1 Aralık 2011 Perşembe

Haluk Bilginer'in suçladığı Bulunmaz, yargıca "yardımcı dilekçe" sundu...

.....................................................T.C.
...............................................İSTANBUL
................1. SULH CEZA MAHKEMESİ YARGIÇLIĞI’NA
.....................................DOSYA NO : 2010/8583


KONU : YARDIMCI DİLEKÇE

YANITLAR
En sonda söyleyeceğim sözü, en başta söylemek istiyorum: Oyun Atölyesi, Kemal Aydoğan ve Nihat Haluk Bilginer'in vekili avukat Süleyman Anıl tarafından T.C. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosu'na verilmiş olan dilekçeyle birlikte "şüpheli" bir kişi olarak anılıp, hakkımda "Kamu Davası" açılması, bana göre, son derecede yanlış bir tutumdur.

Nihat Haluk Bilginer, her gösteri mevsiminin açılışından önce, televizyon dizilerinden büyük para kazanabilecek bir iş kapabilmek, sahibi olduğu ve her yıl Kültür Bakanlığı'ndan hibe alarak ancak ayakta tutmaya çalıştığı Oyun Atölyesi adlı tiyatrosuna müşteri çekebilmek, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan hem de karşılıksız olarak yardım alabilmek için, sansasyonel büyüklükte bir çıkış yapıp, geniş yığınların izlediği magazin basınını harekete geçirerek, sadece sanatsal değerlerle hareket eden sanatçılara saldırma, onları küçümseme, hattâ hiçimseme gereksinimi duymaktadır.

Nihat Haluk Bilginer, 2010 / 2011 gösteri mevsimi açılışı öncesi, yine aynı taktiği kullanıp, yine aynı stratejiyle hareket etmeyi alışkanlıklarına uygun bulmuş ve Eylül / Ekim 2010 tarihli 46 Dergisi'nin dördüncü sayısında, oyunculara hakaret edip, "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyerek, içinde benim de bulunduğum oyuncular topluluğunu son derecede üzmüştür. Ben, düşüncelerini sadece kendine saklayıp, tepkilerini içine akıtan yada düzeysiz dedikodularla ömrünü çürüten bir insan olmadığım için, dayanağını Anayasa'nın 26. Maddesi'nde bulan "düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti"nden yararlanarak, Nihat Haluk Bilginer hakkındaki tamamen kişisel düşüncelerimi, yine tamamen kişisel blog’umda yazdım. Söz konusu mecra, Nihat Haluk Bilginer’in, içinde bulunduğum meslek grubuna hakaret ettiği gibi, süreli bir basılı ulusal yayın değil, tamamen kişisel bir blog’dur ve bu alelen ortadadır.

Nihat Haluk Bilginer, kendisine karşı sert bir eleştiri yaptığımı ve bu sert eleştirimin her zaman için arkasında duracağımı bildiğinden, "eleştiri" sözcüğüyle "hakaret" sözcüğünün yer değiştirmesini arzu ettiğinden, savcılığı etkileyerek, beni yargılatmayı başardı. Ancak ben, sadece eleştiri hakkımı kullanmak için gündeme getirmiş olduğum bu sert görüşümü ifade ederken, hakarette bulunma kastî içerisinde değildim ve hâlâ da değilim.

Nihat Haluk Bilginer, kendisinin kişisel dünyası beni zerre kadar bile ilgilendirmediğinin bilincinde. Beni, sadece ve sadece, Nihat Haluk Bilginer'in düzenli ve zincirleme hâline getirdiği ve bütün oyunculara yönelik olarak kullanmayı uygun bulduğu; "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." sözleri ilgilendiriyor. Eğer ben, "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." sözlerini, anayasal hakkım olan "düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" bağlamında değerlendirmeyip sussaydım, Ekim 2011 tarihli Milliyet Sanat Dergisi içeriğinde görülebileceği gibi, Nihat Haluk Bilginer "oyuncunun bir haline yavşak dediğim için" gibi pasif sözler etmek yerine, yine "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." sertliğindeki hakaretlerini sürdürecekti. Ben, yukarıda iki kez belirtmiş olduğum gibi, yalnızca "düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" hakkımı kullanıp, eleştiri sınırları içerisinde kaldım ve bu hakkımı kullanırken de, Nihat Haluk Bilginer'i hakaret sınırlarından eleştiri sınırlarına çekmeyi başarmış oldum. Ben, Nihat Haluk Bilginer'i eleştirirken, sadece öznel bir iş yapmadım, aynı zamanda, hakaret ederek konuşmayı alışkanlık hâline getirmiş diğer "potansiyel suçlu tiyatrocular"ın da, eleştiri sınırlarının ötesine gitmelerinin yanlışlığını vurgulamış oldum. Bence, İstanbul Cumhuriyet Savcısı Sayın İsmail Onaran, "hakaret suçu" ile bana karşı iddianame hazırlamak yerine, bu suç duyusunu hiç ciddiye almamalı yada Nihat Haluk Bilginer'in sürekli bir biçimde Türkiye tiyatrosuna yönelik olarak kullandığı hakaret içeren sözlerini kovuşturmaya tabi tutmalıydı.

Benim, Oyun Atölyesi'ne, Kemal Aydoğan'a ve Nihat Haluk Bilginer'e yönelik olarak kaleme aldığım yazıların tümü nesnel ve bilimsel tutarlılık içerisinde kalan, sadece ve sadece dayanağını 1982 Anayasa'nın 26. Maddesi'nde bulan "düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti"nden kaynaklanan ve kaynağın sınırlarını asla ve kesinlikle aşmayan eleştirel yazılardır. Benim, sanatsal terminolojiyle kaleme alınmış yazılarımı, basit, düzeysiz, yüzeysel, bire bir anlamlarıyla değerlendirdiğinizde, hakaret sözcüğünün içerdiği kavrama yakın görebilmenizle birlikte, sanatsal terminolojik bir bağlamda değerlendirme yaptığınızda, aslında, benim görüşlerimin, ne kadar da büyük bir tutarlılık ve ne kadar da toplumsal yarar içerdiğini derhal anlayabilirsiniz.

Ayrıca, Türkiye'deki tiyatro etkinlikleri konusunda öngörüsü olan, tiyatro sanatının öznelliğine vakıf hukukçu bir bilirkişi tarafından nesnel bir değerlendirme yapıldığında, yani hem hukuk bilimi ve hem de tiyatro sanatı yetkinliği olan bir bilirkişi tarafından incelemeye alındığında, benim sözlerimin değil, Nihat Haluk Bilginer'in sözlerinin hakaret dozunda olduğu gayet net bir biçimde anlaşılır. Deliller, kanıtlar, bilimsel ve nesnel bir tutumla incelendiğinde, benim herhangi bir hakaret etme niyetinde bulunmadığım, hiçbir hakaret kastım olmadığı derhal ortaya çıkar.

Nihat Haluk Bilginer'in sahibi olduğu Oyun Atölyesi ve Nihat Haluk Bilginer'in yanında çalışan Kemal Aydoğan'ın da içinde bulunduğu, tarafıma karşı girişilen LİNÇ KAMPANYASI süreciyle, benim sanatsal ifade olanaklarımın imhâ edilmesi için 1100 kişinin bir araya geldiğini görmek, zâten başlı başına, benim haklılığımı, benim hakaret etme niyeti taşımadığımı, oysa, Kemal Aydoğan ile Nihat Haluk Bilginer'in artniyetli ve haksız olduklarını, sadece bana değil, oyuncuların çoğunluğuna hakaret etme eğiliminde bulundukları, çok net bir biçimde kanıtlanabilecektir.

Geçen gösteri mevsimi başlangıcında 46 Dergisi'ne verdiği röportajda oyunculara hakaret edip, "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyen Nihat Haluk Bilginer, bu gösteri mevsiminde de, Milliyet Sanat Dergisi'nin Ekim / 2011 tarihli sayısında, oyunculara hakaretlerini (benim eleştirilerimden ders çıkararak pasifleştirmiş olsa da) sürdürebilme cesareti bulmuştur. 46 Dergisi ve Milliyet Sanat Dergisi'nin anılan sayıları incelendiğince görülecektir ki, bana, avukatları Süleyman Anıl ve İstanbul Cumhuriyet Savcısı Sayın İsmail Onaran kanalıyla "Kamu Davası" açtırmayı başaran Kemal Aydoğan ile Nihat Haluk Bilginer, sözcüğün en yalın hâliyle, oyunculara hakaret etmeyi alışkanlık hâline getirmiş gerçek birer hakaretçilerdir.

Oyun Atölyesi'nin sahibi, Kemal Aydoğan'ın patronu Nihat Haluk Bilginer'in yukarıda adlarını verdiğim dergilerdeki sözlerinden sadece birkaçını vermekle yetinelim:


"OYUNCULARIN ÇOĞU YAVŞAKTIR GENELLİKLE

ROLÜMDEN ETKİLENDİM DİYEN İKİ ŞEYDİR YA YALANCIDIR YA RUH HASTASI.

SENİN ADIN ERIC DEĞİL Mİ YAVŞAK, ROBERT KİM?

BİZ OTA BOKA ALKIŞ TUTUYORUZ.

KIÇINIZDAN UYDURMAK

OYUNCU TUHAF BİR YARATIKTIR, YÖNETMEN OYUNCUNUN BAŞINDA DURMAZSA, OYUNCUYU KENDİ HALİNE BIRAKIRSANIZ YA DAVULCUYA YA ZURNACIYA GİDER

SONUÇTA BEN SİZE YALAN DA SÖYLEYEBİLİRİM

BAŞKASININ KIÇINI ISIRMIYORSANIZ, KİMSE GELİP SİZİN KIÇINIZI ISIRMAZ

SAHNENİN DIŞINDA HIYAR OLAN BİRİ ASLA İYİ OYUNCU OLAMAZ

BEN SAHNEDE İNSAN GÖRMEK İSTİYORUM, SAHNEDE AKTÖR GÖRMEKTEN NE KADAR SIKILDIM ANLATAMAM

SIÇTIK DİYE BİR DÜŞÜNÜR

GAVURİSTANDA BUNU YAPMAK ÇOK KOLAY

TÜRKİYE'DE DAMGALI EŞEK OLDUĞUNUZ İÇİN

'BABAM ÖLDÜ AMA HALA SAHNEYE ÇIKARIM' YAVŞAKLIĞINA ASLA İNANMAM

KIÇIMI YESİN HERKES

SALAKSIN, BEŞ PARASIZ TİYATRO YAPIYORUM DİYE BANA KAHRAMANLIK MI TASLIYORSUN?

ORADA YAVŞAKLIĞININ BEDELİNİ ÖDÜYORSUN”

(Kaynak: 46 Dergisi, EYLÜL-EKİM 2010)


"YAŞLI SEVİCİLİK

BU KADAR KEPAZELİK OLUR MU?

OYUNCUNUN BİR HALİNE YAVŞAK DEDİĞİM İÇİN

BÜTÜN YAVŞAKLAR DIŞARI ÇIKAR

BU PORNOGRAFİDİR

BÖYLE BİR PORNOGRAFİYİ SEYRETMEYE GELMEDİM BEN

ÇOCUĞUN ANISINA BİLMEMNE YAPIYORLAR

ALLAH BELANIZI VERSİN

BEN HOMOSEKSÜEL BİR İLİŞKİ YAŞADIM

BEN TÜRKİYE'Yİ ZEKİ MÜREN'E ÇOK BENZETİYORUM

ÖLÜSEVİCİLİKTEN KURTULAMAMIŞIZ”

(Kaynak: Milliyet Sanat Dergisi, Ekim 2011)


"Kamu Davası" olarak duruşmasına girmiş olduğum bu mahkeme sürecinde, sadece hukuk ve/ya sadece tiyatro kavramı üstün gelmemeli. Bu yargılama sonucunda, hukuk ile tiyatro arasındaki ilişkilere yeni bir boyut kazandırabilecek evrensel değerde bir içtihat oluşabilmeli. Bu yargılama sonucunda, tiyatro sanatının da bir hukuk boyutu olduğu saptanabilmeli. Bu dava, her ne kadar, hukukun genel anlayışını değiştirmiş olmayacaksa da, tiyatrodaki alışılmış anlayışı, tiyatrodaki geleneksel görüşü, tiyatrodaki kanıksanmış kavrayışı, hattâ tiyatrodaki özenti hâline gelmiş özel görüşü temelinden sarsıp, olasıdır ki olduğu gibi değiştirecektir. Bu tarihsel ve toplumsal değişimi, bu mahkemenin yapmasını, bu mahkemenin yargılaması sonucu tiyatro sanatının hukukla nesnel bir biçimde ilişkilendirilmesi, yepyeni bir içtihat oluşmasına neden olacaktır. Bunun sağlanmasını arzu ve umut etmekle birlikte, bunu hücrelerimin en derinindeki heyecanla bekliyorum. Bunu siz, sizin başında bulunduğunuz mahkeme başarmalı. Siz, verdiğiniz nesnel ve sanatsal boyutu olan bir hukuksal kararla, düzeysizlikten yana değil düzeylilikten yana, yüzeysellikten yana değil derinlikten yana kanaat geliştirirseniz, bu beni değil, sizin kişiliğinizde hukuku korur. Yukarıdan beri dile getirdiğim görüşleri, sadece "cezadan yırtmak" için değil, sanatın hukukla barışması için sizlere sunuyorum. Ben, tarihe "not bırakmak" düşüncesinin dışında herhangi bir düşünce taşımıyorum.

Yargılama sonucunda, "Kim kime neler söylemiş?"in ötesine geçilip, tiyatro sanatını hızla, hem de şimşek hızıyla kirleten magazinleştirme ameliyesinin de hukuksal açıdan değerlendirilip, hukuk tarihinin gelecek kuşaklara kalabilecek nitelikteki kazınmaz sayfalarına olumlu bir karar eklenmesi gerekir. Yani, bir kişi, gayet sorumsuzca; "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." dedikten, özne belirtmediği için yargılanmayacağı garantisini elde ettikten, özne belirtmediği için tüm oyuncuları aşağılayabilme kurnazlığında bulunduktan sonra, biri yada birileri bu oyuncuya "yavşak" demeliydi ve ben, her türlü hukuksal cezalandırılmayı göze alarak, toplumsal sorumluluğum, oyunculuk ahlâkını koruma refleksim sonucu, Nihat Haluk Bilginer'e "yavşak" dedim ve "yavşak" demeye devam ediyorum hâlâ.

Eğer ben, iki yüzlü davranmayıp, yani özne kullanmadan konuşmayıp, açıkça kendimi ifade edemeyeceksem, hukuk benim aleyhime karar verse ne olur, lehime karar verse ne olur? Bir sanatçı için, ağzından çıkan sözler, o sanatçıya toplumsal özgürlük alanı açabilme bağımsızlığıdır. Ben, her ne kadar, Nihat Haluk Bilginer, Kemal Aydoğan, hattâ Oyun Atölyesi ile "kişisel ve kastî" bir sorunum olmasa da, sanatsal anlayış olarak, onlardan taban tabana zıt ve farklı dünya görüşlerine sahibim. Dolayısıyla, yargılanmanın, dedikodu boyutunda, magazinel düzlemde değil, yepyeni ve evrensel bir içtihat oluşturabilecek "hukuk ve toplum" boyutunda gelişmesini arzu ve umut ediyorum.

Ben, henüz ilk duruşması görülen bir süreçteki ilk "yardımcı dilekçem" olan bu metni, sizin kanaatinizi değiştirme yönünde yazmaktan çok, tiyatro ve hukuk tarihine bir belge bırakmak, tiyatro ve hukuk tarihini kendimce değiştirip dönüştürmek için yazdım. Başkaca hiçbir amacım yoktur. Nesnel olarak bakıldığında, hiçbir suç işlemediğim için, tabii ki, BERAAT etmek istiyorum.

Not: 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nde başlayan ve başlayacak olan diğer "LİNÇÇİ" müştekilerin başlattığı diğer "Kamu Davaları" da, bu davayla birlikte incelenirse, nasıl bir saldırı altında olduğum, nasıl bir LİNÇ ÖRGÜTÜ kıskacında bulunduğum hemen anlaşılabilecektir. 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nde başlayan ve başlayacak olan "Kamu Davaları"ndan bazıları şunlardır: Mustafa Şükrü Demirkanlı, Gülhan Avşar Demirkanlı. Bunun yanı sıra, İstanbul 9. Asliye Ceza Mahkemesi, 3. Sulh Ceza Mahkemesi, 7. Sulh Ceza Mahkemesi, 4. Asliye Hukuk Mahkemesi gibi mahkemelerde süren ve biri BERAAT ile sonuçlanmış davalar da gözönünde bulundurulmalı. Sizin inisiyatifinizdeki 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nde ve diğer mahkemelerdeki davalar incelendiğinde, bütün bu davaların gelip dayandığı kilit isim "Burak Caney"dir. Sanal bir kişi olan bu Internet canavarı ortaya çıkarılabilirse, zâten LİNÇ KAMPANYASI sürecinin tüm ilinekleri kendiliğinden çorap söküğü gibi ele avuca gelir. 1 Aralık 2011

HÜSEYİN HİLMİ BULUNMAZ


***


DELİLLER:

1) Burak Caney, Mustafa Şükrü Demirkanlı, Ahmet Ertuğrul Timur, Özdemir Nutku, Tuncer Cücenoğlu, Yıldırım Fikret Urağ, Zafer Algöz ve diğerleri tarafından düzenlenen BİRİNCİ LİNÇ KAMPANYASI linki: http://tiyatroyun.blogspot.com/2008/03/bir-iftirann-bataklk-anatomisi.html

2) Yrd. Doç. Dr. Adnan Tönel, Ahmet Ertuğrul Timur, Fırat Güllü, Gülhan Avşar Demirkanlı, Prof. Dr. Hasan Anamur, Prof. Dr. Hasan Erkek, İsmail Can Törtop, Kemal Aydoğan, Levent Çağlayan, Mehmet Bozkır, Mustafa Şükrü Demirkanlı, Prof. Dr. Nurhan Tekerek, Oyun Atölyesi, Ömer Faruk Kurhan, Prof. Dr. Özdemir Nutku, Yaşam Kaya, Prof. Dr. Yusuf Eradam ve diğerleri tarafından düzenlenen İKİNCİ LİNÇ KAMPANYASI linki: www.coskunbuktel.com/lincimzacilari.htm

3) "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." linki: www.oyuncularincoguyavsaktirgenellikle.blogspot.com


EKLER:

1) Bilirkişi raporu (Linki: www.vimeo.com/24793706)

2) T.C. İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilen gerekçeli BERAAT kararı (Linki: www.tiyatroyun.blogspot.com/2011/10/oyunun-notu-lincci-omer-faruk-kurhanla.html)