3 Mart 2012 Cumartesi

Bulunmaz Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, damıtılmış emek harcanarak yazılmış aşağıdaki yazıyı okuyunca şöyle düşünmek zorunda kaldı: "LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) Üyesi Pınar Şenel, entelektüel kaygılar taşıyan bir insan olmasına karşın, nasıl oluyor da, bir kişi (Rengin Uz) hariç, bütün yöneticileri (Üstün Akmen, Prof. Dr. Hasan Anamur, Metin Boran, Beki Haleva) LİNÇÇİ olan TEB üyeliğine hâlâ devam edebiliyor?"

Oyun'un notu: Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı AKP'li Ertuğrul Günay'ın emrindeki Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin'e bağlı olarak çalışan İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü Şakir Gürzumar'ın ışıkçısı Enver Başar'ın sahibi, SANSÜRCÜ gazete BİRGün'ün yazarı dangalak yazar LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın editör olduğu LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından www.tiyatronline.com sitesinden alıp, olduğu gibi aşağıya aktardığımız yazıdaki önemli bulduğumuz bazı yerleri "maymungötürengi" ile belirgin hâle biz getirdik!


***


Ben, hiçbir sanat alanındaki eleştirmenliğe olumlu bakmadığım gibi, tiyatro sanatı alanındaki eleştirmenliğe de hiç olumlu bakmıyorum. Bunun birçok nedeni var. Ancak, başat neden, içinde yaşadığım çorak sanat toprağındaki tiyatroya nüfuz eden LİNÇÇİ eleştirmenlerdir. Tiyatro Eleştirmenleri Birliği, hem de uluslararası bir kuruluş olmasına karşın, bir kişi (Rengin Uz) hariç, tamamıyla LİNÇÇİ kişiler tarafından yönetiliyor. 


Ben, içinde bulunduğum ülkedeki tiyatro eleştirmenlerinin hemen hemen hepsinin LİNÇÇİ olduğu gerçeğinden yola çıkarak, nasıl olur da, tiyatro eleştirmenlerine sıcak bakabilirim?


Ben, Türkiye'deki neredeyse bütün tiyatro dergilerini, kocasına yada kocalarına şirin görünmek için rüküş bir hâlde gezmek zorunda kalmış bir kadına yada kadınlara benzetiyorum. Türkiye'deki tiyatro dergilerinin hemen hemen bütünü, hepsi, tamamı, tümü, resmî tiyatro kurumlarından reklâm adı altında avuç dolusu para (avanta, bahşiş, diş kirası, iane, iaşe, sadaka, sus payı) alıyor. Tiyatro dergileri, bu nedenle, kendilerine para veren resmî kurumlarını eleştirir gibi yapmalarına karşın, bu kurumları gerçek anlamda, nesnel olarak asla ve kesinlikle eleştiremiyorlar. Bunu gayet net, oldukça somut bir biçimde görüyorum. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin, "İstanbul Korsan Tiyatroları" Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu, Kocaeli Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Nejat Birecik sayesinde zar zor ayakta durabilen tiyatro dergilerinde arz-ı endam eden eleştirmenlerin LİNÇÇİ olması kadar doğal, yeteneksiz olması kadar anlaşılır, bindiği dala kesmeyecek kadar uyanık, kralın soytarısı olacak kadar kıvrak kalem oynatan insan tipine sahip olmalarını son derecede rahatça anlayabiliyorum. 


Ben, Ayşenil Şamlıoğlu, Lemi Bilgin, Nejat Birecik'ten reklâm adı altında avuç dolusu para (avanta, bahşiş, diş kirası, iane, iaşe, sadaka, sus payı) almanın ötesinde, kendi olanaklarıyla değil dergi çıkarmak, yolda yürümekten bile, manavdan iki tek çürük domates almaktan bile yoksun insanların varlığını çok iyi bildiğimden, tiyatro dergisi yayınlayan çanak yalayıcılarının herhangi bir tiyatro eleştirmeni yetiştirebileceği kanısında değilim.


Ben, LİNÇÇİ Üstün Akmen'in, LİNÇÇİ Prof. Dr. Hasan Anamur'un, LİNÇÇİ Metin Boran'ın, LİNÇÇİ Beki Haleva'nın yönetimindeki LİNÇÇİ TEB'e üye olan herhangi bir kişinin, somut gerçeklere dayanan herhangi bir yazı yazabileceği kanısında olmasam da, Pınar Şenel'in yazısındaki entelektüel kaygıyı görebildiğim için, aşağıdaki yazıyı okurlarıma sunuyorum.


Ancak...


Pınar Şenel, her ne denli entelektüel kaygılarla kalem oynatsa da, içinde bulunduğu eleştiri örgütünün LİNÇÇİ olması nedeniyle, elindeki kalem tabii ki çok sinik bir biçimde oynuyor. Böylelikle, Pınar Şenel de, diğer LİNÇÇİ TEB üyeleri gibi, öznesiz tümce kullanıyor. Pınar Şenel'in öznesiz tümce kullanarak, kimliksiz eleştiri yazarken, her ne denli entelektüel kaygı gütmüş olsa da, nasıl bir anlamsızlık ürettiğini anlamak için, şu sözleri okumak bile başlı başına yeterli kanıt olabilir:


"Eski bir tarih, beni temsilden önce kapıda karşılayan bir yönetmen, oyun hakkında yazdığım yazı, bir tiyatronun fuayesi, yazımda, metni de yorumu da üst düzey bulduğum, oyunun bıçak sırtında iki çatışma ekseni var, bu yorumum,  beklediği  övgüyü alamayan yönetmen, oyunda anlamadığım yerler olduğu, başka bir yazımda, bir başka yönetmen, 
oldukça ağır tenkit etmiştim, yönetmenin oyun 
çıkarma anlayışı ve oyuncu yönetimi bana göre sorunlu, oyuncular içindeki bir arkadaşım, eşiyle birlikte onlar da yıllardır gönülsüz selam veriyorlar, bir temsil öncesinde de, oyunun yazarı ve tiyatronun müdürüyle sohbet ederken, benim metni eleştirmem, sohbeti bir düelloya dönüştürmüştü, temsilden önce metnini istemiş, oyuna metni okuyarak gitmiş, izledikten sonra da yazarla, müdürün odasında buluşmuştuk, yaşlı yazarın benim gibi genç birinden beklediği, saygılarını sunmaktan başka bir şey değildi, bense oyunun cinsiyetçi bakışından başlayarak, onu müsamere kılan şeyleri sıraladığımda, tartışmada hiç cinsiyetçi olmamışlar (!), bana karşı iki erkek 
çarpışmışlardı, yazılar üzerinden tartışmak ortaya 
somut dayanaklar çıkarır, o nedenle sorumluluk sahibi bir eleştirmenin 'bir de şu var ama' diyen yorumları daha ağır basıyor, en az bilim-sanat kadar desteklenmesi gereken bir alan..."


Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz


***


Eleştirmen mi? O kim!


Pınar Şenel 
Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Üyesi
pinarxsenel@yahoo.com

Eski bir tarihte, beni temsilden önce kapıda karşılayan, nezaketiyle hayli mahcup eden bir yönetmen olmuştu. Oyunu hakkında yazdığım yazı yayınlandıktan sonra ise bu tablo tersine döndü. Bir tiyatronun fuayesinde karşılaşmıştık...

Tiyatro eleştirisinin ne olduğunun irdelendiği bir tartışmaya dolaylı bir biçimde katılmak, eleştiriye değil de eleştirmenliğe dair bir şeylerden söz etmek istiyorum.

Eski bir tarihte, beni temsilden önce kapıda karşılayan, nezaketiyle hayli mahcup eden bir yönetmen olmuştu. Oyunu hakkında yazdığım yazı yayınlandıktan sonra ise bu tablo tersine döndü. Bir tiyatronun fuayesinde karşılaşmıştık. Aklımda önceki sohbetimizin dostane havası, kendisine içtenlikle selam verdiğimde, yanıt vermekte gönülsüzdü. Adeta görmek istemiyordu beni. Yazımda, metni de yorumu da üst düzey bulduğumdan ama her ikisinde de ciddiye alınması gereken bir sorun gördüğümden söz etmiştim. Oyunun bıçak sırtında iki çatışma ekseni vardı. Birini diğerinden ayırmanın zor olduğu zor zamanları vardı oyunun. Gözden kaçan bazı şeyler çok irkiltici politik anlamlar üretme riski taşıyordu. Bu yorumumu mütevazı bir dille, yüksek sesle düşünür gibi kaleme almıştım. Fakat beklediği  övgüyü alamayan yönetmen, eleştirmene peşin saygı duyan yüzünü yitirmiş, genç yaşta oluşumu öne çıkarmaya geçmişti. Oyunda anlamadığım yerler olduğunu, bunları anlatmak için beni ofisine kahve içmeye davet ettiğini söylemiş, ondan sonra da selam vermeyi peşin kesmişti.

Başka bir yazımda, bir başka yönetmeni, bu kez oldukça ağır tenkit etmiştim. Yönetmenin oyun çıkarma anlayışı ve oyuncu yönetimi bana göre sorunluydu. Oyuncular içindeki bir arkadaşım, çıkışımı tamamen kendi üzerine almıştı sanırım, ya da kendi üzerine de almıştı. Belki ben iyi ifade edemedim, belki onlar algıda seçici okudular: O zamandan beri eşiyle birlikte onlar da yıllardır gönülsüz selam veriyorlar bana. Hatta mümkünse görmüyorlar.

Bir temsil öncesinde de, oyunun yazarı ve tiyatronun müdürüyle sohbet ederken, benim metni eleştirmem, sohbeti bir düelloya dönüştürmüştü. Temsilden önce metnini istemiş, oyuna metni okuyarak gitmiş, izledikten sonra da yazarla, müdürün odasında buluşmuştuk. Yaşlı yazarın benim gibi genç birinden beklediği, saygılarını sunmaktan başka bir şey değildi herhalde. Çünkü genellikle öyle olur, karizma, ün ve kıdem pohpohlanma mıknatısıdır. Bense oyunun cinsiyetçi bakışından başlayarak, onu müsamere kılan şeyleri sıraladığımda, tartışmada hiç cinsiyetçi olmamışlar (!), bana karşı iki erkek çarpışmışlardı.

Bir uğraşı düşünün ki, onu doğru bildiğiniz biçimde, sorumluluk bilinciyle yapmanız, çoğunlukla ters düşmenize,  dışlanmanıza, sürülmenize sebep olacak. Kaleminin ucunu yeni açmış genç eleştirmen adaylarının ne kadarı dayanıklı çıkabilir bu baskıya? Üreterek çoğalmak varken üreterek yalnızlaşmayı kim ister? Bana kızanların benimle benim kadar dürüst tartışmalarını, madem öyle, birer yazı da onların yazmasını çok istemiştim o zamanlar. Yazılar üzerinden tartışmak ortaya somut dayanaklar çıkarırdı.

Eleştirmene yaklaşımda dünden bugüne hiç bir şey değişmedi. Bir yapıttan konuşulan her yerde hemen herkesin ağzından hep aynı sözleri duyuyorum: “Amaan, boş ver eleştirmenleri. Hiçbir şeyden anlamazlar. Kendileri üretemedikleri için eleştirmen olmuşlardır, yapanı da kıskanırlar.” Bir tek eleştirmenlerden duymazsınız bunu. Geriye kalanlarsa fikir birliği içindedir. Üretenler, isteyip de buna imkân bulamayanlar, mürekkep yalamış izleyiciler...

Çok enstrümanlı ama tek sesli bir koro!

Yapıt üretenler, eleştirmenlere kulak vermenin yaratı özgürlüğü önünde bir tehdit oluşturduğunu söylerler. Yaratı özgürlüğü öyle bir şeydir ki onunla sanatçı arasına hiçbir şey giremez; eleştirmen, bilhassa giremez. (Sanatçı bu kadar çabuk yolundan dönüyorsa,  okyanusa zayıf bir salla mı açılmıştır acaba?) Oysa bir ürün ortaya koyan herkes işini görünür kılacak kişilere, özellikle de eleştirmenlere ihtiyaç duyar. Çünkü eleştiri bir uzmanlık alanıdır. İşi hakkında olumlu şeyler yazılanlar “Bakın, eleştirmenler de onaylıyor. Kendimi ispat etmiş bir sanatçıyım artık” demekten alıkoyamazlar kendilerini. Hiçbir yerde tek sözcük çıkmasa, “yok sayıyorlar beni, benim sarsıcı sanatım onların işine gelmiyor” derler. Yergi ile karşılaşsalar, eleştirmenlerin beğendiğini onlar beğenmez; onların beğendiğini eleştirmenler anlamaz bir sanat anlayışı içinde bulurlar kendilerini. Özetle, her konuda kararlı duruşları olduğunu düşünenler, söz konusu olan eleştiri kurumu ve eleştirmenler olduğunda tutum değiştirebilirler. Ama her durumda, eleştirmenin sanat eseri ile izleyici arasında köprü olduğu fikrini kabul etmişlerdir.

Yaratıcı eylem içinde olmak görece kolay ama sanat yapmak zor.  Yetkin sanat eseri bulmak
-yetkin eleştirmen bulmak kadar-   zor. O nedenle sorumluluk sahibi bir eleştirmenin “bir de şu var ama” diyen yorumları daha ağır basıyor ister istemez. Yapıt incelemesi, öncelikle bir ölçüye vurma işi. Geniş ilgi alanlarından beslenen bir birikim ve ilgili alanda yetkinlik gerektiren, yeniliklere açık uzman kişilerce sürdürülmesi gerekiyor. Yapıt üzerine bir üst dil kurarken yaratıcı olmasıyla bir sanat; yöntemli çalışmasıyla da bir bilim etkinliği, eleştiri.

En az bilim-sanat kadar desteklenmesi gereken bir alan. Eleştiri kurumu güçlü olursa, o ölçüde gelişkin olur sanat. Çünkü yükselen sular herkesi yükseltir. Eleştirmenin salını batırmak, ne işe yarar?

Bu satırları yazarken, OYUN dergisinin yeni sayısı geldi. (Tiyatro Eleştirmenleri Birliği - Mitos Boyut Yayınları, Kış 2011 – 2012, Sayı 12) Buradaki tartışmayla ilgilenenlerin, Prof. Sevda Şener’in OYUN dergisinin son sayısındaki “Sanat Eleştirisinde Özgün Yorum ve Yaratıcılık” başlıklı incelemesini mutlaka okumalarını öneririm.  

(Kaynak: tiyatronline)