7 Eylül 2010 Salı

Ertuğrul Günay, Lemi Bilgin, Ayşenil Şamlıoğlu tarafından reklâmla beslenen "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu"nun iftirasına karşı belge sunuyoruz!

"Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Demirkanlı diyor ki:

Zaten Hilmi Bulunmaz’ın ölmüş veya ölüm döşeğindeki bazı sanatçıları (Mehmet Akan, Lale Oraloğlu, Zeki Göker gibi.) suçlamalarını da “insanlık dışı” olarak tanımlıyor Büktel Yeni Tiyatro Dergisi’nde.

Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz diyor ki:

Ben, Ankara Birlik Tiyatrosu’nun patronu Zeki Göker’in beni, bizi (Bulunmaz Tiyatro) dolandırdığını, 1994 yılında (Zeki Göker ölmeden on iki yıl önce) yayınladığım MuM Kültür-Sanat Dergisi’nin ilk sayısında dile getirdim. (Bakınız: Hilmi Bulunmaz, "Ben Tiyatrocuyum Soyarım")

(Kaynak: Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, "ölü sevici" ve "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Mustafa Demirkanlı'nın kuyuya attığı taşı çıkarmaya çalışıyor!!)


***


Bürütüs'ün ölümüne neden sevindim?


Hilmi Bulunmaz
ARŞİVDEN
23 Aralık 2006


Güncelleme 17 Nisan 2007: Aşağıdaki yazının daha iyi anlaşılması için; "'Sınıf karşıtı bir tiyatro: Ankara Birlik Tiyatrosu" yazısının da mutlaka okunması gerekir!

Bugün, dostum Recai'yle bir telefon görüşmesi yaptım. Zeki bir insan olan Recai, zekâsının kılıcını benim için de kullanan bir insan... Zeki ve zekâ sözcüklerine önem veren dostum Recai, Zeki Göker’in ölüsünün ardından yapay gözyaşları dökeceğime, doğruları söylemem nedeniyle, her ne denli beni haklı bulsa da, küçük bir serzenişte bulundu:

"Ölünün arkasından olumsuz sözler etmek geleneklere aykırıdır!"

Ben de, gayet sakin olarak, ne denli kazıklandığımı, tiyatromun gördüğü zararlar olduğunu… falan anlatmaya çalıştım Recai'ye. Kin duygusunun insan sağlığına aykırılığını, oldukça yalın bir dille anlatan dostum Recai, asıl edinilmesi gereken kinin, sınıfsal kin olduğunu, kişisel kinin insanı gerilettiğini belirtti. Recai’yi anında olumladım. Benim kinimin de sınıfsal olduğunu anlatmaya çalıştım. Bunun üzerine, anlayışlı bir dil kullanarak, bana bir "görev" verdi Recai:

"Öyleyse, daha ayrıntılı bir yazıyla, okurlarına bu durumu anlat…"

Söz verdiğim için, durumu anlatmaya çalışayım:

Yıl 1990…

Resmi faşizm, tiyatromu mühürledi… Her gün altı değişik oyun sahneye koyduğumuz tiyatromuz, maddi-manevi ablukaya alındı. Gözaltı ve göz dağları cabası… O zamanlar, Ankara Birlik Tiyatrosu, Pir Sultan Abdal oyunuyla, başta Aleviler olmak üzere, her türden ilerici kitle örgütlerini "bağlayarak", büyük bir sükse yapıyor… Pir Sultan Abdal adlı oyunun metnini yazan Erol Toy'un önderliğinde, Olgu adında bir de gazete yayınlıyorlar. Bu gazetede, bizimle ilgili, küçük bir yazı yayımlayan Zeki Göker; "Bülbülü eti için avladılar" anlamına gelen bir benzetme yapıyor. O ana dek "kuşku" ile baktığımız Zeki ve tayfasına, içinde bulunduğumuz kıstırılmışlık duygusuyla, "kuşkusuz" ve sevecen bakıyoruz. Hemen telefona sarılıp teşekkür ediyor, ardından da Olgu gazetesi ve ABT’nin irtibat bürosu olan, Beyoğlu’ndaki işyerine gidiyoruz. Kısa bir konuşma sonrası, ilişki başlıyor ve ne yazık ki bu ilişkinin "devrimci dayanışma" olduğu kanısına varıyoruz…

Daha sonra Kocamustafapaşa’daki salonlarında oyun oynamak için, maddi boyutunun üstünde ısrarla durdukları konuşma sonrası, çalışmalara başlıyoruz. Bizim her şeyimizi beğendiklerini belirtiyorlar. Özellikle afiş ve bilet tasarımımıza hayran oluyorlar!.. Durum hemen anlaşılıyor; afiş, bilet ve davetiyeye gereksinim duyuyorlar. Bizi de “bağlıyorlar” ve parası sonra ödenmek üzere, bayağı yüklü bir değeri olan siparişlerini en kısa zamanda yerine getiriyoruz. Oysa bizim ne matbaamız, ne de hazır paramız var. Matbaacıya biz borçlanıyoruz, onlar da bize. Onlar bize olan borçlarını asla ve kat’a ödemiyorlar. Biz namuslu insan olduğumuzdan, hiç de devrimci olmayan matbaanın parasını ödüyoruz…

Zeki ve tayfası “devrimci” olduğundan ve biz de onlar gibi olduğumuzdan, bize hiçbir zaman para ödemeye yanaşmıyorlar… Bu arada oyunlarımız sürüyor. Biz üstümüze düşen ve bayağı bir miktar olan salon kirasını tıkır tıkır ödüyoruz. Dedim ya, biz namuslu insanız ve ayrıca devrimciliğin lümpenlik olmadığını biliyoruz…

Bizi her anlamda "bağlayan" Zeki, zeki bir kişi olduğundan, her an yepyeni projelerle yanımıza yaklaşıyor. Bu arada içkinin bol bol ziyaret ettiği tiyatronun, neresinde devrimcilik yapılıyor diye merak ediyoruz… Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya… gibi siyasal ve devrimci önderlerin fotoğraflarıyla süslenen fuayenin, ilgili önderleri kendilerinin kabul eden devrimci örgüt sempatizanlarını birer "müşteri" olarak gören Zeki’nin, zeki planlarının birer parçası olduğunu sonradan öğreniyoruz…

Onlara kuşe kağıda, dört renk ve binlerce afiş yaptığımızdan, resmi faşizmin mühürlemeleri ve baskıları nedeniyle paramız pek kalmadığından, kendimize üçüncü hamur kağıda ve tek renkli afişler yapıp, dar olanaklarımızla İstanbul’u "süslemeye" çalışıyoruz. Zeki’nin "bağlaması" sürüyor:

"Kardeşim, bizim devrimci yoldaşlarımız var ve işsizler, onlara biraz para verin, afişlerinizi biz astıralım!"

Aradan uzun zaman geçiyor ve hiçbir yerde afişimiz görünmüyor. Zeki'ye nedenini soruyoruz. Zeki hemen yanıtlıyor:

"Kahrolsun faşistler, sizin devrimci olduğunuzu anladılar, afişlerinizi sökmüşler!"

Yine "bağlanıyoruz"…

Neyse, bir gün ishal oluyorum ve daha önce bir kez gittiğim ve iğrenç bir görünümde olan tiyatro tuvaletine gitmek zorunda kalıyorum. Kafamı yukarı kaldırıyorum ve korkunç gerçekle yüz yüze geliyorum: Afişlerin tümü, tuvaletin su deposunun yanında tutsak!

Bu arada ajitasyonu kuvvetli olan Zeki, çenesinin gücüyle bizim çocukları da "bağlıyor"!

Başta Halit Karata olmak üzere, bazı "eleman"larım, sınıfsal donanıma sahip olmadıklarından ve bu Zeki'nin karşı devrimciliğini göremediklerinden, ABT’nin örümcek tutmuş mekanına iltica ediyorlar.

Tam da oyun çıkmış ve yıllarca bize kan kusturan Sosyal Demokratların kişiliksiz Kültür Dükası Hilmi Yavuz’un iradesinin kırıldığı ve Refah Partisi’nin İstanbul Belediye Başkanlığı’nı alır almaz, bize (de) Muammer Karaca Tiyatrosu’nu açtığı ve hem de Nâzım Hikmet’in "İnek" oyunuyla sahne almak üzere olduğumuz bir süreçteyiz…

Hemen tüm kadro "bağlanmış" ve iltica etmiş durumda… Bir haftada yeni bir kadroyla, yeni bir rejiyle, büyük aksiliklerle oyun "çıkarıyoruz"! Oyun tutuyor, mülteciler beğenmiyor, ancak bir yandan da geri dönüş yapmak istiyorlar. Biz, insan "bağlamak" istemediğimizden, bu isteğe pek yanaşmıyoruz.

Tam bir Salieri’lik ve Bürütüs’lük yapan Zeki’nin sayesinde tiyatromuz kırılma noktasına geliyor…

Özetle; resmi faşizmin mührü ve işkencelerinden çok, Zeki’nin ihaneti sayesinde, kitlelere devrimci bilinç taşımakta zorlanıyoruz. Büyük bir yıkım yaşayan tiyatromuz, ardından ortaya çıkan diğer küçük hainliklerle örseleniyor…

Çektiklerimizin hiçbirini bilmeyen, tanık olmayan, bilmek istemeyen, tanık olmayı asla düşünmeyen kişi, kuruluş ve kurumlar, tembellik ve estetik dışılık nedeniyle, Zeki’yi "halktan ve emekten yana" sanat yapan biri olarak ilan ediyor!

Not: Şimdiye dek sitemizde bu konuya pek değinmememizin asal nedeni, Zeki Göker’in zehrini kimseye akıtma olasılığının kalmamasıydı…

Önemli not: Anlattığımız durumları, bir biçimde, bir yerlerde yazdık. (Örnekse bakınız: Hilmi Bulunmaz, "Ben Tiyatrocuyum Soyarım")

Çok önemli not: Zeki ve diğer zekilerin yaptıklarını, ölünceye dek irdeleyip "piyasaya" süreceğim!

Çok çok önemli not: Ankara Birlik Tiyatrosu oyuncusu Kanat Güner neden altın vuruşla intihar etti?!

(Kaynak: bulunmaztiyatro.com)


***


Ayrıca bakınız:

Kanat Güner

Kanat Güner için...

Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, "ölü sevici" ve "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu" Mustafa Demirkanlı'nın kuyuya attığı taşı çıkarmaya çalışıyor!!