14 Ağustos 2010 Cumartesi

Türkiye, şimdiye dek yaşadığı trajedilerden çok daha farklı trajediler yaşarken, oyun yazarlarının, bu trajik süreçten yararlanmaması görevi ihmaldir!

Bu ülkenin oyun yazarları ve çevirmenleri, AKP'li Ertuğrul Günay'ın yönettiği Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı ve bağımlı ve de hiçbir zaman gerçek anlamda özerk bir yapısal dokuya asla gereksinme duymamış ve Lemi Bilgin tarafından yönetilen Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü girişindeki sıcak paspasın üzerine kurularak, kısık ateşte haşlanmış akciğer bekleyen kara kedi ruhuyla hareket etmekten derhal vazgeçmeliler.

Bu ülkenin oyun yazarları ve çevirmenleri, beylik sözlerle kurguladıkları yada çevirdikleri düzeysiz oyunlarıyla, Lemi Bilgin tarafından yönetilen Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün girişindeki sıcak paspasta bekleyen ev kedisi ruhuyla avanta kollamayı sürdürdükleri müddetçe, gerçek anlamda oyun yazarı yada çevirmen olamazlar.

Bu ülkenin oyun yazarları ve çevirmenleri, bırakınız oyun yazarı yada çevirmeni olmayı, herhangi bir Internet sitesinde üç satır bir makale bile yazamaz, Sultanahmet Meydanı'ndaki bir turiste en yakın tuvaleti bile asla tarif edemezler.

Örnekse...

Lemi Bilgin tarafından yönetilen Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ne bağlı sahnelerde en çok oyunları oynanan yazarlardan(?) biri LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'dur. Birçok oyununu(?) okuduğum LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun, değil dramatik yazarlığından, yazarlığından bile çok ciddi kuşkularım var.

LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun kaleme aldığı ve Rusya'yı bile sarstığı iddia edilen "Çığ" oyununun ciddi bir değerlendirmesini yapan Coşkun Büktel, şu başlıkla bir yazı yayınladı: "'Çığ' aslında nedir, neyi sarsıyor?". Coşkun Büktel'in bu yazısını okuduğunuzda, Lemi Bilgin tarafından yönetilen Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'ndeki dramatik düzeyin ne denli ucube bir "estetik ölçüt" ile değerlendirildiğini yada bu kurumun, aslında hiçbir "estetik ölçüt" sahibi olmadığını hemen anlayabilirsiniz.

Bırakınız Coşkun Büktel'in uzun uzun değerlendirme yaptığı "'Çığ' aslında nedir, neyi sarsıyor?" başlıklı yazısını, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın "LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun 'Che incileri'!" başlığıyla kaleme aldığı ve LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun "Che Guevara" oyununun "final şarkısı" içindeki sadece dört dizeyi değerlendirdiği küçücük yazıyı okumak bile, Türkiye'deki oyun yazarlığının ne denli düzeysiz ve ne denli ayaklar altında olduğunu anlamanıza yeter.

Özetle...

Kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için çalışan oyun yazarları ve çevirmenlerinin tümünde teşhis edilen düzeysizlik hastalığı, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nda da teşhis edilebiliyor. LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, bir yandan "Che tüccarı" olarak boy gösterirken, diğer yandan Sabahattin Ali'yi pazarlama çabası içerisine girmenin yanı sıra, bir yandan da Musafa Kemal'in ününden yararlanarak "pazar payını" artırıyor.

Oysa...

Bu ülkede, özellikle son otuz yıldır, müthiş bir trajik süreç yaşanıyor. Bu süreç içerisinde, o denli zengin "malzemeler" var ki, bunları görmemek için kör olmak yada "Lemi Bilgin tarafından yönetilen Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü girişindeki sıcak paspasın üzerine kurularak, kısık ateşte haşlanmış akciğer bekleyen kara kedi ruhuyla hareket etmek" gerekir.

Örnekse...

www.milliyet.com.tr sitesinden alarak, aşağıya aktarmış olduğumuz "Hrant Dink tragedyası", olağanüstü bir oyun konusu olabilir...

Ancak...

Böyle bir "malzeme", böyle bir konu, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu gibi bir "pazar yazarı" ve "yazar kasa" ruhsuzluğuyla hareket eden birine asla teslim edilemez. Böyle trajik boyutu yüksek bir konuyu LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'na teslim etmek, kara kediye akciğer teslim etmeye benzer.

Eğer...

Bu konu, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'na teslim edilirse, "Hrant Dink" oyununun "final şarkısı" şu sözlerle bitebilir:

"Bu bir bayrak yarışıdır,
Yıllarca dalgalanacak!
Değişmezse ne mi olur?
Bir Hrant gider, bin Hrant gelir!"

Böylelikle, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun adının önüne "Che tüccarı" sıfatı eklenmiş olduğu gibi, bir de "Hrant tüccarı" sıfatı eklenir!

***

Hamiş: Halkla devletin birbirlerine hızla, hem de şimşek hızıyla yabancılaşması, sadece sosyo-ekonomik yapının dayatmasıyla değil, aynı zamanda, kısık ateşte haşlanmış akciğer yiyen birer kara kediden pek farkı olmayan ve kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için kuyruk sallayan oyun yazarları ve çevirmenlerinin de, halkla devletin arasına girmesi nedeniyle oluşuyor! (HB)


***


'Umudumuz kırıldı'


Nedim Şener
14 Ağustos 2010


Türk Hükümeti, "Hrant Dink cinayetini niye önlemediniz?" davasında, AİHM'ye, "Türklüğü aşağıladı. Bu, halkı tahrik eder" savunması gönderdi. Kardeşi Hosrof Dink, "Kanımız dondu. Bu, cinayetin aydınlanması konusundaki umutlarımızı kırdı" diye tepki gösterdi

Gazeteci Hrant Dink, yazısı nedeniyle hapse mahkum olunca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurmuştu. Başvurudan bir hafta sonra ise öldürüldü. Ailesi, bir yandan bu davayı sürdürürken, bir yandan da 'Cinayeti niye önlemediniz?' diye yeni bir dava açtı. Türk Hükümeti, AİHM'ye yolladığı savunmada, "Dink Türklüğü aşağıladı, nefret söyleminde bulundu. Bu tür yazılar halkı tahrik eder, kamu suçu oluşturur" dedi. Dink’in kardeşi Hosrof Dink, "Bu savunmayı gazetede okuduğumuzda, kanımız dondu. Bu savunma, cinayetin aydınlanması konusundaki umutlarımızı kırdı" dedi. Türkiye’nin, AİHM’e gönderdiği savunmada dile getirilen unsurların, Hrant Dink hayattayken uğradığı haksızlıkları da gösterdiğini belirten Hosrof Dink, cinayetin aydınlaması konusunda Türkiye’de görülen dava, yapılan soruşturma ve incelemelerde hükümet yetkililerinin kendilerine gösterdiği ilgiyle tezat oluşturduğunu dile getirdi. Hosrof Dink, ağabeyi Hrant Dink’in öldürülmeden önce uğradığı haksızlıkları gösterebilmek için, AİHM’ye başvurduğunu belirtilirken, devletin güvenlik kurumlarının gözetimi altında cinayete kurban gittiğini söyledi. Dink, şöyle devam etti:

Hukuk skandalı

"Devletin, kamu görevlilerinin, cinayetteki sorumluluklarını kabul etmek bir yana, öldürülen ağabeyimi suçlaması hiçbir vicdana sığmayacağı gibi, bu bir hukuk skandalıdır. Her şeyden önce, Başbakan Recep Tayyip Erdogan’ın imzasını taşıyan ve Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından hazırlanan raporda, devletin istihbarat dairesi başkanı Ramazan Akyürek ile halen İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olan Ali Fuat Yılmazer, açıkça suçlandığı halde, Hırant Dink’in her şeyin sebebiymiş gibi gösterilmesi, gerçeklerle çelişiyor. Öncelikle, devletin, değişik kurumlarının hazırladığı raporlardaki çelişkileri izah etmesi gerekmez mi? Halen Trabzon'da jandarma personeli, görevi ihmalle yargılanmakta, aynı zamanda, devletin emniyet kurumundaki önemli görevlerle ilgili suçlamalar içeren raporlar ortada durmakta. Aynı zamanda, ağabeyimi bir MİT görevlisinin, 2004 yılında uyardığı gerçeği herkes tarafından bilinmekteyken, neredeyse öldürülmesine sebep olarak kendisinin gösteriliyor olması, aklın ve vicdanın kabul edebileceği bir şey değil."

Sanıkların işine yarar

Hosrof Dink, "Hrant Dink’in, Türklüğü aşağıladığına ilişkin hükümetin bu görüşü, yasalara göre haksız tahrik indiriminden faydalanmak isteyen sanıklardan başkasının işine yaramaz; çünkü, onlar da haksız tahrik indiriminden yararlanarak, olası cezalarında altıda bir indirim talep ediyorlar" dedi.

Dink öldürülmeden önce, 'Türklüğü tahkir'den aldığı mahkumiyet nedeniyle AİHM’e başvurmuştu. Suikastin ardından, ailesi, güvenlik güçlerinin suikast hazırlığını bilmesine rağmen, Dink’in öldürüldüğünü belirterek, AİHM’ye başvurmuş, iki başvuru birleştirilmişti.

Dink'e emsal olarak Nazi lideri gösterilmiş

Hükümetin, Hrant Dink ve ailesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) açtığı davaya gönderdiği savunmasında tartışmalı ifadeler yer aldığı ortaya çıktı.

Hükümetin, "Türklüğü aşağılamak ve halkı kışkırtmak" suçundan cezalandırılan Dink’e emsal gösterdiği davanın, Nazi lideri Kuhnen-Almanya davası olduğu ortaya çıktı. Ancak Kuhnen’in, Yahudi soykırımını inkar ederek, "Karşımıza çıkan herkesi tasfiye edeceğiz" dediği için mahkûm olduğu anlaşıldı. Kuhnen-Almanya kararını, Avrupa Komisyonu 1998 yılında verdi. Kuhnen, nasyonal sosyalist ve bağımsız bir büyük Almanya için mücadeleyi savunan yayınlar çıkarıyordu.

Kuhnen, "Her kim, bu davaya hizmet ederse eylem yapabilir; her kim, buna karşı çıkarsa karşısında bizi bulacak ve tasfiye edilecektir" dediği için, Alman mahkemelerinde yargılandı ve hapse çarptırıldı. Avrupa Komisyonu, Kuhnen’in özgürlük ve demokrasiye dayanan temel düzene zarar vermeyi amaçlayan nasyonal sosyalizmi savunduğunu ve ifade ettiği düşüncelerin AİHS’e aykırı olduğunu saptadı. Kuhnen’in ifade ettiği düşüncelerin, ırksal ve dini ayrımcılık unsurları içerdiğine hükmeden Avrupa Komisyonu, sonuç olarak Almanya’nın, Kuhnen’in ifade özgürlüğüne müdahale etmesinin, "demokratik bir toplumda gerekli" olduğuna karar verdi.

Türk hükümetinin savunmasında, Agos’u tehdit eden kişiye ceza verildiği kaydedilerek, "Düşünce özgürlüğünün korunmasının, devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğu kabul edilirse, bu mektupları gönderen kişinin, tartışmalı bir konuda kendi fikrini söylediği kabul edilerek, fikirlerine koruma sağlanmalıdır. Oysa nefret söylemi niteliğindeki fikirlerin korunması mümkün değildir" denildi.

Çarpıcı ifadelerin yer aldığı savunmada, Dink’in öldürülmesiyle ilgili olarak, ailesinin "devlet tarafından korunamadı" iddiasına karşılık olarak da devletin, yaşam hakkını korurken önleyici tedbirler almasını gerektiren bilgilere sahip olması gerektiği ifade edilerek, "Dink, gerçek ve yakın biçimde tehdit edilmiş olsaydı, koruma için, yerel makamlara başvurur ve koruma isterdi" denildi.

ANKARA Milliyet

(Kaynak: Milliyet)