Güncelleme 27 Eylül 2010: Aşağıdaki yazı, Yeni Tiyatro Dergisi'nin yirmi birinci sayısında yayınlanmak üzere, 29 Ağustos 2010 tarihinde kaleme alınmıştır. O günlerde, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" ve LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın iğrenç tacizlerine yanıt vermekle uğraştığım için, bu yazıyı ham hâlinden tam hâline dönüştüremediğimden, ne yazık ki, ancak şimdi, ustam Beklan Algan öldükten sonra yayınlayabiliyorum!
Lemi Bilgin ve Ayşenil Şamlıoğlu'ndan aldığı reklâm (avanta, sadaka) sayesinde, Türkiye tiyatrosunun ensesinde bir Kırım Kongo Kenesi gibi gününü gün eden tiyatro düşmanı, "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" ve LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı, sadece benim, halkımın ve tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergileri midesine indirmekle yetinmiyor; bir de, benim gibi sosyalist bir tiyatro sanatçısının kuramsal yazılar yazabilmesinin önüne set, tekerine çomak sokabiliyor. Tabii ki, yinelemekte yarar var; bu cesareti Ertuğrul Günay, Lemi Bilgin ve Ayşenil Şamlıoğlu'nun verdiği reklâm (avanta, sadaka) paralarından alıyor!!
Her neyse...
Ustam öldü ve benim canım çok sıkıldı!!!
Ustam Beklan Algan için yazmış olduğum aşağıdaki yazıyı, sosyalist kimlikli OYUN sitesi okurlarına sunmakla birlikte, bu yazının "ruhunu", Yeni Tiyatro Dergisi okurlarına ithaf ediyorum... (HB)
***
Hilmi Bulunmaz
29 Ağustos 2010
Ben, Beklan Algan'ın adını, bin dokuz yüz yetmişli yılların başından bu yana sürekli olarak duyarım. Tiyatro sanatıyla yakından ilgilenmeye başladığım yetmişli yıllarda, bu sanatın kılgısal yanına merak salmakla birlikte, kuramsal yanına da gereken önemi veriyordum.
Cumhuriyet Gazetesi'nin "Olaylar ve Görüşler" başlığı altında, değişik imzalara yer verilir. Bu başlığın altında, zaman zaman, Beklan Algan da, tiyatro yazıları yazardı ve ben, bu yazıları âdeta içerek, neredeyse soluğum kesilmiş bir biçimde okurdum.
Bir yandan tiyatronun kılgısal yanıyla içli dışlı olurken, buna koşut olarak, bu sanatın kuramsal yanıyla da hayatımı zenginleştiriyordum. Birçok tiyatro düşünürüyle birlikte, Beklan Algan'ın da, bu zenginleşmeme katkısı oldu.
Sonra...
12 Eylül Faşizmi... Acılardan benim payıma düşen küçük bir parça...
Ve... 1981 yılındaki "kısa dönem tutukluluk"tan sonra, birkaç yıl tiyatro sanatının sadece kuramsal boyutuyla yetinmek zorunda kaldım. Çünkü, "her yerde kan var"dı!
12 Eylül Faşizmi sonrası, 1984 yılında, Ferhan Şensoy'un Nöbetçi Tiyatrosu'na katılıp, tam iki sezon, Ferhan Şensoy'un kaleme aldığı "Afitap'ın Kocası İstanbul" oyununda oynadım. Ferhan Şensoy'un tiyatro ahlâkına uzak ve çalışmalar süresince sürekli olarak küfür etmesi nedeniyle, zâten "beş kuruş" almadığım, asla almak istemediğim bu tiyatrodan bir an önce uzaklaşıp, Beklan Algan'ın "başını çektiği" Bilsak Tiyatro Atölye'ye katılmaya karar verdim.
Ancak...
Dere geçerken at değiştirilmeyeceği gibi, oyun sahnedeyken, tiyatrodan ayrılmak, tiyatro ahlâkına aykırıydı. Daha önceleri, bir sezonu bile tamamlayamayan oyunlar sahneleyen Nöbetçi Tiyatro, benim ve birkaç ay önce "ışıklar ülkesi"ne iltica eden arkadışım Hasan Çınar'ın katılmasıyla, iki sezon aynı oyunu oynadı ve izleyicinin oyuna ilgisi "bitmemesine" karşın, sahneden kaldırıldı.
Ve...
Ben, Ferhan Şensoy'un "sıkıcı" tiyatrosundan kurtulur kurtulmaz, soluğu Beklan Algan'ın sıcak düşler üreten tiyatro fabrikasında aldım.
Özgürlüğümün bir gramına gölge düşmesin diye, Ferhan Şensoy'dan "beş kuruş" talep etmemişken, Bilsak Tiyatro Atölye'ye ciddi bir aylık ödemek zorundaydım. Oğlum üç yaşında ve hem astım ve hem de "düztaban" tedavisi görüyordu. Eşim işsizdi. Evimiz ve işyerimiz kiraydı. Üstüne üstlük akrabalarımızın sorunları nedeniyle, onların da yaşamlarını sürdürebilmeleri için, ciddi ekonomik katkıda bulunmam gerekiyordu. Faşizmin tadını hem içeride ve hem de dışarıda tattığım için, keyfim hiç yerinde değildi.
Bilsak'a ciddi paralar ödemekle birlikte, hergün 10.00 - 18.00 arası tiyatro çalışmalarına katılmak zorundaydım. İşyerimi benim gibi kimse yönetemediği için, yoksulluğumuz had safhaya geldi ve bu nedenle, zâten astım olan oğlum, o yılın büyük bir kış yapması nedeniyle, müthiş bir hastalık sürecine girdi.
Ben, tüm olumsuzluklara karşın, tiyatro çalışmalarını sürdürdüm. Bunda, benim devrimci pratikten gelen inatçılığım bir etmense, bir diğer etmen de Beklan Algan'ın tiyatro sanatına olan aşk düzeyindeki tutkusuydu.
Beklan Algan, tiyatroya aşıktı ve herkesin bu sanata aşık olmasını istiyor, âdeta bu konuda sonuna dek diretiyordu.
1985 - 86 yıllarında, tiyatro çalışmalarına katıldığım Bilsak Tiyatro Atölye'deki "hoca"ların hemen hemen tamamına büyük bir saygı duydum. Ancak, Beklan Algan'ın yeri, gerçekten ayrıydı.
Kuramsal yazılarla tiyatro kamuoyunun karşısına çıkan Beklan Algan, kılgısal çalışmalara o denli kendini kaptırıyordu ki, kuramsal boyut, çoğu zaman aksıyordu. Bu arada, içkiye olan tutkusu da, benim pek hoşuma gitmiyordu. Çalışma aralarında ve güpegündüz içki içmesini doğru bulmuyor ve kendisine bu rahatsızlığımı belirtiyordum. Ancak, hiçbir zaman, "sana ne kardeşim" tavrına girmiyordu. Hafifçe gözlerini kısıp, saniyelerce yüzüme bakıyor ve hiçbir şey söylemiyordu. Ben, yine de, onun ne söylemek isteğini çok iyi anlıyorum.
Çalışmalarımızın bir kısmını, Cihangir'deki Bilsak binasında sürdürürken, büyük bir kısmını da, Sultanahmet'teki Aya İrini'de sürdürüyorduk ve 14. Uluslararası İstanbul Festivali'ne bir oyun hazırlıyorduk. Gökyüzünde kuşların sesinden çok, polis helikopterlerinin sesi egemendi ve Beklan Algan, zaman zaman kafasını yukarıya kaldırıp helikopterlere bakar ve derin derin düşünürdü. Yine konuşmamayı yeğlerdi. Ancak, ben, polis helikopterlerine bakarken neler düşündüğünü çok iyi anlıyordum.
Peki, 14. Uluslararası İstanbul Festivali için hazırlanan "Labirent-1 Karar Anı" oyununun çalışmalarına katılmam, bu oyunda oyunculuğun yanı sıra, kuramsal sorumluluk almama neden olan süreç nasıl başladı.
Bir gün... Kendimi İstanbul Şehir Tiyatroları'nın Tepebaşı Deneme Sahnesi'nde buldum. Oyunun adı; Cesaret Ana ve Çocukları'ydı. Beklan Algan yönetmişti. Bir başka gün... Yine Tepebaşı Deneme Sahnesi ve oyunun adı; Marat Sade. Yönetmen yine Beklan Algan. Her ne kadar, asparagas tiyatro sınırına yakın oyunlar olsalar da, ben bu oyunları ve bu oyunlar üzerinden Beklan Algan'ın yönetmenliğini sevip, ona güvenmeye başlamıştım.
Sonra...
Yıllar sonra...
Yukarıda anlattığım tiyatral buluşma gerçekleşti...
***
Geçen gün, Beklan Algan'ın hastanede yattığını duydum. Bir hesap yaptım; eh, doğal süreç kendini dayatmaya başlamış. Kendimi bile "ihtiyarlar bölüğü"ne asker ettiğim bir süreçte, Beklan Algan için "kötü şeyler" düşünmeye başlamanın zamanı gelmişti.
Ne diyelim?...
Sözü halkımızın bu durumlardaki yaklaşımına bırakalım: "Allah gecinden versin!"