2 Şubat 2013 Cumartesi

"Zengin Mutfağı"nı protesto eden genç kızın arkadaşı Nurhayat Güneş, sadece kendinin değil, protestocunun da derdini anlattı!

Nurhayat Güneş, Bulunmaz Tiyatro'yu ziyaret etti! (Foto: Erkan Doğan)

***

Biz, bugün (2 Şubat 2013 Cumartesi), bize ait Bulunmaz Tiyatro - İstanbul'daki "Shakespeare'iniz kim?" etkinliğine katılıp, bizimle uzun uzun sohbet edenlerle birlikte saatler geçirdik. Bizi ziyaret edenler, bizim yazdıklarımızı kıla kırka yararak okuyan "ülkücü tiyatro izleyicileri" olmalarına karşın, bizim etkinliğimizden ve bizim Marksist söylemimizden asla ve kesinlikle hiç rahatsızlık duymamakla birlikte, bize karşı hiçbir saygısızlık yapmamıştır... 

Biz, "ülkücü" olmamamıza karşın, bizim etkinliğimiz sürecinde ve daha sonraki sohbetimizde, kendilerine "ülkücü tiyatro izleyicileri" adını vermeyi uygun bulduğumuz gruptan rahatsızlık duymadık...

Biz, tiyatro sanatına bakış açımız gereği, tüm tiyatro izleyicilerinin kendilerini, kendi dünya görüşlerini, tiyatro sanatına, tiyatronun estetiğine bakış açılarını ifade etme haklarını hep savunuyoruz... 

Biz, "ülkücü tiyatro izleyicisi" Nurhayat Yılmaz Güneş'in yazısını yayınlayarak, ülkücü olmadığımız gibi, sosyalist bir sitede yazısını yayınlatan Güneş'in de, sosyalist olması asla söz konusu değildir! 

Biz, "Zengin Mutfağı" oyununun bir iki kişinin attığı sloganla devrilebilecek bir oyun olmadığı kanısındayız. Bir iki kişi de, kendi değerlerini savunmak için attıkları sloganla "Zengin Mutfağı" oyununu imhâ etme gücünde olmadıklarının bilincindeler. Ancak, tıpkı 12 Eylül Faşizmi öncesi yapıldığı gibi sentetik bir "sağ-sol çatışması" yerine, emek-sermaye çelişkisiyle estetik bilincin gelişeceğine olan tutkumuz nedeniyle, aşağıdaki yazıyı çekincesiz yayınladık. Gelecek yanıtları da yayınlamayı garanti ediyoruz!...

Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz

***

ZENGİN MUTFAĞI

Nurhayat Yılmaz Güneş
2 Şubat 2013

Biz, sık sık tiyatrolara gidip oyun izleyen üç arkadaşız; Elif Gonca Akdeniz, Serap Gül ve bir de ben; Nurhayat Yılmaz Güneş. Benim takipçiliğim ve tabiî atikliğim neticesinde Devlet Tiyatroları'nın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın (İBBŞT) ve (bütçemizin elverdiği ölçüde) özel tiyatroların müdavimleriyiz... 

Gittiğimiz hiçbir oyun için önceden bir fizibilite çalışması yapıp, oyuna gidilebilirlik ölçütü asla koymayız. Peki, neden koymayız?


Yanlış hatırlamıyorsam sene 1996 idi. "Kanlı Düğün" adlı bir oyun vardı İBBŞT sahnelerinde. Ben, bu oyuna iki defa bilet almama rağmen, birtakım aksilikler yüzünden gidememiştim. Akabinde, "Kanlı Düğün"e giden bir iki arkadaşımın oyunla ilgili olumsuz yorumlarından dolayı bu oyuna gidişimi, gitmediğim başka oyun kalmayınca ancak gerçekleştirdim; o sezon seyrettiğim en iyi oyundu. O gün bu gün, ne bir oyun, ne bir kitap, ne bir sinema eleştirisine, bana yaptırım uygulatacak kadar kulak asarım!...

Diğer arkadaşlarımı bilemem, ancak oyunla ilgili malumatım olsaydı da, yine de giderdim 27 Aralık 2012 akşamı Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ne. Niye 27 Aralık 2012? Çünkü, günlerden perşembe ve halk günü, yani biletler indirimli ve ben, özellikle perşembe günlerini, çok sayıda insanı tiyatroya götürebilmek adına tercih ederim. (Devlet Tiyatroları'nın da böyle bir halk günü belirlemeleri istirhamımdır. Mümkünse perşembe günü olmasın!)


İBBŞT'nin "Zengin Mutfağı" adlı oyununa geçmeden önce, Devlet Tiyatroları'nın "Zalim Mahmut - Bir Kurtlu Kıssa" adlı oyunundan biraz bahis açmak istiyorum. Bu oyun "Gençlik Oyunu" olduğu gerekçesiyle, tam 4.00 TL ve öğrenci 2.00 TL'ye sahneleniyor. (Şubat 2013'de bu durum tuhaf bir şekilde değiştirildi.) Bu oyunu sanırım fiyatından dolayı pek ciddiye almadım ve yine oyunların hepsini seyredince seyrettim. Elif Gonca ve Serap, bu oyunu izlemeye gelemediler. Burada kalkıp oyunu anlatmayacağım. "Zengin Mutfağı"ndan daha seviyeli ve usturuplu da olsa, "solcuların at gözlüğü ile baktığı", kendilerini kamuya açık platformlarda haklı duruma getirmek için, kendi kafa ürünleri olan, "iğrenç bir ülkücüydü Mahmut". Böyle düşünülmesi için de, bilhassa çaba sarf edilmiş ve "ülkücü söylemlerle" destekleniyordu. Mahmut'u oynayan arkadaşımız Umut Tabak, normal hayatında ve fotoğraflarında "eli yüzü düzgün bir oyuncu"muz. Ancak, rolüne kendini öyle bir kaptırıyor ki, "eylemlerinin iğrençliği"ne, bir de mimikleriyle siması eşlik ediyordu. Öyle ki, seyircilerin arasından birçok insanın duyabileceği şekilde; "Ne iğrenç şeysin sen!", "Allah belanı versin senin!" tarzında hiç de hoş olmayan sesler yükseliyordu. 


Gelelim "Zengin Mutfağı" adlı oyuna... Elif Gonca'nın kendi facebook.com sayfasında, "Tiyatro sahnesinde alkışlanmak da varmış." başlığıyla oyunu özetleyen ve oyun hakkındaki düşüncelerini açıklayan notunu aşağıya olduğu gibi aldım.


"Bu akşam, Serap, Nurhayat ve ben, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın 'Zengin Mutfağı' adlı oyununu izlemeye gittik. Oyun, adı üstünde bir zenginin mutfağında geçiyor. Oyun alt katta gerçekleşiyor; üst kata çıkmıyor sahneler. Şivesinden Bolulu olduğunu tahmin ettiğimiz aşçı rolündeki oyuncu, başrol oynuyor. Şivesi güzel, rolünü hakkını vererek oynuyor. Aşçının yamağı, yanında yetiştirdiği genç kız; genç kızın üniversitede okuyan parasız nişanlısı, zenginin şoförü, şoförün komünist ağabeyi diğer rollerde ve gayet başarılı oynuyorlar. Olay 1970'li yıllarda geçiyor. Sendika kanununun değişmesini protesto eden işçilerin işten çıkarılmasını, bu mağduriyeti anlatıyor. Buraya kadar sorun yok.


Oyunun daha sonraki sahnelerinde, oyuna Almanya'dan getirilen bir kurt köpeği 'rolü' sokuluyor, ben huylanmaya başlıyorum. Yamak kızın nişanlısı fakir parasız genç, sevdiği kızla evlenebilmek ve kızı hor görüldüğü bu zengin mutfağından kurtarmak için, tanıdığı bir komünist işçiyi, para ödülü alabilmek için ihbar ediyor. Daha sonra, polis, o komünist işçinin saklandığı yeri basıyor ve onu öldürüyor; yanındaki arkadaşlarından biri kaçmayı başarıyor. Fakir parasız nişanlı da, kaçan komünist tarafından görülmenin korkusuyla zengin evine, nişanlısının yanına kaçıyor; sümsük, korkak bir genç zâten. Dengesi bozulan fakir parasız genç, vicdan azabı çekiyor ve hem ölüme sebebiyet verdiği için, hem de korkusundan 'keşke kaçan da ölseydi' diyor. Fakir parasız gencin, komünistlerden korunmak için saklanması gerekiyor. Aşçı, (fakir parasız gencin) çalıştığı evde kalabilmesi için zengin ev sahibinden izin almaya gidiyor. Zira zengin adam da patron; işçi çalıştırıyor, işçilerin grevlerinden, eylemlerinden rahatsız. Bu sebeple zengin adam, bu fakir, ispiyoncu, korkak adamı çağırıyor yanına; sözüm ona komünistlerin yaptıkları kötülüklerden bahsediyor. Onlarla mücadele edilmesi gerektiğini anlatıyor ve fakir genci eğitilmek üzere 'kamp'a gönderirken, biz Nurhayat'la bakışıyoruz.


Fakir genç kamptan döndüğünde, kelimenin tam anlamıyla 'bir it' olarak çıkıyor karşımıza. Her dizi ve oyunda unutulmayan hilal bıyık ayrıntısı burada da yerini buluyor. Bu 'ülkücü'(!) olmuş delikanlının  giyimi, kuşamı, konuşması, insanlara bakışı, yemek yiyişi, kısaca her şeyi, o bıyıkla birlikte değişiyor. Ve biz, artık fakir gencin saldırarak yemek yemesini, baskınlara gitmek için patrondan para almasını, insanlara saygısızlığını, sevdiği kıza bile 'öküz gibi' davranışlarını izlemeye başlıyoruz. Hilal bıyıklı paralı asker, nişanlısının apolitik hâline kızıp, onu eğitmeye çalışırken, bütün milletlerin bize düşman olduğunu anlatıyor. Bu yetmiyor, içimizdeki düşmanlardan bahsediyor. 'Tanrı Türk'ü korusun' bile diyor bu oyun kişisi. Başlıyor saymaya: 'Önce Kürtler, Çerkezler, Arnavutlar, Araplar, Boşnaklar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler…' sayıyor, sayıyor; hattâ Pomakları bile sayıyor, Pomakların Türk olduklarının farkında olmadan... Nişanlısı saf kız, biz gerçeği anlayalım diye şöyle soruyor ona: 'Peki geriye kimler kaldı?', 'Türkler' diyor bu ucube oyun kişisi. Ben de, Nurhayat'a diyorum ki; 'işte azınlık olduğumuzun delili.'


Bu sahte kabadayının cesaret söylemlerinden sonra bir kapı vurmasıyla nasıl irkildiğini, 'Biz bir şeyden korkmayız,biz Türk'üz.' diye masaya vurduktan sonra elinin acımasıyla 'Aaahhh!' diyerek nasıl inlediğini görüyor ve bunlara gülüyoruz!!! Zirâ, oyun 'komedi değeri' de taşıyor. Hattâ ön sırada başörtülü bir arkadaş kahkahalarla gülüyor bu sahnelerde... Biz 'ya sabırlar'la oyunu izliyoruz. Nurhayat'ın kulağına homurdanmaya başlıyorum. Perde arasında eleştiriyoruz oyunu. Ben, Nurhayat’a 'Sonuna kadar dayanamayabilirim, daha da azıtırlarsa bırakır çıkarım oyunu' diyorum. Devam ediyoruz izlemeye... 


Aşçı, herkese saldırdığı için, kurt köpeğini zehirliyor. Ama köpeğin sahibinden korktuğu için, 'çingeneler zehirlemiş' gibi anlatıyor. Bizim ülkücü(!); 'komünistler yapmıştır, buraya kadar sızmışlardır' deyip, paranoid tavırlar içinde olayın peşine düşüyor.  Böylelikle, nişanlısının abisinin de sendikada çalıştığını öğreniyor ve sevdiği kızın onlarla işbirliği yaparak köpeği öldürdüğüne inanıyor. Ve sevdiği kıza da 'ceza kesmeye' hazırlanıyor. Kız, bunu anlayıp müthiş bir hayal kırıklığına uğradığında, onu teselli etmeye çalışan komünist, ona ülkücü olan fakir gencin 'kafasındaki ölçü' yüzünden böyle davrandığını söylüyor. Ben de, bir ülkücü olarak böyle bir kafa ölçümüz olduğunu orada öğreniyorum. Ölçü şu: 'Bizden olmayan herkes düşmandır', 'Bizim gibi düşünmeyen herkes komünisttir.' Bu ve benzeri cümlelerle bu uyduruk kafa ölçüsü sıkça tekrarlanıyor oyunda.


Aşçı, siyasi bir görüşü olmamasına rağmen, tiplemeyi o hâle getirdikleri için, 'pezevenk' diye bahsediyor bu arkadaştan. Yani biz, kendi vergilerimizle ve üstüne üstlük, satın aldığımız bilet paralarıyla 'pezevenk, it, köpek, şerefsiz, faşist' lâflarını yiyoruz. Serap, dönüp dönüp bana bakıyor. Biz, sıkıntılı hareketler yapıyoruz. Sonuçta 'Hay ben bu faşistlerin'le başlayan ve o ânda sinirlendiğim için tam olarak hatırlayamadığım, hakaretli, bela okumalı cümlelerin üzerine, Serap arkasına dönüp, 'ben çıkıyorum' diyor. 'Ben de geliyorum' diyorum. Ben, izleyicilere 'müsaade eder misiniz' diyerek dışarı çıkmaya çalışırken, arkamdan sesler duyuyorum. Bu arada, biz, üçüncü sıradayız; Serap önümüzdeki ikinci sırada ve salon da karanlık falan değil. Yani sessiz olarak, o ortamı terk etmek bile yeterli protesto. Ama biz çıkarken, Serap da çıkmaya hazırlanıyor ve bir yandan diğer eliyle sahneye, 'bozkurt işareti' yaparak; 'Tanrı Türkü korusun' sloganı atıyor; slogana seri hâlde devam ettiği için, ben de duyuyorum. İzleyiciler, bizi alkışlayarak protesto ediyor. Nurhayat'ın söylediğine göre, yuhalama ve küfür de vardı. Koskoca Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nden protesto alkışlarıyla uğurlanıyoruz.


'Öyle bir geçer zaman ki' ile hızını alamayan 'bir güruh, bir zihniyet' ülkücüleri aşağılamayı, hor görmeyi ve topluma, yeni nesillere yanlış tanıtmayı amaç edinmiş. Fakirlik edebiyatı yaparak, küfrettikleri sermayenin gücü ve iş imkanlarıyla bizlere saldırıyorlar. Bizim basınımız, tiyatromuz, sinemamız yok. Mağdurken zalim rolünü veriyorlar biz ülkücülere... Ve biz bunları izliyoruz..."


Elif Gonca ve Serap'ın oyunu sonuna kadar seyretmeleri için "Zalim Mahmut"tan ve ne derece iğrenç göründüğünden bahsediyorum. "Hiç olmazsa Selim'i, Ali Mert Yavuzcan gibi bir oyuncunun oynuyor olmasını lütuf olarak algılamalıyız" diyorum. İnanmadığım daha bir çok şeyi sıralamama rağmen, ikna edici olamıyorum. Ve malum olay gerçekleşiyor. Ancak, sizin bildiğiniz tarzda değil, saldırı hiç değil.


Bu oyun, sahneden Türk milliyetçilerine seviyesiz bir şekilde küfür eden, saldıran, ötekileştirmeye karşı görünerek bizzat ötekileştiren bir kategoride "başyapıt" olmaya aday gösterilebilir.


Twitter'da 28 Aralık 2013 tarihinde yayınlanan İŞTİSAN antetli afişte yazılanlar dikkat çekicidir: "Şehir Tiyatrolular ve Kamu oyuna! Birileri oyunlarımızdan zengin mutfağına, interaktif katkıda bulundu. Faşizme geçit vermeyiz! Vermeyeceğiz! Bütün ulaşabildiklerimize çağrımızdır. Harbiye Muhsin Ertuğrul'da buluşuyoruz."


Yine TİYED antetli "Kınama, Tebrik ve Çağrı" afişinde şöyle yazıyor; "İstanbul Şehir Tiyatroları oyunlarından  Zengin Mutfağı'na yapılan faşist saldırıyı nefretle kınıyor; oyuna sahip çıkan ve oyun çıkışı oyuncular servise binene kadar nöbet tutan tüm seyircilerimizi tebrik ediyor ve saygıyla selamlıyoruz! Tiyatroyu ve tiyatro emekçilerimizi desteklemek üzere tüm sanatçı dostları, seyircileri ve tiyatro emekçilerini 28 Aralık 2012 saat 20:30’dan itibaren Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde nöbet tutmaya çağırıyoruz."


27 Aralık 2012 gecesi tiyatrodan hemen hemen en son çıkan seyirci olarak ve interaktif katkısıyla geceye damgasını vuran Serap ve sabrının zorlanmasına rağmen sessizce ve bir o kadar nazikçe oyunu terk eden Elif Gonca, beni ön kapıda beklerken, hiç birimiz "tebrik gerektirecek bir seremoni"ye rastlamadık.


28 Aralık 2012 tarihli soL Portal'da olay şöyle yazıldı: 


"Dün oyunun sergilendiği İstanbul Şehir Tiyatroları'nda 5 kişilik bir grup küfür ederek salondan ayrılırken, oyunun sonunda faşizme tepki gösterilen sahnede ise iki kadın kurt işareti yaparak sahneye saldırmaya çalıştı. Bunun üzerine seyirciler saldırıyı yuhalarken, saldırganlar salondan ayrıldı." 


Ben, bu satırları okurken, en güldüğüm husus, yazdıkları yalandan ziyade, bold harflerle gözümün içine içine, yanıp yanıp sönen "HALKA YALAN SÖYLEMEK SUÇTUR!" mottosuydu. BİRGün Gazetesi de, 8 Ocak 2013 tarihinde; "Tiyatroda şimdiki hedef Zengin Mutfağı" başlığıyla konuyu işlemiş doğru ve dürüst habercilik konusunda, soL Portal'dan aşağı kalmayacağını ispatlamıştır. Konu birçok gazetede, birçok İnternet sayfasında yazılıp çizilmiş, ancak hiç kimse olayı olduğu gibi anlatmamıştır.


Sadece, "Ay Ecesi" oyununu zevkle izlediğim Burçak Çöllü Hanımefendi, olay gecesi orada görevli olarak bulunduğu ve olayın abartıldığı gibi olmadığı hususunda bilgilerini twitter aracılığıyla açıklamıştır. Sanatçıların ve gazetecilerin bütünü hakkında dürüstlük eksiklikleri nedeniyle dehşete düştüğümüz noktada, kendisinin, yanıldığımızı ispatlayarak bizi bu dehşetten peri misali çekip aldığını itiraf etmeliyim.


BİRGün Gazetesi'nde; "Tiyatroda şimdiki hedef Zengin Mutfağı" başlıklı yazıyı kaleme alan yazarımız(!) eleştirmenimiz(!) Yaşam Kaya, oyunun şubat programında yer almadığı ve sansür dedikoduları yapıldığı günlerde, 19 Ocak 2013 tarihinde attığı tweet'te 8 Ocak 2013 tarihindeki yazısının linkini vererek; "'Ben söylemiştim' demekten nefret ediyorum." diye kendince beylik bir lâf etmiştir. Bu tweet'ine yanıt olarak, ben, kendisine şu soruyu yönelttim: 


"Şu ânda sansüre veryansın edenler, sansüre sebep olanlardır. Siz, iki bayanın demokratik tepkisini abartarak yazanlardan biri değil misiniz?" 


Buna herhangi bir cevap almadığım gibi, sanırım kendisi sansüre karşı çıksa da, eleştirel en küçük noktada sansüre başvuranlardan olmalılar ki, beni hemen engellediler. Tabii ki, alınmadım, gücenmedim. Literatüre "Arda Aydın'la Arda Turan’ı ayırt edemeyen eleştirmen" olarak geçen birinin nasıl biri olduğu bellidir sanırım. 


EVET, BASİT, UFAK, GAYET DEMOKRATİK VE TEK KİŞİLİK TEPKİ GÜNLERCE ŞÖYLE DİLE GETİRİLDİ:


"FAŞİSTLER TİYATRO BASTI! FAŞİSTLER KÜFÜRLER SAVURARAK SAHNEYE SALDIRDI!"

Bizim tepkimizi abartarak yazanlar, çizenler, "Zengin Mutfağı" Şubat 2013 programında görünmeyince, birden çark edip, savaş çığırtkanlığını bırakarak; "İki kişi istiyor diye oyun mu kalkar? İki kişi rahatsız oldu diye oyun mu kalkar? İki kişi protesto etti diye oyun mu kalkar..." söylemleriyle, eğer varsa, sansüre kendilerinin sebep olduklarını gayet iyi bilerek, düzeltme gayreti içine düştüler.


27 Aralık 2012 gecesi eve geldiğimde www.youtube.com sitesinden, "Zengin Mutfağı" oyununun sinema versiyonunu izledim. Tiyatro sahnesinde iki saati aşkın süreyle Selim karakteri baz alınarak Türk milliyetçilerine, ülkücü camiaya yapılan küfürlerin ("pezevenk, şerefsiz" vs) hiçbiri yoktu. Sadece, filmin sonuna doğru Lütfü Usta'yı canlandıran Şener Şen'in ağzına pek yakışan ve asla absürt durmayan "it oğlu it" dışında tek küfür yok. Şener Şen'in Lütfü Ustası, faşizme söverken bile "Hay ben şu faşizmin." diyor ve bitiriyor. Tiyatro sahnesindeki gibi Türk milliyetçiliği ve ülkücü görüşle bağdaştırdıkları faşizmin gelmişine geçmişine  saydırmıyor. Selim'in tiyatro sahnesinde bolca kurduğu Türkçülük söylemleri yine sinema versiyonunda yok. "Ben Türk'üm korkmam." repliği sinemada; "Ben erkeğim korkmam." olarak geçiyor. Yine imtinayla Selim'in benzetilmeye çalışıldığı kendi kafalarındaki ülkücü kimliğinin tamamlayıcısı hilal bıyığa da sinema versiyonunda rastlayamıyoruz. Kezâ sinemadaki Selim, filmin başından sonuna kadar bıyıksız. Sinema versiyonu bu ılımlandırma çabalarına rağmen, yine de rahatsızlık verici. Yapımcılığının, sol cenah tarafından rahatlıkla faşist olarak yaftalandırılacağı Türk milliyetçisi ağabeyimiz Türker İnanoğlu tarafından yapılmış olması, bu denli bir ılımanlaştırma hareketinin sebebini de açıklamaktadır.


Elif Gonca'nın oyunu anlatırken "es geçtiği" bir nokta var ki, Selim'in taktığı beyaz bere. Bu beyaz bere, Ogün Samast'ın Hrant Dink'i vurduğunda kaçarken kameralara takılan görüntüsünde başında olan bereyle aynı. Hrant Dink, "Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan ile kuracağı asil kanında mevcuttur." sözü ile TCK 301. maddesi gereği, "Türklüğü tahkir ve tezyif" suçundan altı ay hapse mahkûm olmuştur. Bu olayı uzatıp öldürülmesine karar vererek uygulayanları, hem tetikçilerini hem de azmettiricilerini, camiam adına bir daha nefretle kınıyorum. Hiçbir güç, hele hele bütçesinde bizim de katkımız olan İBBŞT sahnesinden, beni, Türk milliyetçilerini, ülkücü camiayı Hrant Dink'in katili veya azmettiricisi olarak göstererek, Ermeni arkadaşlarımız, dostlarımız, komşularımız ve vatandaşlarımızla karşı karşıya getiremez.


Ülkücü hareketin ortaya çıktığı günden beri var olan ülkücü yemini şöyledir:


"Allah'a, Kur'an'a, Vatana, Bayrağa yemin olsun. Şehitlerim, Gazilerim emin olsun, ülkücü Türk Gençliği olarak, Komünizme, Kapitalizme, FAŞİZME ve her türlü emperyalizme karşı mücadelemiz sürecektir. Mücadelemiz son nefer, son nefes, son damla kana kadardır. Mücadelemiz milliyetçi Türkiye'ye Turan’a kadardır. Ülkücü Türk Gençliği olarak, yılmayacağız, yıkılmayacağız, başaracağız, başaracağız, başaracağız. Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin. Amin..."


Ülkücü hareket, vatanın, bayrağın, dinin, Atatürkçülüğün ve Türkiye Cumhuriyeti'nin garantörleridir. Ve ilelebet böyle olacaktır. Hiçbir güç onları yollarından çevirmeye muvaffak olamayacaktır. 


Siz, güne soldan bakmaya alışık olanlar, çıkarın artık şu gözlükleri, yeminlerinde faşizmle mücadeleye sonuna kadar yer veren bir camiayı, faşist gibi göstererek, faşizme hizmet ettikleri saçmalığından, içinizde azıcık Atatürkçülük ruhu ve onun kurduğu Cumhuriyet'e azıcık saygınız varsa, artık vazgeçin. Atatürkçülüğün ilkelerinden milliyetçilik ilkesinin üzerinden birkaç kez geçin. Türklük söylemlerini araştırın. Ha buna rağmen tarafınızdan, yine faşistlikle itham edilirsek, buna Atatürk'ü de dahil edecek olduğunuzu lütfen artık idrak edin.


Bu istirhamımın ardından oyuna dönelim. 28 Aralık 2012 tarihinde, oyunun yönetmeninin Mimesis Dergisi'ne vermiş olduğu röportajında, oyunun ilk oynandığı sıralarda bombalı saldırıya uğradığını dillendirmeyi doğru bulmadığı hâlde dillendirmesidir. Bu haber karşısında Serap'ın oyunun son onuncu dakikasının başlarında yapmış olduğu, ufak tepkisi gözüme daha bir sevimli göründü. Niye derseniz? Kanımca, bu oyun, artık bir oyun olmaktan  çıkmış ve ciddi bir güvenlik sorununa dönüşmüştür. Bu yazılıp çizilen, karalama hâle gelen haberler ışığında, "karanlık geçmişi olan oyun"un, yine birçok sorunla boğuşulan Türkiye'de ve İBBŞ'de sahnelenmesi bana ilginç gelmedi değil. Bu oyun devam ettiği müddetçe, bu oyundan kimlerin nemalanmaya çalışacağını kimse bilemez.

Sözde faşizme saldırdığını iddia eden oyunla ilgili güvenlik sorununun devletin kolluk güçlerinden destekle çözülebileceğini, ancak buna yanaşılmayacağını, tiyatronun güvenlik birimlerinin bir seyircinin diğerini tokatlamayacağı garantisini veremeyeceği, hülasa tek bir seyircinin tek bir oyuncunun kılına halel gelmeyeceğini kim söyleyebilir.


Hâl böyle iken, "Zengin Mutfağı" oyununun oynatılmasında ısrar edenler, kime ve neye hizmet ettiklerini bir defa olsun kendilerine sorsunlar. Şeytan ayrıntıda gizlidir.


İBBŞT yönetiminin, basiretli ve görevini suistimal etmeden layıkıyla yerine getirdiğine inanacağım insanlardan oluştuğunu umuyorum.

Oyunun, Brecht mantığıyla yazıldığı ve sahnelendiği görüşünü savunanların, ne Brecht'i ne de disiplinini anladıklarını sanıyorum. Anlatıcı, müzik ve şarkıların dışında yabancılaştırma, içselleştirme, dekor, kostüm yönünden epik tekniğe riayet edilmediğini düşünüyorum. Marksist bir öğreti olması sebebiyle, epik tiyatronun uygulandığı oyun, sahne aldığı ülke milliyetçilerine faşist yaftası yapıştırarak, dakikalarca küfretme hakkını veriyorsa, bu disiplin (ki sizin Brecht'ten anladığınız bu mu?), size naçizane tavsiyem; ya disiplininizi ya da söylemlerinizi bir daha anlayarak gözden geçirmenizdir. Kezâ, Serap ve Elif Gonca, bazı "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan" hadlerini bilmezlerin telaffuz ettikleri gibi, talimatla değil, duygularıyla hareket etmişlerdir. Ve herkesten benim gibi bu oyunu sonuna kadar, sessiz bir şekilde izleme sabrını beklemek ütopyadan başka bir şey değildir.


Hiçbir güç ki, buna "Çakma Brecht'çiler" de dahil, bizleri sanat düşmanı yapamaz ve tiyatro sevdamızdan asla vazgeçiremez.

Tanrı Türk Milletini korusun ve yüceltsin.


***

Ayrıca bakınız:

"İstanbul Korsan Tiyatroları" Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Zafer Şahin, çemberden bile daha yuvarlak konuşarak, "Zengin Mutfağı" sorusunu taca atma "ustalığı" göstermeye devam ediyor hâlâ!...

Karşı tarafı dinlemeyen LİNÇÇİ Yaşam Kaya yargısız infaz yapmış