26 Aralık 2011 Pazartesi

Bulunmaz Kültür Merkezi'ndeki ücretsiz oyunculuk ve yazarlık çalışmalarına sadece üç oturum katılmasına karşın, usta işi bir söylem tutturan Seda Çelikçi, geleceğin yazarı olmak yerine, şimdinin yazarı olmayı zorlayarak, sürekli bir biçimde yazıyor!

Seda Çelikçi, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'la... (Fotoğraf: Kâzım Şimşek)


***


Macar yazar István Örkény tarafından kaleme alınmış "Bir Dakikalık Öyküler" kitabını anıştıran metinler yazmaya başlayan Seda Çelikçi, henüz üç oturum katıldığı Bulunmaz Kültür Merkezi'ndeki yazarlık çalışmaları sonucu, ciddi bir kalem ustalığına ulaşmaya başladı. Yazdıklarını, oyuncu arkadaşlarıyla ânında paylaşıp, onların seslendirmeleriyle yepyeni deneyimler elde eden Seda Çelikçi, aşağıda okuyacağınız denemesiyle, sizlere yazınsal gelecek umudu veriyor!


Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz


*** 


Nefes, ses, söz ya da...


Seda Çelikçi
26 Aralık 2011


Suskunluk, onun için çok normal bir şeydi. İstese de konuşamıyor, kendini bir türlü anlatamıyordu. Konuşamadığı, kendini anlatamadığı için onu anlayabilecek bir arkadaşı da yoktu. Kendini, toplumdan öylesine soyutlamıştı ki... Sanki, dışarıyla hiçbir ilgisi kalmamıştı. Âdeta, dışarıyı dışlamıştı. Başkaları tarafından kendisi mi, yoksa kendisi tarafından başkaları mı dışlanmıştı? Bu soruyu, hiçbir zaman usunun kıyısına bile getirmeyi arzu etmiyordu. Oysa, sessizliği bir türlü kabullenemiyordu. Sessizlikten ses var etmek ve bedeninin tüm köşelerine sinmiş sessizliği yokmuş gibi davranıyordu. Bütün bu gayretlerine rağmen, gitgide içine kapanmıştı. Kendini evine tutsak eden bir varlık olup çıkmıştı. Sessizliği o kadar uzun ve o kadar ısrarla sürmüştü ki, her zaman susmasını isteyen ailesi bile sıkılmıştı bu durumdan. Anlatmak, konuşmak, sessizliğini bozmak için tek yol ellerinde gizlenen titreşimdi. Ama elleriyle anlatamayacağı o kadar çok şey vardı ki; sevgisini, gülmesini, kızgınlıklarını... Uzayıp giden o kadar büyük bir liste vardı ki duygularının yazıldığı. Oysa önceden o kadar güzel gülerdi ki, o gülünce sanki bütün dünya  gülerdi. Ona öyle gelirdi... Her kötülük, içinde yok olunca, dünyada da yok olurdu. Ona öyle gelirdi... Şimdi ise öyle değildi, birden sustu ve bir daha konuşamadı. Psikolojik bir durummuş, isterse yeniden konuşabilirmiş. Falan, filan... Ama o, sessizliği o kadar çok biriktirmiş ki içinde, artık kendini, kendine anlatmaya, yani düşünmeye bile hâli kalmamıştı. Kendine özgü sessizliği, içinde bir yara gibi  büyütmüş, cerahat tutmuş, hiç kapanmayacak bir ölümcül bir hâl almıştı. Kimseye anlatmak istemiyordu içindeki yarayı, anlatmak istediği ânlar bile bir türlü anlatamıyordu. Sesin bittiği yerde sözün hükmü kalmazdı. Kendinden nefret etmeye başlamıştı. Ses olmayınca söz olmadığı gibi, sanki nefes de kalmıyordu içinde. İçindeki ilkbahar çiçeklerini soldurmuştu. İçindeki tüm çiçekler, her zaman kış sessizliğine bürünmüştü. Sessizliğin solgun yüzü karşısında yavaş yavaş eriyordu. Artık o da, "bir varmış, bir yokmuş masalları"daki gibiydi. Hangi zamanda olduğunu bilmeyen bir masal kahramanı gibiydi. Kıstırılmış bir dünyanın ahir zamanına yapışmış bir sancı içerisinde yaşıyordu. Sahi, gerçekten yaşıyor muydu? Yaşıyor muydu? Kendi bedenine hapsolmuş derin sessizliğin içinde kaybolup gidiyordu. Kayboluyor muydu? Bilmediği bir zamanda mı yaşıyordu? Yaşıyor muydu?


***


Ayrıca bakınız: 
ANKARA'dayım
EVDE OLMAK
KUTULAŞTIRMA
Istvan Örkeny okuyan bir oyuncunun notları...
Istvan Örkeny'den "Kedi Oyunu"