30 Mart 2012 Cuma

Tiyatro yazarı Melih Anık, LİNÇÇİ Ömer F. Kurhan'a "hooop" dedi!

Türkiye, garip bir ülke... Bu ülkedeki tiyatro eleştirmenleri, gerçek tiyatro eleştirisi yapmak yerine, tiyatro sanatının daha da düzeysizleşmesi yarışına girerek, sadece ve yalnızca sahnede gördükleri devinimlerin raportörlüğünü yapmaya çalışıyorlar.


Türkiye, garip bir ülke... Bu ülkedeki tiyatro üzerine yazı yazan kişiler, genellikle genelleme hastalığına tutulup, sadece ve yalnızca öznesiz tümce kullanma saplantısıyla hareket ediyorlar.


Türkiye, garip bir ülke... Bu ülkedeki tiyatro eleştirmenleri tiyatro eleştirisi yapabilme yeteneğine sahip olmadıklarından, tiyatro üzerine yazı yazan kişiler genelleme hastalığına tutulmuş olduklarından, ister istemez, "başka işler" yapan kişiler, tiyatro esnafının yapmadıklarını yapmaya çabalıyorlar. Melih Anık da, "başka iş" yapan bir kişi olmasına, tiyatro sanatından herhangi bir çıkar gözetmemesine karşın, duyarlı bir insan olduğu için, tabii ki, tiyatro sanatına müdahale etme gereksinimi duyuyor.


Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz


***


Sıcağı Sıcağına: "İKSV Tiyatro Festivali Nasıl Eleştirilmeli?"


Melih Anık
30 Mart 2012

Kusuruma bakma Ö .Faruk Kurhan!

Bir yazı yazmışsın “mesafeli” durarak  İKSV Tiyatro Festivali’ne mazeret üretmeye çalışmışsın!

Aklıma şu geldi hemen:

"Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
                            zarurî neticesi bu!
                                                      deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
          o, bu dilden anlamaz pek.
O, 'hey gidi kambur felek,
hey gidi kahpe devran hey,'
                                             der.
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
                              yüzleri kan içinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlûpları.."

(Nâzım Hikmet- Şeyh Bedrettin Destanı)

***

İKSV'nin 2012 programına baktığımızda ne görüyoruz? Zayıf bir program. Geçmiş yılları nasıldı? Zayıf! Buna "mesafeli" olmanın yararı ne? Zayıf olduğuna mazeret mi üretmek gerekiyor?  İKSV Tiyatro Festival'i kaç yıllık? 23. Dünyada 23 yıllık festivaller nasıl?  O festivaller sosyo-ekonomik-politik koşullardan etkilenmedi mi? Geçen 23 yılda İKSV Tiyatro Festivali dünyada nerede, dünya nerede?

İKSV Tiyatro Festivali’nin zayıflığı getiremediği yabancı topluluklardan kaynaklanmıyor ki. En önemli nedeni “kişiliği yok”. Ne olduğu belli değil. İçine her şey atılmış bir çorba!  Bu çorba 23 yıldır her festival döneminde değişiyor. Neyi hedeflediği belli değil. Dünyayı bir kenara bırakın İstanbul içinde bile merak uyandırmıyor nerde kaldı ülkenin başka bölgeleri, şehirleri. Ufku dar. Birkaç kişi her şeyi yapmaya çalışıyor. Bir danışma kurulu yok meselâ. Oysa bu ülkede yurt dışını takip eden tiyatro insanları var. Tiyatro camiasında “arama konferansı” ile düşünceler toplanmıyor. Katılım ve paylaşım artmıyor. İKSV, örneğin tiyatro programını turizmin bir parçası olarak tasarlayamıyor. Organizasyona “iş adamı” gibi bakamıyor. Var olanı “satamıyor”.  Akademisyeni var akademik değil, sanatçısı var sanatsal değil, kurumu var kurumsal değil, pazarlamacısı var pazarlayamıyor, vizyonerleri var vizyonu yok!

İKSV kaldırmayacağı yükleri taşımaya kalkıyor diyorsun.  Demek ki kendini bilmiyor!  Her seferinde geriye giden bu yol akılcı mı? Her seferinde aynı mazeretler, “salon yok” falan. İKSV Tiyatro Festivali, Dublin, Avignon, Edinburg, Berlin, Viyana  vb benzemeye çalışmanın işe yaramayacağını bilmiyor mu? İstanbul’da düzenlenecek bir festivalin dünyada yeri nasıl olmalı? Dünyada yapılmayan ne? Düşünülmüş mü? Ayağını yorganına göre uzat neyin varsa ona göre bir festival yap bari!  “Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zarurî neticesi bu!” demek festivali düzeltmeye yeter mi? Boyunu posunu bileceksin, üzerine uymayan bir elbiseyi giymeye zorlanmayacaksın. 23 yılda da bir şeyler öğrenmiş ol artık bir zahmet! 23 yılda bir salon yapamaz mısın meselâ?

"Besleme!" Tiyatro camiası kendi sanatını “öyle “görüyor zaten! Bundan da utanmıyor yıllardır. Bu sermayenin etiketi değil, tiyatrocuların kendilerinin koyduğu bir yafta.  ABD’de İngiltere’de  tiyatro bir meta olmuş satılıyor. Yani tiyatronun doğası gereği falan deme lütfen.  Oyunlar için şirketler kuruluyor, hisse senedi satılıyor. Tiyatro, kurumları ile yaşıyor. Her on yılda bir “birleşelim, örgütlenelim” diyen bir topluluk neyi başarabilir? Ama biz kendi işimize bakalım.

İKSV Tiyatro Festivali ile ilgili yazılarım duruyor blogumda. Son yazdığım yazı ile ilgili Bülent Eczacıbaşı mesaj göndermiş. Ne olacak merak ediyorum. Ben konuyu deşiyorum ama tiyatrocular sus pus. İKSV'ye sorular sordum geçen yıl. Tabii ki cevap alamadım. Kaç seyirci, kaç bilet, kaç davetiye? Kaç para toplandı? Ne harcandı? Her halde bilen birileri var. İKSV’nin  23 yılda festival ile ilgili bir tez yapma amacı var mı? Bunu yapmak için ne lazım? Para mı? Diyarbakır Tiyatro Festivali, İKSV Tiyatro Festivali’nin seçeneği neden olsun? Trabzon’da Eskişehir’de İzmir’de yapılan festivaller seçenek mi olacak birbirine?

Türkiye’deki “in-yer-face” sanatçıları buluşmasını önermen beni çok şaşırttı. Neden mi? Tiyatroda “in-yer-face” sanatçılığı diye bir şey mi var? Bu konuda “senin ‘in-yer-face’in mi daha iyi” diye tartışma mı yapılacak? Zaten 20 yıl var arada! Tek kitapla sorun çözülür mü, çözüldü mü? Yeni sorunlar yok mu?

İki hususa çıkmış yazının yolu, entelektüel kaynak ve örgütlenme kapasitesi. Kaynak da var, organizasyon kapasitesi de. Yeter ki yapmaya niyetin olsun!

Reklâmdan promosyondan sıyrılınca hemen sendika, parti, STÖ falan gündeme geliyor nedense.  Solcu da olsan reklama, promosyona ihtiyacın var. İşin gereğini yapmak zorundasın yani. “Öncüler” için vakit geç, inatçılar ise “yeni bitti”. Tiyatro festivali yapılmayacak mı?

İKSV “adam gibi festival yapsın” demek sübjektif bir talep değil. Zira “adam gibi”nin nitelikleri her yerde aynı. Ama tartışmayı “gel sen yap”a getirmek bunca yanlışlık ortadayken o yanlışların üstünü kapatma çabası olur.

İKSV Tiyatro Festivali’nin ne olduğu belli, bunu açıklamak için uzun uzun sosyo-ekonomik-politik değerlendirmelere de gerek yok. Önce ne olduğunu kabul etmekle başlar her iş. Arkadan nasıl ve kim tarafından düzeltileceği ortaya çıkar.  Ama “mesafeli” durmamak, yanlışlığı açıkça söylemek  lâzım.

Nasıl eleştirileceği ise durduğunuz noktaya ve görmek istediklerinize bağlı. Hem eleştiri öznel bir şey. Ben kendi bildiğim gibi eleştiriyorum. Kusuruma bakma Ö. Faruk Kurhan!

(Kaynak: Günlük)

***


Ayrıca bakınız:

Kıçı kırık burjuva tiyatrosunun sadık yazarlarından Shakespeare çocuğu ve LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan, bu kez de "Eczacıbaşı Festivali"ni zemzem suyuyla vaftiz etmeye çalışıyor!