VİTRİNDEKİ ADAM
Sahnede bir tek kişinin zar zor ayakta durabileceği bir vitrin vardır. Vitrinin içinde bir ışıkla aydınlatılan ve âdeta donup kalmış bir kişi donuk gözlerle izleyicilere bakmaktadır. Vitrinin ışığı ağır ağır yükselerek yanmaya başlar ve tam anlamıyla yandıktan hemen sonra, bir nokta ışıkla vitrin ayrıca aydınlatılır. Vitrindeki adam, yavaş yavaş "çözülür" ve çok ağır hareket ederek, vitrinin izleyicilere doğru olan "kapısını" açarak küçük bir adım atar.
- Ben, tam otuz yaşında biriyim. Bu yaşa dek evlenemememin bir tek nedeni var: Tanıştığım bütün kızlar, beni âdeta bir vitrin mankeni olarak görüyorlar. Benimle tanışır tanışmaz, söze şöyle başlıyorlar: "Ay canım, biliyor musun? Şu karşıdaki mağazanın vitrinindeki mankene ne kadar benziyorsun! Hani, üzerinde 1000 Euro'luk bir takım elbise olan mankene!" Ben, bana yaklaşan kızların, bana bir vitrin mankeni muamelesi yapmalarına, tabii ki, ilk zamanlar çok şaşırıyordum. Ancak, ilk tanıştığım birkaç kızdan sonra, herkesin, ama istisnasız herkesin aynı biçimde bana yaklaşmaları sonucu, artık hiçbir şaşkınlık yaşamıyorum. Hattâ, bazen beni vitrin mankenine benzetmekte çok ağır davranıp, konuya geç giren kızlarla tanıştığımda, canım ne kadar sıkılıyor asla bilemezsiniz!
Adam, ileri doğru attığı küçük adımı tekrar gerisin geriye atıp, vitrin "kapısını" ağır ağır kapatır. Sahne ışığı yavaşça karardıktan sonra, vitrinin ışığı da hiç acelesi olmayan amaçsız ve yaşlı bir kişinin rahatlığıyla yavaş yavaş kararır. Ardından, önce vitrindeki ışık ve daha sonra sahne ışığı yeniden yanar.
- Ben, tam otuz yaşında biriyim. Bu yaşa dek evlenemememin bir tek nedeni var: Tanıştığım bütün kızları âdeta birer vitrin mankeni olarak görüyorum. Onlarla tanışır tanışmaz söze şöyle başlıyorum: "Ay canım, biliyor musun, şu karşıdaki mağazanın vitrinindeki mankene ne kadar benziyorsun?! Hani, üzerinde 1000 Euro'luk kırmızı bir iç çamaşırı olan mankene!" Kendilerine yaklaştığım kızlara bir vitrin mankeni muamelesi yapmak, tabii ki, ilk zamanlar beni çok terletiyordu. Ancak, ilk tanıştığım birkaç kızdan sonra, herkesin, ama istisnasız herkesin aynı biçimde tepki gösterdiğini görmem sonucu, artık hiçbir şaşkınlık yaşamıyorum. Hattâ, bazen kendilerini vitrin mankenine benzetmekte çok ağır davranıp, konuya geç girdiğimde, kızların canları çok sıkılıyor...
Sahne ışığı söner. Aradan çok kısa bir zaman geçtiğinde ışık yeniden yanar ve adam vitrinden tam olarak çıkıp, vitrinin etrafında amaçsızca birkaç tur atar.
- Bir ay önce, kentin en büyük caddesinin en büyük kitapçı dükkânının yakınındaki en büyük lokantaya girip karnımı doyurmak istedim. Ancak, bütün masalar tıka basa doluydu. Sadece bir tek masada, yalnızca bir tek sandalye boştu ve tam tamına beş kız kendi aralarında biraz fısıltılı bir biçimde konuşup, kıs kıs gülüyorlardı. Garson, hâlime acımış olmalı ki, kaş göz işâreti yaparak, altı kişilik masada oturan beş kişilik kız grubunun yanı başlarında bulunan boş sandalyeyi görmemi istiyordu. Kalabalık yerlerde bulunmaktan hiçbir zaman hoşlanmayan bir ruh yapısına sahip olduğum için, bir ân, lokantadan hızla uzaklaşmayı düşündüm. Ancak, yanımda şemsiye yoktu ve hava acayip bir durumdaydı. Havada yağmur mu, kar mı, yoksa sulu kar mı olduğunu pek kestiremediğim korkunç bir yağış vardı. Çok acıkmış ve olağanüstü ıslanmıştım. Altı kişilik masadaki beş kızın yanlarında beş tane şemsiye, beş tane şapka, beş tane manto vardı ve vestiyer ağzına dek dolu olduğu için, kızların şemsiyeleri, şapkaları, mantoları, boş olan o sandalyede üst üste istiflenmişti. Ben, bütün bu gözlemleri yapıp, bütün bu şemsiyeleri, bütün bu şapkaları, bütün bu mantoları teker teker sayarken, bana sürekli olarak kaş göz işâreti yapan garson, artık dayanamayıp, burnumun dibine dek geldi ve sağı ayağıyla sol ayağımın nasırına çok sert bir biçimde basarak, bana o masayı, o beş kızı ve o boş sandalyeyi işâret etti. Tabii ki, bu "boş sandalye" lâfı sadece ağzıma gelen bir lâf. Çünkü, beş tane şemsiye, beş tane şapka, beş tane manto altında inim inim inleyen o zavallı boş sandalye, kızların geniş, sıcak ve terli kıçları altında ezilmekten büyük bir zevk duyan o beş sandalyeyi buram buram kıskanıyordu. Ben, garsona dönerek, neden kendisinin benim adıma konuşup, kızlardan bir sandalyelik ve sadece on dakikalık bir işgâliyeden bahsetmediğini sordum. Garson, kaş göz işâretlerine devam ediyor ve bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Neyse, bir başka garson gelip, hem benim ve hem de o garsonun imdadına yetişti. Meğerse o garson, dün öğle servisini yaparken, birdenbire küçük dilini yutup konuşamaz duruma düşmüş. Kentin bütün hastanelerini dolaşmalarına karşın, herhangi bir tedavi yöntemi bulunamamış. Ancak tedavi yöntemi arayışlarını sürdürüyorlar...
Işıklar kararır ve aradan on saniye geçtikten sonra tekrar yanar!
***
Not: Bu kısa metin, oyundan alınmış küçük bir tadımlıktır!
***
Ayrıca bakınız:
Hilmi Bulunmaz, az önce oğlu Cemal'le telefonda şunları konuştu!
Cemal Bulunmaz, Malezya'daki güzel binaların fotoğraflarını çekti!
Çin'de her şey gayet net yada bu Cemal Bulunmaz'ın Shenzhen'i...
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, üzerinde 22.5 TL'lik bir etiket bulunmasına karşın, oğlu Cemal Bulunmaz'ın sadece 5 TL'ye satın almış olduğunu öğrendiği Paulo Coelho'nun "Kazanan Yalnızdır" kitabını okuduktan sonra şöyle düşündü: "Kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için meta estetiği üreten yazarların kitaplarını halka satarak, kapitalizmi yeniden üreten Can Yayınları, tapon kitaplarını, üzerinde onlarca lira etiket fiyatı olmasına karşın, sadece beş liraya satıp, geniş emekçi kitleye pembe düşlerle bezenmiş sınıf atlama arzusu şırınga ediyor!"
Cemal Bulunmaz'ın Uzak Doğu gezisi nedeniyle yayınımız aksıyor
Gezgin, oyuncu, şair Cemal Bulunmaz'ın yokluğunda aksıyoruz!
Gezgin Cemal Bulunmaz, Endonezya, Malezya ve Hong Kong'dan sonra Çin'e geçerek, Çin'deki fabrika işçileriyle iletişime girdi!
Şair Cemal Bulunmaz Uzak Doğu'da olduğu için yayınımız aksıyor
LİNÇÇİ orospu çocuğu olmayan Cemal Bulunmaz fotoğraf çekiyor!
Cemal Bulunmaz, bahçesindeki tiyatro dergisine işeyen kedinin işedikten sonra derginin üzerine oturduğunun fotoğrafını çekti!