2 Ocak 2012 Pazartesi

Shakespeare Çocukları'na karşı olağanüstü devrimci barikat kuruyoruz...

"Karanlık yönetici" LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ı karalamak için eline aldığı karanlık kalemden fışkıran kapkara mürekkep lekeleriyle doldurduğu yazıda ifade ettiği şu söz: "Bugün (21 Aralık) sonuçlanan bir davada H. Hilmi Bulunmaz mahkum oldu", "HB, HB'ye Karşı" biçiminde denklem hâline gelebilecek, "Hilmi Bulunmaz, Haluk Bilginer'e Karşı" sözüyle açımlanabilecek ve "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyen Nihat Haluk Bilginer'e "yavşak" dediği için hızla yargılanıp, şimşek hızıyla cezalandırılan Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın onunlu karşı karşıya geldiğini bir sevinç nidasıyla 1100 kişilik kişiliksiz alçak kişiye duyurma derdindeki LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın konu gündemi olduğundan, biz de, burjuva basınının oluşturduğu yukarıdaki "HB ile HB" fotomontajı kullanmayı uygun gördük!


***

Hilmi Bulunmaz
2 Ocak 2012


Not: Aşağıdaki yazı, yazım aşamasında ve sadece taslak bir yazıdır. Konunun yakıcılığı ve ivediliği nedeniyle yayınlanmıştır. Yazının yazım aşaması bittiğinde ve taslak hâlinden uzaklaştığında, bu "not" kaldırılacaktır!

***

Tiyatro anlayışının, tiyatro antropolojisinin, tiyatro bilincinin, tiyatro çeşidinin, tiyatro dünyasının, tiyatro estetiğinin, tiyatro etiğinin, tiyatro felsefesinin, tiyatro fikrinin, tiyatro gerçeğinin, tiyatro görüşünün, tiyatro hayatının, tiyatro kültürünün, tiyatro semiyolojisinin, tiyatro siyasetinin, tiyatro sosyolojisinin hızla gelişip, tiyatro düşünürlerinin, tiyatro izleyicilerinin, tiyatro meraklılarının, tiyatro okurlarının şimşek hızıyla sanatsal anlamda, estetik bir biçimde bilinçlenmesi için değil, "VELİNİMET"inin (VELİ=LEMİ+NİMET=AYŞENİL) paşa gönlü hoş olması, onların işgâl ettikleri sıcacık koltuklarda çok daha uzun süre, çok daha sere serpe kalabilmeleri için yayın yapan (LİNÇÇİ Gülhan Avşar Demirkanlı'nın sahibi olduğu) karanlık dergi LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro...'nun karanlık yöneticisi LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı, "H. Hilmi Bulunmaz'ın 'Küfürbazlığı' Tescil Edildi..." 
başlıklı gayet dezenformatif ve oldukça karanlık bir yazı kaleme aldı ve biz, bu dezenformatif ve karanlık yazıyı olduğu gibi, virgülüne bile asla dokunmadan okurlarımıza aktarırken, şu başlığı kullanmak zorunda kaldık:

"Kendi bağımsızlığından, kendi özgürlüğünden kaynaklanan gücüyle değil, 'VELİNİMET'inin (VELİ=LEMİ+NİMET=AYŞENİL) gücüyle ancak zar zor ayakta durup, 'VELİNİMETİ'inin sesi olmanın ötesine gitmeye hiç niyetli olmayan LİNÇÇİ G&M Demirkanlı yönetimindeki LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin sanal kuyruğu LİNÇÇİ www.tiyatrodergisi.com.tr, okurlarını eşek yerine koyup, dezenformatif ve karanlık yayınlarına hızla devam ederken, yalancılığı bir meslek hâline getirdiğini kanıtlamak istercesine, dağarcığındaki tüm saptırmacılıkları kullanmaktan bir an bile geri durmuyor!"

Sözü hiç uzatmadan, uzun uzun giriş ve sunuş yazısı yazmadan, beni, bizi karalayarak karanlık dünyalarına dahil etmek için yazılmış bu kapkaranlık yazıyı, gayet net bir beyaz bodoslamayla, acil olarak, ânında, derhal, evecenlikle, hemen, tavında bir ivedilikle değerlendirmeye başlıyorum.

Karanlık yönetici diyor ki:

H. Hilmi Bulunmaz, Ö. Faruk Kurhan'ın açtığı ve beraatla sonuçlanan davası sonunda şu yorumları yapmıştı: "Zâten yargıç öyle söyledi; 'İnciticisin, ama eleştirmensin sen!' dedi. Ben, şu anda, tescilli bir eleştirmenim..." (Tabii bunlar Bulunmaz'ın yorumu kararda böyle bir ifade yok)

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Tabii ki, bunlar benim yorumum. Tabii ki, kararda böyle bir ifade yok, olamaz da! Ancak sen, kararın tamamını görmemizi sağlayan bir link verirsen, bu kararda neler yazdığını çok daha doğru, çok daha çabuk, çok daha kolay, çok daha net öğrenebiliriz. Tabii sen, benim sözlerimin hangi adreste olduğunu, hangi bağlamda yazıldığını, çok net bir biçimde ifade etmeye niyetlenirsen, okurlar, senin ne demek istediğini, en önemlisi de, benim ne dediğimi, çok doğru, çok çabuk, çok kolay, çok rahat algılarlar.

Karanlık yönetici diyor ki:

Artık, Bulunmaz "tescilli bir eleştirmen"miş. Büktel dahil kimse karşı çıkmadığına, Büktel de "gerçekçi" olduğuna göre bunu kabul etmeniz gerek.

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Benim eleştiri kavramına, eleştirmen kimliğine, eleştiri işleyişine nasıl yaklaştığım, bu kavramlara sevimli anlamlar katmadığım, hattâ eleştiri kavramına, eleştirmen kimliğine, eleştiri işleyişine tamamıyla karşı olduğum ortadadır. Örnekse Erbil Göktaş'la girdiğimiz bir polemikteki şu sözler, önemli bir anlam içeririr: "Biz, eleştiri sözcüğünü seven, eleştirmenleri çok seven, eleştirmenliği pek çok seven bir kurum değiliz." 
(Bakınız: "Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, Erbil Göktaş - Hilmi Bulunmaz diyaloğunu içeren kıssadan hisse çok kısa bir oyun yazmanın huzurunu yaşamaya başladı!")

Karanlık yönetici diyor ki:

Sonrasında, Yeni Tiyatro'da yayımlanacak söyleşide, Ediz Baysal da şunları söylemiş:

"Oyuncu Ediz Baysal, H. Bulunmaz'ın BERAAT kararı için dedi ki: 'İşte bu BERAAT kararı, yüzlerine çarpılması gerekir.'"

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Ediz Baysal, senin yirmi bir yıldır reklâm adı altında avuç dolusu para (avanta, bahşiş, diş kirası, iane, iaşe, sadaka, sus payı) aldığın Devlet Tiyatroları'nda çalışan bir emekçi olmakla birlikte, gerçeklere gözünü yumacak kadar memur hâline gelmiş biri ve şuna çok eminim ki, hiçbir zaman için "salla başı al maaşı" yılışıklığı içerisine tutsak olmuş bir hacıyatmaz olmadığı için, tabii ki, LİNÇÇİ alçakların ne kadar acımasız varlıklar olduğunu duyumsayabilecek insan yüreğine sahip olan canlı kanlı bir varlık. Ediz Baysal, alavere peşinde koşacak bir alçak olmadığı, gerçekleri kendisine kılavuz kılan bir sanatçı olduğu için, yalan dolandan yana değil, gerçeklerden yana gönül düşürüyor.

Karanlık yönetici diyor ki:

Her ikisi de doğru söylemiş mi acaba? Kim kimin yüzüne çarpıyor? Kim kimi eleştirmen olarak onaylıyor?

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Çemberden bile daha yuvarlak sözler söyleyerek, bizim okurlarımızı olmasa da, kendi okurlarını eşek yerine koyabilecek bir yeteneğe sahip olduğunu çok iyi biliyorum. Çünkü, senin okurların düşünebilme yeteneği kazanamamış yada düşünebilme yeteneğini yitirmiş zavallı dangalaklar olarak soluk alıp veriyorlar. Ancak, bizim okurlarımız, hiçbir zaman için eşek olmaya razı olmadıklarından, senin bu çemberden bile yuvarlak, dolayısıyla hiçbir anlamı olmayan sözlerinin oluşturacağı kaypaklığa ödün verecek dangalak ve zavallı insanlar değil.

Karanlık yönetici diyor ki:

Burada karıştırdıkları bir durum mu var acaba?

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Yooo, hayır! Karıştırdığımız hiçbir durum yok! Türkiye tiyatrosunu yirmi bir yıldır karış karış karıştıran biri varsa, o da, sensin. Biz, senin oluşturduğun her karış karışıklığı, her türlü araç gereçle temizlemekle yükümlüyüz. Biz, nasıl ki "Orospu Çocuğu Burak Caney"in düzenlediği BİRİNCİ LİNÇ KAMPANYASI sürecinde, nasıl ki senin düzenlediğin İKİNCİ LİNÇ KAMPANYASI sürecinde ve nasıl ki LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan ve yoldaşlarının düzenlemiş bulunduğu ÜÇÜNCÜ (HUKUKSAL) LİNÇ KAMPANYASI sürecinde oluşan karışıklığı gidermek için büyük bir mücadele verdiysek, senin de şu ânda, şimdi, tam da Yeni Tiyatro Dergisi'nde "BERAAT SÖYLEŞİSİ" yayınlanacağı sırada yaptığın karış karış karışıklığa, kırış kırış kışkırtıcılığa da sonuna dek karşı çıkmaya devam ediyoruz hâlâ!

Karanlık yönetici diyor ki:

Bugün (21 Aralık) sonuçlanan bir davada H. Hilmi Bulunmaz mahkum oldu. Şimdi, sen eleştirmen filan değilmişsin, "tescilli küfürbazsın" demeliyiz değil mi ya da "bu karar kimin yüzüne çarpılacak?" diye sormalıyız Ediz Baysal'a... Eleştirmenliği yargının kararına bağladık ya (!) Büktel'in kulakları çınlamıştır... Bunca yıldır eleştirmenliğini yargıya onaylatamadı! El elden üstündür Büktel! Su uyur yakın dostun Hilmi uyumaz...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Bugün sonuçlanan davada mahkûm oldum. Niçin mahkûm oldum? Henüz gerekçeli karar açıklanmadığına göre, ben, bildiğim kadarıyla durumu aktarayım. Nihat Haluk Bilginer, dürüstçe davranmayıp, yani ad vermeyip "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." dedi ve ben, derhal bu slogana itiraz edip, kendisine "yavşak" dedim. Nihat Haluk Bilginer, benim gibi açıkça konuşmadığı, dürüstçe davranmadığı, açık açık ad vererek "yavşak" demediği için yargılanmadı. Ben, açıkça konuşup, dürüst davrandığım, açık açık ad vererek "yavşak" dediğim için yargılanarak ceza aldım. Ortada çok somut bir durum var: Ben, Nihat Haluk Bilginer'in kullandığı "yavşak" sözcüğünü kendisine ve tabii ki, bu sözcüğü içerisine sindiren Türk tiyatrosuna geri postaladım. Yani, ilk önce Nihat Haluk Bilginer "tescilli küfürbaz" oldu ve ona tepki gösterdiğim için, ardından ben "tescilli küfürbaz" oldum. Nihat Haluk Bilginer, ad verme cesareti gösteremediği için yargılanmadı ve ben, ad verme cesareti gösterdiğim için yargılandım. Beni mahkûm etmek için harekete geçen Nihat Haluk Bilginer, onun avukatı Süleyman Anıl, şikâyeti ciddiye alan savcı, beni yargılayan yargıç, bana "yavşak" cezası verdi. Ancak, haksızlıkların yasalarla korunduğu bir ülkede, "herkese ve hiçbir kimseye yavşak dediği için" Nihat Haluk Bilginer, yargılanmadığı gibi, ceza da almadı. Bu, hep böyledir; "açıkça, mertçe, Türkçe" konuşanlar yargılanıp ceza alır, "açıkça, mertçe, Türkçe" konuşmayanlar yargılanmaz ve tabii ki ceza almazlar.

Karanlık yönetici diyor ki:

Biz, H. Hilmi Bulunmaz'ın beraat kararını 24 saat sonra yayımladığımız için -davayı izlememiştik, Bulunmaz'dan ya da bir başkasından haber gelmemesine rağmen- başta Coşkun Büktel olmak üzere olmadık hakaretlere maruz kaldık, bununla da kalmadılar neden Dergi'de yayımlamıyorsun demeye vardırdılar saldırılarını, bu saldırılar karşısında Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş oltaya geldi ve; Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel ve Ediz Baysal'la bir "beraat" söyleşisi yaptı ve yayımlayacağını deklare etti. Bunu yaparken ne yapmış oldu? Bu saçma sapan davalarla dergisini boğacağını deklare etti. Artık dürüst ve tarafsız bir yayıncı olduğunu kanıtlamak için bu mahkumiyet kararını da haber yapmak zorunda, bununla da yetinmeyerek Haluk Bilginer ve Kemal Aydoğan'la da söyleşi yapmak zorunda... Erbil Göktaş'ı bu tuzak karşısında uyarmıştım ama anlamadı. Şimdi üzerine aldığı sorumluluğun farkına varmıştır belki ama artık çok geç... Beraat söyleşisi, mahkumiyet söyleşisi, yeni davanın sonucu söyleşi, sonraki davaların söyleşileriyle Dergisi'ni doldurmak adına sorumluluk üstlendi. Erbil'e söylemiştim, biz Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde bu şahıslara karşı açılan davaları haber yapmadık ki (Bu saldırıların yapılacağını öncesinde görerek), beraat kararlarını haber yapalım. Portal 'da haber yapmıştık açılan davaları, beraat kararını da orada haber yaptık.

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Vallahi kardeşim, sapla samanı birbirine karıştırmakta üzerine yok. "-başta Coşkun Büktel olmak üzere" dedikten sonra, neden "diğerlerinin kim olduğunu" yazmıyorsun ki? Ayrıca, Coşkun Büktel'in tek başına yada "başta Coşkun Büktel olmak üzere", senin bu önemli haberi yayınlaman, Coşkun Büktel yada "başta Coşkun Büktel olmak üzere" açısından değil, öncelikle senin açından önemli bir yayıncılık mükellefiyetidir. Biri yada birileri sana görevini anımsattığında, neden nasırına basılmış gibi bangır bangır bağırıyorsun ki? Düşünebiliyor musun? Tam 1100 kişilik kişiliksiz alçak kişi tarafından köşeye sıkıştırılmak, LİNÇ edilmek istenen biri, BERAAT ediyor ve sen, bu haberi geciktirme hakkını kendinde bulabiliyorsun! Buna habercilik değil, düpedüz kaytarmacılık denir. 

Bu arada şunu da sormakta yarar var: "başta Coşkun Büktel olmak üzere olmadık hakaretlere maruz kaldık" dediğine göre, ne tür hakaretlere maruz kaldığını da belirtmende yarar var. Yoksa, "başta Coşkun Büktel olmak üzere olmadık hakaretlere maruz kaldık" diyerek, konuyu kendine saklayıp, aba altından sopa göstererek, bilâhare noter onaylı ihtarname göndermek, savcılığa suç duyurusunda bulunmak yada mahkemeye mi vermek istediğini duyumsatmak istiyorsun? Ey karanlık yönetici, "bununla da kalmadılar neden Dergi'de yayımlamıyorsun demeye vardırdılar saldırılarını" deme hakkına asla ve kesinlikle sahip değilsin! 

Neden? 

Çünkü, sen ve senin ayarındaki yayıncılar, LİNÇ KAMPANYASI metnini dergilerinizde göğüslerinizi gere gere yayınladınız ve böylelikle selülozik ortamda, aklınız sıra bizleri (Coşkun Büktel ile Hilmi Bulunmaz'ı) mahkûm etme hakkına sahip oldunuz. Ancak, rüzgâr bizden, emekten yana esmeye başladığında, kuyruğunu arka bacaklarının arasına alıp, sümsük sümsük oturan sümüklü süt dökmüş kedi taklidi yapmaya başlamak zorunda kaldınız. Siz, madem ki, LİNÇ KAMPANYASI metnini dergilerinizde yayınladınız, o hâlde, benim BERAAT etmemi de, dergilerinizde ya seve seve, ya söke söke, yada... yayınlamak zorundaydınız. 

Ancak, siz her zaman yaptığınız gibi dezenformasyon, sansür silahına sarılmayı yeğlediniz. Bir yığın lâf, bir sürü söz arasında gargaraya gelen şu ifadeyi netleştirmekte yarar var: 

Ben, hiçbir koşulda, hiçbir zaman için, Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş'tan benimle röportaj yapması için herhangi bir istekte bulunmadığım gibi, Erbil Göktaş'ın benimle söyleşi yapacağı konusunda da hiçbir zaman için umutlu olmadım. "BERAAT SÖYLEŞİSİ", derginin kapağından duyurulmasına karşın, gözlerimle görüp okumadan, bu yazının yayınlanabileceğine hâlâ inanmıyorum. Böyle düşünmemin nedeni, Erbil Göktaş'ın herhangi bir puştluk yapacağından değil, herhangi bir "aksilik" olabileceği düşüncesinden kaynaklanıyor. 

Bu görüşümü, Coşkun Büktel'le Erbil Göktaş'a defalarca belirttim. Hâlâ da aynı umutsuzluk içerisindeyim. Benim, Erbil Göktaş'ı "BERAAT SÖYLEŞİSİ" konusunda oltaya getirmek için küçücük bir çaba harcadığımı bile iddia eden, düpedüz alçaktır, düpedüz dangalaktır, düpedüz iğrençtir, düpedüz müfteridir, düpedüz puşttur, düpedüz yavşaktır, düpedüz yalancıdır. 

İki saat beş dakika (2 saat 5 dakika= 125 dakika) süren konuşmada, tam olarak hesaplamadım, ama sanırım benim konuşmamın tamamı, en fazla çeyrek dakika sürer. Coşkun Büktel'le Erbil Göktaş'ın uzun uzun konuşmalarının yanında, benim konuşmamın bunca kısalığının birçok nedeni var. Ancak, en önemli nedeni, benim Yeni Tiyatro Dergisi yada bir başka tiyatro dergisinin benim dünya görüşümü tam anlamıyla yansıtabileceği kanısında olmamamdır! 

Karanlık yönetici kardeşim, "Bu saçma sapan davalarla dergisini boğacağını deklare etti." ne demek? Madem ki, bu davalar saçma sapan, öyleyse neden bu davaları açtınız? Beni, ilk önce "Orospu Çocuğu Burak Caney" BİRİNCİ LİNÇ KAMPANYASI ile susturmak istedi ve ben susmadım. Ardından sen, İKİNCİ LİNÇ KAMPANYASI ile beni susturmak istedin ve ben yine susmadım. Daha sonra da, hepiniz, ÜÇÜNCÜ (HUKUKSAL) LİNÇ KAMPANYASI ile beni susturmak istediniz ve ben, asla susmuyorum. 

Bana telefon ederek, beni uyararak, beni savcılığa şikâyet ederek, beni mahkemeye vererek susturmak isteyen LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan, hangi karanlık dünyadan güç alarak, bu alçak yola başvurdu? Sen ve senin gibi 1100 kişilik kişiliksiz alçak kişinin gazıyla, rüzgârıyla şaha kalkan tiyatral faşizm bağlamında bana saldırdınız! Siz, bütün bunları yapıp, beni susturmaya çalışırken, peki ben ne yaptım? Sadece ve sadece kendi gücüme güvenerek sizlerin suratınıza imgesel olarak da olsa, tükürmek için kendimi savundum. Sizin gayrimeşru yöntemlerinize karşı, meşru müdafaada (haklı savunmada) bulundum. Sonuçlanan ilk LİNÇÇİ davasında BERAAT ettim ve ikinci olarak sonuçlanan davada da "Haluk Bilginer farkıyla" BERAAT edemedim.

Karanlık yönetici diyor ki:

Sen, haber yapmak yerine söyleşi yaptın. Artık Bulunmaz ya da Büktel karşısında hukuksal davaları kazananlarla da söyleşi yapmak zorundasın, kimse takip etmese ben takip edeceğim. Bakalım kendini ifade ettiğin kadar objektif misin yoksa okurları mı kandırmaya çalışıyorsun?

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Sen, LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin kurucusu ve yöneticisisin. Sen artık, bu LİNÇÇİ derginin sahibi bile değilsin. Bu derginin sahibi LİNÇÇİ Gülhan Avşar Demirkanlı'nın çizdiği sınırlar içerisinde özgürsün. Sen, daha kendi kurduğun dergiye bile sahip olamazken, bu dergiyi bile bir başkasına, yayıncılıktan zerre kadar bile hiç anlamayan birine teslim ettikten sonra, nasıl oluyor da, kendi emeğiyle yayıncılık yapan Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yönetmeni Erbil Göktaş'a akıl vermeye yelteniyorsun?! Sen, ne utanmaz biriymişsin be abi! Adam, ister haber yapar, ister röportaj yapar, ister sohbet eder, ister söyleşi yapar, isterse de yorum yapar. Sana ne?! Gün yirmi dört saat haksızlıkların yasalarla korunduğu bir ülkede yaşadığının ayrımında olan Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz karşısında "hukuksal davaları kazananlar" olabilir, ama Coşkun Büktel karşısında "hukuksal davaları kazananlar" olamaz. Sadece "hukuksal dava kazanan" olabilir. Çünkü, senin dışında, hiçbir dangalak, hiçbir enayi, hiçbir keriz Coşkun Büktel'e dava açmaya cesaret edemedi. 

Bak, yine dangalakça davranıp, Yeni Tiyatro Dergisi gibi hiç de LİNÇÇİ olma alçaklığı düzeysizliğine asla düşmeyen bir derginin yöneticisi Erbil Göktaş'a emir verip, "hazırol" çekmek istiyorsun. Bırak bu general havasına girmiş emekli albay pozlarını! Adam, kendi yayınladığı dergisini, kendi sırtında taşıyor. İster "hukuksal davaları kazananlarla da söyleşi" yapar, isterse yapmaz. Bu onun paşa gönlünün bileceği bir iş. 

Sahi, sen askerlik yaparken istihbarat bölümünde falan mı çalışıyordun? Ne demek bu; "kimse takip etmese de ben takip edeceğim" ayakları?! Ben, Erbil Göktaş'ın yayıncılığında beğenmediğim yanlar bulsam da, Göktaş, hiçbir zaman için "yalan makinesi, kandırma kerpeteni" olacak kadar alçalacak bir adam olmadı. Ancak sen, yalanları boğaza köprü olabilecek denli yalanlara batmış birisin.

Karanlık yönetici diyor ki:

Eleştirmenliğini hukuksal bir kararla deklare eden ve bunu övünçle aktaran Bulunmaz, çok kısa bir süre sonra aynı yargıyı bakın nasıl yorumluyor?: "Gün yirmi dört saat haksızlıkların yasalarla korunduğu bir ülkede yaşadığının ayrımında olmakla birlikte,"

"haksızlıkların yasalarla korunduğu bir ülkede yaşadığımın ayrımındayım" diyorsan, eleştirmenliğinin tescilini aynı yapıda "tescil" ettirmek hem de bir sosyalist (!) olarak seni hiç rahatsız etmedi mi?, demezler mi adama!

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

İnsan, bir kez, içindeki yaşama sevincini yitirmeye görsün... Ondan sonra, her şey çorap söküğü gibi gelir. Benim gibi bir insan, “haksızlıkların yasalarla korunduğu bir ülkede” yaşarken, haksızlıkları koruyan yasalardan medet umsaydı, “gözünün üzerinde kaşın var” dediği kişilere noter onaylı ihtarname gönderir, onları savcılığa şikâyet eder ve mahkemeye verirdi. Ancak, ben onlarca, belki yüzlerce kez söylediğim sözü, burada, yeri gelmişken bir kez daha yinelemiş olayım:

Ben, bana noter onaylı ihtarname gönderene noter onaylı ihtarname gönderirim... Ben, beni savcılığa şikâyet edeni savcılığa şikâyet ederim... Ben, beni mahkemeye vereni mahkemeye veririm... Tabii ki, zamanlama ve inisiyatif, her zaman olduğu gibi, yine tamamıyla bende olur. Ben, bir sosyalist olarak, bir sanatçı olarak, bir insan olarak, bir emekçi olarak, bir Hüseyin olarak, bir Hilmi olarak, bir Bulunmaz olarak, tabii ki, burjuva yasalarına güvenerek hiçbir yola, hattâ ayak yoluna bile asla ve kesinlikle çıkmam. Ancak, beni yargı yoluna sevk eden olursa, onun gözünün yaşına bakmaz, öyle avukatların cübbesin altına sığınmadan, yani avukat mavukat falan tutmadan, tamamıyla kendi gücüme güvenerek, adamın alnını karışlama temrinleri yaparım.

Canım kardeşim, sende ve senin 1100 kişilik kişiliksiz alçak yoldaşlarında yaşama sevinci olsaydı, benim, yargıçların verdikleri kararları ne kadar ciddiye aldığımı anlardınız. Siz, ironik anlatımdan bir şey anlamadığınız gibi, benim sizlere ve sizleri ciddiye alan noterlere, sizleri ciddiye alan savcılara, sizleri ciddiye alan yargıçlara, sizleri ciddiye alan Yargıtay'a da nasıl yaklaştığımı tabii ki, derhal anlayabilirdiniz. Ama, nerede sizde o ince zekâ?!!! 

Karanlık yönetici diyor ki:

Merak etme, Büktel, Çetinkaya, Göktaş, Baysal gibi arkadaşların görmezden gelir, kimse "Bulunmaz bu ne yaman bir çelişki" filan demez, rahat ol.

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Ben, zâten, her zaman için rahat yaşayan biriyim. Çünkü ben alçak biri değilim, çünkü ben basit biri değilim, çünkü ben cahil biri değilim, çünkü ben çaresiz biri değilim, çünkü ben dangalak biri değilim, çünkü ben enayi biri değilim, çünkü ben pezevenk biri değilim, çünkü ben puşt biri değilim, çünkü ben orospu çocuğu biri değilim, çünkü ben yavşak biri değilim, çünkü ben zavallı biri değilim...

Karanlık yönetici diyor ki:

Çelişkilerin, üfürmelerin korunduğu bir ülkede yaşadığının da ayrımına var artık hem de kendini "gerçekçi" diye lanse edenlerin senin yanında olduğu bir ülkede yaşadığının ayrımına var.

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Vallahi birader, öyle palavra saptamalarda bulunuyor, öyle genelleme hastalığına tutuluyor ve öyle anlamsız lâflar ediyorsun ki, inan olsun, Nevizâde Sokağı meyhanelerindeki ucuz birayla düşlerini kirleten zavallı berduşlara benziyorsun! Yani, hızını kesmesen, neredeyse; “Titre ve kendine dön!” diye slogan bile atabilirsin...

Karanlık yönetici diyor ki:

Sen sadece kuyumcu, elmas kalemleri tacirleriyle ilişkide değilsin, "gerçekçi" arkadaşların da var, unutma!

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Ben, sadece kuyumcularla ilişkide değilim. Ben, sadece tacirlerle ilişkide değilim. Ben, sadece “gerçekçi” arkadaşlarımla ilişkide değilim. Ben, aynı zamanda, kuyumcu işçileriyle ilişkideyim. Ben, aynı zamanda, tacirlerin yanında çalışan emekçilerle ilişkideyim. Ben, aynı zamanda, “gerçekçi” sosyalist önderlerle ilişkideyim. Bu ilişkilerimin sağladığı toplumsal yararları hiçbir zaman için unutmuyorum.

Karanlık yönetici diyor ki:

Beraat kararı üzerinden saldırırken ya diğer davalardan birinde mahkumiyet çıkarsa olasılığını hiç düşünmediniz, avukatsız girmenin kahramanlık olduğunu sandınız, savunmalarınızda bile suç işliyorsunuz...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Yineliyorum; ben, haksızlıkların yasalarla korunduğu bir ülkede yaşadığımın ayrımındayım. Ben, LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan'la yürüttüğümüz “hukuk maçı” sürecinde de pek fazla umutlu değildim. Ben, haksızlıkları koruyan yasalara güvenen biri olsaydım, tıpkı sizin gibi noter onaylı ihtarnamelere, savcılık suç duyurularına, mahkemelere başvururdum. Ben, bu yaşıma geldim, hiçbir zaman için, hiçbir kimseyi, öncelikli olarak yargı yoluna taşımadım. Çünkü, ben, heceleyerek söylüyorum; sos-ya-lis-tim... Sosyalistler, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için İsviçre'den, Almanya'dan, Batılı kapitalist ülkelerden alınan yasalarla haksızlıkları koruyan yargı sürecine asla ve kesinlikle güvenmezler. Sahi, benimle “hukuk maçı” sürecine girenler, ki sen de içinde olmak üzere, neden LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan'ın davasından vebadan kaçar gibi kaçıyorsunuz. Ne oldu size? LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan'ı yasaların pamuklu ellerine ittikten sonra, duruşmalarda sürekli olarak "O dava başka!" diye neden haykırıp duruyorsunuz? Neden, LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan'ın davasını piç gibi orta yerde bırakıyorsunuz?

Sana öyle geliyor karanlık işçisi kardeşim. Ben, hiçbir zaman için yasalara güvenen bir insan değilim. Ben, yasalara güvenseydim, en büyük yasa olan 1982'deki Anayasa'ya "hayır" oyu değil, "evet" oyu verirdim. Ancak, tabii ki, koşulları zorlamak için, sizin gibi düzenbâzlar karşısında, burjuva yasalarını da kullanmayı çok iyi biliyorum. Avukatsız girmek, kahramanlıktan kaynaklanmıyor. Avukatlara güvenmemekten kaynaklanıyor. Türkiye'de güvendiğim bir tek avukat vardı; Sabri Kuşkonmaz... Ancak o da, İstanbul Barosu Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni avukat Burhan Gün'ün bana karşı başlattığı "Kamu Davası" sürecine tanık olunca, bu davama girmek istemedi ve ben de, bütün diğer davalarıma da avukatsız girmeye karar verdim. Çünkü, avukat Burhan Gün, seni savunduğu ve daha sonra yarı yolda bıraktığı "Kamu Davası" sürecinde delil karartması yapmıştı. Bir insan, üstüne üstlük bir avukat delilde karartma yaparsa ve bir diğer avukat, benimle delilde karartma yapan avukat arasında bir seçim yapamayacak kararsızlıkta olursa, ben, sadece o avukatı davalarımdan uzaklaştırmam, aynı zamanda, bütün avukatları, bütün davalarımdan uzaklaştırırım. Bu arada, savcılar, yargıçlar, yargıtay üyeleri, benim avukatsızlığımı fırsat bilirler de, bana karşı bir karar verme düzeneği geliştirirlerse, ben, bu duruma pek sinirlenmem. Çünkü, ben, zâten, bu ülkede haksızlıkların yasalarla korunduğu kanısında olan biriyim.

Karanlık yönetici diyor ki:

Siz, olayları işinize geldiği gibi yorumladığınızı bu iki kararla iyice deşifre ettiniz. Lehinize olunca "eleştirmenliği onaylanmış" olarak yorumladınız, aranızdan hiçbiriniz (Büktel, Çetinkaya, Göktaş, Baysal) "Hilmi, ne diyorsun yahu! Mahkemeler eleştirmenlik mi onaylarmış" bile diyemediniz. "Gerçekçi kahramanlar", sizi gidi siziler...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Biz, olayları işimize geldiği gibi değil, emekçi sınıfın işine geldiği gibi yorumlarız. Biz, haksızlıkların yasalarla korunduğunun ayrımında olduğumuz için, bize BERAAT kararı da çıksa, ceza kararı da çıksa vız gelir tırıs gider. Evet, yineliyorum. LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan'la aramızdaki davada, hem bilirkişi raporuyla ve hem de BERAAT kararıyla, yasal olarak eleştirmenliğim onaylandı. Ancak, ben, zâten eleştirmenlik kavramına, eleştirmenlik kurumuna karşı olan bir sanatçıyım. Eleştirmenler, eleştirmenlik, eleştirmencilik... sanata yarar değil, zarar verir. Bunu uzun yıllardır söylüyor, yazıyorum. Neden okurlarını eşek yerine koyuyorsun ki, karanlık yönetici?! Büktel, Çetinkaya, Göktaş, Baysal ve başkaları, benim eleştirmenliğimi onaylasalar ne olur, onaylamasalar ne olur? Yineliyorum; ben, kendimi bildim bileli eleştirmenlik kavramına, eleştirmenlik kurumuna karşı olan biriyim. Benim için bir tek ölçüt var; sanatsal etkinlikler, emekçi kitlenin iktidar özlemini taze tutmalı. Gerisi lâf-ı güzaf...

Karanlık yönetici diyor ki:

Bu ayıbı taşıyacaksınız, ama sizin o kadar çok ayıbınız var ki? Bu ayıbınız konuşmaya bile değmez aslında.

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Konuşmaya değmezse, neden konuşuyorsun? Sahi, sen neden bu kadar geveze birisin karanlık yönetici? Senin korkunun nedeni ne? Ben, tek başıma, burjuvaların, burjuva aydınların, burjuva sanatçıların başlarına bu dünyayı yıkamam ki! Benden çekinmenize, benden korkmanıza, benden ürkmenize hiç gerek yok! Sahi, beni neden bu kadar ciddiye alıyorsunuz ki? İnanın, ben, sizin beni ciddiye aldığınız kadar kendimi ciddiye almıyorum!!!

Karanlık yönetici diyor ki:

Siz, yukarıda tanımladığım insanlarsınız... Ne objektifliğiniz var ne de sağ duyunuz, sadece benden yana ya da değil diye bakıp, üstelik bunu gizlemeye çalışan insanlarsınız.

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Bana bak karanlık yönetici; ben, hiçbir şeyi, hiçbir zaman, hiçbir kişiden gizleyecek kadar alçak biri değilim. Sen, kendi “mütevazı zekâna” göre, beni istediğin gibi tanımla, bu, benim hiç umurumda değil. Benim objektifliğim, benim subjektifliğim, benim bilmem neciliğim, inan olsun benim hiç umurumda değil. Özellikle senin tanımlamalarına hiç kafa yormuyorum. Ancak, emekçi kitlenin beni yanlış tanımasını asla istemediğim için, sana yanıt vermek zorunda kalıyorum. Ben, emekçilerden, halktan, işçilerden, tüyü bitmemiş yetimden yanayım. Ben, olay ve olguları işçi sınıfının ideolojisi olan bilimsel sosyalist değerlerle ölçütlendiren biriyim. Tabii ki, seninle dünyamız çelişecekti ve çelişti de...

Karanlık yönetici diyor ki:

H. Hilmi Bulunmaz, Erbil Göktaş, Ediz Baysal ve de Coşkun Büktel, (Tabii ki Feridun Çetinkaya) Bulunmaz'ın beraat kararı hayırlı olsun, söyleşinizi merakla bekliyorum.

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Feridun Çetinkaya'nın, bu söyleşiyle hiçbir ilgisi yok. Neden bu adamı, parantez içerisinde de olsa, konunun içerisine boca etmeye yelteniyorsun? Bunu bir türlü anlayamıyorum. Sen, hayatın her alanında, hep böyle mi davranırsın? O ânda aklına gelen her kim olursa, o kimseyi konuya mutlaka maydanoz mu edersin?

Karanlık yönetici diyor ki:

Peki siz mahkumiyet söyleşisini merak ediyor musunuz ya da "Erbil, mutlaka mahkumiyet söyleşisi de yapmalısın." diyor musunuz?

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Ben, tabii ki, en yetkin bir biçimde kendim için karar verebilirim. Diğerleri için, sadece ve yalnızca tahminde bulunabilirim. Ben, tabii ki, “Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle...” diyecek kadar nezaketten yoksun bir kişinin, neler söyleyebileceğini her zaman için merak ederim.

Karanlık yönetici diyor ki:

Öngörümü söyleyeyim mi, bu kez "dürüstlük (!)" adına Erbil'e "mahkumiyet söyleşisi de yap" diyeceksiniz, hatta baskı yapacaksınız, sizin için reklamın iyisi kötüsü olmaz.

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Sen öngörünü de, “songörünü” de söyleyebilme özgürlüğüne sahip bir fanisin. Senin çeneni hiç kimse tutamaz. Ağanın eli tutulmaz. Ancak, şu reklâm sözcüğüne kafam takıldı. Ya kardeşim, reklâm, kapitalizmin güzellediği bir lâf! Benim gibi sosyalist bir adamın reklâmla meklâmla herhangi bir işi olmaz. Ben, kendim için, Erbil Göktaş'a "Benimle BERAAT söyleşisi yap!" demedim ki, "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyen adamla söyleşi yapılmasını, her ne kadar merak etsem de, ben, kendi adıma konuşuyorum, böyle bir talepte, yani “mahkumiyet söyleşisi de yap” talebinde bulunmam. Ancak, "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyen adamın da konuşma özgürlüğünden yanayım tabii ki!... 

Karanlık yönetici diyor ki:

Büktel, ilk duruşmasında kendini korumak adına hiç gereği yokken bir çırpıda Bulunmaz'ı harcayıvermişti, ama Bulunmaz buna da tepki veremedi, öncesinde koskocaman adama "aşil topuğum olma" dedi,

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Coşkun Büktel, ilk duruşmasının neresinde Hilmi Bulunmaz'ı harcayıverdi? Bilginin belgesini göstermek gerekir. Ayrıca, benim, kime, nerede, ne zaman tepki vereceğime, sen karar veremezsin ki karanlık yönetici!

Karanlık yönetici diyor ki:

Bulunmaz buna da "Ne diyorsun ya" diyemedi.

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Neye diyemedim? Benim ağzımı, benim dilimi, benim elimi, benim belimi bağlayabilecek herhangi bir insan, daha anasından doğmadı! Bana bak karanlık yönetici kardeşim, sen, nasıl ki "VELİNİMET"in (VELİ=LEMİ+NİMET=AYŞENİL) için yaşıyorsan, benim de, Coşkun Büktel için yaşadığımı sanıyorsun sanırım. Yok böyle bir şey! Ben, emekçi halkın iktidar özlemini taze tutmak için yaşayan sosyalist bir sanatçıyım. Ben, bir kişinin, bir olayın, bir olgunun tutsağı olmak için soluk almıyorum. Ama sen, sadece ve sadece Lemi Bilgin için, yalnızca ve yalnızca Ayşenil Şamlıoğlu için, onlardan aldığın reklâm için yaşıyorsun. Sen elmalarla armutları topladığın gibi, Mustafa'larla Hilmi'leri de toplama gayreti içerisine girme düşüncesindesin. Ancak yemezler Musti yemezler! 

Karanlık yönetici diyor ki:

Şimdi kalkmış, duruşmaları izlemeyenleri kandırmaya çalışıyor: "Sosyalist sanatçı ... bala bala..." Aşil topuğu dendiğini de diyeni de unutuverdi...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Duruşmaları izlemeyenleri kandırabilecek gücüm olsa, her şeyin, her ân belgelendiği mahkemelerde görev yapan yargıçları, savcıları, kâtipleri, mübaşirleri, müştekileri, tanıkları, temizlik işçilerini, adliye kameralarını, avukatları vb., vb. kandırabilmem de olası olur. Örnekse, yukarıda benimle birlikte fotoğrafı görünen "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." 
diyen adamla yaptığımız "hukuk maçı" sonrası, "Haluk Bilginer farkıyla" ceza almıştım ve duruşmada bir tane bile gazeteci olmamasına karşın, neredeyse bütün ulusal basında, hem de doğru-yanlış bu cezalandırma ânında, derhal, hemen, ivedilikle haber yapılmıştı.

Ben, sosyalist bir sanatçıyım da, senin dile getirdiğin bu "bala bala" bölümünü bir türlü anlayamadım. Bu "bala", baş harfi büyük b (B) olan Ankara'nın ilçesi "Bala" olmasın sakın! 

Birinin, beni "Aşil topuğu" olarak algılaması, öyle görmek istemesi başka, benim, kendimi "Aşil topuğu" olarak algılamam, öyle görmem çok başka bir durum. Ben, hiçbir kimsenin "Aşil topuğu" olmadım, olmuyorum, olmayacağım. Ben, olsam olsam, sadece ve yalnızca emekçi halkın "Aşil topuğu" olabilirim. Benim yaptığım herhangi bir yanlış, ancak, emekçi halka zarar verebilir. Çünkü ben, toplumsal yazgımı, işçi sınıfıyla özdeşleştirmiş bir insanım. Ben, toplumsal yazgımı, herhangi bir bireye endeksleyerek yaşayamam.

Karanlık yönetici diyor ki:

Keşke gerçek dost olabilseydiniz de bu arkadaşınızın duruşmalarına izleyici olarak katılsaydınız, desteğinizi gösterseydiniz ama sizin oralarda ne işiniz var (!)...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Ben, herhangi bir insanın, benim duruşmalarımı izlemesine gereksinme duymuyorum. Herhangi bir insan, benim girdiğim, benim hukuksal mücadele verdiğim duruşmaları girmesi, o kişinin, tarihsel ve toplumsal bir âna tanıklık etmesi demektir. Benim, tarihe not düşmek için, duruşmalara tek başıma girip çıktığımı zaman zaman belirttiğim olmuştur. Çünkü ben, günümüzdeki tiyatro bağlamına tutsak olacak kadar tarihsel bilinçten yoksun biri değilim. Ben, tarihe not düşmek için mahkemelerdeki oluşumları, duruşmalardaki duruşumu zaman zaman yayınlıyorum. 

Bu arada şunu de belirtmekte yarar var: Ben, sözcüğün kavramsal boyutuyla düşündüğümde, Türkiye tiyatrosunda, kendime “dost” diyebileceğim herhangi birini göremiyorum. Bu demek değildir ki, ben, Coşkun Büktel'i, Erbil Göktaş'ı, Ediz Baysal'ı, Feridun Çetinkaya'yı “satıyorum”. Ben, tıpatıp benim gibi, kendini emekçi halkın iktidar özlemi için kendisini “fedâ” eden herhangi bir tiyatro sanatçısının var olduğu kanısında değilim. Tabii ki, buradan sana müthiş derecede demagoji malzemesi çıkar! Ancak, sana malzeme çıkartmayayım diye, elimin ucuna gelen sözcükleri de gerisin geri yollayamam. Ben, ne düşünüyorsam, onu yazmaya zorunlu biriyim.

Karanlık yönetici diyor ki:

Yukarıdaki aktarımlarımla birlikte anlayana sivrisinek...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Senin gibi anlamayan dangalağa da davul zurna az!     

Karanlık yönetici diyor ki: 

Benim bildiğim ve gördüğüm tek örnek Bulunmaz, Büktel'in duruşmasına katıldı, ona desteğini verdi ama Bulunmaz'ın duruşmalarında yanında olan kimseyi görmedim. O "beraat" söyleşisindekilerden hiçbiri yoktu... Duruşma salonları reyting yapmaz, emek ister, hissetmek ister, "buradayım arkadaşım" demek ister...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Ben, Coşkun Büktel'in duruşmasına katıldığım gibi, birçok duruşmaya da katıldım, katılıyorum ve tabii ki olanaklarım doğrultusunda mutlaka katılacağım. Örnekse, Aziz Nesin'in birçok duruşmasına, 2000'e Doğru Dergisi'nin birçok duruşmasına, Grup Yorum'un bazı duruşmalarına, İnsancıl Dergisi, Cengiz Gündoğdu, Kaan Arslanoğlu, Süleyman Yeter duruşmalarına, 12 Eylül Faşizmi sürecinde birçok duruşmaya ve daha onlarca, yüzlerce duruşmaya katıldım, katılıyorum ve tabii ki olanaklarım doğrultusunda mutlaka katılacağım. 

Ben, sosyalist nitelikte bir sanatçı olduğum için, tarihe not düşmek derdine sahip bulunduğumdan, emek güçlerine dolaylı yada dolaysız katkısı olabileceğini varsaydığım kişilerin ve kuruluşların duruşmalarına katılmayı alışkanlık hâline getirmiş biriyim. Benim, ne Coşkun Büktel'e, ne de herhangi bir kişi yada kuruluşa destek verme gibi yüzeysel bir nedenle duruşmalara katılmam söz konusu. Tabii ki, bu da bir etmendir. Ancak, asal etmen, esas neden, tarihe not düşmek, tarihsel oluşuma tanık olmaktır. 

Ben, tiyatro sanatıyla ilgili herhangi bir aydın kişiye, bu kişi tiyatral olarak en yakınımdaki kişi bile olsa, benim gibi duyumsamasını, benim gibi düşünmesini, benim gibi davranmasını, benim gibi eylemesini, benim gibi konuşup, benim gibi kavga etmesini asla istemem, kesinlikle isteyemem. Çünkü ben, tiyatro sanatıyla ilgili aydınların aydınlanması için değil, emekçi halkın tarihsel ve toplumsal olarak aydınlanması, emekçi halkın yaşamının estetize edilmesi için sanatsal ve toplumsal kavga veriyorum. 

Ben, LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Ömer Faruk Kurhan'ın avukatları Uğur Demirci Tosun ile İnan Yılmaz tarafından başlatılan "Kamu Davası" sürecinde BERAAT etmeseydim, Yeni Tiyatro Dergisi için yapılan o BERAAT söyleşisi olamayacağı gibi, o söyleşide bulunan kişiler de, tabii ki, haklı olarak, benim "yanımda" olmayacaklardı. 

Ben, böyle küsur işlere kafa yoran, götü boklu bir aydın değil, halkın sınıfsal çıkarlarını savunan sosyalist bir aydınım. Keşke siz de, benim yaptığımı yapsaydınız, örnekse LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek'in (hem de sanık değil, müşteki olduğu) duruşmalara gelseydiniz! Bırakınız, bu duruşmalara sizden birilerinin gelmesini, LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek'in avukatı Burhan Gün bile, neredeyse gelmedi. Hattâ hattâ, nasıl olsa bu bir "Kamu Davası" düşüncesiyle, LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek, yaklaşık olarak 10 duruşma süren bu davanın hiçbirine, evet hiçbirine asla ve kesinlikle gelmedi, gelemedi. Çünkü, LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın toplumsal kavgasını engellerken, tarihin tekerine çomak sokmak istemenin dışında, herhangi bir tarihsel ve toplumsal perspektife sahip değil. Tıpkı, tam tamına 1100 kişilik kişiliksiz alçak kişinin, yani sizlerin herhangi bir tarihsel ve toplumsal perspektifiniz olmadığı gibi...

Karanlık yönetici diyor ki:

Siz, sözüm ona "dürüstlüğünüzü" tescil edeceksiniz adam dergisini size teslim etmiş olacak. 

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Vallahi canım kardeşim, ağır aksak yayınlansa da, benim kurup yönettiğim Sosyalist OYUN Dergisi adıyla yayın yapan bir dergim var. Benim "adamın dergisi"ne gereksinmem yok. Adam, bir yayıncılık etiğine sahip olduğu için "BERAAT SÖYLEŞİSİ" işine soyunmuş gibi duruyor. Yayınlarsa da kendi bilir, yayınlamazsa da kendi bilir.

Karanlık yönetici diyor ki:

Hukuk dergisi mi tiyatro dergisi mi karışacak ama bu saatten sonra ne yapsın Erbil...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Guguk dergisi olup, sadece resmî kişilerden dilencilik yapacağına, nesnel davranıp hukuk dergisi görünümlü tiyatro dergisi olması, bence hiç de fena olmaz.

Karanlık yönetici diyor ki:

Neydi o dizinin adı: "Erbil'in suçu ne!" ya da "Bulunmaz'ın suçu ne!

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Geri zekâlıların ürettiği dizilerle bizim toplumsal durumumuzu karşılaştırman, senin de ne kadar geri zekâlı olduğunu kanıtlar ancak!

Karanlık yönetici diyor ki:

TV dizilerine küfreden, köpüren Bulunmaz'ın yakın dostu (!) tekrar dizi yazmaya başladığını nasılda ballandıra ballandıra anlatıyor, benim hiç bir itirazım yok, yazmalı, yazsın, yazarın bu dönem de yapacağı işlerden biri de bu, sevsek de sevmesek de...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Hele sana da bir dizide bir lokma düşse, tabii ki, balıkla dalarsın. Ancak ben, televizyon dizilerinin tümüne karşı olduğu gibi, "Arka Sıradakiler" dizisine de karşıyım doğal olarak, Ancak, senin gibi bir dangalak, herhangi bir dizide görev aldığı zaman, her anlamda bir şey "kazanır"... Ancak, benim ölçütlerime göre, "Theope" gibi bir oyun yazmış bir kişinin, herhangi bir dizide görev alması, öncelikle, bu ülkenin alnına sürülmüş kapkara bir lekedir. Bir ülke, "Theope" yazarını, bir diziye "mahkûm" ediyorsa, o ülkenin aydınları durup bir düşünmeli ve bir ülke, Türkiye tiyatrosunu bir Kırım Kongo Kenesi (KKK) gibi emiyorsa, o ülkenin aydınları iki kere durup düşünmeli.

Karanlık yönetici diyor ki:

Peki, TV dizilerine köpüren Bulunmaz ne yapıyor? 

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Ne yapıyorum? Söyle de öğreneyim!

Karanlık yönetici diyor ki:

Ne yapsın garibim "abi" dediği adamın yaptığını yapıyor, bunu görmeyeyim...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Bak kardeşim; her zaman yaptığını yapıyorsun! Ben, sadece "Arka Sıradakiler" dizisine değil, yineliyorum, bütün dizilere karşıyım. Hani o senin kapkara içerikli derginde de kutsadığım bütün dizilere karşıyım. Televizyon dizilerine karşı olabilmek için, emekçi halkın iktidar düşlerini kirleten bu dizilerde görev alan herkese karşı çıkmak gerekir. Benim televizyon dizilerine karşı olduğumu "Mısır'daki Sağır Sultan" bile duydu. Yoksa senin kulakların sağır mı, senin kulakların kurşun gibi ağır mı işitiyor?

Karanlık yönetici diyor ki:

Sonrasında biri "mahkeme kararıyla tescilli eleştirmen", diğeri bu tespiti içine sindiren, kabullenen ama "gerçekçi" bir yazar...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Ben, bana karşı dava açan insanların yitirmesiyle, bu tespitte bulundum. Ben, size karşı bir dava açsam ki, açacağım, bu davayı yitirdiğimde, olay ve olgulara, tabii ki, farklı bir perspektifle bakarım. Ama siz, bana bir dava açtınız ve yitirdiniz. Sizin açtığınız bir davayı siz yitirdiğinizde, ancak, götünüze baka baka bir kovuğa sığışıp susmanız gerekiyor. Ben, kendimi bildim bileli, eleştiriyi, eleştirmeni, eleştirmenliği osuruk kadar bile ciddiye alan biri değilim. Siz, neden benim bu eleştiri sözcüğüyle dalga geçmemi bu kadar ciddiye alıyorsunuz ki?!!!

Karanlık yönetici diyor ki:

Aklınız karışmıştır okurlar, kendinizde bulmayın kabahati, öykümüzün kahramanları bile anlayamadı bu ilişkiler yumağını, siz nereden anlayacaksınız...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Zâten iki buçuk tane okurun var; onlar da neyi nasıl anlayacakları bilmeyen dangalaklar. Sen, kendi söylüyor, kendin dinliyorsun be kardeşim!

Karanlık yönetici diyor ki:

Olayın en basiti, sorgulamayın... 

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Hayır! Tam tersi, her şeyi, her zaman, her biçimde mutlaka sorgulayın!

Karanlık yönetici diyor ki:

Biri sosyalist, diğeri gerçekçi... Bunu kabul edin ve sakın ola ki soru sormayın...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Tabii ki nesnel değerlendirme yetenekleri gelişmiş okurlar, senin, âdeta çürümüş bir sakız gibi, sanki küflenmiş bir mercimek gibi, sürekli olarak dile getirdiğin ve hiçbir anlamı, hiçbir değeri, hiçbir toplumsal temeli bulunmayan saçma sapan saptamalarına değil, kendi beğenilerini oluşturan beyinleriyle karar vereceklerdir. Ben, sürekli bir biçimde "Sosyalist Sanatçı" olduğumu vurguluyorum. Ben, sürekli bir biçimde Coşkun Büktel'in "gerçekçi yazar" olduğunu gündeme getiriyorum. Benim böyle davranmamın bir tek nedeni var: Çünkü ben, ömrünü emekçi halkın çıkarlarıyla özdeşleştirmiş biriyim.  Çünkü Coşkun Büktel, yazmış olduğu "Theope" oyunuyla, bana göre "gerçekçi yazar" olmayı hak etmiş biridir.

Karanlık yönetici diyor ki:

Yargı kararıyla "tescilli eleştirmen", diğeri "tescilli eleştirmen" arkadaşını ilk duruşmada satan "gerçekçi yazar"...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Sen, Coşkun Büktel'le benim aramda kişisel bir çatlak oluşturup, toplumsal olarak verdiğim mücadelemi, ağır ağır, yavaş yavaş tek başıma vermek zorunda kalmamı arzuluyor olabilirsin. Ben, Coşkun Büktel yada bir başkasına güvenerek yola çıkmış değilim. Ancak, Coşkun Büktel'le birçok konuda uzlaştığım durum ve konular olduğuna göre, senin paşa gönlün öyle istiyor diye, yapay sorunlar imâl edemem canım kardeşim. Coşkun Büktel'le yada bir başka kişiyle, aramızdaki ikincil çelişkileri, ikincil durumları, ikincil sorunları birincil sorun durumuna getirerek, bir yere varamayacağımı da gayet net biliyorum.

Karanlık yönetici diyor ki:

Siz bu arkadaşların dediklerine inanın, sakın ha soru filan sormayın...

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Konuşmak için konuşmak, söylemek için söylemek, yazmak için yazmak yanlısı biri olduğun için, ağzına ilk aldığın sözcüğü dile getirmekten geri durmayan bir ruhsal yapın var senin kardeşim. Sen, elinin altında duran iki buçuk kişilik okur kitlene seslenmekle yetindiğin için, tabii ki, hiçbir anlamı olmayan sözleri sıralayark üşümüş ruhunu ısıtmaya ve tabii ki, bir de "VELİNİMET'inden reklâm almayı sürdürmek istiyorsun. Senin bu zavallı durumunu gayet net, oldukça rahat anlayabiliyorum.

Karanlık yönetici diyor ki:

Siz, siz olun Facebook'un "Beğen" düğmesine basın bu arkadaşlar ne diyorsa... Onların hışmından korunmanın en emin yolu bu.

Karanlık yöneticiyi değerlendirelim:

Vallahi kardeşim, facebook bataklığında ne türden boktan durumlar var, bilmiyorum. ama sen ne diyorsan, ben senin dediklerinin her zaman için karşıtını düşünmeyi yeğliyorum.