7 Aralık 2008 Pazar

BÜKTEL de Hasan Anamur'u "GÖR"dü

Hilmi Bulunmaz'ın son keşfi:


Gazete köşesi sınırları içinde makul sayılabilecek bir Hasan Anamur eleştirisi


Coşkun Büktel
7 Aralık 2008


Türk tiyatrosunda, yargılarını gerekçelendirebilen, gerekçelerini oyun metninden çıkarılmış somut kanıtlarla belgelendirebilen, "eleştiri gibi bir eleştiri" bulabilmek için; insanın, Hilmi Bulunmaz gibi, (kendini, internette tiyatro adına yayınlanan her şeyi arayıp bulmakla, okumakla görevlendirmiş) bir kaşif olması gerekiyor.

Hasan Anamur'un sıkıcı yazılarını uzun zamandır okumadığım için, Ali Taygun yönetmenliğinde gerçekleştirilmiş İBŞT yapımı "Vişne Bahçesi" hakkında Anamur tarafından yazılmış eleştiri yazısını fark etmemi, Hilmi'nin o yazıyla ilgili değerlendirme yazısına borçluyum.

Anamur, gazetede kendisine ayrılan yerin sınırları içinde, oldukça makul sayılabilecek bir eleştiri yazısı yazmış. Herhalde "yeri dar" olduğu için Anamur, yargılarını inandırıcı biçimde gerekçelendirebildiği halde, gerekçelerini inandırıcı somut kanıtlarla belgeleyemiyor. Bu yüzden ben, yazının, ancak, koyun bulunmaması yüzünden Abdurrahman Çelebi denilen keçi kadar değerli olduğunu düşünüyorum. (Ama bu kadarı bile Hilmi'yi heyecanlandırıyor ve ona Anamur'un yazısını destekleme gereğini hissettiriyor.)

Ben de Hilmi'nin bu hissiyatına katılmanın ve Anamur'un yazısına küçük bir katkıda bulunmanın yararlı olacağını düşündüm. Anamur, yazısının bir yerinde diyor ki:

Program broşüründe Stanislavski’nin yorumunu eleştiren Taygun, Çehov’un bu oyun üzerine görüşü olarak ileri sürdüğü bir yaklaşım üzerine kurmuş bütünü: “Elimden çıkan oyun bir dram değil bir komedi, hatta yer yer bir fars.” Oyunda yer yer farsa kaçan durumlar gerçekten olsa da bunlar yaşanan ‘dram’ın bilincine tam varamayan uşak ve hizmetçilerin davranışlarıyla sınırlıdır: Mürebbiye Şarlotta hüzünlü bir biçimde yaşamından yakınırken cebinden bir hıyar çıkarıp yemeye başlar ve bunu ayrıca vurgular. Ancak, “Her şey basit olmalıdır, teatral olmamaktır esas” diyen Çehov’un bir yaşam dilimini sahneye tüm boyutlarıyla ve doğal haliyle yansıtma düşüncesini benimsersek, oyuna serpiştirilmiş birkaç ‘fars’ öğesine karşın, Stanislavski’nin görüşüne katılmamız, çevremizdeki tüm aykırılıklara karşın hüznü, acıyı ve ironiyi içimizde yaşamamız gerekir.

Çehov'un dört perdelik gayet dramatik oyunlarını, sahnede gördüğü kimbilir hangi saçma mizansene tepki olarak "komedi" biçiminde tanımlamış olmasını yönetmenlerin mümkün olan en yanlış biçimde değerlendirmesi bahsinde, yönetmen Ali Taygun hiç de yalnız sayılmaz:

Çehov'un, dramatik oyunlarını "komedi" olarak tanımlamış olması, yıllar önce, Yücel Erten'e de, İstanbul DT'nin Taksim Sahnesi'nde, "Martı"yı maskara etmek fırsatını ya da bahanesini ya da cesaretini vermişti. Yücel Erten de "Martı"nın bazı sahnelerini olabilecek en yanlış biçimde, fars biçiminde, sahneleyerek oyunu katletmekten çekinmemiş, böylece, seyirciye Çehov göstermek yerine, kendisinin ne kadar cesur (uçuk) bir yönetmen olduğunu göstermişti. Örneğin bir sahnede, (sırf Çehov'un "oyunlarım komedidir" demesi yüzünden) metinde bulunmayan bir Yücel Erten mizanseni gereğince, oyunculardan birinin yemek masasındaki örtüyü dalgınlıkla çekip masa üstündeki tabak çanakları yere saçtığı abuk sahne, aradan geçen yaklaşık yirmi yıldan sonra, bugün bile hâlâ aklımdan çıkmaz. Mürebbiye Charlotta'nın o hüzünlü konuşmadan sonra o çok ünlü hıyarını cebinden çıkarıp yemesi, ne kadar iç burkucu, derin, ince ve trajikomik bir Çehov buluşu ise; tabak çanakların yere saçılması da, hiç şüphe yok ki, Çehov derinliğini aynı ölçüde yok eden, espriden yoksun, kaba saba bir "inek şaban" abukluğudur.

Anamur'un eleştiri yazısına ulaşmak için, lütfen, aşağıdaki başlığı tıklayınız:

Çehov adına yitirilmiş bir fırsat

***

Ayrıca bakınız:
"Körler körleri izliyor!"
"Bir garip eleştiri seçkisi!"
"Yumurtasız omlet yapabilen sihirbazlar"