir Nutku skandalını inkâr ya da örtbas etmeye çalışan; güneş kadar apaçık ve net görünen iftirayı balçıkla sıvamaya, ortada şaibeli ya da ihtilaflı bir durum varmış gibi bir izlenim yaratarak insanları yanıltmaya kalkışan; ya da Türkiye'nin en meşhur tiyatro profesörünün iftiracı olması tiyatrocular için hayati bir konu değilmiş gibi davranan birini gördüğümüzde onun moron mu, yalaka mı olduğunu nasıl anlayacağız? derseniz; ağzını koklayın, derim: Yalakaların ağızlarında yaladıkları yerlerin kokusu kalırmış.

Coşkun Büktel / 20 Şubat 2009

(Arşiv yazımızı eksiksiz okumak için, kaynak:
Büktel, "Geri Zekâlılar İçin Alfabe Düzeyinde Özdemir Nutku Skandalı Rehberi")

19 Mayıs 2015 Salı

Antik Yunan s/imgesiyle ç/alıntı duygular veren Büktel, YALAN söylüyor!










Yakınmıyorum, yalnızca teşhir ediyorum:
İNSANLIK TARİHİNDEN İBRET BELGELERİ: THEOPE'YE İFTİRA EDEN 1101. LİNÇÇİNİN KİMLİĞİ BELGELENDİ.

Like · Comment · Share · May 17
  • Coşkun BüktelHİLMİ BULUNMAZ DİYOR Kİ;

    Yazıyı, Antik Yunan imge ç/alıntısı olduğunu anlamadığımda yazmıştım!. 


    Güncelleme (24 Aralık 2014): Yazının başlığı "Türkiye tiyatrosunun Everest'i" idi. Şimdi yazsam, "Türkiye tiyatrosunun Lut Gölü" derdim!...

    ***

    Türkiye tiyatrosunun Everest'i

    Hilmi Bulunmaz
    19 Aralık 2007

    Theope'yi okumamak toplumsal suç değil; Theope'yi engellemek tiyatral bir suçtur. Theope'yi okumamak, Theope'yi azaltmaz. Okumayanı azaltır. Theope'yi okumadan, tiyatro sanatıyla uğraşmak olanaksızdır. Theope'yi okumadan tiyatro sanatıyla uğraştığını iddia eden biri, yumurtasız omlet yaptığını yada yediğini iddia eden bir salaktan farksızdır. Ben Theope'yi okudum diye övünmüyorum. Theope'yi okumasaydım, eşekten farksız biri olurdum. Sırtıma konulan her yükü aptalca taşırdım. Yalancılarla, iftiracılarla, sansürcülerle, sanal canavarlarla işbirliği yapabilecek denli donanımsız biri olurdum. Yada şöyle denilebilir: Theope'yi okuyabilecek donanıma sahip olduğumdan; yalancılarla, iftiracılarla, sansürcülerle, sanal canavarlarla işbirliği yapmıyor, hakikat sever Coşkun Büktel ile işbirliği yapıyorum. Bu durumda kazanan Theope olmuyor; okuyan oluyor. Theope okunmadığında, yitiren Theope olmuyor; okumayan oluyor…

    ("Tiyatroda 'Üçüncü Abdülhamid' istibdadı" başlıklı yazıdan.)
  • Coşkun Büktel Theope'nin " ç/alıntı" olduğunu söylemek, benim yedi yıl emek harcayarak yazılmış, fanatikleri bulunan bu eserime yönelik, asla kanıtlanamayacak vandalca bir iftiradır.
  • Coşkun Büktel Ne dersiniz, artık linççilerin yaptığı gibi ima ederek değil, imadan öte giderek Theope'yi kesin bir dille "ç/alıntı" diye niteleyen Hilmi Bulunmaz'ı linççiler acaba bağırlarına basarlar mı?
  • Coşkun Büktel SOMER KARVAN, LİNÇ KAMPANYASINI, ÖZDEMİR NUTKU'NUN THEOPE'YE ATTIĞI ÇALINTI İFTİRASINI ANLAMADIĞINDA İMZALAMIŞTI:
    https://www.facebook.com/notes/coskun-buktel/linc-imzacisi-somer-karvanin-buktele-gonderdigi-ozelestirel-ozur-mesaji/10150337389575711
  • Coşkun Büktel ZAMAN, SOMER KARVAN'IN LİNÇÇİ İFTİRA KONUSUNDA BİLİNÇLENİP LİNÇÇİLERİN MAHALLE BASKISINA RAĞMEN THEOPE'Yİ SAVUNMASINI SAĞLARKEN; BAŞLANGIÇTA THEOPE'Yİ SAVUNDUĞU İÇİN LİNÇÇİLERİN MAHALLE BASKISINA UĞRAYAN HİLMİ'İN, SONRADAN THEOPE'YE "Ç/ALINTI" DİYEREK LİNÇÇİ İFTİRAYA KATILMASINA YOL AÇTI. UMARIZ, HİLMİ, MAHALLE BASKISINDAN BİRAZ OLSUN RAHATLAMAYI BAŞARIR.
    Like · Reply ·