29 Mart 2012 Perşembe

LİNÇÇİ Gülhan Avşar Demirkanlı'nın sahibesi olduğu Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin başlattığı LİNÇ KAMPANYASI için koşar adım imza veren LİNÇÇİ Kenan Işık'a "sevgili Işık" diyecek kadar LİNÇ KAMPANYASI konusundan habersiz Haşmet Babaoğlu, tiyatroyla ilgili olarak kaleme aldığı köşe yazısında, sıradan bir tiyatro izleyicisinin ifadesinden bile çok daha düzeysiz bir mantıkla tiyatroya yaklaşmakla birlikte, tiyatronun ne olduğu konusunda sıradan sözlerle hem kendisini ve hem de okurlarını oyalıyor!

Oyun'un notu: LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Mimesis sitesinden alıp, olduğu gibi aşağıya aktardığımız Sabah Gazetesi yazarı Haşmet Babaoğlu'nun yazısındaki LİNÇÇİ Kenan Işık'ın adını, daha net anlaşılsın diye "maymungötürengi" ile belirgin hâle biz getirdik!


***


Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki gibi çok köşe yazarı yoktur. Hattâ bizdekine benzer bir mantıkla hareket eden köşe yazarı da bulmanız neredeyse olanaksızdır. Türkiye'deki köşe yazarları, anlamadığı konularda da kalem oynatmaya meraklı insanlardır. Oysa, başka ülkelerde, herhangi bir konuda yazı yazan yazarlar, konularına vakıf olmanın mutluluğuyla yazı masasının başına geçerler.


Aşağıda okuyacağınız son derecede düzeysiz tiyatro yazısını kaleme alan Haşmet Babaoğlu da, bütün diğer köşe yazarları gibi, anlamadığı konularda da ahkâm kesmeyi bir alışkanlık hâline getirmiş. LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Mimesis sitesinin hangi düzeysiz yazılarla beslendiğini çok net bir biçimde anlayabilmek için, biraz sabırlı davranıp, lütfen aşağıdaki anlamsız yazıya bir göz atma zahmetinde bulununuz.


Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz


***


Tiyatro ölmüyor, öldürülüyor!

[Haşmet Babaoğlu'nun Sabah gazetesinde yayınlanan "Tiyatro ölmüyor, Öldürülüyor" başlıklı yazısını aynen yayınlıyoruz]

“İnsanı usandıracak kadar sık tekrarlanan bir söz bu: Miadını doldurdu tiyatro, öldü…

Gerçekten de öldüyse, bugün Dünya Tiyatro Günü’nü kutlamak yerine yasını tutalım tiyatronun!”

Kenan Işık'ın Dünya Tiyatro Günü’nü kutlamak için kaleme aldığı bildiri böyle başlıyor.

Hüzünlü bir ironi taşıyor bildiri!

Neden? Çünkü sevgili Işık'a göre tiyatroyu kendi ellerimizle inşa ettiğimiz bir anıt mezara gömüp unutmak aslında hayatı, insanı ve insanca olanı unutmakanlamına geliyor.

***

Tiyatroyu “anlatmak”, gelişmeyi de teknolojik ilerleme sananlar tiyatronun miadını doldurduğunu söylemekten hiç vazgeçmeyecekler.

Sinema, televizyon ve internetin seyirciyi öykünün sahiciliğine ikna etme veya “büyüleme” teknolojileri tiyatronunkine göre çok daha etkiliyken…

Çağlar geçse de tiyatronun ayakta kalacağına inanmak böyleleri için imkânsızdır!

Eh o açıdan bakarsanız, haklı da görünürler.

Öyle ya!

Kapıyı sert çarpınca yıkılacakmış gibi sarsılan eğreti dekor, iyi ütülenmemiş kostümler, yapaylık duygusunu bir türlü bastıramayan ışıklandırma, döne döne seyircinin başını döndüren sahne ve elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen oyuncular…

Bütün bunlar gerçekten de eski zaman seyirliklerinden bugüne kalmış acıklı tortular gibidir.

***

Anlatmak için değil, “yaşamak” için vardır.

Teknolojiyi değil, hayatı esas alır!

O gün, o saat “yaşanan” bir şeydir oyun!

Sahnedekiler de, seyirciler de, herkes etiyle, kanıyla, canıyla oradadır!

Tiyatronun “ölümsüz” yanı işte bu noktadır!

Bu sanat yaşayacaksa eğer, bir öyküyü sahnesine taşıdığı için değil, seyirciyle oyuncu arasındaki mucizevi bağı kurma ayinini gerçekleştirdiği için yaşayacak!

İyi de, tiyatrocular bunun tam anlamıyla farkındalar mı?

Böyle oyunlar var mı? Kaçı böyle?

Ya seyirciler? Çoğu zaman sahneye bir tv ekranına bakar gibi bakmıyorlar mı?

Aklımız fikrimiz sadece oyuncularda değil mi? O oyuncuların çoğu sahnede “yaşamak” veya “yaşatmak” yerine berbat ve profesyonel bir aldırmazlıkla “oynamayı” seçmiyorlar mı?

Uzun sözün kısası…

İlle de bir ölümden söz edeceksek eğer, ihtiyarlıktan olmadığını bilelim.

Tiyatrocular öldürüyor tiyatroyu!

NOT: Tabii şunu eklememek haksızlık olur: İstanbul’da iki yıldır tiyatronun özünü yakalamış harika deneysel çalışmalar izliyorum. Umutluyum.

Sabah

(Kaynak: Mimesis)