26 Ekim 2007 Cuma

Alçak Dağları Yaratan 'YÜKSEKDAĞ' ve Sersemler Evi'ne ilişkin...

Hakan Urcu


Sayın Özgür Ozan Yüksekdağ; Psikolog, yazar, tiyatrocu ve müzisyen kimliğiyle tezat oluşturan, aşağıda belirttiğim yazısına ilişkin düşüncelerimin bir kısmını içeren, kimilerine göre abartılı bulunabilecek, ancak haklı gerekçelere dayanan düşüncelerimi aktarmak üzere, herkese merhaba. Ve belirtmem gerekir ki, bu yazım kişisel değil, düşünsel eleştirimin bir sonucudur. Üstüne alınan herkese aittir.

25 ekim 2007 tarihli yazısının başlığı, yazının bütününe ilişkin bir düşünce uyandırmakta geç kalmıyor:


“Sersemler Evi’nde sersemleştiler”


Bu çalakalem yazının sahibi Sayın Yüksekdağ yukarıda belirttiğim vasıflara sahip bir insan olmasının gerekliliği olarak; bilimsel, özeleştirel bakış açısını maalesef yazısında içeriğe ekleme merhametini göstermemiş halkımıza. Ve geliyoruz malum yazıya...

Bilet alma sürecinden sonra ilave ediyor:

“...tiyatronun böyle farklı türlerine rastlamak çok olası bir durum değil...”

Tiyatrocu yanına binaen, bu farklı türleri ülkemize getirecek olan mesleğin temsilcisi olduğunuzu düşündüğümüzde; Fransız bir sanat araştırmacısı edasıyla, olaya batılı ve modernleşme sürecinden geçmiş bir aydın gözüyle bir tutum takınmanız ve duruma ilişkin eleştiri yapmanızın kökeninde, matbaa ile geç tanışmamız, feodal düzenden geç çıkmamız , geç endüstrileşmemizin yarattığı kültürel ezikliğin sonuçlarından bahsetmek dahi mümkün, ama şimdi devam edelim yazıya:

“(...) Ama zaten işleri oyunculuk olan ve yıllarını bu işe yatırmış olan oyuncuların da çokça eleştiri götürür bir durumları olması beklenmez. (...)”

O zaman burada duyuralım!... Tüm oyun eleştirmeni saygıdeğer dostlara ve oyunculara: Önce eleştirmenler ne almalı bu sözlerden? İşleri oyunculuk, yatırım yaptıkları alanda ( inşaat yada metal sektörü vb… ) hata yapma zaafına düşmezler, hem düşseler de, öyle abartılı bir şey çıkarmayın. Kırmayın şevklerini, bırakın isteyen istediği işi, istediği gibi yapsın; hele oyuncuysa saygı duyun, o kadar hata her oyunda ve her kadı kızında olur.

Oyunu izlemiş ve eleştiri beklenmeyeceğini düşündüğünüz oyun hakkında izlenim edinmiş birisi olarak, tuttuğum birkaç notu her ne kadar çok manası olmasa da, belirtmek isterim. Bu fırsatı verdiğiniz için, ciddi manada teşekkürlerimi bir borç biliyorum Sayın Yüksekdağ...

Oyuna, oyuncular açısından baktığımda, güç olduğu ölçüde, zevk veren ve her oyuncu için çok önemli bir deneyimi getiren çalışma; Sersemler Evi. Benzerlerine sık rastlanmayan bir oyundu; evet, ancak sadece bu açıdan baktığımda, bu oyunu tek başına iyi kılmaya yetmiyor. Oyuncuları, meslekleri adına keyif veren birçok yanı içinde barındıran bu ilginç ve yaratıcı türün sahasında, buna rağmen keyifli bir içselleştirme süreciyle sahneye çıktıklarını göremedim. Bu keyifsizlik, oyun sürecinde seyircilere yansımış olacak ki, sözün olmadığı yerde bedene odaklanan ve yeteneği, küçük devinimsel hareketlerde göremeyen izleyenlerin, kahkahalar içerisinde kalmaması gayet mantıklı bir tepkisel refleks, diyebilirim. Kaldı ki, oyunu izleyen herkes görecektir; kesintisiz kahkaha olanağı sağlayan bir tarza sahip değil oyun. Canlı ve mimikleri olan bir yüz yapısı göremeyen seyirci için, düşünme süreci uzuyor ve aksiyonu bol olan bir oyunda algısını zamanında harekete geçiremeyerek, hep bir sonraki sahneye geçiş yapıp, bulmacayı tamamlama telaşına giriyor. Çözülmesi gereken bir soruymuş gibi… Dakikalarca aynı şarkıyı tekrar ettirmek gibi, seyirciyi yoran yanlarına karşılık, bende hayranlık uyandırabilecek ölçüde sahne dekoru ve sahne üzerindeki her nesneyle uyumlu ekip çalışmasını da ilave etmemin mutlak gerekli olan tek unsur olduğunu düşünüyorum.

“Müzikler uyumlu fakat mükemmel değildi.”

Müzikçi kimliğinize binaen, keşke açılımını, eleştirinizi ayrıntılı olarak yapsaydınız. Ciddi manada merak ettiğim bir konuydu bu oyun için.

Ve yazının kırılma noktası

“Fakat, oyun boyunca en çok dikkatimi çeken, en çok garibime giden, en çok beni üzen şeyin, en büyük eksiğin, bir komedi oyununda olması gereken seyirci kahkahalarının olmamasıydı. Orada, gülebilen iki insandan biriydim -zaten diğer gülen de beraber gittiğim bir oyuncu arkadaşımdı-.Ve bunun, bu gülememenin, yegane sebebi de oyunun farklı, alışık olunmayan bir tür olması ve dolayısıyla sözsüz olmasıydı. Tüm dünyada bizim ne kadar tiyatro fakiri ve görmemişi olduğumuzu bir kez daha gördüm.”

İşte yazının bu sonuç bölümü, açıklamaya muhtaç bir zaafiyet ve pişkinlik içermekte.

Her komedi oyunun, tanımı gereği ve zorunluluğu olarak izleyenleri güldürme, hatta “kahkaha attırma” muhtevasına ve etkisine sahip olabilmesi mümkün müdür? Mümkünse, ben ilk fırsatta, TSE kahkaha attırma belgeli, komedi oyunlarına gitme arzusundayım.

Oyuna ilişkin seyirci tepkilerindeki “basitlik” nedenini yazı sahibi tarafından, sadece farklı ve alışık olmayan bir tür olmasına bağlamanın mantığını çözmek güç değil, sadece kolaycılık olacaktır. Yukarda oyuna ilişkin eleştirilerimden bu çıkarım yapılabilir.

Yine Yüksekdağ ’ ın tüm dünyada bizim ne kadar tiyatro fakiri ve görmemişi olduğumuzu görme bilgeliğine sahip olması beni şaşırtmadı. Ancak bu bilgeliğini kullanmadığı için ki, yine sözlerin ne kadar açıklayıcılıktan uzak ve benmerkezci bir tutumu içerdiğini görmek mümkün. Bu kadar vasıf sahibi bir kişi neden bu sürece ilişkin bilgi verme ihtiyacı hissetmez, neden 60 yıllarda Türk tiyatrosunun Avrupa’yla yarıştığını ve bu günlere nasıl gelindiğini irdelemez. Neden yıllardır, sağ iktidarların ; devletin kurumlarında kendi sanat oligarşisini yarattığı, halktan kopuk siyasetleri ,kendi eliyle beslediği komprador işlevselliğine sahip aydın sıfatlı insanlar aracılığıyla topluma yayma politikasında olduğunu ve oluşturulan bürokratik yapının getirdiği sanat politikalarındaki işlevsizliklerden., gericiliklerden bahsetmez?

Neden Yüksekdağ sorunlara bakarken, içerden biri gibi değil, dışardan biri gibi düşünüyor, hiç düşündük mü? Neden birçok örnekte görüldüğü üzere (maalesef) dibine ışık vermeyen mumdur Türk aydını? Nedeni apaçık ortada. Çünkü yanlış gördüğü mevzular üzerinde durmaksızın çalıştığı ve sunduğu tezleri, ürettiği karşı tez içeren kanıtları yoktur, her fırsatta bilinçsiz olarak temsil ettiği halkı "nasıl bilgilendirebilirim"'in fikirsel üretim sürecinin sıkıntısına katlanamaz. Üsküdar’dan, Kuşadası'nda 'dan ülkesini analiz eder. Bilinçsiz kabul ettiği halkının binlerce yıllık ortak değerlerine karsı bilinçli bir mesafededir.

Oysaki düşüncelerini o irrasyonellikten çıkarıp her şeyin gerçek olduğu dünyaya girebilse o zaman gerçek sorunların gerçek çözümlerini, gerçek eleştirileri, özeleştirileri ve hatta çözümleri olacaktır, ama bu onun kapasitesi dışındadır. Başkalarının doğruları ile yatıp kalkıp kendi ezikliğini perdelemeye çalıştığının bilincindedir. Ama unvanlar, her şeyi elitize etmeye çalışmanın yarattığı konformist düşleri onu bir başka alemin hiç var olmayan bulutlarında gezinmeye zorlamaktadır. Cemil Meriç’ in deyimiyle “Sudaki izinden ürken narsist” olmamak dileğiyle.

Tüm tiyatro dostlarına saygılarımı sunarım.