22 Şubat 2013 Cuma

Nurhayat Y. Güneş, Doç. Dr. Sema Göktaş'ın eleştirisini eleştirdi...

Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı Öğretim Üyesi ve Yeni Tiyatro Dergisi "Sahibi" Sayın Doç. Dr. Sema Göktaş'ın yazdığı "Zengin Mutfağı Dolayısıyla" başlıklı yazısına karşı, sadece iddialara dayanarak değil, somut gerçeklere dayanarak yazılmış bir eleştiri yazısı...

Nurhayat Yılmaz Güneş
22 Şubat 2013

T.C. Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Erbil Göktaş'ın yönettiği Yeni Tiyatro Dergisi'nin Şubat 2013 tarihli 46. sayısındaki en talihsiz yazılardan biri de Doç. Dr. Sema Göktaş'ın yazdığı "Zengin Mutfağı Dolayısıyla" başlıklı yazıdır…


Ben, söz konusu ettiğim Doç. Dr. Sema Göktaş'ın yazısını, bütün iyi niyetimi son damlasına kadar kullanıp, "talihsiz bir yazı" olarak niteledim. Bu yazının talihsizliği, "Zengin Mutfağı" ile ilgili olarak benim yazdığım ve sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın "'Zengin Mutfağı'nı protesto eden genç kızın arkadaşı Nurhayat Yılmaz Güneş, sadece kendinin değil, protestocunun da derdini anlattı!" başlığını attığı yazıdan önce yayınlanmış oluşudur. Bu, Sema Göktaş'ın şansıdır! 


Bence, "Zengin Mutfağı" adlı oyun, toplumda bir kesimi diğer bir kesim aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden bir oyundur. Tabii ki, bu sözü söylerken, "kitapta durduğu gibi duran 'Zengin Mutfağı'"dan bahsetmiyorum. Ben bu sözü söylerken, her ne akla hizmet edilmişse, "daha cesur bir dramaturjiye ihtiyaç duyan" bir dramaturgdan ve yönettiği oyunun klasikleşmesine bile aldıracak kadar düşünce geliştirmeyip, sadece gişe gelirinden elde edilecek paranın değerini sürekli önemsediğini sandığım Aslı Öngören'in sahnelediği oyundan bahsediyorum... Çünkü, Sayın Hocam Doç. Dr. Sema Göktaş'ın da T.C. Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı'ndaki öğrencilerine öğrettiğini sandığım gibi, herhangi bir tiyatro oyun metni, sadece kağıt üzerinde, yalnızca kitap içerisinde kaldığında, o oyun, bir edebiyat eseri, sahneye uygulanarak oynandığında ise bir tiyatro eseri hüviyetine hak kazanmış olur.


Siz bu oyun için "daha cesur bir dramaturjiye ihtiyaç duyuyor" derken, neyi kastettiğinizi tam olarak anlayabilmiş değilim. Siz, "sahibi olduğunuz" (Dikkat ediniz; "sahibi olduğunuz" diyorum; sahibi olduğunuz demiyorum. Buradaki tırnak işâretleri -""- çok önemli...) Yeni Tiyatro Dergisi'nde yazı yazdığınız gibi okulunuzda ders veriyorsanız, durup düşünerek, aldığınız öğretim üyesi aylığınızı sorgulamanızı istirham edeceğim. Türk tiyatrosuna, üstelik benim verdiğim vergilerle tiyatro sanatına hizmet etmesi gereken İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'na "daha cesur bir dramaturjiye ihtiyaç duyuyor" duygusu vermek, benim hiç hoşuma gitmez. Sahi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Zafer Şahin, sizin derginizin Yayın Kurulu Üyesi değil mi (idi)? Bir telefon açıp, benim, bizim, "Zengin Mutfağı" oyununu"protesto etme" biçimimizi öğrenemez miydiniz? Hilmi Bulunmaz, gidip oyunu izlemekle birlikte, oyunu izlediği gün, karşısına çıkan hangi yetkiliyi bulduysa, protestonun içeriğini kılı kırka yararak sorup soruşturmuş. Hem de bir akademisyen ve/ya Hilmi Zafer Şahin'in "kader arkadaşı" olmamasına rağmen. Siz, bir akademisyen ve bir derginin "sahibi" olarak, neden Hilmi Bulunmaz'ın gösterdiği zorunlu duyarlılığı gösterme zahmetine katlanmıyorsunuz ki?


Sayın Hocam Doç. Dr. Sema Göktaş, "daha cesur bir dramaturjiye ihtiyaç duyuyor" derken, "Zengin Mutfağı" oyunu nedeniyle İBBŞT'nin ektiği içtimaî (toplumsal) nifak tohumunun hafif kaldığını mı söylemek istiyorsunuz? Ekilen içtimaî nifak tohumu, daha mı ağır olmalıydı? 12 Eylül 1980 öncesindeki gibi, sentetik zıtlıklarla hareket edip, anlamsız eylemlilikler yapılacak bir noktaya mı savrulmalıyız? Beni, bizi, daha sevimsiz bir ruh hâline savuran bir sahneleme tekniği mi öneriyorsunuz? Sahi, siz, neden anlaşılır olacak kadar daha cesur bir yazı yazmaya ihtiyaç duymuyorsunuz?


Belki de, sizin için, yaklaşık olarak dört yıl önce Orçun Masatçı'nın yönettiği ve Aydın'da da sahnelenen "Zengin Mutfağı" çok daha cesurdur. Ben, Orçun Masatçı'nın yönettiği "Zengin Mutfağı" oyununu seyretmedim. Ancak oyunun sonunda Alparslan Türkeş'e küfür edildiği iddia ediliyor. Orçun Masatçı, kendisinin yazıp, "istanbul alternatif tiyatrolar - platformu" sitesinde yayımlattığı ilgili yazıda, aynen şunları dile getiriyor:


"... Hüsnü Ertung, geçtiğimiz yıl 'Zengin Mutfağı' oyunumuzun Alparslan Türkeş'e küfrettiğimiz iddiasıyla, Aydın halkının bizim tiyatromuza karşı duyarlı olduğunu..."


Sayın Hocam, tabii ki, benim adım Doç. Dr. Sema Göktaş olmadığı için, ben, "belki de" sözcüğüyle başlayan bir söz söylüyorum ve bu sözün uzantısında "Alparslan Türkeş'e küfür edildiği iddia ediliyor" diyorum. Bunun bir iddia olduğunun anlaşılması için büyük bir çaba harcıyorum. Bu iddiamı da bir belgeye dayandırıyorum. Ancak, Doç. Dr. Sema Göktaş, akademisyen olmanın verdiği "ağır abla" hâliyle, aynen şöyle söylüyor:


"Zengin Mutfağı'nın ikinci gecesinde üç kadın seyirci kurt işareti yapıp, 'Tanrı Türkü Korusun!' diye slogan atmış. Daha sonra kurtla ve faşizmle aralarında bir bağ olduğuna inanan bazı siyasiler şikâyetçi olmuşlar; oyunun gösterimi bir süreliğine durdurulmuş. İzlediğimiz oyunun 'son oyun' olmamasını diliyorum. Ayrıca bu süreci krize dönüştürmeden sağduyuyla yöneten İBBŞT Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Zafer Şahin'i kutlarım. Kurt işareti yapıp salonu terkedenlere, partimiz takipçi olacak deyip hakikaten takip edenlere; kısacası bu nostaljik gösteriyi aynı nostaljik duygularla protesto edenlere ise Allah akıl versin. Ey Türk tiyatrosu, muhtaç olduğun kudret damarlarındaki işte bu kanda zaten mevcut. Tiyatromuza bir şey olacak diye korkmamıza hiç gerek yok. Çünkü bu malzeme bolluğunda tiyatro yapmamak imkansız ve bu halkın ona sahiden ihtiyacı var!"


Ben, "Zengin Mutfağı" oyununu protesto eden "üç kadın seyirci"den biri olarak kategorik hâle getirilmiş biriyim. Doç. Dr. Sema Göktaş, belgeye, bilgiye, bulguya, delile, kanıta, tanığa ihtiyaç duymak yerine, sadece ve yalnızca iddiayla yetinip şöyle söyleyebiliyor:


"Zengin Mutfağı'nın ikinci gecesinde üç kadın seyirci kurt işareti yapıp..."

Sahnedekileri gaza getirmek ister gibi, "daha cesur bir dramaturjiye ihtiyaç duyan" Sayın Hocam Doç. Dr. Sema Göktaş, iş somut bir yazı yazmaya gelince, üzerine akademisyenlik kostümü giymenin verdiği ayrıcalıkla, okulundaki toy çocukları inandırır gibi, sadece iddiaya yaslanmasına rağmen, sanki herhangi bir tartışılmaz "kutsal metne" yaslanmış gibi bir burun farkıyla "ağır abla" olarak hareket ediyor. Oysa Doç. Dr. Sema Göktaş, akademisyen kostümünün, sadece bir kostüm olduğunu öğrenmeli. Ben ki, sadece ve yalnızca bir tiyatro izleyicisi olma iddiasında olan biri olarak, Doç. Dr. Sema Göktaş gibi davranmayıp, beş kuruş kazanmadığım, hattâ, her sezon onlarca oyun izlemek için küçük bir servet harcadığım tiyatro sanatı hakkında yazı yazarken, iddia düzeyinde bile herhangi bir söz söylediğimde, söylediğim sözümü belgeye dayandırıyorum. Ne diyorum? "Orçun Masatçı'nın yazdığı yazıda, Hüsnü Ertung..." İki kişinin adını açık açık vermekle birlikte, bir de bir belge sunuyorum. Doç. Dr. Sema Göktaş ise, sadece iddia ediyor ve iddia ettiği konuya dayanak bulmak için hiçbir gayret göstermiyor. Bir insan, bir fincan çay servis ederken bile bir gayret gösterir!

Akademisyen, aydın, öğretim üyesi, oyun yazarı olarak tanımlanan ya da bu kategoride olduğunu hissedenler, çok fazla bir çabaya gerek duymuyorlar. Onlar zâten olmuşlar. Onlar, değil kafalarına, değil gözlerine ufak bir devinim kazandırma kabiliyeti elde etmeyi, sıradan insanlar kadar bile çaba harcamıyorsa, bu oyundaki Selim tipiyle ne anlatılmak istendiği ve bu tiple ne amaçlandığının farkına varmayacaklardır. Ancak, benim gibi sıradan bir tiyatro izleyicisi bile, oyun metninin dışına çıkarılan bu tipin ajitatif hâle getirilmesiyle, ne yapılmak istendiğini, hangi yaranın kaşındığını, nasıl bir üçüncü sınıf oyun pazarlama taktiği olduğunu derhal anlıyorlar...


Keza Selim'in "it"leşme sürecindeki söylemleri ne hikmetse hep Türklük üzerine... Hilal bıyık ayrıntısı da cabası... Selim "it"leşirken, bunun yanı sıra ona dayatılmaya çalışılan birtakım nitelikler ve bu nitelikleri de ölçüt alarak, "şerefsiz, pezevenk, faşist" vb. tarzı hakaretlerin sahneden gırla sarf edilmesine ne demeli?!... "...daha cesur dramaturjiye ihtiyaç duymak..." için, yargının bile ilinti kuramadığı hususta, yargının da önüne geçip, Ogün Samast'ın, Hrant Dink'i öldürdüğünde kafasında olan "beyaz bere"nin birebir aynısını Selim'in başına geçirerek, bir de "Ermeni  katili" yaftası elde etmek, hiç de inandırıcı, hiç de samimî değil!... İddia düzeyinde bir yazı yazan Sayın Hocam Doç. Dr. Sema Göktaş, hiçbir delile aldırmadan çalakalem yazı yazma yetkisini Yükseköğretim Kurulu'ndan mı alıyor Allah âşkına?!!! "Türkiye'nin en yaygın tiyatro dergisi Yeni Tiyatro"yu böyle bir mantıkla mı yayınlıyorsunuz siz Sayın Hocam Doç. Dr. Sema Göktaş Hanımefendi? Resmî tiyatro kurumlarından bu mantıkla mı reklâm parası alıyorsunuz? Bu mudur sizin sanat anlayışınız? Benim sanatseverlik anlayışım, bu kadarına "pes" derken; sizce daha cesurca ne yapılabilirdi ki sanat(!) adına İBBŞT sahnelerinde. Aşağı yukarı yirmi yıldır oyun izleyen, sürekli olarak tiyatro eleştirisi okuyan bir insan olarak, sizin yazdığınız iddia düzeyindeki patinaj yapan, hiçbir bilimsel değere, en küçük bir belgeye bile yaslanmayan yazınızı okuyunca, inanın ağzım açık kaldı. İnanın, öğretim üyesi olmadığım için ne kadar sevindiğimi anlatamam...


Evet "Zengin Mutfağı" oyununu sahneleyen ve bu oyunu eleştirel bir süzgeçten geçirmeden izleyen militanlara (bu ibare, içtimaî dramaturji olarak fazla cesur oldu galiba; müsaadenizle değiştirip yumuşatayım) şakşakçılara rağmen hâlâ tiyatrodan bahsedebiliyorsak, kesinlikle haklısınız; "Tanrı Türk Tiyatrosunu koruyor."


Sayın Hocam Doç. Dr. Sema Göktaş Hanımefendi, sanırım, bu oyun metninden türetilen sinema filmini izlemişsinizdir. Çünkü siz, Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı Öğretim Üyesi'siniz... Bu oyunun metninden türetilen filmde, Türklük, Türkçülük, Türk Milliyetçiliği ile ilgili bir söyleme rastlayamazsınız. Filmde "Ben erkeğim hiçbir şeyden korkmam" repliği, her nedense İBBŞT sahnelerinde sahnelenen oyunda "Ben Türk'üm hiçbir şeyden korkmam" şekline dönüşüyor.


Sayın Hocam Doç. Dr. Sema Göktaş, ben, sizi, kendi camiam adına temin ederim ki, bu tarz kapsayıcı değil itici söylemlerin olmadığı "Zengin Mutfağı" oyununa hiçbir kimse hiçbir tepki göstermezdi. Siz, şunu mu demek istiyorsunuz: "Biz tiyatrocular, sahnelerden istediğimiz gibi tepki gösteririz, ancak siz izleyiciler olarak asla tepki gösteremezsiniz!" Biz, bu tepkisizlik önerisine kesinlikle katılmayız. Ancak, siz Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı'nda ders verdiğiniz toy öğrencilerinize bu görüşlerinizi, yani "...daha cesur dramaturjiye ihtiyaç duymak..." anlayışınızı sürekli olarak tekrar etme özgürlüğüne sahipsiniz. Çünkü, sizin arkanızda Yükseköğretim Kurulu var.


27 Aralık 2012 Perşembe akşamı Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ndeki 2. sıra 14. koltuktan kalkıp kapıya doğru hareket eden genç kızın (siz, her nedense "kadın" diyorsunuz), kısacık bir sürede, bozkurt işareti eşliğinde "Tanrı Türk'ü korusun" sloganı atması sizi çok rahatsız etmiş. Oysa, oyuncuların repliklerle dakikalarca, defalarca sahneden yaptıkları hakaretler söz konusuydu. Sadece 1,5 dakika (doksan saniye) bile sürmeyen ufak bir tepki ve o tepki neticesinde gelişen, sanal âlemdeki devasa, ancak gerçek âlemde görünmeyen sözüm ona "devrim cephesi yada sanat cephesi" haykırışları... Nihayetinde, kulisteki hesabın değil çarşıya, işportaya bile uymaması.  


"Zengin Mutfağı" oyununun İBBŞT Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde Aralık / 2012 - Ocak / 2013 tarihlerindeki  doluluk oranı, yapılan "'Zengin Mutfağı' kapalı gişe oynuyor" propagandasının (bu yazıyı Hilmi Bulunmaz yazsaydı sanırım "propaganda" yerine "palavra" kelimesini kullanırdı) aksine ancak % 40'lardaydı.  21 Şubat 2013 itibariyle, "Zengin Mutfağı" oyununun oynanacağı günlerden daha sonra oynanacak "İstanbul Efendisi" oyununun biletleri tükenmek üzere iken ve bu oyunu "Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım" oyunu takip ediyorken, "Zengin Mutfağı" oyunun için hâlâ istemediğiniz kadar boş koltuk var. Hilmi Bulunmaz, bu oyunu izlediğinde, neredeyse salonun yarısına yakını boşmuş. Bu oyun için Ocak 2013 tarihinde Reşat Nuri Sahnesi'nde yapılan "toplu satış"ın aynısı sürekli yapılmalıdır. Bunca yapılan anlamsız propagandaya rağmen, Türk tiyatrosunun baş yapıtı(?) için hiç de hoş olmayan bir rağbet görmeme durumu yaşanıyor.


Haldun Taner'in "Keşanlı Ali Destanı", Orhan Asena'nın "Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe", Namık Kemal'in "Vatana Yahut Silistre", Necip Fazıl Kısakürek'in "Bir Adam Yaratmak", Cemal Reşit Rey'in "Lüküs Hayat", Cevat Fehmi Başkut'un "Harput'ta Bir Amerikalı", Sadık Şendil'in "Kanlı Nigar" ve "Yedi Kocalı Hürmüz" eserleri, bence Türk tiyatrosu klasiklerinden iken "Zengin Mutfağı" oyunu için "klasik" demek, hem Türk tiyatrosunu ve hem de saymış olduğum bu oyunları hafife almak demektir.


Günümüzde yaşanan olaylar herkesin malumudur. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan şu zor günlerde, nefret ve kin güdülerek tasarlanan bu oyunun yerine, başka bir oyunun ikame edilmesi kimseyi öldürmez. Kimsenin canına kastetmez. Oyun oyundur. Bir oyunun, bilinçsizce ya da belki de bilerek militanı olmanın anlamı yoktur. Hele ki bu oyun "Zengin Mutfağı" ise, benim için "klasik" kelimesinin hiçbir anlamı yoktur. Ama bütün bu açıklamalara rağmen, hâlâ yanlışta direnmekte ısrar edenlere ise, "Allah akıl fikir ve bir de bunları kullanabilme yetisi versin" demekten başka yapabileceğim herhangi bir şey yok maalesef.


Yazının bundan sonrasını, sizlerin çok önemseyip, ikide bir alıntı yaptığınız Muhsin Ertuğrul'un birkaç vecizesinin yardımıyla sürdürmek istiyorum.


"Özveriye katlanarak tiyatroya gelen seyirci, bir müşteri değil, armağanıyla gelen saygın bir dost, değerli bir konuktur."


Hiçbir kimse, bize, "Zengin Mutfağı" oyununun yönetmeni Aslı Öngören gibi, "şu oyuna gelin bu oyuna gelmeyin" gibi bir dayatmada bulunamaz. Hiçbir kimse, bize, oyun izleme ambargosu koyamaz. Hiçbir kimse, İBBŞT ve Devlet Tiyatroları sahnelerinden bizim yüzümüze tükürür gibi, "it, şerefsiz, pezevenk, faşist" vb. sözleriyle âdeta hakaretler savrulamaz.


Muhsin Ertuğrul'la devam edelim;


"Hiçbir meslekte dikiş tutturamayanlar bu sahayı serbest bulmuşlar, çalakalem yürüyorlar. Onlara artık 'höst' demek lazım."


Muhsin Ertuğrul'u okumaya devam ediyoruz:


"Şimdi anladım ki; halka gerçek sanatı göstermek isteyip de, kendileri yanlış yola sapanlar, ne kadar acınacak yaratıklardır."


Muhsin Ertuğrul'un bu sözleri, çok acı, çok yaralayıcı sözler, değil mi? Bu sözler, bana, sanatçının ne olması gerektiğinden ziyade ne olmaması gerektiğini anlatıyor. Ya size?!...


Bu vesileyle saygıyla andığımız Muhsin Ertuğrul'a Allah'tan rahmet diliyorum.


İyi temennilerle devam edelim. Tanrı, Türk tiyatrosunun olmazsa olmaz yegane unsuru Türk milletini ve bu ülkede yaşayan herkesi büyük bir sevgiyle korusun ki, sözlerini iddia düzeyinin ötesine taşıma gayreti göstermeyen yazarlara ders verelim.


Haydi son söz de rahmetli Metin Erksan'dan gelsin:


"Lütfen blöfü, gargarayı, göstermelik ilericiliği, sözde biçimciliği bırakıp; kendi içimize, kendi toplumumuza dönelim beyler." 


Ve tabiî ki ekleyelim: 


"Kendi toplumumuza dönelim bayanlar…"