14 Şubat 2012 Salı

Sadece ve yalnızca "Türkiye Cumhuriyeti Tiyatro Tarihi"nde değil, "Osmanlı İmparatorluğu Tiyatro Tarihi"nde (belki "Dünya Tiyatro Tarihi"nde) bile eşi benzeri hiç görülmemiş bir biçimde, LİNÇÇİ tiyatro esnafının sürekli olarak "noter onaylı ihtarname" gönderip, "savcılığa şikâyet" ettiği, kendisi hakkında "kamu davası" açtırıp, "mahkemeye verdiği" ve böylelikle ilelebet susturmak istediği Bulunmaz Tiyatro kurucusu ve yöneticisi Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, kendisine karşı LİNÇ KAMPANYASI düzenleyen 1100 kişilik kişiliksiz alçak kişi karşısında yargılandığı İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nden "kapı gibi" BERAAT kararı alıp, bu kararı kuramsallaştırmak için oyun yazarı, şair Erbil Göktaş'ın yöneticisi olduğu Yeni Tiyatro Dergisi'nde "BERAAT SÖYLEŞİSİ" yapınca, sansürlenmiş hâldeki bu söyleşi bile hızla, hem de şimşek hızıyla tartışılarak, âdeta bir çığ gibi büyüyor!

Oyun'un notu: Bulunmaz Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz, Yeni Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş'ın kendisi hakkında aşağıdaki yazıda dediği "Hilmi Bulunmaz benim 'budama' isteğimi haklı buldu." sözüne itiraz edip, bu sözün "sansürü onaylamak" anlamına geleceğini dile getirerek, Yeni Tiyatro Dergisi'nin 34. ve 35. sayılarında yayınlanan "Hilmi Bulunmaz'la 'Beraat' Tartışmaları!..." yazısının sansürlenmesi konusunda bir değerlendirme yapacağını belirtti. "Hilmi Bulunmaz'la 'Beraat' Tartışmaları!..." sürecine katkı sunduğu için, Erbil Göktaş'ın "COŞKUN BÜKTEL'E ÜÇÜNCÜ YANIT"ını yayınlamakla yetiniyoruz. Şimdilik kaydıyla bu konuda daha fazla görüş beyan etmeyen Hilmi Bulunmaz, 1 Mart 2012 gününden başlayarak, bu konunun açımlanması, eleştirilmesi, irdelenmesi ve sürekli olarak tartışma gündeminde tutulması için büyük bir çaba harcayacağını sözlerine ekledi!


***


COŞKUN BÜKTEL'E ÜÇÜNCÜ YANIT 

Coşkun Büktel, beni Nazi subaylarına benzetiyorsun ya, sana "aynaya bak" demeyeceğim, ben kendimin ne olup ne olmadığımı çoook iyi biliyorum. Birincisi "budadığım" yerlerin "beraat" ile ilgisini kurup öyle konuşmalısın, çünkü yazdıkların sadece aklında kalanlar; üstelik Yeni Tiyatro Dergisi'nde yazılanları bile tam okumamışsın; söyleşiye hazırlıksız geldin, çünkü sen beni ille de "beraat" haberini yap diye zorladıktan hemen sonra benim "tartışma" teklif etmem karşısında hazırlıksız yakalandın. Yani ben seni de çağırdım ama ille de bu "tartışmayı" ya da "haberi" yap diye "hakaretvari" ithamlarda bulunan sendin; o yüzden ben de, "madem bu kadar istiyorsun, o zaman sen de gel" dedim. Ama "hassasiyetlerim aleyhinde" şeylere ve "beraat dışı" konuşmalara karşı olduğumu da söylemiştim. 


Şimdi eşim Sema Göktaş'ın "beraat"la hiç bir ilgisi yokken, konuyu O'na getirmenin anlamı nedir? Üstelik ne bir oyununu okumuşsun, ne de İzmir'de sahnelenen oyununu izlemişsin... Kusura bakma ama esas Nazi tavrı budur; hem hiç bir oyununu okumayacaksın, hiç bir oyununu izlemeyeceksin, ne yaptığından haberin olmayacak, sonra da saldıracaksın, ya da eleştireceksin; "böyle" bir anlayış nerede görülmüş?... 


Kaldı ki, bu tavrını Hilmi Bulunmaz da onaylamadı ve benim "budama" isteğimi haklı buldu. Sen bunu hep yapıyorsun; üstelik "linççi" dediklerine değil, "linççi" olmayanlara da yapıyorsun. Şöyle bir aynanın karşısına geç de "ben ne yapıyorum?" diye kendine bir soruver; kahrolası öfkenle bir yüzleş; sıkıyorsa o aynaya bir yumruk at, elini kanat!... O zaman seni daha çok seveceğiz; "yok, beni sevmeyin" diyorsan da kendin bilirsin; ama "yok iğreniyorum", "yok arkadan vuran kalleş" gibi laflar edeceksen de bu lafların hepsini sana iade ediyorum; çünkü ben de Aziz Nesin'in yaşadığı ve ürettiği bir ülkede; Melih Cevdet'in, Güngör Dilmen'in ve Orhan Asena'nın yaşadığı bir ülkede "ben 1, 2, 3, 4, 5 numarayım, benden sonra gelen 6." diyen senden iğrenmiyorum ama seni 20 yıldır ilk kez kapak yapan Erbil Göktaş'ı, "Salieri" kompleksi içinde olmakla suçlayacaksan da suçla; beraat tartışması" dışında kalan ve gereksiz bulduğum yerleri "arkadan vuran kalleş" olarak değerlendireceksen de değerlendir; asıl kalleşliği sen bana yapıyorsun; ne yani beni söyleşiye zorlayan sensin, 11 sayfa, 2 bölüm halinde yayınlayıp kapaktan da duyuran ben "kalleşsem", sen nesin acaba bu söylediklerin karşısında?... 


Benim gibi birini "faşist" diye damgalamak neyin nesi?... Sen "faşizm"in ne olduğunu biliyor musun? "Faşizm" üzerine kaç tane kitap okudun?... Dimitrov'un "Faşizme Karşı Birleşik Cephe"sini okudun mu örneğin?... Bu "faşizm" bumerang gibidir, sonunda döner "elinde" onunla oynayanı vurur; bilip bilmeden "faşizmle" oynama!... Bu ağır "saldırı"nı da sana iade ediyorum. Bir de "bu dergiyi okumayın" lafının nasıl bir "faşizm" olduğunu düşün; çıkardığım yerlerin "beraat" konusunu nasıl etkilediğini ve seni nasıl "dangalak" konumuna sürüklediğini örnekle, ondan sonra ben de ne olduğuma karar vereyim; afaki konuşup "yalan" söyleme; çünkü senin dediğin gibi "söyleşinin yüzde 50'si" değil, en az yüzde 80'i yayınlanmıştır. Yine de bakacağım, kesin rakamı sana o zaman vereceğim; ama rakam senin dediğin gibi değil, bunu çok iyi biliyorum; yaptığın hesap yanlış, deşifre yaptığında bunu sen de göreceksin. Şimdiden öyle bakkal hesapları yapıp da kimsenin aklını karıştırma, kaldı ki bakkalların "eksik" tartması eski bir hikayedir. 


Bana geçtiğin "kıyağa" gelince, çok teşekkür ederim ya, "1100 okur kazandırmışsın" ya!... Ne yapsam hakkını ödeyemem!.... Ama bu "ödeme" için uzun bir süre beklemen gerekecek; çünkü sırtıma inen bu "Coşkun Büktel Sopası"ndan sonra herhalde 72 ay kendime gelemem; beyin kanamalarında süre 72 saat ya, yürek kanamalarında çok uzun olsa gerek... Sen yine de Mart ayında "deşifreyi" yap da gel, yanıtlayamayacağım tek bir şey, hesabını veremeyeceğim hiçbir şey yok. Umarım sen de bana ve eşime yaptığın saldırıların hesabını kendine verebilirsin; evet bana ve eşime "resmen" saldırdın, saldırıyorsun; Yeni Tiyatro Dergisi'nin Ocak sayısındaki söyleşiye de bakmadığın buradan belli, yaptığın saldırılar karşısında, "bu söyleşi böyle gidersen devam etmez" diye uyarmışım seni. 


Sen nasıl "benim hassasiyetlerim var" diyorsan, benim de hassasiyetlerim olacağını aklına kazıman gerekli; ayrıca okurlar önünde "gönderdiğin özel mailleri açmadım" deyip de, sen bana "özel" mailler gönderme. Kaldı ki onlar, burada yazdığım birkaç yazının peşpeşe sıralanmış haliydi; böyle beni tribünlere oynamakla suçlayıp kendin tribünlere oynama; çünkü böyle gidersen kendi kendinle tek kale maç yapmak yazgın olacak, attığın her gol de sadece kendine olacak.... 


Bir de şu nefret ettiğin "başöğretmen" tavrına gelelim: Sen ne kadar nefret etsen de, ben ne kadar beğenmesem de her alanda (yazarlık, yönetmenlik, oyunculuk, sahne tasarımı, kuram vb.) Türk Tiyatrosu belli bir aşamaya gelmiştir; bu tiyatroda sen, ben, Hilmi, Feridun yok sadece, her alanda yetişmiş onlarca insan var. Türk Tiyatrosu bizim etrafımızda dönmüyor; bugün "Ölüleri Gömün" sahnelenip 2 sezon oynuyorsa, belki 3. sezonunu da görecekse, "Theope" ve "Shakespeare'siz Herifler" sahnelenecekse bu "uzlaşma" çabalarını gözardı etme!... 


Erbil Göktaş da, Yeni Tiyatro Dergisi de, senin, sana karşı olan senin de, haklarını savunmayı sürdürecektir; ama senin de, senin hakkını da savunanlara karşı daha "hakkaniyetli" davranman gerekiyor; biliyorum, bu yaştan ve bu aşamadan sonra kolay değil ancak bunu yapman gerekiyor; yine de "sen" bilirsin... Ben senin "başöğretmenin" miyim canım?!...


***


Ayrıca bakınız: 


Büktel, Erbil Göktaş'ı "gayrıinsani faşist bir sansürcülükle" suçladı!