Türkiye Cumhuriyeti tiyatrosu, artık çok ciddi bir yol ayrımına geldi. Türkiye Cumhuriyeti tiyatrosuna egemen olan LİNÇÇİ alçaklar, düzenledikleri LİNÇ KAMPANYASI ile güçlerine güç katmak isterlerken, bu kampanyayla sanatsal olanakları ilelebet ilga ve imhâ edilmek istenen Coşkun Büktel'le Hilmi Bulunmaz, tam tamına 1100 kişilik kişiliksiz alçak kişiden oluşan bu LİNÇ ORDUSU karşısında susup oturmak yerine mücadele verince, bu kez, HUKUKSAL LİNÇ KAMPANYASI başlatan alçaklar ve bu alçakları cesaretlendirmek için, bu alçaklara tiyatro işi veren zavallı patronlar, önemli bir yol ayrımına sürüklendiler.
Oysa...
"Theope" yazarı, "Ölüleri Gömün" çevirmeni Coşkun Büktel'le, Bulunmaz Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın verdiği anti-faşist, ANTİ-LİNÇÇİ mücadeleyi kavrayamayanlar, ne yazı yazabilirler, ne oyun yönetebilirler, ne söz söyleyebilirler, ne de hayatın akış yatağını algılayabilirler!
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Serbest Çağrışım
Nedim Saban
22 Nisan 2012
Bu yazıyı kebaplar ve tabii ki medeniyetler kenti Hatay’dan yazıyorum…
Son geldiğimden bu yana ne yazık ki kebaplar medeniyetlerin önüne geçmiş! Tarihte çok önemli medeniyetlerin beşiği olan Hatay’ın Harbiye’sinde, Fransızlar döneminden kalan tüm çınar ağaçları kesilmiş; Harbiye, çirkin apartmanlar ve ‘kendin pişir kendin ye’cilerin medeniyetine dönüşmüş..
Dünyanın en büyük ikinci mozaik müzesi olan müzede ise, yer sıkıntısı çekildiği gerekçesiyle, onlarca tarihi eser bahçede kimi zaman güneş ışığı, kimi zaman kar yağışının altında kaderlerine terk edilmiş.
Hatay’da, askeriye gazinosunun karşısına mimari açıdan hiçbir özelliği olmayan bir apartman dikerken, binlerce yıllık tarihi eserler bulunmuş; Hilton oteli için kazı yapılırken, antik bir hamama denk gelinmiş. Yeni otel artık bir müze otel olacakmış, tarihi eserlerin eşelenmesinden sonra dikilen yeni bina ise, 21. yüzyıl zevksizliğinin örneği olarak kalacakmış!
Burada onlarca medeniyet, yüz binlerce insan, yüzlerce hükümdarın çöküşüne tanık olan taşlara bakıyorum da, tarih 21. yüzyıl insanını nasıl belgeleyecek, çok merak ediyorum. Bizden 300/400 yıl sonra bu taşlara bakanlar, bizleri alışveriş merkezi, gökdelen, TOKİ konutları ve salak sulak apartmanlar diken bir kebapçı nesil olarak mı hatırlayacak? Sözde pek sevdiğimiz torunlarımıza nasıl bir dünya bırakacağız?
Kadir Topbaş, geçtiğimiz hafta, vekili aracılığıyla utanç verici bir karara imza attı. 19 Nisan’da Kenan Işık’ın da istifasıyla, İskender Pala’nın Şehir Tiyatrosu üzerindeki egemenliği kesinleşmiş oldu. Pala, televizyonları dolaşarak muhafazakâr sanat üzerine düşüncelerini paylaşıyormuş. Nur içinde yatsın Ali Taygun, İskender Pala’nın bir oyununu Şehir Tiyatrosu’nda sergileyerek, Pala’nın keskin burnunu Şehrin Tiyatrosu’nun kokusunu almasını sağlamıştı. Hıncal Uluç, sanatsal olarak hüsranla biten bu fiyasko üzerine en güzel yazıyı yazdı, ben daha fazla yazmaya gerek duymuyorum. Bu olay bile tepeden inme bir anlayışla sanat yaptırılamayacağının kanıtıdır bence.
Sosyal medyada Şehir Tiyatrosu üzerine onlarca görüş paylaşıldı, ancak ne yazık ki twitter ve facebook kahramanlığı yeterli olmuyor!
Kanımca herkes Pala’nın palasına kilitlenmişken, en parlak tweet’i İskender Pala adının serbest çağrışımıyla, canı İskender kebap çektiğini söyleyen sade vatandaş atmış… Ben de kültürlerin yerine kebapların öne çıktığı gezim sırasındaki bazı serbest çağrışımları yazayım bari…
1) Şehir Tiyatrosu operasyonun son dalgasında, hayatlarında hiç tiyatroya gitmeyen köşe yazarları tarafından, koskoca repertuardaki birkaç oyun cımbızlanarak, sözüm ona ahlak dışı bir içerik bulunduğu konusunda yoğunlaşıldı. Belki de hayatlarında hiç tiyatroya gitmemiş, muhafazakâr seçmenler üzerinde “bizim paramızla Aziz Nesin oyunları mı oynanacak?” türünde bir telaş yaratıldı.
2) Haftada yedi temsil oynayan, zamanlarının çoğunu kimi zaman çocuk oyunu, kimi zaman yeni oyun provalarında geçiren, İstanbul’un dört bir yanındaki oyunlara yetişmek için canlarını tehlikeye atan oyuncuların, sanat emekçilerinin emeği hiçe sayılarak, kurumda sayıları parmakla gösterilecek kadar az olan birkaç tembel ya da kabiliyetsizin yeterince çalışmaması bahane edilerek, sanki Türkiye’deki tek KİT Şehir Tiyatrosu’ymuş gibi bir hava yaratıldı. Yeniden yapılandırılması çok kolay olan sistem özellikle kilitlendi.
3) Şehir Tiyatrosu’nun halen sıkıyönetim yönetmeliğiyle yönetildiğini söyleyecek kadar abuk sabuk iddialarla, olay, günün dillere pelesenk olmuş politik söylemine uyulmaya çalışıldı.
4) Bir muhafazakâr sanat söylemi uyduruldu… Sanatın yapısında muhafaza etmek yoktur, devlet eliyle din adamı, hukukçu, profesör filan yetiştirilebilir belki ama özellikle “muhalefet etme dürtüsünden arındırılmış bir sanat nasıl yaratılır?” soruları sorulmadan, içi boş muhafazakâr sanat söylemleri ortaya atıldı. Tarihte saray soytarılarının bile kafasının kopartıldığı, saray şairlerinin hükümdarı fazla pohpohlamadıkları zaman ipe çekildiği, dünyanın her bölgesinde karanlık çağlarda, saray ressamlarının kraliçeleri yeterince güzel çizilemedikleri zaman yok edildikleri hiçe sayılarak, halktan ve gündemden kopuk bir yapay sanat anlayışı üretildi.
5) Ödenekli tiyatro sanatçılarının, kendi tiyatroları yıkıldığı, kültür merkezleri çürüdüğü zamanki tavır yoksunlukları, kamplaşmaları dikkate alınarak, muhalif eylemlerin er geç bastırılacağından iyice emin olundu.
6) Dünyada eşi benzeri olmayan bir uygulamayla sıradan bir müdürlüğe dönüştürülen Şehir Tiyatrosu sanatçılarının henüz ciddi bir örgütlenmesi olmadığı göz önüne alındı. 4 C uygulamasında hiçbir kurum sanatçısının işçilerin yanında olmadığı düşünülerek, savaşlarında yalnız bırakılacakları düşünüldü.
7) Sanatta sözüm ona baskıya karşı çıkan ama ülkesinin heykellerinin parçalanmasını seyreden Kültür Bakanı, ödenekli tiyatrolarda tuluat yapılmaması ve özellikle hükümete dil uzatılmaması konusunda konuşarak, Devlet Tiyatrosu’nu da vurmaya hazırlanan yeni dalgayı hazırladı.
Hatay gezimde muhafazakârların tarihlerine sahip çıkmak yerine, kebaplarına sahip çıktıklarını yakından gördüm. 21. yüzyıl insanının tarihe kebap ve çirkin yapı diken şahsiyetsizler olarak geçeceğine inanmak istemiyorum…
Fani bir dünyalı olarak, taşlara ve ağaçlara nasıl hesap vereceğimizi bilemiyor, çok utanıyorum.
Birgün
(Kaynak: Mimesis)
Oysa...
"Theope" yazarı, "Ölüleri Gömün" çevirmeni Coşkun Büktel'le, Bulunmaz Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın verdiği anti-faşist, ANTİ-LİNÇÇİ mücadeleyi kavrayamayanlar, ne yazı yazabilirler, ne oyun yönetebilirler, ne söz söyleyebilirler, ne de hayatın akış yatağını algılayabilirler!
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Serbest Çağrışım
Nedim Saban
22 Nisan 2012
Bu yazıyı kebaplar ve tabii ki medeniyetler kenti Hatay’dan yazıyorum…
Son geldiğimden bu yana ne yazık ki kebaplar medeniyetlerin önüne geçmiş! Tarihte çok önemli medeniyetlerin beşiği olan Hatay’ın Harbiye’sinde, Fransızlar döneminden kalan tüm çınar ağaçları kesilmiş; Harbiye, çirkin apartmanlar ve ‘kendin pişir kendin ye’cilerin medeniyetine dönüşmüş..
Dünyanın en büyük ikinci mozaik müzesi olan müzede ise, yer sıkıntısı çekildiği gerekçesiyle, onlarca tarihi eser bahçede kimi zaman güneş ışığı, kimi zaman kar yağışının altında kaderlerine terk edilmiş.
Hatay’da, askeriye gazinosunun karşısına mimari açıdan hiçbir özelliği olmayan bir apartman dikerken, binlerce yıllık tarihi eserler bulunmuş; Hilton oteli için kazı yapılırken, antik bir hamama denk gelinmiş. Yeni otel artık bir müze otel olacakmış, tarihi eserlerin eşelenmesinden sonra dikilen yeni bina ise, 21. yüzyıl zevksizliğinin örneği olarak kalacakmış!
Burada onlarca medeniyet, yüz binlerce insan, yüzlerce hükümdarın çöküşüne tanık olan taşlara bakıyorum da, tarih 21. yüzyıl insanını nasıl belgeleyecek, çok merak ediyorum. Bizden 300/400 yıl sonra bu taşlara bakanlar, bizleri alışveriş merkezi, gökdelen, TOKİ konutları ve salak sulak apartmanlar diken bir kebapçı nesil olarak mı hatırlayacak? Sözde pek sevdiğimiz torunlarımıza nasıl bir dünya bırakacağız?
Kadir Topbaş, geçtiğimiz hafta, vekili aracılığıyla utanç verici bir karara imza attı. 19 Nisan’da Kenan Işık’ın da istifasıyla, İskender Pala’nın Şehir Tiyatrosu üzerindeki egemenliği kesinleşmiş oldu. Pala, televizyonları dolaşarak muhafazakâr sanat üzerine düşüncelerini paylaşıyormuş. Nur içinde yatsın Ali Taygun, İskender Pala’nın bir oyununu Şehir Tiyatrosu’nda sergileyerek, Pala’nın keskin burnunu Şehrin Tiyatrosu’nun kokusunu almasını sağlamıştı. Hıncal Uluç, sanatsal olarak hüsranla biten bu fiyasko üzerine en güzel yazıyı yazdı, ben daha fazla yazmaya gerek duymuyorum. Bu olay bile tepeden inme bir anlayışla sanat yaptırılamayacağının kanıtıdır bence.
Sosyal medyada Şehir Tiyatrosu üzerine onlarca görüş paylaşıldı, ancak ne yazık ki twitter ve facebook kahramanlığı yeterli olmuyor!
Kanımca herkes Pala’nın palasına kilitlenmişken, en parlak tweet’i İskender Pala adının serbest çağrışımıyla, canı İskender kebap çektiğini söyleyen sade vatandaş atmış… Ben de kültürlerin yerine kebapların öne çıktığı gezim sırasındaki bazı serbest çağrışımları yazayım bari…
1) Şehir Tiyatrosu operasyonun son dalgasında, hayatlarında hiç tiyatroya gitmeyen köşe yazarları tarafından, koskoca repertuardaki birkaç oyun cımbızlanarak, sözüm ona ahlak dışı bir içerik bulunduğu konusunda yoğunlaşıldı. Belki de hayatlarında hiç tiyatroya gitmemiş, muhafazakâr seçmenler üzerinde “bizim paramızla Aziz Nesin oyunları mı oynanacak?” türünde bir telaş yaratıldı.
2) Haftada yedi temsil oynayan, zamanlarının çoğunu kimi zaman çocuk oyunu, kimi zaman yeni oyun provalarında geçiren, İstanbul’un dört bir yanındaki oyunlara yetişmek için canlarını tehlikeye atan oyuncuların, sanat emekçilerinin emeği hiçe sayılarak, kurumda sayıları parmakla gösterilecek kadar az olan birkaç tembel ya da kabiliyetsizin yeterince çalışmaması bahane edilerek, sanki Türkiye’deki tek KİT Şehir Tiyatrosu’ymuş gibi bir hava yaratıldı. Yeniden yapılandırılması çok kolay olan sistem özellikle kilitlendi.
3) Şehir Tiyatrosu’nun halen sıkıyönetim yönetmeliğiyle yönetildiğini söyleyecek kadar abuk sabuk iddialarla, olay, günün dillere pelesenk olmuş politik söylemine uyulmaya çalışıldı.
4) Bir muhafazakâr sanat söylemi uyduruldu… Sanatın yapısında muhafaza etmek yoktur, devlet eliyle din adamı, hukukçu, profesör filan yetiştirilebilir belki ama özellikle “muhalefet etme dürtüsünden arındırılmış bir sanat nasıl yaratılır?” soruları sorulmadan, içi boş muhafazakâr sanat söylemleri ortaya atıldı. Tarihte saray soytarılarının bile kafasının kopartıldığı, saray şairlerinin hükümdarı fazla pohpohlamadıkları zaman ipe çekildiği, dünyanın her bölgesinde karanlık çağlarda, saray ressamlarının kraliçeleri yeterince güzel çizilemedikleri zaman yok edildikleri hiçe sayılarak, halktan ve gündemden kopuk bir yapay sanat anlayışı üretildi.
5) Ödenekli tiyatro sanatçılarının, kendi tiyatroları yıkıldığı, kültür merkezleri çürüdüğü zamanki tavır yoksunlukları, kamplaşmaları dikkate alınarak, muhalif eylemlerin er geç bastırılacağından iyice emin olundu.
6) Dünyada eşi benzeri olmayan bir uygulamayla sıradan bir müdürlüğe dönüştürülen Şehir Tiyatrosu sanatçılarının henüz ciddi bir örgütlenmesi olmadığı göz önüne alındı. 4 C uygulamasında hiçbir kurum sanatçısının işçilerin yanında olmadığı düşünülerek, savaşlarında yalnız bırakılacakları düşünüldü.
7) Sanatta sözüm ona baskıya karşı çıkan ama ülkesinin heykellerinin parçalanmasını seyreden Kültür Bakanı, ödenekli tiyatrolarda tuluat yapılmaması ve özellikle hükümete dil uzatılmaması konusunda konuşarak, Devlet Tiyatrosu’nu da vurmaya hazırlanan yeni dalgayı hazırladı.
Hatay gezimde muhafazakârların tarihlerine sahip çıkmak yerine, kebaplarına sahip çıktıklarını yakından gördüm. 21. yüzyıl insanının tarihe kebap ve çirkin yapı diken şahsiyetsizler olarak geçeceğine inanmak istemiyorum…
Fani bir dünyalı olarak, taşlara ve ağaçlara nasıl hesap vereceğimizi bilemiyor, çok utanıyorum.
Birgün
(Kaynak: Mimesis)