1 Şubat 2011 Salı

Yapay sağcıların tiyatro kapattığı, yapay solcuların tiyatro kapattırmayan kahraman rolüyle sahneye çıktığı günümüzde, tartışılması gereken bir kitap!

Ben, gün yirmi dört saat tiyatro sancısıyla kıvranan, düşlerinde bile tiyatro sanatına katkı sunmaya çalışan bir insan olmama karşın, tiyatro evrenindeki çalkantıların tümünü, tam anlamıyla izleyemiyorum.

Ben, hiçbir düşünsel süzgeçten geçirmeksizin (örnekse LİNÇÇİ Mimesis sitesindeki LİNÇÇİ kişilerin yaptığı gibi: Eşek hoşaftan ne anlıyorsa, Mehmet Altan tiyatrodan onu anlıyor!), "kopyala-yapıştır" yöntemiyle, haber sunmayı pek doğru bulmuyorum.

Ben, her ne kadar işçi sınıfının tiyatral birikimini sağlamak için, bir örgütlenme sürecine giren bir tiyatronun "sahibi" olsam da, karşı-devrimci tiyatro esnafının düzenlemiş bulundukları LİNÇ KAMPANYASI nedeniyle, ne yazık ki, kendi sınıfımın evrenine, istediğim gibi nüfuz edemiyorum.

Ben, "bilgililerin ilgisiz, ilgililerin bilgisiz" olduğu tiyatro alanında savaşım verirken, bu işin ne kadar büyük bir zorluk içerdiğinin ayrımındayım.

Ben, benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle beslenen üniversitelerde mürekkep yalamalarına, bir yada birkaç dil bilmelerine karşın, tiyatro sanatının diğer ülkelerde nasıl işlediği konusunda bana, halkıma, tüyü bitmemiş yetime bir gram bile katkısı olmayan insanlardan nefret ediyorum.

Ben, ilk kez olarak 1897 yılında yayınlanmasına karşın, Lev Tolstoy'un kaleme almış olduğu "Sanat Nedir?" adlı kitabını okumayan, bu kitabın çevirisini yapmayan, bu kitaptaki bilgilerin hiç olmazsa bir kısmını bana, halkıma, tüyü bitmemiş yetime yönlendirmeyen tiyatro okulu mezunu ve yetkin bir biçimde yabancı dil bilen kişilerin Oblomov kılığında gerdan kırdıklarını gördükçe, facebook bataklığında iğrenç bir fare görmüş gibi iğreniyorum.

Ben, dört yüz yıldır dünya tiyatro sahnelerini kirleten William Shakespeare'in kuyruğuna yapışan sahte sağcı tiyatro esnafıyla, sahte solcu tiyatro esnafı arasında bir pinpon topu gibi sürüklenen tiyatro izleyicilerinin bir kuzu sessizliğinde tiyatro salonlarını doldurmalarına tanık oldukça çileden çıkıyorum.

Ben, sahte oyun yazarlarının yazıp, sahte yönetmenlerin yönettiği oyunlarda mimiksiz yüzleriyle sahte hikâyeler anlatan sahte oyuncuların, tiyatro salonlarını işgal ettiklerini ve bu işgalden yararlanarak, üstüne üstlük, bir de televizyon dizileri kanalıyla benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin dünyasını dezestetik hâle getirmek için, büyük bir çaba harcadıklarını hissettikçe, insanlığımdan utanıyorum.

Ben, Shakespeare adının arkasına sığınarak, uzun yıllardır Türkiye tiyatrosunu meyvesiz ağaca dönüştüren LİNÇÇİ profesör Özdemir Nutku tarafından Coşkun Büktel'in "Theope" adlı yapıtına iftira atılmasının karşısında süt dökmüş kedi rolüyle maymuna bakan alçak LİNÇÇİ kişileri gördükçe, bu ülkenin toprağının, neden tam anlamıyla çölleşmediğini çok merak ediyorum.

Ben, Özdemir Nutku Skandalı, Talât Halman Skandalı, İstanbul Devlet Tiyatrosu Reklâm Panoları Skandalı ve LİNÇ KAMPANYASI sürecinde toplumsal sınavdan geçme yeteneği gösteremeyen zavallı kişilerle aynı coğrafyayı paylaştığım için, kendimden, halkımdan, tüyü bitmemiş yetimden utanıyorum.

Ben, galalarda zıkkımlandıkları şaraplarına "sansür konulduğu" için, götüyle dağ devirmelerine karşın, gerçekçi yazar Coşkun Büktel'le sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ı "yargı kanalıyla sansür ettirmek" isteyenlerin cumhuriyet bayrağını göndere çeken alçak ve LİNÇÇİ kişilerle aynı zaman diliminde soluk aldığımdan, bu zaman dilimine lanetler yağdırıyorum.

Ben, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını eleştiriyormuş gibi yapıp, AKP'nin egemen olduğu Kültür Bakanlığı çanağını yalayanlardan, AKP'li belediyelerin olanaklarından sonuna dek yararlanmak için yerlere dek eğilen kişiliksiz kişilerden nefret ediyorum.

Ben, aşağıdaki yazıyı okurken, yukarıdaki düşüncelere sahip oldum. Siz, aşağıdaki yazıyı okurken, benim gibi düşünmek zorunda değilsiniz. Benim de, sizin düşüncenize katılmak zorunda olmadığım gibi... (HB)


***


O eski tiyatrolardan eser yok şimdi...


Yavuz Ulutürk
2 Şubat 2011


İstanbul'da isimleri sadece kitap sayfalarında kalmış, bazısının esamesi bile kalmayan yüzlerce tiyatro mekânı üç ciltlik "Geçmişten Günümüze İstanbul Tiyatroları" adlı kitapta buluştu. Yapı Kredi Yayınları arasında çıkan kitapta, İstanbul'un kültürel tarihi, tiyatro binaları üzerinden yeniden okunuyor.

Tiyatro söz konusu olunca, kaynakların azlığından yakınmamak mümkün değil. Özdemir Nutku, Metin And, Cevdet Kudret gibi önemli isimlerin dışında tiyatro kütüphanemize kaynak kitap kazandıran yazarların sayısı maalesef çok az. Faaliyetlerini sona erdirdi diye düşünürken Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'ndan tiyatro adına sevindirici bir haber geldi. Ajansın Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği projelerinden biri olan üç ciltlik 'Geçmişten Günümüze İstanbul Tiyatroları' adlı kitap, 'Geleceğe Perde Açan Gelenek' üst başlığıyla yayımlandı.

Prof. Dr. Dikmen Gürün yönetmeliğinde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji bölümü tarafından hazırlanan kitap, dün Pera Müzesi'nde tanıtıldı. Kitapta, İstanbul'un kültürel tarihi tiyatro, binaları üzerinden okunuyor. Yapı Kredi Yayınları arasında çıkan 'Geçmişten Günümüze İstanbul Tiyatroları'nda İstanbul tiyatrolarının yerleri, fiziki özellikleri, bugünkü durumları, tiyatro tarihine ve şehrin kültürel tarihine yaptıkları katkıyı anlatmanın yanında, kültür belleğimizde sadece isimleri kalan mekanları tekrar tiyatroya dönüştürebilmenin imkânları da aranıyor.

Kitapta İstanbul üç ana bölgede ele alınıyor. Suriçi ile Bakırköy ve çevresini konu alan ilk cildi Dr. Kerem Karaboğa kaleme almış. Yrd. Doç. Dr. Yavuz Pekman imzasını taşıyan ikinci ciltte, Galata'dan Sarıyer'e kadar uzanan Beyoğlu, Beşiktaş, Şişli ve çevresi anlatılırken, Yedi Tepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Metin Balay ve Doç. Dr. Fakiye Özsoysal'ın birlikte hazırladığı son ciltte Anadolu yakası ile Adalar yer alıyor.

Basın toplantısında konuşan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Gürkan, kitapla bu kültürel yağmalamaya karşı toplumsal belleğin oluşturulmasına katkıda bulunmayı amaçladıklarını söyledi. Ajansın Sahne ve Gösteri Sanatları eski yönetmeni Prof. Dr. Dikmen Gürün ise İstanbul'un, her alandaki hoyratlığa rağmen hâlâ görkemli olduğuna dikkat çekti. Gürün, "İstanbul, nüfusu her geçen gün katlayan, plansız yapılaşmanın kök saldığı bir şehir olarak yatay ve dikey anlamda tırmanıyor ve genişliyor ancak sanat mekânlarını yaratamıyor, mevcutları koruyamıyor.'' dedi.

Toplantıda her yazar kendi kitabını anlattı. Kerem Karaboğa, Suriçi'ndeki tiyatroların yüzde 80'inin ortadan kalktığını, Darü'l-Bedayi gibi kurumların oluşum serüvenlerinin yaşandığı yerlerin pek çoğundan tek bir iz bile bulunmadığını söyledi. Fakiye Özsoysal ile Metin Balay ise kitabı 'bina merkezli tiyatro tarihi' olarak niteledi. Yavuz Pekman, Beyoğlu'nda Tanzimat'tan bugüne 250 tiyatro tespit ettiğini ancak bunların yüzde 80'inin bugün mevcut olmadığına, yüzde yetmişinin ise tiyatrocuların kendi imkânları ile oluşturulduğuna dikkat çekti. Kitabın bu bakımdan tiyatro insanları için bir saygı duruşu niteliğinde olduğunu söyleyen Pekman, Türk tiyatrosunun kurumsallaşmasının önündeki en büyük engel olan bina sorununa dikkat çekti: "Bu çalışma, bina sorununun dört duvar sorunu olmadığını bize göstermiştir. En köklü kurumlardan Belediye Şehir Tiyatroları'nın tarihi boyunca yerleşik bir binası, arşivi olmamıştır. Bir tiyatro topluluğunun kendi tiyatro dilini ve sanatsal birikimini oluşturan şey mekânıdır."

(Kaynak: Zaman)