Ben de şiir kapısından içeri girmek istiyorum!...
Nurhayat Yılmaz Güneş
7 Nisan 2013
www.tiyatroyun.blogspot.com adresiyle yayın yapan ciddi tiyatro blogunda ara sıra Hilmi Bulunmaz'ın şiirleri ile karşılaşıyorum... Hilmi Bulunmaz'ın bazı hoş şiirlerinde kendimi bulup, bazılarında sevdiklerimi, bazılarında nefret ettiğim kavram, kişi ve kurumları buluyorum... Bulunmaz'ın yazdığı bazı şiirlerin derinliğinde âdeta kayboluyor ve zâten çetrefilli olan yolumu yitirip, bir daha asla bulamıyorum. Ancak bu yitme, yitirme, yitirilmişlik duygusu çok kısa sürüyor. Birdenbire, her şeyi yeniden hatırlıyorum. Ne var ki, bir ân sonra neyi kaybettiğimi, neyi aradığımı, aradığımın neler olduğunu yeniden unutup, ruhumu hiç tereddüt etmeden, beni içine çeken şiir girdabına bırakıp, şiir kapısından hızla giriyorum...
Bulunmaz'ın "ey eylem" başlıklı şiiriyle, milattan çok daha önceye kadar gidiyorum. İsa'sız zamanlara. Bu şiirin ivmelendirmesiyle, Yunan mitinin "Tanrı"larıyla hasbihâl etmeye sürükleniyorum... En acımasız "Tanrı" Hades bile gülümsüyor benim bu garip hâlimi görür görmez. Hades, sanki bana şöyle sesleniyor: "Hiçbir 'Tanrı', insanoğlundan daha acımasız değil!" Ben tebessüm ediyorum!...
Bulunmaz'ın "ey çürük insan" başlıklı şiiriyle, bildiğim zamanlara gidiyorum: Sene 1990... Uludağ Üniversitesi Görükle Kampüsü... Ermenistan'ın, Karabağ'ı işgâli üzerine, Azerbaycan için yaptığımız toplantıdayım... Kendilerini "solcu" olarak niteleyen öğrencilerin saldırısına uğruyoruz... Eylemimiz, "faşizan müdahale" nedeniyle ciddi bir zayiatla sonlanıyor... Ama içimde şiir filizleri kaynıyor!...
Ben, hayatımda sadece üç şiir yazdım... Bu şiirlerden biri o gün, Görükle'de aklıma gelmişti... Hatırladığım kadarıyla şöyleydi:
Onlar barışçıdır, daha hırçın savaşçıdan
Onlar insancıldır, hayvan gibi saldıran
Onlar sevgilidir, sevene kan kusturan
Onlar özgürlüğe inanır, beni zincirle boğan
Onlar zikrederler, fikriyatına aksi
Onlar ancak görürler, yarasa misali…
Yine o yıllardaki benzer bir olay üzerine şu dizeler mırıldandım:
İnsanız, insan hakları için ayaktayız derler,
O ayaklarla insanları ezip geçerler…
Dizelerin bana rağmen dudaklarımdan döküldüğünü hatırlarım...
Hilmi Bulunmaz'ın "ey çürük insan" başlıklı şiiri, bugünün riyakâr insanlarını, hainlerini, döneklerini de tanımlaması bakımından, sayfalarca yazılacak kitaplardan çok daha net ve çok daha keyifli bir biçimde dile getirebilme gücüne sahip...
"'ey şiir', şiir nedir?" sorusunu sormaya yöneltti beni ve işte bu yönelimle, ufak bir araştırmayla ulaştıklarımı aktarmak şart oldu:
Şiir, "bilme, anlama, tanıma" manalarına geliyor. Cahit Telkök'e göre şiir, "şiar" kelimesinden gelir. Zirve demektir; sözün zirvesi. Telkök'e göre şiir, kelimelerin ilmek ilmek işlenmesidir; şuurdur.
Sultanahmet'teki Türk Edebiyat Vakfı'nın "Çarşamba Sohbetleri" eskiden çok rağbet görürdü. Rahmetli Ahmet Kabaklı Hoca'nın başkanlığındaki "Çarşamba Sohbetleri" tadına doyum olmaz bir etkinlikti... Hele ki, konu şiir dinletisi ise, tadından geçilmezdi... Bu sohbetlere, Allah kendisine selamet versin "Kuvayi Milliye Fatma Ragibe" olarak da bilinen Fatma Ragibe Kanıkuru da müdavimdi. Fatma Ragibe, sohbetin en koyu olduğu ânda, herkesi şenlendirecek bir nutuk atardı mutlaka. Ahmet Kabaklı'nın, kendisini incitmekten imtina eden bir ses tonuyla, Fatma Ragibe'yi sakinleştirmeye çalışması ve bunu gayet büyük bir ustalıkla, hem de çok kısa bir sürede başarması takdire şâyandı...
Bu şiir konusu vesilesiyle rahmetli Dilaver Cebeci'yi, üstat Yavuz Bülent Bakiler'i ve bütün şiir dostlarını hatırlamak çok sevindirici.
Estet ve üstat Mim Kemal Öke'nin estetik öncesi ve sonrası hâlleri, bu sohbetlerin müdavimi yaşlı bir hanımefendiye, konuşmacının Mim Kemal Öke olduğunu, tam da konuşma sırasında anlatmak için akıttığım teri anımsamak, beni hâlâ güldürüyor... O zamanlar yaşadığım şiirsel anılar, uzun bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden; 1990 - 1998 yılları, TEDEV'in "Çarşamba Sohbetleri"...
Ne demiştik? Şiirin sayısız tarifi yapılmıştır. Rahmetli edebiyatçı Ahmet Kabaklı, bu durumu çok açık bir dille şöyle ifade etmiştir:
"Nesirde nasıl ki yazarın bir üslubu varsa, şiirin içinde de şairin bir sırrı vardır. Ve şair adedince sır vardır ki, bu da, şair adedince şiir tanımının olduğunu gösterir."
Hilmi Bulunmaz'a, şiirleriyle bana sağladığı pozitif kayıplarımı hatırlatması, geri kazanımlarımı elde etme gücü vermesi ve en önemlisi, yüzümde bıraktığı buruk tebessüm için canı gönülden teşekkür ederim. Yüreğinde şiir taşıyan tüm şairlere şunu söyleme ihtiyacı hissediyorum: Yüreğinize ve bilginize bin sağlık dilerim…
Nurhayat Yılmaz Güneş
7 Nisan 2013
www.tiyatroyun.blogspot.com adresiyle yayın yapan ciddi tiyatro blogunda ara sıra Hilmi Bulunmaz'ın şiirleri ile karşılaşıyorum... Hilmi Bulunmaz'ın bazı hoş şiirlerinde kendimi bulup, bazılarında sevdiklerimi, bazılarında nefret ettiğim kavram, kişi ve kurumları buluyorum... Bulunmaz'ın yazdığı bazı şiirlerin derinliğinde âdeta kayboluyor ve zâten çetrefilli olan yolumu yitirip, bir daha asla bulamıyorum. Ancak bu yitme, yitirme, yitirilmişlik duygusu çok kısa sürüyor. Birdenbire, her şeyi yeniden hatırlıyorum. Ne var ki, bir ân sonra neyi kaybettiğimi, neyi aradığımı, aradığımın neler olduğunu yeniden unutup, ruhumu hiç tereddüt etmeden, beni içine çeken şiir girdabına bırakıp, şiir kapısından hızla giriyorum...
Bulunmaz'ın "ey eylem" başlıklı şiiriyle, milattan çok daha önceye kadar gidiyorum. İsa'sız zamanlara. Bu şiirin ivmelendirmesiyle, Yunan mitinin "Tanrı"larıyla hasbihâl etmeye sürükleniyorum... En acımasız "Tanrı" Hades bile gülümsüyor benim bu garip hâlimi görür görmez. Hades, sanki bana şöyle sesleniyor: "Hiçbir 'Tanrı', insanoğlundan daha acımasız değil!" Ben tebessüm ediyorum!...
Bulunmaz'ın "ey çürük insan" başlıklı şiiriyle, bildiğim zamanlara gidiyorum: Sene 1990... Uludağ Üniversitesi Görükle Kampüsü... Ermenistan'ın, Karabağ'ı işgâli üzerine, Azerbaycan için yaptığımız toplantıdayım... Kendilerini "solcu" olarak niteleyen öğrencilerin saldırısına uğruyoruz... Eylemimiz, "faşizan müdahale" nedeniyle ciddi bir zayiatla sonlanıyor... Ama içimde şiir filizleri kaynıyor!...
Ben, hayatımda sadece üç şiir yazdım... Bu şiirlerden biri o gün, Görükle'de aklıma gelmişti... Hatırladığım kadarıyla şöyleydi:
Onlar barışçıdır, daha hırçın savaşçıdan
Onlar insancıldır, hayvan gibi saldıran
Onlar sevgilidir, sevene kan kusturan
Onlar özgürlüğe inanır, beni zincirle boğan
Onlar zikrederler, fikriyatına aksi
Onlar ancak görürler, yarasa misali…
Yine o yıllardaki benzer bir olay üzerine şu dizeler mırıldandım:
İnsanız, insan hakları için ayaktayız derler,
O ayaklarla insanları ezip geçerler…
Dizelerin bana rağmen dudaklarımdan döküldüğünü hatırlarım...
Hilmi Bulunmaz'ın "ey çürük insan" başlıklı şiiri, bugünün riyakâr insanlarını, hainlerini, döneklerini de tanımlaması bakımından, sayfalarca yazılacak kitaplardan çok daha net ve çok daha keyifli bir biçimde dile getirebilme gücüne sahip...
"'ey şiir', şiir nedir?" sorusunu sormaya yöneltti beni ve işte bu yönelimle, ufak bir araştırmayla ulaştıklarımı aktarmak şart oldu:
Şiir, "bilme, anlama, tanıma" manalarına geliyor. Cahit Telkök'e göre şiir, "şiar" kelimesinden gelir. Zirve demektir; sözün zirvesi. Telkök'e göre şiir, kelimelerin ilmek ilmek işlenmesidir; şuurdur.
Sultanahmet'teki Türk Edebiyat Vakfı'nın "Çarşamba Sohbetleri" eskiden çok rağbet görürdü. Rahmetli Ahmet Kabaklı Hoca'nın başkanlığındaki "Çarşamba Sohbetleri" tadına doyum olmaz bir etkinlikti... Hele ki, konu şiir dinletisi ise, tadından geçilmezdi... Bu sohbetlere, Allah kendisine selamet versin "Kuvayi Milliye Fatma Ragibe" olarak da bilinen Fatma Ragibe Kanıkuru da müdavimdi. Fatma Ragibe, sohbetin en koyu olduğu ânda, herkesi şenlendirecek bir nutuk atardı mutlaka. Ahmet Kabaklı'nın, kendisini incitmekten imtina eden bir ses tonuyla, Fatma Ragibe'yi sakinleştirmeye çalışması ve bunu gayet büyük bir ustalıkla, hem de çok kısa bir sürede başarması takdire şâyandı...
Bu şiir konusu vesilesiyle rahmetli Dilaver Cebeci'yi, üstat Yavuz Bülent Bakiler'i ve bütün şiir dostlarını hatırlamak çok sevindirici.
Estet ve üstat Mim Kemal Öke'nin estetik öncesi ve sonrası hâlleri, bu sohbetlerin müdavimi yaşlı bir hanımefendiye, konuşmacının Mim Kemal Öke olduğunu, tam da konuşma sırasında anlatmak için akıttığım teri anımsamak, beni hâlâ güldürüyor... O zamanlar yaşadığım şiirsel anılar, uzun bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden; 1990 - 1998 yılları, TEDEV'in "Çarşamba Sohbetleri"...
Ne demiştik? Şiirin sayısız tarifi yapılmıştır. Rahmetli edebiyatçı Ahmet Kabaklı, bu durumu çok açık bir dille şöyle ifade etmiştir:
"Nesirde nasıl ki yazarın bir üslubu varsa, şiirin içinde de şairin bir sırrı vardır. Ve şair adedince sır vardır ki, bu da, şair adedince şiir tanımının olduğunu gösterir."
Hilmi Bulunmaz'a, şiirleriyle bana sağladığı pozitif kayıplarımı hatırlatması, geri kazanımlarımı elde etme gücü vermesi ve en önemlisi, yüzümde bıraktığı buruk tebessüm için canı gönülden teşekkür ederim. Yüreğinde şiir taşıyan tüm şairlere şunu söyleme ihtiyacı hissediyorum: Yüreğinize ve bilginize bin sağlık dilerim…