6 Şubat 2012 Pazartesi

"Theope" adlı oyunun yazarı ve Irwin Shaw'un kaleme aldığı "Ölüleri Gömün" oyununun çevirmeni Coşkun Büktel'le Bulunmaz Tiyatro kurucusu ve yöneticisi Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını ilelebet ilga ve imhâ etmek için başlatılmış, bir iftira metni olmanın ötesinde hiçbir değeri bulunmayan ve tam tamına 1100 kişilik kişiliksiz alçak kişi tarafından imzalanmış LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından LİNÇÇİ Mimesis sitesi adına İngilizce'den Mimesisçe'ye sosyalizmin saygınlığını gölgeleyen metinler çeviren LİNÇÇİ Taner Olçum, Sosyalist Sanatçı Bertolt Brecht'in Marksist kimliğini öteleyen Michael Billington'ın ipine dört elle sarılıp, onun çürük ipiyle gayya kuyusuna, hızla, hem de şimşek hızıyla iniyor!

Oyun'un notu: LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Mimesis sitesinden alıp, olduğu gibi aşağıya aktardığımız LİNÇÇİ Taner Olçum'un İngilizce'den Mimesisçe'ye çevirisindeki sosyalizm karşıtı, anti-komünist, Marksizm'in saygınlığını gölgeleyen tespitleri, gayet net ve oldukça somut bir biçimde anlaşılsın diye "maymungötürengi" ile belirgin hâle getirdik!


***


B ile Başlar Brecht


Michael Billington

Mimesis Çeviri – Bu büyük Alman şahsiyet, öncelikle ve her şeyden çok istisnai bir kudrete ve etkiye sahip bir oyun yazarıydı; Marksist kimliği ise takiben geliyordu.

Guardian. 21 Aralık 2011. Çeviri: Taner Olçum

Modern dünyada Marksist bir drama yazarına yer var mıdır? Komünizmin çöküşünün ardından genel geçer mantığın buna cevabı hayır olacaktır. Fakat Bertolt Brecht’i (1898-1956) görmezden gelmek birçok sebepten ötürü zırdelilik olurdu. Oyunları dogmanın ötesine geçen Brecht, büyük bir Alman şairdi. Aktörlerin oynamak için can attıkları roller kaleme aldı ve modern tiyatro üzerindeki etkisi hâlâ aşikâr.

Sağ görüşe sahip arkadaşlar tahmin edilebileceği üzere herhangi bir Brecht oyununun yeniden sahneye konmasını sızlanarak karşılarlar, yine de en temel eserlerinin yıkılmaksızın ayakta kaldığını görürüz. Oyunlarına siyasi bir mesajın verileceğini umarak gidersiniz ama bulacağınız tek şey çelişki olur. Galilei’nin Yaşamı (1937-1939), katı Katolik inancına karşı mücadele eden bir gerçek arayıcısının kati kararsızlığının portresini çizer – Brecht, Galilei’nin akla olan inancını onaylar ama bir yandan da Engizisyon’a teslim oluşunu, bilim insanının sorumluluktan kaçışına bir kanıt olarak görür. Cesaret Ana ve Çocukları (1939) ise çok daha karmaşıktır. Oyundaki her bir öğe, kahramanın küçük esnaf ahlakının ve savaştan kâr edilebileceğine olan inancının kınanması gerektiğini söyler bize. Çünkü bu sayede üç çocuğunu da koruyabileceğini düşünen kahramanımız, kendi küçük dünyasının yozlaşmış makro dünyaya bağımlı olduğunu kavramaktan acizdir. Buna rağmen, Cesaret Ana’nın ağır adımlarla arabasını çekmeye çalıştığını gördüğümüz oyunun finalini “boğazım düğümlenmeden izledim” diyecek olanın da alnını karışlarım.

Brecht öncelikle bir oyun yazarıydı, ardından ise bir Marksist. Bunu derken kastettiğim şeyse; en iyi eserlerini ortaya koyduğu dönemde, örnek alınası karakterler yaratmak yerine hayatta kalmaya çalışan insani içgüdüden daha fazla etkilenmiş olması. Kendisi aynı zamanda hiciv ve alayın gücünü kavramış büyük bir tiyatrocuydu. Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi (1941) oyunundaki en çok beğendiğim sahneler, sözde-Hitler vari bir gangster olan kahramanımızın acemi bir Shakespeare oyuncusundan belâgat sanatını öğrenmesini anlatan sahnelerdi.

Tabii ki isterseniz Brecht'in de savunulamayacak yanları olduğunu kolaylıkla görebilirsiniz. Herkesten, hele de çoğunlukla haber bile vermeden bir şeyler aşıran arsız bir laf ebesiydi. Savaş sonrası dönemde Ulbricht’in yozlaşmış Doğu Almanya rejiminin finansal fonlarını kullanarak Berliner Ensemble’yi kurarken, kendini de bir “iç muhalefet” örgütleyebileceği tahayyülü ile avutuyordu. Ve kendisini proleter Brecht olarak müdafaa etse de, eleştirmen Eric Bentley’in ifadesiyle "dipsiz bir burjuvaydı".

Yine de oyunları hala yeterince canlı ve diri – ve sadece muteber başyapıtları da değil, tüm oyunları. Young Vic kumpanyası 2007 yılında Saygın bir Düğün ve Yahudi Eş [A Respectable Wedding and The Jewish Wife] adlı oyunu, Phil Willmott ise bu yaz “Ana”yı başarıyla sahneye koydu. Oyun, muasır kapitalizmin göz alıcı kulelerinin gölgesinde kalan bir Londra amfitiyatrosunda, kayıtsız bir tutum içerisindeyken aktif bir siyasi role bürünen işçi sınıfından bir kadını anlatıyordu. Açıkçası, görece daha az göze çarpan bu oyunların çok daha fazla kumpanya tarafından didiklendiğini görmek isterdim.

Sonuç olarak Brecht’ten hoşlanın ya da hoşlanmayın, modern tiyatro üzerinde büyük bir etki yarattığını inkâr etmeniz mümkün değil. Berliner Ensemble’nin 1956’ya Londra’ya gerçekleştirdiği meşhur ziyaret, İngiliz dramaturgisi, rejisi ve tasarımı üzerinde dönüştürücü bir etkiye sahip oldu ve yarım asır sonrasında hala bu neticelerle birlikte hareket ediyoruz. Edward Bond’ın kaleme aldığı ve Sean Holmes’un geçenlerde Lyric Hammersmith tiyatrosunda hayata geçirdiği Kurtarılmış [Saved], ayrıksı ve karizmatik Brechtyen sahnelemenin klasik bir örneğiydi. Mike Bartlett’in Ulusal Sahne’deki “13”temsili, bir Brecht oyunundaki epik etkiye sahipti. Ve Gillian Slovo’nun Londra Tricycle tiyatrosunda sahnelediği Ayaklanmalar [The Riots] oyunu, tiyatronun siyasi bir münazara biçimi olabileceğini ve bunu özendirici bir rol oynayabileceğini ortaya koyuyordu. Brecht uzun bir zamandır aramızda değil ama onun ironik ve sorgulayan varlığı her daim bizimle birlikte.

(Kaynak: Mimesis)