Kendimi bildim bileli sanatsal çalışmalarımdan maddi anlamda değil, manevi anlamda kazanç elde etmeyi hedeflemişimdir. Bu hedefimden şaşmamak için, son derecede dikkatli davranıyorum. Sanattan manevi haz almayı hedefleyen davranışıma uygun olarak kaleme alınmış ve aşağıda yayınladığım Fevzi Günenç'e ait "Yavrukuşu öldürdük" başlıklı yazıyı okurken, inanın gözlerim yaşardı. Günenç'in yazısını okuyup bitirdiğimde, soluğumun kesildiğini duyumsadım. Bu yazının içerdiği konunun benzerlerini o denli çok yaşadım ki, Günenç'in kaleme aldığı "absürd ve sürreel" yazıyı asla yadırgamadım. Bu ülkenin "yöneticilerinin", bu ülkenin "yönetilenlerine" ne denli karşıt olduklarını bir kez daha anımsama neden olan aşağıdaki yazıyı mutlaka, ama mutlaka okuyunuz. (HB)
***
Yavrukuş’u öldürdük
Fevzi Günenç
16 Ekim 2009
YAVRU KUŞ
Öğretmenlik yaptığım yıllarda haftalık bir çocuk gazetesi çıkartmaya başlamıştım. Gazeteyi nerdeyse 10 kuruşa mal ediyordum ama 5 kuruşa satıyordum. Daha çok çocukların kendi yazdıkları, çizdikleri ürünlere yer veriyordum.
Çok ilgi gördü Yavru Kuş. 10 yaşındaki bir okurum: "Artık biz çocuklar da adam sayılırız. Bizim de gazetemiz var. Küçük-müçük ama olsun. Biz de küçüğüz." diyordu.
Annem "Senin Yavrukuşun bu mu?" diye uzun uzun bakmıştı bu minik gazetemin ilk sayısına sevecenlikle. "BenimYavrukuşum da sensin…" demişti. Çok duygulanmıştım.
Gazete bir kaç ay çıktı. Bir gün okuluma müfettiş geldi. "Sen ticaretle uğraşıyormuşsun. Gazete çıkartıyormuşsun,” dedi. “Ya istifa edeceksin, ya gazeteyi kapatacaksın." Yavru Kuşu öldürdük: Gazeteyi kapattık. Aslında yavru kuşu öldüren elbette ki zamanın Milli Eğitim anlayışıydı.
KÜTÜPHANENİN TÜTÜNCÜYE SATTIĞI 80 YILLIK ARŞİV
Dedemden kalan gazeteler vardı. Babamdan kalan gazeteler, benim özel arşivim… Bunları gören arkadaşım Mehmet Tekerlek, kendisinde bulunan bir kamyon günlük gazete arşivini de bana verdi. Böylece o yıllara göre 40-45 yıllık tarihi bir hazinemiz oldu. Yaşayabilseydi bugün 80 yaşında olacaktı arşivimiz.
Neler yoktu ki arşivimizdeki gazetelerin arasında? Mustafa Kemal imzalı başyazıları içeren Hakimiyeti Milliye’ler mi dersiniz?.. Devletin bir yığın sergedeye yaktırdığı Zekeriye Sabiha Sertel’lerin Tan Gazeteleri mi dersiniz? Yunus Nadi’nin Cumhuriyet’leri mi, Ahmet Emin Yalman’ın Vatan’ı, Habib Edip Törehan’ın Yeni İstanbul’u, Falih Rıfkı Atay’la Bedii Faik’in Dünya’sı, Ali Naci Karacan’ın Milliyet’i, Selim Rağıp Emeç’in Son Posta’sı… Hüseyin Cahit Yalçın’ın başyazılar yazdığı Ulus’lar, İlhami Safa ile Cemalettin Saraçoğlu’nın kurduğu sonra Safa Kılıçlıoğlu’nın yayınını sürdürdüğü Yeni Sabah, kurucularını anımsayamadığım Vakit, Tanin…
Ben artık her üç ayda bir ev değiştirme zorunluluğunu tiryakiliğe dönüştüren zavallı kiracı, tuttuğum her evin bir odasını bu arşive ayırıyordum.
Kaplumbağanın evini sırtında taşıdığı gibi, bunca yüklü bir arşivin ağırlığı altında yoruldum. Kendi kendime dedim ki: "Canına zulmettiğin yetmiyor, bir de bencillik ediyorsun. Bağışla şunları kütüphaneye, millet de yararlansın, gerektiğinde sen de yararlan."
Düşüncemi Kütüphane müdürüne açtım. Sevinçle karşıladı. "Ben de ciltlettiririm onları" dedi. Kamyonla yıktık Balıklı’daki Şehir Kütaphanesi'ne arşivi.
Aradan bir yıl geçti, geçmedi, göresim geldi arşivimi. Şeytan dürttü. "Bir yoklayayım şunları" dedim. Gittim kütüphaneye. Müdür yoktu. Başka kente atanmış. Yeni müdüre arşivden söz ettim. Böyle bir şeye rastlamamış. Topladı müstahdemleri. Sordu, soruşturdu. "Hık mık" ettiler. Ne gördükleri, ne de duydukları olmuş arşivi.
Çıldıracağım. Ben uzun bir düş mü yaşadım? Uyduruyor muydum bütün bunları? Sıkıntı içinde kütüphaneden çıkarken biri yetişti ardımdan:
"Benden duymuş olma," dedi. Senin gazeteler her gün, "birer-ikişer paket sigara" karşılığında Tütüncü Orhan’a gitti tomar tomar…
Siz olsaydınız ne yapabilirdiniz? Derdinizi hangi Marko Paşa'ya anlatır, kimden davacı olurdunuz? Eve giderek odama kapanıp ağlamaktan özge bir şey yapamadım.
KAHVEDE GAZETE OKUNMAZ
İkinci anlatım bu kadar feci değil ama Türkiye’mize yaraşır bir olay. Mersin’de Çağdaşkent Mahallesi'nde yaşadığım yıllarda, mahallemizin aklı başında bir kahvecisi vardı. Ramazan arkadaş. Ona öneride bulundum:
"Kahvelere kıraathane de deniyor mu? İzin alırken kahve açacağım denmiyor, kıraathane açacağım diye başvuruda bulunulmuyor mu? Gel kahveye türlü gazeteler alalım her gün. Ben evimdeki kitaplarımı da getiririm. Şurayı adına yaraşır bir kıraathaneye dönüştürelim. Müşteri sayısı artacaktır, göreceksin. Böylece kültürel bir hizmette de bulunmuş oluruz."
Aleviydi Ramazan arkadaş. Açık fikirliydi. Yeniliklere sıcak bakan biriydi. Dediğimizi yaptık. Gazetelere arı gibi üşüştü komşular. Aslında ülkem kahvelerinde kimse gazetenin yüzüne bile bakmaz ama burası adı üstünde çağdaş kent mahallesiydi. Entelektüeldi komşularımız…
Kıraathanemiz o kadar ilgi görmüştü ki, gazete okumak için yakın mahallelerden bile gelmeye başlayanlar olmuştu.
Sonra ne oldu? Bir gün kıraathenemizi polis bastı. "Burada izinsiz gazete okutturuyormuşsunuz."
Mahkemeye de verildik, iyi mi? Neyse ki işi 100 lira para cezasıyla kapatabildik. Bir daha gazete sokmadı kıraathanesine Bayram arkadaş.
***
Oyun'un notu: bakınız;
"Fevzi Günenç - Suya Damlalar / 1"
"Fevzi Günenç - Suya Damlalar / 2"
"Fevzi Günenç - Suya Damlalar / 3"
Fevzi Günenç - Suya Damlalar / 4