28 Haziran 2009 Pazar

Demirkanlı'nın linç kampanyasına imza vermeyen Orak, "Em dibêjin nêr e, tu dibêjî bidoşe." diyor; Kazmacıbaşı, "Çanakkale Boğazı..." olarak çeviriyor!

Türkiye dramatik yazarlığının Everest'i ve "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun" olan Theope'nin yazarı Coşkun Büktel ile Bulunmaz Tiyatro yöneticisi, Avrupa Birliği emperyalizmi karşıtı, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için, "KINIYORUZ!" başlıklı aldatıcı bir linç kampanyası başlatan Mustafa Demirkanlı, Ertuğrul Timur, Ömer Kurhan, Yaşam Kaya, Can Törtop gibi tiyatro sanatını kirletenlerin düzeysizliğinin egemen olduğu bir süreçte, Aydın Orak'ın bize gönderdiği ve gelir gelmez yayınladığımız aşağıdaki "ciddi" yazıyı, bakalım, birbirinin fotokopisi gibi yayın yapan "diğer" tiyatro siteleri yayınlayacaklar mı? (HB)


Kürt tiyatrosu tartışması
Orhan Alkaya ve Ömer F. Kurhan'a yanıt


Aydın Orak
28 Haziran 2009


Türkiye hükümetlerinin Kürt sanatı ve özel olarak Kürt ve azınlık halklarının tiyatrosuyla ilgili içine düştüğü acizlik, yeni ve çarpıcı polemiklere neden oluyor. Hem hükümet, hem de onun sanat kadrolarına atadığı bürokratlar, Kürt tiyatrocularla yaşadığı polemiklerde yoğun çelişkilere boğuluyorlar. Geçen yıl bir panelde Kürt tiyatrosuyla ilgili düşüncelerimin sonucu ve bugün o düşüncelerimin tekrar gündeme gelmesi, geçen hafta konuyla ilgili bir yazı yazmama neden olmuştu. Farklı kültürlerin sanatsal üretim konusunda devletin yaklaşımına ilişkin haklılığı, onları o kadar köşeye sıkıştırıyor ki, bir panelde sorulan bir soru bile birçok polemik yazısının çıkmasına neden oldu.

Geçen haftalarda Birgün Gazetesi köşe yazarı Adnan Tönel’in yazısını internette gezerken rastlantı sonucu okumuştum ve ardından işin aslını yazmaya karar vermiştim. Yazının sonunda Tönel’in yazısını tekrar okumak için Google’ye baktığımda Orhan Alkaya’nın İstanbul Şehir Tiyatroları’ndaki Sanat Yönetmeni görevinden alındığını okudum. Ömer Faruk Kurhan’ın www.tiyatrodergisi.com.tr’deki yazısında belirttiği gibi “düşene bir tekme de benden” gibi düşüncede asla olmadım. Çünkü Tönel’in yazısından yola çıkarak yazıyı kurgulamak istiyordum ve bu sorunu tartıştırmak istiyordum. Alkaya’nın görevden alınması ne yazık ki yazımın yazılış sürecine denk geldi. Keşke Alkaya görevindeyken bu konu gündeme gelseydi. Bu işin bir yönüdür tabi ki.

İşin aslı şu: Alkaya’nın Kurhan’ın yazısına istinaden yazdığı cevap. Alkaya iddia sahibinin yani benim “yalan” söylediğimi belirtiyor. O gün çok iyi hatırlıyorum. Çünkü Bilal Bulut adlı tiyatrocu arkadaşımla panelden sinirle çıktığımızı hatırlıyorum. Ben 1 Haziran 2009’da yazdığım ve ANF ve birçok tiyatro sitesin’de yayımlanan “İstanbul Şehir tiyatroları neden Kürtçe oyun sahnelemiyor?” adlı yazımı o panelde beraber bulunduğum arkadaşıma göndermeden o gün Alkaya’nın ne dediğini ona sordum. O da aşağı yukarı bana yazıda belirttiklerimin aynısını söyledi. Yazıyı ona da teyit ettirdikten sonra gönül rahatlığıyla yayınlattım. Şimdi Alkaya kendinden çok emin “yalan” diyor cevabında. Kendisinin de dediği gibi YKY’den kayıtların alınıp incelenmesini isterim. Bence bunun da panelin sunucusu ve tartışma yazısının sahibi Adnan Tönel’in görevi olduğunu düşünüyorum.

TÜRKÇE REPLİK, KÜRTÇE ŞARKI

Alkaya’ya o kadar soru ve eleştirilerde bulundum, ama kendisi hala çok basit şeylerden söz etmeye devam ediyor cevabında. “25. Genç Günler’de, ‘Mem û Zîn’ dans tiyatrosu gösterisinde, Kürt dili İstanbul Şehir Tiyatroları sahnesindeydi; aksan olarak değil, anadil olarak” sahnelendiğini söylüyor. Birincisi bu eserin Mezopotamya Kültür Merkezi’nin dans topluluğu olan Mezopotamya Dans’tan esinlendiği (MKM’nin açıklamasına göre araklama) olduğu gerçeği ortaya çıktı. Dans tiyatrosunda birkaç Kürtçe şarkının söylenmesinden söz ediliyor sanırım. Birkaç Kürtçe şarkı, Türkçe replikler eşliğinde yapılan danslara da Şehir Tiyatrosu’nun “Kürtçe oyun” sahnelendiği belirtiliyor. Evet. Kürtlere kendi dillerinde iki tane türkü söylettir, o sorun çözülmüş olur! Yıllarca hep aynı hikâye! Yine Alkaya sözü Diyarbakır’daki nasihatlerine getirmiş. Ben Kürtlerin en kalabalık şehri İstanbul’dan söz ederken Sayın Alkaya, yine sözü “Güneydoğu”ya götürmüş cevabında.

İkincisi ise, Sayın Alkaya’ya Kürtçe’deki şu sözü söylemek istiyorum: Em dibêjin nêr e, tu dibêjî bidoşe.(Biz dişi değil diyoruz, sen sütünü sağ diyorsun). Panelde de söz konusu yazımda da şöyle demiştim. Ödenekli tiyatroların, yani devletin kurumlarının da Kürtçe ve diğer halkların dilinde oyun sahnelemesi gerektiği konusunda ne düşündüğünü sormuştum. Kendisinin Ö. F. Kurhan üzerinden bana verdiği cevabı yukarıda yazdım. Ben başka bir şey soruyorum, kendisi başka bir şey anlatıyor. Kısacası anladığım kadarıyla soruya cevap verecek cesareti kendisinde görmüyor. Aynı soruyu üçüncü kes soruyorum ve kendisinin cevaplamasını istiyorum; Şehir ve devlet tiyatrosunun kendi yapımı ve kendi oyuncularından oluşan Kürtçe oyunların yapılmasından yana mıdır? Değil midir? Lütfen cesaretli olun, bakın hükümetiniz bile “Kürt”çe kanal açmış. Dün, yani geçen yıl bu soruya cevap vermek daha zordu. Bugün daha kolay olsa gerek.

BAŞKASININ ACISINI GÖRMEYEN TÜRK TİYATROCULAR

Benim niye bu kadar devlet ve şehir tiyatroları ve Türk tiyatrocularla uğraştığımı soruyorlar. Çünkü halkın bir adım önünde olması gereken, tiyatroculardır. Bu gerçekliği kabul etmedikçe, yani kardeşleşmedikçe, başkasının acısını görmeden bu sorun çözülmez. AKM’nin yıkılmasına tepki verenlerden biriyim. Kısacası “Türk” tiyatrosunun hiçbir sorununa sessiz kalmamaya çalışan biriyim. Ama “Türk” tiyatrosu da yıllarca yasaklanan ve engellenen Kürtçe oyunlarımıza sessiz kaldığını biliyoruz. Dahası “kendi” salonlarını Kürt tiyatrosuna açmayı bile bir lütuf olarak gördüler. Bu Türk sanatçılarının genelinde var, istisnalar hariç tabi ki. Örnek: Kaç tane Türk sanatçısı, 30 yıldan fazladır sürgünde yaşayan Kürt sanatçı Şivan Perwer’i ziyaret etmiş ve onun için bir söz söylemiş, bir kampanya başlatmış? İşte maalesef Kürt tiyatrosuna da bu kadar duyarsızdır Türk tiyatrocuları.

Siz şuna da inanabilirsiniz pekâlâ; Deniz Baykal’ın fikrinden yola çıkarak “Devlet, yetmiş milyon insanın parasını bir küme, bir etnisite için harcayamaz-harcamamalı.” Kalkıp da “peki tamam”, ödenekli tiyatrolar Kürtçe, Ermenice, Rumca v.s oyunlar sahnelemek istese de, bunun çevirmeni, yönetmeni, oyuncusu, seyircisini nasıl bulacağız! Bence, o da devletin işidir. Herkes şunu bilmeli artık: Cumhuriyetin kuruluşundan beri, devlet sadece Türk dili, kültürü, sanatı için yatırım yaptı. Devlet sadece Türk değil, Türkiye’de yaşayan Kürt, Ermeni, Rum, Yêzîdî, Süryanî, Laz, Çerkez, Arap, kısacası Türkiye’de yaşayan her dili, kültürü, tiyatroyu korumak ve geliştirmekle mükelleftir.

Devlet Kürtçe diye bir dilin olmadığını kanıtlamak için 80 küsur yıldır, yüzlerce tez hazırlattı, yüzlerce asimilasyon politikası geliştirdi, milyonlarca savaş malzemesi alıp, bastırma operasyonu yaptı. Geçen on yıla kadar Kürt realitesi bile kabul edilmiyordu. Bitirmek, yok saymak için harcadığı parayı, yapmak, geliştirmek için harcasaydı, belki de yüz de birini harcamış olurdu. Gelişmiş ve gerçek demokrasinin olduğu ülkelerde şöyle bir uygulama vardır; Devlet o ülkede yaşayan halkların, etnisitelerin, dilinin ve sanatının korunması ve geliştirilmesi için, devletin hazinesinden ödenek ayırır. Hem de bu halklara o ülkenin yerlileri olması önkoşulunu koymadan. Son söz olarak, en başta “Türk” sanatçı ve tiyatrocuların kafası değişmeli ki, ardından devlet ve diğer kurumların kafasını değiştirebilsin.

***

OYUN'un notu: Ayrıca bakınız; Yalan makinesi ve küfürbaz Mustafa Demirkanlı'nın sözde küfre karşı kampanyasına alet olanların imzaladıkları metni ve alet olanları teşhir ediyoruz!