20 Mayıs 2009 Çarşamba

LİNÇ ÇAĞRICISI Mimesis, Sahne, Tiyatro... Tiyatro...,TEB Oyun, Kavuklu dergilerinin şu andaki linççiliklerinin tohumu Son Sahne'den çirkin bir yaprak!

Bitmeyen rezalet!


Coşkun Büktel, yaklaşık altı yıl önce, benim de 1995/96 yıllarında, aralıksız olarak on sekiz sayı yazı yazmış olduğum İnsancıl dergisinde, "REZALETİN 'SON SAHNE'Sİ" başlıklı bir yazı yayımlamıştı. Aşağıda sunduğumuz bu yazıyı, bugün yeniden okuyunca, yazının güncelliğini koruduğunu görebiliyoruz. Bu durum, yazının başarısının yanı sıra, Türkiye tiyatro yayıncılığının çürümüşlüğünün de bir kanıtı.

Bugün, Mimesis, Sahne, Mustafa Demirkanlı'nın sahibi olduğu Tiyatro… Tiyatro…, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği'nin sahibi olduğu TEB Oyun, Kavuklu dergileri; iatp-g, Yaşam Kaya'nın editörü olduğu tiyatronline, Mustafa Demirkanlı'nın sahibi olduğu tiyatrodergisi, tiyatrodunyasi, Ahmet Ertuğrul Timur'un sahibi olduğu tiyatrom, e-tiyatrom siteleri ve Mitos-Boyut yayınevi, nasıl ki Türkiye tiyatrosundaki gerçekçiliğin temsilcisi Coşkun Büktel ve sosyalizmin temsilcisi Hilmi Bulunmaz’ın tiyatro dünyasında soluk almasını engellemek için bir LİNÇ KAMPANYASI başlattılarsa, Büktel’in aşağıda sunduğumuz yazısına konu olan Son Sahne dergisi (bugün linççi Sahne olarak yaşamını sürdürüyor) de, altı yıl önce, Büktel’den herhangi bir talep gelmemesine karşın, Büktel’in görüşlerini gündeme getireceklerini söylemişler ve âdeta Büktel’le dalga geçer gibi, yaptıkları röportajı yayınlamamayı yeğlemişlerdir. Bu ilginç yazıyı mutlaka okuyunuz. (HB)


***


REZALETİN “SON SAHNE”Sİ


Coşkun Büktel


Bu yazı, ilk kez, İnsancıl dergisinin, Ekim 2003 tarihli sayısında yayınlanmıştır.

1998 yılında, Radikal gazetesinin tiyatro muhabiri Şehnaz Pak, bir foto muhabiriyle birlikte evime gelip, gazetesi adına benimle bir röportaj yapmıştı. Bu röportaj (Coşkun Büktel okurlarının gayet kolay tahmin edebileceği nedenlerle) yayımlanmadı. Olay yeterince iğrençti ama olayda beni en çok iğrendiren şey, röportajın yayımlanmaması değildi. Beni daha fazla iğrendiren şey, onca vaktimi alarak benimle röportaj yaptıktan sonra, hiç değilse röportajın yayınlanamayacağını haber vermek için, Şehnaz Pak’ın zahmet edip bana bir telefon bile açmaya gerek görmeyişiydi. Şehnaz Pak, olay için benden özür dilemek veya bana üzüntüsünü belirtmek gibi en sıradan bir insani inceliğin gereğini bile yerine getirmeye ihtiyaç duymayan, duyarsız (“küt”) bir insandı ve ne yazık ki, (“Radikal” gibi iddialı bir isimle yayınlanan) bir gazetenin tiyatro editörü olabilmişti.

(Not: Şehnaz Pak, bu yazının İnsancıl dergisinde yayınlanmasından bir süre sonra, bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Üzgünüz! Tarih taksiratını affetsin, diyoruz. Bildiğimiz kadarıyla, bize röportaja geldiğinde, Pak'ın editörü, Cem Erciyes'ti.)

Geçtiğimiz Nisan ayında Barbaros adlı bir genç, telefonla arayarak “Son Sahne” dergisinde yayınlanmak üzere benimle bir röportaj yapmak istediğini belirttiğinde, ister istemez Şehnaz Pak’ı anımsamıştım. Derginin de, beni arayan şahsın da adlarını ilk kez duyduğum için, güvensizliğimi açığa vuran bazı sorular sordumsa da, fazla güçlük çıkarmadan, Barbaros’un röportaj teklifini kabul ettim ve bir akşam, Beyoğlu’nda (Mefisto Kafe’de) buluştuk.

"Son Sahne" o güne dek yalnızca bir tek sayı çıkmış ve yalnızca Ankara’da dağıtılmıştı. Barbaros, yanlış anımsamıyorsam Dil Tarih mezunu, tiyatrocu bir gençti. Bana dediğine göre, "Theope"yi seviyor, benim mücadelemi biliyor ve takdir ediyordu. Ama konuşmamız esnasında, onun, kitaplarımın tümünü okumak bir yana, bazılarının adlarını bile bilmediğini fark etmiştim. Konuşmamız, benim hiç hoşlanmadığım, sigaralı ve gürültülü bir ortamda, bir buçuk-iki saat kadar sürdü. Gürültü nedeniyle ses kaydının sağlığından endişelendiğim için Barbaros’a teybi kontrol etmesini söylemiştim. Teybi dinledi ve bana da dinletti: Evet, konuşmalar anlaşılıyordu.

Röportajdan sonra Barbaros’la İstiklâl Caddesi’nden Taksim’e kadar yürüdük. Ona, bu röportajın yayınlanabileceğinden emin olup olmadığını son bir kez daha sordum. Barbaros’un bana söylediklerinden çıkan özet şuydu: Benimle röportaj yapacağını söylediğinde dergideki arkadaşları pek fazla heyecanlanmamışlar ama itiraz da etmemişlerdi. Barbaros, röportajın yayınlanacağını sanıyor ama yüzde yüz emin olamıyordu. Ancak bana aynen şöyle demişti:

"Röportajın yayınlanacağını size garanti edemem ama, eğer röportaj yayınlanmazsa o dergide kalmayacağımı garanti ederim. Eğer yeni sayı çıktığında röportajı dergide göremezseniz, künyede benim adımı da göremeyeceksiniz."

Barbaros, röportajın bant çözümünü yaptıktan sonra, metnin bir kopyasını bana da göndermeye söz vermişti. Bir hafta on gün içinde metin elimde olacaktı.

Aradan bir ay geçip de Barbaros’tan ses seda çıkmayınca, korktuğumun başıma geldiğini, yani yeni bir Şehnaz Pak olayı yaşadığımı kesinlikle anladım.

Röportaj dergide çıkmadı. Peki Barbaros, dergiden ayrılmış mıydı? Hiç olur mu? Ayrılmış olsa, bunca zamandır benimle temas kurmaktan kaçınmış olur mu? Hayır, Barbaros, dergiden ayrılmamıştı. Bizim Barbaros, verdiği sözü tutmak gibi, “onur” gibi, insanın hayatta ilerlemesine “ayak bağı” olan eski moda kavramlara pabuç bırakacak kadar enayi değildi. O yüzden, bu postmodern çağda telefon açıp da bana röportajın dergide yayınlanamayacağını haber vermek gibi eski moda bir enayiliğe kalkışmadı. Bana üzüntüsünü bildirmek nezaketine beni lâyık bulmadı. Bana verdiği sözü tutmaya, bu söz yüzünden dergiyi bırakmaya gerek duymadı. Evet, Barbaros enayi değildi. Hayatta çok ilerleyecekti.

Derginin yeni çıkan ikinci sayısını elime aldığımda, Barbaros’un adı belki de yoktur diye, cılız bir umutla, künyeye baktım:

"Son Sahne" / Haziran-Temmuz 2003 / iki aylık tiyatro dergisi / Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat için VAKIF / Ankara şubesi adına sahibi: Yener Aksu. Genel Yayın Yönetmeni: T. Murat Demirbaş. Yazı işleri Müdürü: Rasih Ulaş Gün. Yayın Koordinatörü: Emre Şen, Şebnem Telci. Araştırma Grubu: Figen Adıgüzel, Barbaros Andiç, Ayşe Çetin, Elif Sarıgülle, Ahmet Selçuk

Türkiye’nin çorak tiyatro ortamında yayınlanan iki dergi (İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun son dönemde üç yeni sayısıyla yeniden yayınlamaya başladığı “Türk Tiyatrosu” ve on yılı aşkın süredir yayınlanmakta olan “Tiyatro Tiyatro”) Coşkun Büktel’i zaten aforoz etmişti. Tiyatromuzdaki çoraklığın sorumluluğunda payı olan, çoraklığı her zaman desteklemiş olan bu dergiler, devletten nemalanmak amacıyla devletten nemalanan zevatı okşamayı misyon edinmişti. Tiyatromuzun bu biricik dergileri, tiyatromuzu kemiren köhne ilişkilerden kâr sağlamakla ve bu ilişkiler konusunda halkı yanıltmakla meşgulken, şimdi bu kirli, bu kokuşmuş, bu çorak ortamda yeni bir umut gibi yeni bir dergi filizleniyordu. Ama ne yazık ki, bu yeni dergi de, daha ikinci sayısında, Coşkun Büktel’i aforoz ederek işe başlıyor, o da diğer iki dergi gibi “umutsuz bir vaka” olduğunu daha ikinci adımda kanıtlıyordu.

(GÜNCELLEME: "Son Sahne" dergisi, ardında bir vakıf bulunmasına rağmen, benim görebildiğim kadarıyla, üç-beş sayı çıktıktan sonra yayınına son vermiştir. CB. Temmuz 2007.)

(GÜNCELLEME 2: "Son Sahne", bugün, "Sahne" adıyla yeniden yayınlanmaktadır. Görebildiğim kadarıyla, o da tıpkı "Tiyatro Tiyatro" dergisi gibi, okurların katkısıyla yaşamak yerine, DT ve Şehir Tiyatroları ilanlarıyla yaşamaya çalışan; okurların "bilmesi için" değil, okurların "bilmesi gerekenlerin örtbas edilmesi için" yayın yapmakta olan: okurları aydınlatmak için değil, ilan veren kamu tiyatroları hakkında okurları yanıltmak için, özetle sırf ilan gelirinin hatırı için, çıkarılan; sade suya tirit, bir dergidir. 17 Mayıs 2009.)

Barbaros, dergiden ayrılmadığı gibi, dergiye bir yazı da yazmıştı. Şu satırlar o yazıdan (son sözcüklerin altını ben çizdim) :

(...) günümüz insanının çılgınlık derecesinde bağlandığı bu sihirli kutucuklardan, kan çanağına dönmüş gözlerini biraz olsun ayırıp “radyasyon almaksızın” seyredebileceği eserler içinde ayın oyunu olabilecek bir yapımı belirlemek için ya çıtayı biraz düşürmek; ya günümüz öz-biçim anlayışlarını -cahilliğin de artık bir anlayış olduğunu kabul ederek- yeniden gözden geçirmek; ya da inandığın her şeyden vazgeçip egemen sınıfın çıkarlarının koruyucusu ve gözetecisi olan popüler yaklaşımların yaratıcılığa ve zekaya karşı üstünlüğünü(!) kabul etmek gerekiyor.

(Barbaros Andiç, "Ağır Roman Ya da Doğu Yakasının Hikayesi”!, Son Sahne, sayı 2, Haziran-Temmuz 2003, sayfa 18)

Bizim Barbaros’un ve "Son Sahne"nin, yukarıdaki alıntıda sıralanan yaklaşımlardan hangisinin “üstünlüğünü kabul ettiğini” anlamak zor değil.

"Son Sahne"yi çıkaranlar da, belli ki, kendi yeteneklerine dayanarak değil, ancak "egemen sınıfın çıkarlarının koruyucusu ve gözetecisi” olanlarla ilişki kurarak, o “köhne ilişkilere” dayanarak ayakta kalabileceklerine inanıyorlar. Dergilerinde yalnızca, o köhne ilişkilerin köhne isimlerini besleyen sade suya tirit yazılarla yetinmeyi, belli ki, menfaatlerine daha uygun görüyorlar. Yazdığı yazılarda o köhne ilişkilerin vandal yapısını somut belgelerle ve daima vandalların “isimlerini vererek” ortaya koyan Coşkun Büktel’i, o nedenle dergiye sokmuyor, aforoz ediyorlar. Tiyatro esnafıyla kurdukları ilişkileri, “esnafın” baş düşmanı Coşkun Büktel yüzünden kaybetmek istemiyorlar. O nedenle haklıdan yana değil, suçludan yana olmayı, daha “rantabl” buluyorlar. Enayi değiller. İşi “kapmışlar”. Coşkun Büktel’le değil, “tiyatro esnafıyla” iyi geçinmek gerektiğini kavramışlar. Anlamışlar ki, kahramanlığa gerek yok. Ya bu deve güdülüyor, ya bu diyardan gidiliyor. “Esnafla” iş birliği etmeyenin ensesinde boza pişiriliyor. O yüzden, adet yerini bulsun diye, okurlar eleştiri de görsün diye, eleştirir gibi yapılsa da, mevcut dergilerin tümünde olduğu gibi, onların “Son Sahne”sinde de, gerçekte kimse kimseyi eleştirmiyor. Hepimiz esnafız! Esnaf esnafın ayıbını örtüyor. Çoraklık sürüyor. Bu ülkede işler böyle yürüyor.

Yazık! Çok yazık! Bu ülkede, yarının umudu olması gereken gençlerin bile bu denli özsüz ve omurgasız olabilmesi çok yazık! Bu ülkede tiyatro yapma iddiasındaki gençler bile artık cesur ve demokrat olamıyor. Bu ülkede cesur ve demokrat gençler tiyatro adına bir dergi çıkarmakla ilgilenmiyor. Meydanı boş bırakıyorlar. Boşlukları ise “Tiyatro Tiyatro”, “Türk Tiyatrosu”, “Son Sahne” dolduruyor. Onlar da tiyatro esnafının vandalizmini desteklemeyi, vandal düzenden pay alabilmek için “esnafın” suçlarını örtbas etmeyi, suçları açıklayanları aforoz etmeyi, gerçekleri halktan gizlemeyi, daha “hesaplı” buluyor. Bu ülkede tiyatro yapan, dergi çıkaran genç insanlar bile, idealist olmayı enayilik sayarak, tiyatro esnafına yakınlaşmayı, “esnaflaşmayı” tercih ediyor.
"Son Sahne"ye hayırlı işler diliyorum!

Coşkun Büktel / İnsancıl, Ekim 2003