26 Aralık 2008 Cuma

Bertolt Brecht, her niyete yenen bir muz değildir

Behruz'u (Mehmet Esatoğlu), handiyse tiyatro sanatına bulaştığım 1972 yılından beri tanırım. Belki birkaç yıl sonra tanımış olabilirim. Tarih konusunda pek emin değilim.

Beklan Algan inisiyatifinde işler yapan Tepebaşı Deneme Sahnesi'ne yolum çok sık düşerdi. Sadece izleyici olarak kalmayıp kendimce çalışmaları kıyısından izlerdim. O zamanlar Behruz da oradaydı. Sanırım göz aşinalığım orada başladı.

12 Eylül Faşizmi öncesi, ben, İstanbul Akademik Sanat Topluluğu'ndayken (İAST), Cezmi Ersöz'le birlikte, Amatör Tiyatrolar Birliği'nde, İAST'ı temsilen, o zamanlar Sinematek binasında toplanıp metin çözümlemesi, dramaturji, yazarlık üzerine çalışmalar yürütüyorduk. Bizimle eğitmen düzeyinde ilgilenen daha çok Erol Keskin'di. Amatör Tiyatrolar Birliği'nin başını çeken Behruz, çok koşturup, çok konuşuyordu. Ancak, bana hiç de kuramsal düzlemi gelişmiş insan izlenimi vermiyordu.

Önce sıkıyönetim ve ardından 12 Eylül Faşizmi ilanı, tüm demokratik çalışmaları olduğu gibi, Amatör Tiyatrolar Birliği çalışmasını da kasap çengeline astı. Milyonlarca insanla birlikte ben de gözaltına alınıp, işkence tezgahında deneyim kazandım.

Sonra yine "özgürlük". Benim için, tırnak işaretinde de olsa, özgürlük demek tiyatro demektir. Hemen arayışa girdim ve kendimi Ferhan Şensoy'un Nöbetçi Tiyatrosu'nda nöbet tutarken buldum. Afitap'ın Kocası İstanbul'da oynamazdan önce, Behruz'un da Ferhan Şensoy'un yazdığı Şahları da Vururlar'da oynadığını gördüm.

1984 yılında, bir yandan Afitap'ın Kocası İstanbul'da oynarken, diğer yandan da devrimci tiyatro yapmanın koşullarını arıyordum. Yolumu Ortaköy Kültür Merkezi'ne (OKM) düşürdüm. Bu konuda bana aracılık eden kişi Hasan Çınar'dı (1965 yılından bu yana arkadaşız. Behruz'dan önce, beni Mao ile de "tanıştırmıştı". Yıllarca birlikte tiyatro yaptık. Hatta 5 Ağustos 1978 tarihinde, Haşmet Zeybek'in yazdığı Alpagut Olayı'nı Açıkhava Tiyatrosu'nda binlerce izleyiciye oynamıştık.). Hasan'la birlikte gittiğimiz OKM'de karşımıza eğitmen olarak Behruz çıktı. Beni "sınav" etti. Aslında özel hiçbir şey sormadı. Sadece (o zamanlar masum bir hayvan olmanın ötesine geçmeyip edebiyata yansımayan) geyik muhabbeti yaptık. Daha sonra, onlarca kez Hasan'dan durumu öğrenmek istememe karşın, sürekli olarak kaçamak yanıtlarla karşılaştım. Oysa sorum çok kısa ve çok netti: "OKM'deki tiyatro çalışmalarına katılabilecek miydim?" Hasan Çınar, sonunda ağzından baklayı çıkardı: "Behruz, senin diksiyonunun bozuk olduğunu söyledi." O zamanlar cabbar biri değildim. 12 Eylül Faşizmi'nin yaraları tazeydi. Çekingendim. Pek üzerinde durmadım. Ancak, müthiş bir özgüvensizlik sürecine girdim.

Behruz'un yönettiği "devrimci" bir sürece girememekle birlikte, faşizmden kopardığım zaman ve mekanlar oranında tiyatro sanatını sürdürdüm. Bana ışık tutanlardan biri de Bertolt Brecht oldu.

Peki Behruz tacizci mi? Bilmiyorum. Emin değilim. Eldeki kanıtlar emin olmama yetmiyor. İzlenimlerle karara varmak istemiyorum. Ancak...

Behruz'un, Türkiye tiyatrosuna devrimci kuram anlamında hiçbir şey katmadığına eminim. Bertolt Brecht'e hiçbir şey katmadığına eminim. Kendi yetersizliğini gizlemek için, yetenekli devrimci tiyatrocuların önünü kestiğine eminim.

Taciz suçunu işlemiş midir? Emin değilim. İzlenimlerimle karar vermek istemiyorum.

Nasıl ki, benim anlattıklarım kanıtlanabilecek belge içermiyorsa, taciz suçunun kanıtlanması da kolay değildir. Tamamen anlatana göre yorumlanabilir. Ancak...

Ben, devrimci tiyatro edimi, kuramı, umudu... bağlamında Behruz'a güvenmiyorum.

Zafer Diper'e gelince... (Bakınız: Samanyolu TV, "Sırlar Dünyası / 116. Bölüm" ve Kültür Bakanlığı çanağı)

***

Bülent Sezgin, incelik gösterip Bertolt Brecht Gecesi örtüsünü aralamak için kaleme aldığı bir yazısını bize de gönderdi. Bülent Sezgin, gecenin örtüsünü araladığı yazısını yollarken, şu notu düşmüş:

"Aşağıdaki yazıyı sitenizde yayınlamak isterseniz sevinirim. www.iatp-web.org adresinde de mevcut yazı."

İbretle, ders çıkararak okuyunuz. (HB)


Bertolt Brecht Gecesinden İzlenimler


Bülent Sezgin
25 Aralık 2008


24 Aralık Çarşamba akşamı saat 20.00’da izleyici olarak katıldığım Bertolt Brecht’i anma gecesine dair izlenimlerimi kısaca yazma gereği hissediyorum. Geceye yaklaşık 350 seyirci katıldı. Seyirciler Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi salonuna sığmadığı için, salona giremeyenlerin koridordaki projeksiyon cihazından etkinliği izlediğini belirtmek istiyorum. Etkinliğe oluşan bu ilginin ana nedeninin Brecht’in isminden kaynaklandığını ve ücretsiz bir belediye etkinliğine dönük talep olduğunu düşünüyorum.

Öncelikle organizasyonu yapan kişi olan tacizci yönetmen M. Esatoğlu, gecenin yapılma amacını Brecht’i anmak olarak tanımladı. Yani etkinlik Brecht’in doğum günü veya ölüm yıldönümü gibi özel bir tarihe denk düştüğü için organize edilmemişti. Amaç sadece Brecht’i anmaktı. 1996 yılında ATÇ (Amatör Tiyatrolar Çevresi) döneminde Boğaziçi Üniversitesi’nde Brecht 100 yaşında adlı bir etkinliğe de katılmış biri olarak, dünkü etkinlikte neredeyse aynı konuşmacıları 12 yaş yaşlanmış görmek benim açımdan oldukça enteresan, aynı zamanda oldukça sıkıcı bir deneyim oldu. Konuşmacıların birçoğunun yıllar önce Brecht’e dair söylediklerini neredeyse aynı cümlelerle tekrar dinliyor olmak bireysel açıdan pek tatmin edici değildi. Seyircinin, özelikle genç seyircinin de sunumlara dönük canlı bir ilgisinin olmadığını, daha çok şarkı, film ve canlı performanslara dönük bir odaklanma içinde olduğunu gözlemledim. Bunun nedeni ise, yaşı ortalama 50’nin üzerinde olan konuşmacı grubunun ‘nostaljik Brecht tasvirleri ve betimlemelerinin’ genç seyirci için çok fazla bir şey ifade etmemesiydi. Seyircilerin bir kesimi ise, hayatının bir döneminde amatör tiyatroya hasbelkader bulaşmış ve Brecht’e aşina olan bir grup olmasıydı. Onlar için Brecht ise, amatör tiyatro yaparken ki “muhalif nostaljiyi” anımsatıyordu.

Gecenin kurgusu ve mantığı tamamen Brecht nostaljisi yaratmak üzerine kuruluydu. Bu yüzden de, Brecht’in artık müzelik hale getirilmiş oyunlarından video gösterileri ve Brecht müzikleri sürekli olarak seyirciye sunuldu. Brecht’in kuramı ve sanat yapma pratiğine dair değerlendirme yapan kişiler sırasıyla Mutlu Parkan, Yılmaz Onay, Zafer Diper, Sarper Özsan, Kemal Özer ve Metin Balay oldu. Mutlu Parkan, yıllar önce yazdığı kitabındaki verilerden hareketle oldukça ansiklopedik bir Brecht sunumu yaptı. Brecht’in temel olarak Aristo mantığını yıktığını ve yabancılaştırma estetiğini kurduğunu söyledi. Ayrıca Brecht’in birden fazla sevgilisi olduğu için eleştirildiğini, ancak onun da bir insan olduğunu, hatta Doğu Almanya Başbakanı ile karşı karşıya geçip şarap içerek oyun metinlerine dair sansürü tartışabilecek büyüklükte bir insan olduğunu vurguladı. Brecht araştırmaları konusunda titiz çalışan bir aydın olan Yılmaz Onay ise, Brecht’in duyguyu reddetme ve yabancılaştırma (Marksist ve Brechtyen) kavramlarının yanlış anlaşılması üzerine teorik bir sunum yaptı. Brecht’in öz olarak sosyalist gerçekçi olduğunu, salt yabancılaştırma ile açıklanamayacağını, özdeşleşmeyi de kullandığını söyledi. İstanbul 2010 Bienal etkinliğinde Brecht’in seçildiğine sevindiğini, ancak Bienal sanatçılarının Brecht’i nasıl yansıtacağına kuşku ile baktığını söyledi. Yılmaz Onay’ın konuşma, diksiyon ve sunum anlamında ciddi bir anlaşılma problemi olduğunu gözlemdim. Örneğin birçok seyirci konuşmayı anlamadığı için gülmeye başladı. Kadıköy Belediyesi ile olan ilişkilerini gecenin organizasyonu için aktif olarak kullanan Zafer Diper ise, Brecht’ten bir monologu M.Esatoğlu ile birlikte sahnede canlandırdı. Müzisyen Sarper Özsan, Brecht’in müzik anlayışının kitlelerle halkı bütünleştirecek yabancılaştırmaya dayalı olduğunu belirtti. Piyanonun başına geçerek sahnede oyuncu Arzu Akın’ın nostaljik Brecht şarkıları söylemesine ve diğer sanatçılara eşlik etti. Şair Kemal Özer ise, Brecht’in şiir anlayışının imgeler ve gerçekçi bir anlatı arasında denge oluşturan bir tarzda olduğunu, Türkiye’deki ilk çevirileri kendisinin yaptığını ve Brecht’in ülkemizdeki şiir dünyasında önemli bir etki yarattığını belirtti ve sanatçının şiirlerini seslendirdi. Prof. Metin Balay ise, Küçük Organon kitabından referanslar vererek Brecht’in tiyatronun temel fonksiyonunu eğlence olarak tanımladığını ve sanatçının çağının eleştirel bir gözlemcisi olarak sürekli olarak kendini yenilediğini ve geliştirdiğini belirtti. Konuşmacılar içinde günümüze dair Brecht’in ne ifade ettiğine nadir de olsa bir şeyler söyleyen kişi Prof. Metin Balay oldu. Yabancılaştırma kavramını Ankara’nın varoş semti olan Altındağ’daki bir kasapta gördüğü “Etli Kemik 50 kuruş” yazısını gördükten sonra çok iyi anladığını belirtti. Alman sanatçı Catharina Weithaler Cesaret Ana ve Çocukları oyunundan fahişe Yvette’in şarkısını Almanca seslendirdi. Dilruba Saatçi ve Murat Aygen ise Üç Kuruşluk Opera’daki Pezevengin Şarkısı baladını oldukça “tutkulu” bir şekilde seslendirdiler. Tiyatro Simurg ise, Üç Kuruşluk Opera’dan Bay Peachum ve Bayan Peachum bölümünü canlandırdılar. M. Esatoğlu ve Tiyatro Simurg’un oyunculuk ve yönetmenlik bağlamında 11 yıl öncesinden hiç farklı olmadığını söylemek istiyorum. Son olarak ise 1978 yılında Deneme Sahnesi’nde Cesaret Ana’yı oynamış olan deneyimli tiyatrocu Ani İpekkaya’ya plaket verildi.

Etkinliği izledikten sonra temel olarak şunu düşündüm. Politik tiyatronun krizde olduğu bir dönemde, Brecht’i müzelik ve sol-nostaljik bir imge olarak araçsallaştırmanın bir çıkış noktası olamayacağını düşünüyorum. Bu tutumun devrimci sanatçı Bertolt Brecht’i “bir dönem yaşamış” ve “artık modası geçmiş” şeklinde algılayan sistemik bakış açısına katkı sunduğunu düşünüyorum. Brecht’in materyalist ve politik tiyatro anlayışına dair gerçekçi ve incelikli gözlemler yapmaktan kaçınan, Epik Tiyatro anlayışını salt Brecht oyunları çerçevesinde yorumlayan ve sığ Brecht analizlerini geliştirmek istemeyen M.Esatoğlu’nun vizyonunun günümüz genç seyircisi adına büyük bir talihsizlik olduğunu düşünüyorum.

Etkinliği de tacizci yönetmen M.Esatoğlu’nun muhalif kesimlerin duyarsızlığı ve dejenerasyonundan yararlanarak kendisine ‘taban” aradığı bir etkinlik olarak yorumluyorum. Bizler için üzücü olan ise, Yılmaz Onay, Metin Balay, Kemal Özer gibi aydınların “kendilerine bilgilendirme yapılmasına” rağmen” tacizci yönetmen M.Esatoğlu konusunda kayıtsız kalmaları. Bana kalırsa da bu kayıtsızlığın temelinde, M.Esatoğlu’nun kamusal alanda onlara prestij kazandırma çabası yatıyor. Yani pragmatik ve ilkesiz bir birliktelik söz konusu. Sanırım bu konuda İATP-G ve feministlerin bellek yitirmemesi ve konuyu gündemde tutması gerekiyor. Örneğin bir ay sonra da Nazım Hikmet konulu benzer bir etkinliğin yapılacağı söylendi.

Ben etkinliği izledikten sonra yabancılaştırma kavramına dair ironik de olsa şunu düşündüm: Acaba Bertolt Brecht kendisi için düzenlenen bir geceyi sahnede çocuksu gülücükler ve kırmızı karanfiller dağıtan sunucunun tiyatro sanatını tacizleri için araçsallaştırdığını bilseydi, acaba kemikleri sızlamaz mıydı?

(Ayrıca bakınız: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Oyun'un notu: bakınız;
"Hangi tiyatronun ne derdi var?"
Barışarock'ta neler oldu?... 1
Barışarock'ta neler oldu?... 2
Barışarock'ta neler oldu?... 3
Barışarock'ta neler oldu?... 4
Barışarock'ta neler oldu?... 5
Barışarock'ta neler oldu?... 6
Barışarock'ta neler oldu?... 7
Barışarock'ta neler oldu?... 8
Barışarock'ta neler oldu?... 9
Barışarock'ta neler oldu?... 10
"Kadıköy Belediyesi, ikiyüzlülük yapıyor!"
"Ömer F. Kurhan, belleğini yitirmek istemiyor!"
"Kadıköy Belediyesi, ikiyüzlülük yapıyor!"
"Sosyal demokratların ikiyüzlülüğü sürüyor"
"Oruç, 'Bertolt Brecht Gecesi' örtüsünü aralıyor"