Hilmi Bulunmaz
12 Haziran 2011
(...)
Erbil Göktaş - Çünkü; sitende yer alan Oğuzcan Önver'in salya sümük, kalemlerden ve klavyeden adeta "öç" alırcasına höykürdüğü 8 Haziran 2011 tarihli "Bizim, sizin karanlık derslerinize ihtiyacımız yok!" başlıklı saldırı, bir "yanıt yazısı" değildir; seni bunun için tekrar kınamam gerek ama kınamayacağım, isterseniz siz kendinizi kınayın, bu sizin sorununuz…
Hilmi Bulunmaz - Hah, nihayet ağzındaki baklayı ıslatmadan tükürdün! Höykürmek ile tükürmek sözcükleri içerisindeki sessiz harfler birbirlerine çok yakıştığı için "tükürdün" sözcüğünü kullandım; yoksa bir başka art niyetim yok. Ayrıca, Oğuzcan Önver'in "kalemlerden ve klavyeden âdeta 'öç' alırcasına höykür"mesini, çok doğal ve çok normal buluyorum. Ezilen sınıfın bireyleri höykürmek hakkına sahiptir. Hele ki, bu bireyler, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın hempası, omuzdaşı, yoldaşı ise, höykürmek hakkını söke söke kullanırlar.
Biz, eleştiri sözcüğünü seven, eleştirmenleri çok seven, eleştirmenliği pek çok seven bir kurum değiliz. Dolayısıyla, senin, bizi "saldırı" sözcüğünü kullanarak yargılaman, bizi hiç de rahatsız etmiyor. Evet, seninle bu "saldırı"sözcüğü bağlamında hemfikiriz. Biz, ezilenlerin sanatını yapan kişiler olarak, sadece kendimiz için değil, sorumlusu olduğumuz, sözcüsü bulunduğumuz işçi sınıfı adına da, "saldırı" yazıları yazmaya devam edeceğiz.
Erbil Göktaş - Bu kesinlikle "düşünce özgürlüğü", "sosyalist" ya da "demokrat" bir tavır falan değil, Erbil Göktaş üzerinden "kendisini kanıtlamaya" çalışan, 18 yaşını bitirmediği için değil, gerçekten "reşit" olamamış bir "yeniyetme"nin nemalanma çabalarıdır; buna izin verdiğin için seni bir kez daha kınamam gerek ama bunu yapmayacağım, bu sizin sorununuz, yüreğiniz yetiyorsa siz KENDİNİZİ KINAYIN; çünkü tekrar ediyorum, bu, Erbil Göktaş'a ve Yeni Tiyatro Dergisi'ne yapılan “saldırı”nın “yanıt hakkı”yla hiçbir ilgisi yoktur; yetiştirmelerinden Oğuzcan Önver'le de bir ilgisi yoktur; çünkü benim yazımda Önver'in adı bir kez geçmektedir ve sadece "geçmiş olsun" dileklerimi iletmek için…
Hilmi Bulunmaz - Sen, "Bu kesinlikle 'düşünce özgürlüğü', 'sosyalist' ya da 'demokrat' bir tavır falan değil" dedin diye, biz de, hemen senin buyurduğun biçimde davranacak, senin saptadığın sözcüklerin içerdiği kavramlarla düşünecek değiliz. Çünkü, senin karşında, Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Öğretim Kurulu Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı'na kapak attığı için gelecek kaygısıyla kıvranan, Devlet Tiyatroları'na, Şehir Tiyatroları'na, sinema piyasasına, televizyon dizilerine sıçrama niyetinde olan omurgasız küçük burjuva öğrenciler değil, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın hempaları, omuzdaşları, yoldaşları var. Bu genç sanat emekçileri, yeri geldiğinde, hempası, omuzdaşı, yoldaşı olduğu Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'a bile höykürme hakkını sonuna dek kullanabiliyorlar. Çünkü, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, 2547 Sayılı Kanunla düşünce özgürlüğünü tutsak almak isteyen Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kıskacıyla değil, halkın yüreğindeki özgürlük ateşiyle sanat yapıyor.
Eğer, Oğuzcan Önver, "Erbil Göktaş üzerinden 'kendisini kanıtlamaya' çalışan"biri olursa, buna, öncelikle ben karşı çıkarım. Örnekse, Oğuzcan Önver, Sosyalist OYUN Dergisi'nin eski Genel Yayın Yönetmeni Toprak Karaoğlu ve bu derginin eski Editörü Ozan Akgül gibi, dergimizin alâmet-i farikası Lenin'in fotoğrafını ve sözlerini sansürlerse, yada senin yaptığın gibi, Ayşenil Şamlıoğlu'ndan, Lemi Bilgin'den, Nejat Birecik'ten ve diğerlerinden reklâm alırsa, Oğuzcan'ın bu davranışına öncelikle ben karşı çıkarım. Erbil, şunu iyice aklına yaz:
Biz, ayrı dünyaların insanları, ayrı sınıfın sanatçılarıyız.
Biz (Hilmi Bulunmaz ,Oğuzcan Önver ve Bulunmaz Kültür Merkezi'ndeki diğer bazıları), facebook bataklığında çürümek yerine, halkın içinde yaşamayı yeğliyoruz. Biz, senin nemalanma faaliyetleri sürdürdüğün burjuva tiyatro dünyasında değil, proleterlerin yoksul tiyatral ve toplumsal dünyasında yaşıyoruz.
Ayrıca, senin yazdığın herhangi bir yazıda Oğuzcan Önver'in adı bir kez geçse ne olur, iki kez geçse ne olur, on kez geçse ne olur, yüz kez geçse ne olur, bin kez geçse ne olur, milyarlarca kez geçse ne olur, hiç geçmese ne olur? Oğuzcan Önver, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için değil, sosyalizmin oluşması için sanat yapıyor, bunun için roman yazıyor.
Örnekse ben, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı, bağımlı ve onun emrinde faaliyette bulunan Devlet Tiyatroları'nı hiç sevmememe, orada çalışanlara pek sıcak bakmamama karşın, "Genç Osman"oyunundaki oyuncu Tolga Tuncer'e, hem de Türkiye Cumhuriyeti Başbakan'ı Recep Tayyip Erdoğan'ın kızı Sümeyye Erdoğan tarafından haksızlık yapıldığında, "benim adım bu konuda geçmiyor" demediğim gibi, "Tolga Tuncer, madem ki, özür diledi (ki bence asla dilemememiştir) ne halt ederse etsin" diyerek işin peşini bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım!
Örnekse ben, Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) tarafından, âdeta faşizmi kutsar gibi, 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman'a verilen "Emek Ödülü" eyleminde benim adım geçmemesine karşın, ben, anında olaya müdahil oldum. Bu karanlık eylemin peşini bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım!!
Örnekse ben, LİNÇÇİ Özdemir Nutku Skandalı'nda ve daha binlercesini sayabileceğim konuda benim adım geçmemesine karşın, hem de öyle nemalanma şerefsizliğinde bulunmadan, mutlaka ve mutlaka müdahale ettim, müdahil oldum. Bütün bu saydığım ve saymadığım haksızlıkların peşini bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım!!!
Bunun bir tek açıklaması var: Benim, sosyalist bir insan oluşum...
Sosyalistler böyledir; "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!"demezler.
Sosyalistler böyledir; "Her koyun kendi bacağından asılır!" demezler.
Örnekleri daha da çoğaltmak ve neredeyse sınırsız örnek vermek olası.
(...)
***
Okumak için, lütfen, TIKLAYINIZ:
Yazar mısın, sabaha mı bırakırsın?
12 Haziran 2011
(...)
Erbil Göktaş - Çünkü; sitende yer alan Oğuzcan Önver'in salya sümük, kalemlerden ve klavyeden adeta "öç" alırcasına höykürdüğü 8 Haziran 2011 tarihli "Bizim, sizin karanlık derslerinize ihtiyacımız yok!" başlıklı saldırı, bir "yanıt yazısı" değildir; seni bunun için tekrar kınamam gerek ama kınamayacağım, isterseniz siz kendinizi kınayın, bu sizin sorununuz…
Hilmi Bulunmaz - Hah, nihayet ağzındaki baklayı ıslatmadan tükürdün! Höykürmek ile tükürmek sözcükleri içerisindeki sessiz harfler birbirlerine çok yakıştığı için "tükürdün" sözcüğünü kullandım; yoksa bir başka art niyetim yok. Ayrıca, Oğuzcan Önver'in "kalemlerden ve klavyeden âdeta 'öç' alırcasına höykür"mesini, çok doğal ve çok normal buluyorum. Ezilen sınıfın bireyleri höykürmek hakkına sahiptir. Hele ki, bu bireyler, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın hempası, omuzdaşı, yoldaşı ise, höykürmek hakkını söke söke kullanırlar.
Biz, eleştiri sözcüğünü seven, eleştirmenleri çok seven, eleştirmenliği pek çok seven bir kurum değiliz. Dolayısıyla, senin, bizi "saldırı" sözcüğünü kullanarak yargılaman, bizi hiç de rahatsız etmiyor. Evet, seninle bu "saldırı"sözcüğü bağlamında hemfikiriz. Biz, ezilenlerin sanatını yapan kişiler olarak, sadece kendimiz için değil, sorumlusu olduğumuz, sözcüsü bulunduğumuz işçi sınıfı adına da, "saldırı" yazıları yazmaya devam edeceğiz.
Erbil Göktaş - Bu kesinlikle "düşünce özgürlüğü", "sosyalist" ya da "demokrat" bir tavır falan değil, Erbil Göktaş üzerinden "kendisini kanıtlamaya" çalışan, 18 yaşını bitirmediği için değil, gerçekten "reşit" olamamış bir "yeniyetme"nin nemalanma çabalarıdır; buna izin verdiğin için seni bir kez daha kınamam gerek ama bunu yapmayacağım, bu sizin sorununuz, yüreğiniz yetiyorsa siz KENDİNİZİ KINAYIN; çünkü tekrar ediyorum, bu, Erbil Göktaş'a ve Yeni Tiyatro Dergisi'ne yapılan “saldırı”nın “yanıt hakkı”yla hiçbir ilgisi yoktur; yetiştirmelerinden Oğuzcan Önver'le de bir ilgisi yoktur; çünkü benim yazımda Önver'in adı bir kez geçmektedir ve sadece "geçmiş olsun" dileklerimi iletmek için…
Hilmi Bulunmaz - Sen, "Bu kesinlikle 'düşünce özgürlüğü', 'sosyalist' ya da 'demokrat' bir tavır falan değil" dedin diye, biz de, hemen senin buyurduğun biçimde davranacak, senin saptadığın sözcüklerin içerdiği kavramlarla düşünecek değiliz. Çünkü, senin karşında, Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Öğretim Kurulu Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı'na kapak attığı için gelecek kaygısıyla kıvranan, Devlet Tiyatroları'na, Şehir Tiyatroları'na, sinema piyasasına, televizyon dizilerine sıçrama niyetinde olan omurgasız küçük burjuva öğrenciler değil, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın hempaları, omuzdaşları, yoldaşları var. Bu genç sanat emekçileri, yeri geldiğinde, hempası, omuzdaşı, yoldaşı olduğu Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'a bile höykürme hakkını sonuna dek kullanabiliyorlar. Çünkü, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, 2547 Sayılı Kanunla düşünce özgürlüğünü tutsak almak isteyen Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kıskacıyla değil, halkın yüreğindeki özgürlük ateşiyle sanat yapıyor.
Eğer, Oğuzcan Önver, "Erbil Göktaş üzerinden 'kendisini kanıtlamaya' çalışan"biri olursa, buna, öncelikle ben karşı çıkarım. Örnekse, Oğuzcan Önver, Sosyalist OYUN Dergisi'nin eski Genel Yayın Yönetmeni Toprak Karaoğlu ve bu derginin eski Editörü Ozan Akgül gibi, dergimizin alâmet-i farikası Lenin'in fotoğrafını ve sözlerini sansürlerse, yada senin yaptığın gibi, Ayşenil Şamlıoğlu'ndan, Lemi Bilgin'den, Nejat Birecik'ten ve diğerlerinden reklâm alırsa, Oğuzcan'ın bu davranışına öncelikle ben karşı çıkarım. Erbil, şunu iyice aklına yaz:
Biz, ayrı dünyaların insanları, ayrı sınıfın sanatçılarıyız.
Biz (Hilmi Bulunmaz ,Oğuzcan Önver ve Bulunmaz Kültür Merkezi'ndeki diğer bazıları), facebook bataklığında çürümek yerine, halkın içinde yaşamayı yeğliyoruz. Biz, senin nemalanma faaliyetleri sürdürdüğün burjuva tiyatro dünyasında değil, proleterlerin yoksul tiyatral ve toplumsal dünyasında yaşıyoruz.
Ayrıca, senin yazdığın herhangi bir yazıda Oğuzcan Önver'in adı bir kez geçse ne olur, iki kez geçse ne olur, on kez geçse ne olur, yüz kez geçse ne olur, bin kez geçse ne olur, milyarlarca kez geçse ne olur, hiç geçmese ne olur? Oğuzcan Önver, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için değil, sosyalizmin oluşması için sanat yapıyor, bunun için roman yazıyor.
Örnekse ben, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı, bağımlı ve onun emrinde faaliyette bulunan Devlet Tiyatroları'nı hiç sevmememe, orada çalışanlara pek sıcak bakmamama karşın, "Genç Osman"oyunundaki oyuncu Tolga Tuncer'e, hem de Türkiye Cumhuriyeti Başbakan'ı Recep Tayyip Erdoğan'ın kızı Sümeyye Erdoğan tarafından haksızlık yapıldığında, "benim adım bu konuda geçmiyor" demediğim gibi, "Tolga Tuncer, madem ki, özür diledi (ki bence asla dilemememiştir) ne halt ederse etsin" diyerek işin peşini bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım!
Örnekse ben, Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) tarafından, âdeta faşizmi kutsar gibi, 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman'a verilen "Emek Ödülü" eyleminde benim adım geçmemesine karşın, ben, anında olaya müdahil oldum. Bu karanlık eylemin peşini bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım!!
Örnekse ben, LİNÇÇİ Özdemir Nutku Skandalı'nda ve daha binlercesini sayabileceğim konuda benim adım geçmemesine karşın, hem de öyle nemalanma şerefsizliğinde bulunmadan, mutlaka ve mutlaka müdahale ettim, müdahil oldum. Bütün bu saydığım ve saymadığım haksızlıkların peşini bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım!!!
Bunun bir tek açıklaması var: Benim, sosyalist bir insan oluşum...
Sosyalistler böyledir; "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!"demezler.
Sosyalistler böyledir; "Her koyun kendi bacağından asılır!" demezler.
Örnekleri daha da çoğaltmak ve neredeyse sınırsız örnek vermek olası.
(...)
***
Okumak için, lütfen, TIKLAYINIZ:
Yazar mısın, sabaha mı bırakırsın?